• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: AHLAK EĞİTİMİNDE KAMİL İNSAN EĞİTİM MODELİ

3.1. Gelenekten Geleceğe Ahlak Eğitiminin İnşası

3.1.1. İslam Ahlak Düşüncesinin Dönüşümü

İslam ahlakı kavramı doğrudan İslam’ın gelmesiyle birlikte varlık sahnesine çıkan bir olguyu, dolayısıyla İslam’ın ortaya koyduğu bir ahlak anlayışını çağrıştırmaktadır. İslam ahlak düşüncesi kavramı ise ilk bakışta felsefi bir anlayış sistemini akla getirmektedir. Bu düşünce sisteminin İslam kavramıyla nitelenebilmesi için, kuşkusuz onun, İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a, bu dinin ilk temsilcisi olan peygamberine ve onun sözlerine dayanması beklenir. Dolayısıyla Kur’an ve sünnet, gerek İslam ahlakının, gerekse İslam ahlak düşüncesinin temel kaynakları olarak düşünülmelidir. Bu noktadan hareketle İslam ahlakı, Kur’an’ın inmeye başlaması ile mevcudiyet bulan bir ahlak anlayışı olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte Kur’an başlangıçta olmayan, salt onunla sonradan inşa edilen bir ahlak anlayışı getirmemiş, mevcut düzende ona aykırı olmayan anlayışı devam ettirmiş ve aykırı olan ahlaki hususları ise düzeltmeyi amaçlamıştır. Binaenaleyh İslam ahlakının İslam öncesi Arap kültür ve tarihinden izler taşıdığı da söylenebilir. Bu minvalde Câbirî (2015: 13), Arap ahlaki aklının oluşumunda Farisi, Yunan, saf Arap, sûfî ve saf İslam mirasının etkili olduğunu belirtir.

İslam öncesinde Araplar’ın ahlak anlayışından izler görülebilen Cahiliye edebiyatına bakıldığında, ahlak kelimesinin kullanılmadığı, onun tekil karşılığı olan “hulk” kelimesinin ise nadiren kullanıldığı belirtilmektedir. Buna karşın iyi ahlak anlamında mürûe (mürüvvet) ifadesine; hayır, ma’ruf, hak ile şecaat, kerem, sehâ, cûd, vefâ gibi Cahiliye erdemlerine ve bunların zıtlarına sıklıkla rastlandığı ifade edilmektedir (Çağrıcı, 1989: 2; Câbirî, 2015: 39). Bununla birlikte Çağrıcı, Cahiliye Araplarının ölüm sonrası hayata inanmadıklarından ötürü bütün bu kavramların yüksek ve evrensel bir ahlak anlayışından ziyade dünyevi, kabileci ve hazların tatminini önceleyen bir niteliğe sahip olduğunu söyler.

Tevhide dayanan bir ahlâkî ve dinî birlik sağlama görevini üstlenen Hz. Peygamber (Âl-i İmrân 3/103); Allah’a saygıyı (takvâ) ferdî ve sosyal yücelmen(Âl-in ölçüsü hal(Âl-ine getirmiştir. Bu ölçüye uygun olarak İslâm’ın öğretileri, bütün yaratılmışlara karşı

merhamet, insani ilişkilerde dürüstlük ve güvenilirlik, karşılıksız sevgi ve fedakârlık, samimiyet ve iyi niyet gibi iyi hasletlerin artırılması ve kötü niteliklerin düzetilmesine odaklanmıştır (Çağrıcı, 1989: 2). Buradan hareketle Kur’an’ın, Cahiliye ahlak anlayışındaki dünyevilik vurgusunu değiştirmeyi; bunun yerine insanın en başta Rabbi’ne, sonra kendisine, topluma, tüm evrene ve tüm insanlığa karşı sorumlu davranmasını gerekli kılan bir anlayışı egemen kılmayı amaçladığı söylenebilir.

Kur’ân’da “ahlâk” kelimesinin yer almadığı, buna karşın “âdet ve gelenek (Şuarâ 26/137)” ile “ahlâk (Kalem 68/4)” anlamında iki ayette “huluk” kelimesinin geçtiği görülmektedir. Bununla birlikte Kur’an’da iyi ve kötü ahlaklılığı niteleyen birçok kavram yer almaktadır. Kısaca özetlenecek olursa Kur’an, kişiyi hakkında nas bulunan konularda dine uymakla sorumlu kılmış (Ahzâb 33/36), hakkında hüküm bulunmayan tartışmalı durumlarda ise onun kalp ve vicdanın verdiği hükme uymasını önermiştir. Diğer taraftan vicdan, insanın kötülük yapması halinde onu kınayabileceği gibi (Kıyâme 75/2), kötülük karşısında duyarlılığını kaybetmiş kaskatı bir kalbe (Mâide 5/13; ez-Zümer 39/22) dönüşebilir. Ayrıca o şeytanın baskısı altında olan nefisten (Bakara 2/169) etkilenebilir ya da hevâsını tanrı edinebilir (Furkân 25/43; Câsiye 45/23). Bundan dolayı Kur’an, vicdanın hükümlerine ihtiyatla yaklaşmış ve dinî hükümler ile selim aklın hükümlerinin birbirini desteklediğine işaret etmiştir (Çağrıcı, 1989: 2).

İslâm, insanın ahlâkî olgunlaşma sürecinde ulaşacağı son noktayı, cennet ümidini, cehennem korkusunu ve çıkar kaygılarını aşarak, bütün düşünce ve davranışlarında Allah’ın emri ve rızâsına uygunluğu gözeteceği (Hûd 11/112; eş-Şûrâ 42/15; İnsân 76/8-9) bir bilinci inşa etmek olarak tanımlar (Çağrıcı, 1989: 2-3). Diğer taraftan İslam ahlakı bilgi ve fazilet bakımından sürekli bir yenilenmedir, dolayısıyla bu anlayışta hayır da gaye de dinamik bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda her bir insanın yapmakla yükümlü olduğu iyilikler (farzlar) yanında, yaptığında derecesini yükseltebileceği hayırlar da vardır. Bu noktadan hareketle Çağrıcı (1989), İslâm ahlâkının maddî, zihnî ve psikolojik yönden her seviyedeki insanın kaygı ve özlemlerini dikkate alan; insana mevcut durumdan daha ideal olana doğru yükselme imkânı sağlayan kapsamlı bir anlayış olduğuna atıf yapar. Bununla birlikte o, Kur’ân’da ahlâka dair hususların sistematik bir teori olarak ortaya konulmadığını, buna karşın onun getirdiği ahlaki ilke ve amelî

kuralların, esaslı bir ahlâk sistemi oluşturacak zenginliğe sahip olduğunu söyler (Çağrıcı, 1989: 2).

Kur’an ekseninde yukarıda sunulan genel çerçeve ile birlikte, hadislerde ve hadis literatüründe de İslam ahlakını temellendirecek hayli geniş bir külliyatın ortaya çıktığı görülmektedir. Ayrıca ahlak hadislerini konu edinen farklı çalışmalar da bulunmaktadır (Kavaklıoğlu, 2001; Toprak, 2006; Ürkmez, 2007; Koca, 2016a, 2016b). Kur’an’da yer almamasına karşın, hadislerde ahlak kavramının doğrudan yer aldığı görülmektedir. Bu kapsamda Tahâvî’ye (2006) atfen husnu’l-huluk ifadesinin ‘yumuşak huyluluk’, ‘seciyye’ ve ‘din’ gibi anlamlara geldiğine değinen Koca (2016b), ilgili literatürden hareketle söz konusu kavramın karakter (huy, seciye, mizaç, erdem), âdet (alışkanlık, gelenek, sünnet) ve din ifadeleri ile karşılanmasının daha uygun olacağını belirtir. Ayrıca, hadislerdeki ahlak düşüncesinin tek başına ahlak kavramına indirgenmesi ve meselenin bu kavram üzerinden anlamaya çalışılmasının eksik bir yaklaşım olacağını, oysa rivayetlerdeki ahlak kavramının, dinî- ahlakî mahiyetteki geniş ve zengin kavramsal ağın temel bir parçasını temsil ettiğini ifade eder (Koca, 2016b: 181). Bu durum bir anlamda İslam ahlakında ahlak ile dini eylem arasındaki ayrılamaz organik bağa işaret eden bir husus olarak değerlendirilebilir.

Hadis eserlerinde genelde ahlak ile ilgili hadislerin yer aldığı Birr ve Sıla bölümlerinde, ahlakın iyi-kötü, güzel-çirkin gibi kavramları açıkça kullanılmış ve insanların karşılıklı ilişkilerini düzenleyen hak-hukuk konuları ele alınmıştır (Ürkmez, 2007: 12). Birr ve sıla bölümlerinde yer alan konular aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Şekil 3.1. Hadis Kitaplarındaki Birr ve Sıla Bölümlerindeki Konular

Kaynak: Ürkmez, 2007: 12’den alınmıştır.

Diğer taraftan hadis eserlerindeki ahlaki davranışlarla ilgili başka bir bölüm ise Kitâbu’l-Edeb’lerdir (bkz. Kavaklıoğlu, 2001). Bu bağlamda Buhâri, İbn Mâce, Ebu Dâvûd ve Tirmizî’nin eserlerinde Kitâbu’l-Edeb isimli bölümlerin yer aldığı görülmektedir. Kütüb-i SKütüb-itte eserlerKütüb-i Kütüb-içKütüb-inde en genKütüb-iş Edeb bölümü, ahlakla Kütüb-ilgKütüb-ilKütüb-i hadKütüb-islerKütüb-in tek bKütüb-ir başlıkta toplandığı 181 bab ve toplam 503 hadis ile Ebu Dâvûd’un Sünen’inde yer alır (Ürkmez, 2007: 14).

Bazı ahlaki konuları ihtiva eden Kitabu’l-Fedâil başlıklı bölümün sadece Müslim’in Sahih’inde yer aldığı görülmektedir. Bu bölümde Peygamberimiz’in (sav) soyu,

BİRR

VE

SIL

A

İyilik Toplumda Dışlananlara Yetimler Dullar Fakirler Köleler Anne-Baba ve Yakınlara İletişim İletişim Engellerinin Giderilmesi Küslüğün (İletişim Kopukluğu) Haram Olması Sorunlu İletişim Tarzlarının Haram Olması İkiyüzlülük Yalan Gıybet Laf Taşıma Haset Aldatma Kabalık Kibir Kötü Söz Kavga Mevcut Bağın Güçlendirilmesi Din Kardeşliği Samimiyet (Nasihat) Güler yüz Cömertlik

mucizeleri, şemâili ve diğer bazı peygamberlerin üstün nitelikleri konusundaki rivayetler bulunmaktadır. Ayrıca Buhâri, Tirmizî ve Dârimî eserinde İsti’zân başlıklı özel bir bölüme yer vermiştir (Ürkmez, 2007: 18). Bu üç eserin isti’zân bölümlerinde, aşağıdaki konularla ilgili hadislere yer verilmiştir. Diğer taraftan Buhârî, Müslim ve Dârimî’nin eserlerindeki Rikâk başlıklı bölümler ve Tirmizî ile İbn Mâce’nin sünenlerinde Kitâbu’z-Zühd, Sahîh-i Müslim’de ise Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik başlığıyla ele alınan zühd bölümleri de ahlak ile ilgili hadislerin yer aldığı diğer başlıklardır.

Şekil 3.2. Hadis Eserlerinin Ahlakla İlgili Bölümlerinde Yer Alan Konular

Kaynak: Ürkmez, 2007: 13-18’deki bilgilerden hareketle hazırlanmıştır.

Bunların dışında, Buhâri’nin “el-Edebu’l-Müfred”, İbn Ebi Şeybe’nin “Kitâbu’l-Edeb” gibi edeb kitapları; İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Harâitî ve Taberâni’nin mekârim’ül-ahlâka dair kitapları ve Beyhâkî’nin Zühd” ve Abdullah ibnu’l-Mübârek’in “Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik” gibi zühd kitapları ahlak konusunda bağımsız olarak yazılan hadis eserleri olması bakımından önemlidir (Ürkmez, 2007: 19-21). Kur’an’da ve hadislerde yer alan ahlak ilkelerinin, insanları doğrudan davranışa yönlendirecek ilkeler ortaya

Edeb Bölümlerinde Yer Alan Rivayetler

•Oturma-Kalkma Âdâbı (İki kişinin arasına oturmamak, birisi için ayağa kalkmamak vb.) •Oturuş Şekilleri (Ayak ayak üstüne atmamak, yüzüstü uzanmamak vb.)

•Teşmît (Hapşırmanın ve hapşırana esenlikler dilemenin şekli, önemi vb.) •İsim Verme (Güzel isimler seçmek, çocuğa isim vermekte gecikmemek vb.) •Şiir Bahisleri (Şiirin etkileyiciliği, bazı olumsuz yönleri vb.)

•Bazı Sözlü İfadelerin Kullanımı (Günlük konuşmalarla ilgili bazı düzeltmeler)

İsti'zân Bölümlerinde Yer Alan Rivayetler

•Yolculuk ve Konaklama ile İlgili Davranış Ölçüleri •Yazışma Sırasında Uyulacak Kurallar

•Uyuma ve Uyanma Anında Yapılacaklar

•Ev, Çarşı, Mescid Gibi Çeşitli Mekânlara Giriş-Çıkış Âdâbı •Ortak Mekânların Kullanımında Uyulması Gereken Edeb Kuralları

Rikâk Bölümlerinde Yer Alan Rivayetler

•Ecel

•Mülk, Zenginlik, Fakirlik •Sabır, Tevekkül, Hüsn-i Hatime •Uzlet

•Riyâ ve Tevâzu’ •Uhrevi Hayat

Zühd Bölümlerinde Yer Alan Rivayetler

koymaları, gerçek hayatı kuşatabilir olması ve her düzeyde insanın rahatlıkla anlayabileceği bir çerçeve sunması bakımından oldukça işlevsel olduğu söylenebilir. İslam ahlakına kaynaklık eden diğer bir ilim dalı da Kelam olmuştur. Kelâm ilminin bir problem alanı olan kader bahsi çerçevesinde kulların fiilleri, insanın iradesi ve seçimi, adâlet, hüsün ve kubuh, salâh ve aslah gibi konuların esasında ahlâk problemleri ile yakından ilişkisi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu konular İslam ahlakında bazı temel düşünceler üzerinde göz ardı edilemeyecek bir etki bırakmıştır. Bu durum, İslam ahlakının tasnifinde kelâmi ahlak şeklinde bir gruplandırmayı da ortaya çıkarmıştır (Çağrıcı, 2012: 94-108; Yaran, 2011: 31, 32; Fahri, 2004: 61-104).

Saruhan (2014: 65) da İslam düşüncesinde ahlak ilminin teşekkülünde başta Mâturidî (ö. 333/944), Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025), Dihlevî (ö. 1176/1762), Muhâsibî (ö. 243/857), İbn Arabî (ö. 638/1240), Karafî (ö. 684/1285) ve Şâtıbî (ö. 790/1388) gibi kelam, fıkıh ve tasavvuf alanındaki düşünürler dikkate alınmadan yeterince anlaşılmayacağı görüşündedir. Dolayısıyla bahsedilen ahlaki meseleleri ele alan kelam eserlerinin de İslam ahlakının şekillenmesindeki rolü ayrıca zikredilmelidir. Ayrıca Çağrıcı (1989: 3-4) İslam ahlakının temelini oluşturan ve İslam ahlak düşüncesini şekillendiren Kur’an-ı Kerim’in, hadis ve kelam alanındaki eserlerin yanında, amelî ahlâk konularını ihtiva eden fıkıh kitapları ve “ahkâmü’l-Kur’ân” türündeki tefsir eserlerini de bu bağlamda zikretmek gerektiğine işaret eder.

Genellikle nassî ahlak içerisinde yer aldığı değerlendirilen yukarıdaki ahlak eserlerinde, ahlaki konuların Kur’an ve hadislerde yer aldığı şekliyle ve bunların daha çok davranışsal boyutu ön plana çıkarılarak onların toplum içerisinde yaygınlaştırılması düşüncesinden hareketle ele alındığı söylenebilir. Bu çerçevede söz konusu dönemlerde İslam ahlakında sistemli bir teorik yaklaşımın henüz ortaya çıkmadığı ifade edilebilir. Bununla birlikte kelâmi ahlak kapsamında yürütülen tartışmaların ahlak alanında teorik bir zeminin oluşmasına katkı sağladığı da ileri sürülebilir.

İslam ahlak düşüncesine yön veren kaynaklardan bir diğeri tasavvufi ahlaktır. Hicri II. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan ve ağırlıklı olarak ahlakın davranışa yansıyan tarafını konu edinen tasavvufî ahlâkın kitleler üzerindeki etkisi göz ardı edilemez (Öngören, 2011: 121). Tasavvufi ahlak akımının ortaya çıkması ile birlikte, Kur’an ve hadislerin, sûfî müelliflerce tasavvufi gelişim sürecinde görülen ruhi durumları açıklamak

üzere yorumlandığı ve bunların daha sistemli bir şekilde ele alındığı söylenebilir. Tasavvufi ahlakın, İslam ahlak düşüncesi üzerindeki etkisi ileride daha detaylı şekilde ele alınmıştır.

İslam ahlak düşüncesinin dayandığı başka bir kaynak da felsefi ahlaktır. Felsefi ahlak, bu düşüncenin sistemli bir yapıya kavuşması açısından önemli bir yere sahiptir. Bu noktada, tehzîb geleneğinin temsilcisi olarak Fârabî (ö.339/950), Yahya bin Adî (ö. 364/974), İbn Miskeveyh (ö. 421/1030) ve ahlakı bir tıp bilimi olarak tanımlayan Râzî (ö.606/1210) gibi farklı ekolleri temsil eden düşünürler öncelikli bir yer tutar. Öte yandan Kutluer (1994: 277)’e göre ahlaki temaların, bağımsız ve sistematik bir disipline kavuşmasında, başka bir deyişle ahlak ilminin teşekkül sürecinin sonu ve gelişmiş sistematik ahlak çalışmalarının başlangıcı açısından İbn Miskeveyh’in Tehzîbü’l-Ahlâk adlı eseri önemli bir mihenk taşını oluşturur. İslam ahlak felsefesi literatüründe sunulan nefsin güçleri ve erdemler tasnifinin bazı istisnaları dışında Platon ve Aristoteles’in sınıflaması ile büyük benzerlik gösterdiği görülmektedir. Bu açıdan İslam felsefesinin söz konusu dönemdeki görünümü dikkate alındığında, Yunan felsefesinden alınan bazı fikirlerin İslam ahlakının temel kaynakları doğrultusunda gözden geçirilerek yeni bir senteze kavuşturulduğu söylenebilir.

Bu dönemde yazılan eserlerde, felsefenin çoğunlukla nazarî ve amelî olmak üzere iki grupta ele alındığı görülür (Aydın, 1989: 10). İnsanın bilgisiyle ilgilenen nazari felsefe insanı fikri olgunluğa, onun eylemleriyle ilgilenen ameli felsefe ise, kişiyi amelî kemâle ulaştırmayı amaçlar. Bu bağlamda insanın gerçek mutluluğa ulaşması, ancak bu iki yönünü olgunlaştırması ile mümkün olabilir. Diğer taraftan “ahlâk, tedbîrü’l-menâzil ve siyâsetü’l-müdün” olmak üzere üç kısımdan oluşan ameli felsefede, ferdin; aile ile toplumun, şehir ve devlet yönetiminin nasıl ahlaki yönden kemale ulaştırılabileceği konuları ele alınmıştır. Yine bu kapsamda faziletler ve reziletler de ayrıntılarıyla tartışılmıştır. Aydın (1989: 12-13), nefsin bekası, reziletlerin tedavisinde ibadetin fonksiyonu, nazarî kemalin gerçekleşmesinde Allah’a imanın rolü, bütüncül bir kişilik yapısı, adalete dayalı toplumsal düzen, evrensellik, şükür, sabır, hamd, tevekkül, havf, recâ vb. faziletler konusunda İslâm filozoflarının görüşlerinin, ahlak alanına orijinal katkılar sunduğunu belirtir.

Kant’ın ahlak felsefesinde yeni bir çığır açacağı döneme kadar, İslam düşüncesinde felsefi ahlak anlayışlarında Aristoteles’in erdem anlayışının belirgin bir etkisi görülür. Buna karşın, İslam ahlakçıları Kant’ın evrensel ahlakla ilgili temel düşünceleri ile karşılaştıklarında, bu fikirlerin de İslam ahlakıyla örtüşebileceğini düşünmüştür (Draz, 2004; Naîm, 2010). Babanzâde Ahmet Naîm bu hususla ilgili olarak ahlak felsefeleri arasında en doğru ve ruhu İslam’a en uygun olanının ödev ve vicdanı öne çıkaran ahlak anlayışı olduğunu ve İslam ahlakının vazife fikrini çeşitli halk tabakaları arasında yaymasında hiçbir felsefi teorinin gösteremediği bir başarıyı gösterdiğini ifade eder (Naîm, 2010: 17). Dahası son dönemde yazılan ahlak eserlerine bakıldığında, bunlarda görev-ödev vurgusunun ön plana çıktığı, bu bağlamda konuların Aristotelesçi ve Kantçı bakış açısının sentezi mahiyetinde kişinin kendine karşı sorumlulukları, ailesine-topluma karşı sorumlulukları ve devlete karşı sorumlulukları şeklinde ele alındığı görülebilir. Dolayısıyla Kant’ın ahlak düşüncelerini benimseyen İslam ahlakçılarının, vicdan ve ödev kavramlarının ön plana çıktığı bir anlayışı benimsedikleri söylenebilir. Yine kısmen cılız kalsa da, Nietzche’nin ahlak görüşlerinin de M. Ali Aynî (2013: 93-96) gibi İslam ahlakçıları tarafından incelenmeye değer bulunduğu söylenebilir.

Sonuç olarak, İslam ahlak düşüncesinin tarihi gelişim sürecinde, tasavvufi ahlakın ortaya çıkmasıyla onun sistemli bir şekilde ele alınmaya başladığı, Farabi ve sonrasında felsefe ile meşgul olan düşünürlerin eserleri ile de daha sistematik bir anlayışın neşet ettiği söylenebilir. Kuşkusuz ortaya çıkan bu felsefi bakışın Yunan felsefi kültüründen beslenmiş olduğu; buna karşın onun temelde İslami kaynaklar çerçevesinde gelişerek devam eden bir düşünce sistemine dönüştürüldüğü söylenebilir.