• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: AHLAKİ OLGUNLUK KAVRAMININ KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. Ahlaki Olgunluğa İlişkin Yaklaşımlar

1.1.2. Ödev Ahlakını Temel Alan Yaklaşımlarda Ahlaki Olgunluk

1.1.2.3. Durkheim’ın Ahlaki Özerklik Teorisi

Kohlberg’in ahlaki gelişim kuramını eğitimsel bir yaklaşım olarak kurgulamasında rehber edindiği kişi, ağırlıklı olarak Durkheim olmuştur. Esasen Piaget, Çocuğun Ahlaki Yargısı isimli kitabının son kısmında çalışmalarının sonuçlarını, Durkheim, Fauconnet, Bovet ve Baldvin’in teorileri ile karşılaştırmak suretiyle tartışır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, Piaget’in burada tartıştığı Durkheim’ın ahlaki özerklik teorisi bir anlamda Kohlberg’e

eğitimbilimsel anlamda bir çıkış sunar. Dolayısıyla Kohlberg’in eğitimsel yaklaşımının arka planını daha sağlıklı anlaşılabilmesi bakımından burada Durkheim’ın görüşlerine bakmakta yarar vardır.

Ahlak Eğitimi isimli kitabında laik bir ahlak kurgusuyla işe başlayan Durkheim, insanların bugüne kadar kafalarında dini alegoriler şeklinde canlandırdıkları ahlaki güçleri keşfetmek, içine yerleştirdikleri simgelerden kurtararak rasyonel yalınlıklarıyla sunmak ve bu güçleri çocuğa herhangi bir mitolojik aracıya gerek duymadan hissettirmenin yöntemini bulmak gerekliliğine işaret eder (Durkheim, 1903: 32). Ahlakın ve böyle bir ahlak eğitiminin rasyonel bir temel üzerinde kurulması gerektiğini ortaya koyduktan sonra Durkheim, ahlakın unsurlarını ele alır. Ona göre ahlakın unsurlarının neler olduğunu sorgulamak, eksiksiz bir erdemler listesi hazırlamak anlamına gelmez. Aksine bu tür bir sorgulama, ahlaki yaşamın kökeninde bulunan temayüllerle düşünce yapılarını araştırmaktır. Zira ahlak eğitimi, çocukta erdem duygusunun zamanla ortaya çıkmasını sağlamak değil, zamana yayılmış bir şekilde, uygun yöntemlere başvurarak bu genel temayülleri çocukta oluşturup, genelleştirdikten sonra, insanlar arasındaki ilişkilerin ayrıntılarına uygun bir şekilde çeşitlilik göstermesini sağlamaktır (Durkheim, 1903: 43).

Durkheim, hukukun ve törelerin insanlara nasıl davranılması gerektiğini öğrettiğini, dolayısıyla ahlakın genel anlamda yalnızca ihtiyaçlara göre zaman içinde ortaya çıkan kurallar olarak değil, önceden belirlenmiş bir kurallar bütünü olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Buradan hareketle o, ahlakın süreklilik ve düzenlilik gösteren bir sistem olduğuna, bunun da kendisine boyun eğilmesi gerekliliğine neden olan otorite kavramını ortaya çıkardığını söyler. Sonuç olarak ise, süreklilik ve ahlaki otorite kavramlarının, temelde ahlakın bir unsuru olan disiplin kavramı içerisinde birleştiğini, disiplin anlayışının her türlü ahlak anlayışının temelini oluşturduğunu ortaya koyar (Durkheim, 1903: 43-55).

Durkheim, ahlakın bir unsuru olarak tayin ettiği disiplinin olumsuz anlamda kimi eylemleri önlemeye dönük bir tür dışsal ve maddi denetleyici ya da bir tür baskı aracı olarak görülmemesi gerektiğini de ekler. Bunun aksine disiplinin ahlak eğitiminde kendiliğinden görev yapabilecek, gerekli tüm niteliklere sahip ve ahlaki özelliğe kendi damgasını vurabilen bir araç olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Bu noktada, disiplin

kurallarının zamanın koşulları doğrultusunda değiştirilebileceğini, ancak eğitimcilerin disiplin anlayışından asla vazgeçmemesi gerektiğini ifade eder. Öte yandan insanın hayatı boyunca karşılaşacağı durumlarda böyle bir dışsal baskı yerine insanın kendine hâkim olacağı içsel bir çaba sarf etmesi gerekliliği bağlamında getirilebilecek bir eleştiriye de, içsel direnişin aslında dışsal direnişin bir yansımasından başka bir şey olmadığını söyleyerek karşı koyar (Durkheim, 1903: 57-72).

Durkheim, ahlakın ikinci unsurunun bireyin içinde yer aldığı toplumsal gruba bağlılık olarak belirler. Buna göre ahlaki yaşam kolektif yaşamla birlikte başlar, başka bir deyişle insan toplumsal varlıklara benzeyebildiği ölçüde ahlaki bir varlık olabilir. Ona göre, birey dışında var olan, ampirik olarak gözlemlenebilen iradi açıdan bağlı olduğumuz tek psikolojik ve ahlaki varlık toplumdur. Dolayısıyla ahlaki eylem toplumu amaçlar (Durkheim, 1903: 91-92). İnsanın ahlaki bir varlık olabilmesi için kendi dışında çevresinde bulunan varlıklara bağlanması ve düzeyi ne kadar basit olursa olsun bu toplumla bir dayanışma içinde olması gerekir. İşte bu yüzden ahlaki eğitimin ilk görevi çocuğu, en yakınında bulunan grup olan aileden başlayarak içinde yaşadığı topluma bağlamaktır. Ahlak herhangi bir toplumsal gruba ait olduğumuz andan itibaren devreye girmektedir. İnsan nasıl değişik gruplara ait olduğu ölçüde insan olduğunun bilincine varıyorsa ahlak konusunda da aile, meslek kuruluşu, politik dernekler, vatan, insanlık gibi bağlı olduğu çeşitli toplumlarla kurduğu dayanışma ilişkisi ile doğru orantılı bir ahlak anlayışına sahip olabilir (Durkheim, 1903: 105).

Buradan hareketle yalnızca kolektif amaçlar ahlaki olabilir, dolayısıyla tek geçerli ahlaki neden gruba bağlılıktır. Oysa ait olduğumuz topluma bağlandığımızda psikolojik açıdan toplumu oluşturan bireylere bağlanmamak söz konusu olamaz. Topluma bağlanmak demek toplumsal ideale bağlı kalmak demektir. Şu halde gruba bağlılığın dolaylı ancak zorunlu olarak bireylere bağlılığı içerdiğini ve grubun ideali insanlık idealinin özgür bir biçimini oluşturduğunda, gerçek insana karşı bir bağlılıktan söz edilebilir. Bu bağlılık duygusu, ait olunan toplumun özgün insanlık anlayışıyla dayanışma içinde olduğu ölçüde hissedilir. Bireyler arası sempati duyguları ve yol açtıkları eylemlere atfedilen ahlaki özelliğin nedeni de budur (Durkheim, 1903: 109).

Durkheim önceki iki unsurun bir sonucu olarak üçüncü bir unsurun da irade özerkliği olduğunu ifade eder. Bu noktada Durkheim, Kant’ın insanın ahlaklı olması için iradesinin

özerk olması gerekliliğine ilişkin görüşüne dayanır (Durkheim, 1903: 127). Bu noktada o da Kant gibi, ahlaklı olmayı kişisel olmayan genel bireyi ve kişisel çıkarlarından bağımsız amaçların yaşama geçirilmesi olarak temellendirir. Buradan hareketle Durkheim, ahlaklı davranmadaki mecburiyet duygusunun nereden kaynaklandığını sorgular. Cevabın ise insanları birbirinden ayıran yeti olan duyarlılıkta yattığını söyler. Zira insan sadece mantıklı değil, aynı zamanda duyarlı bir varlıktır. Ancak duyarlılık, insanın aldığı keyif doğrultusunda kimi zaman onu kişisel, egoistçe, irrasyonel, ahlak dışı amaçlara doğru yönlendirebilir. O halde aklın kuralları ve kişinin duyarlılığı arasında gerçek bir çelişki vardır. Dolayısıyla birincisi ikincisine ancak zorlama ile boyun eğebilir. Mecburiyet duygusuna yol açan da zaten bu zorlama duygusudur (Durkheim, 1903: 140). Bu bağlamda iradenin özgürleşmesini sağlayan şeyin insan aklı olduğunu ortaya koyan Durkheim, bunun maddi/fiziki dünya için kolaylıkla kabul edilebileceği gibi ahlaki dünya için de geçerli olduğunu ifade eder (Durkheim, 1903: 147).

Sonuç olarak Durkheim, ahlaklı bir şekilde davranabilmek için disiplinli olma ve bir gruba bağlanmış olmanın yeterli olmayacağını, kişinin kurala uyarken ve kolektif bir ideal uğruna çabalarken bilinçli olmak durumunda olduğunu söyler. Zira insanın özel bir şekilde davranmasını sağlayacak olan bu bilinçtir ve kamu bilinci, gerçekten ahlaklı olmak isteyen herkesten bundan böyle bu şekilde davranmasını istemektedir. Böylece Durkheim üçüncü ahlaki unsurun -Kant’ın da tanımladığı şekilde- belli davranışları, bilinçli bir şekilde olması ve bu kurallara uymanın da bilinçli bir seçim olmasını ifade eden irade özerkliği olduğunu ortaya koyar.

Ahlakın unsurlarını bu şekilde ortaya koyduktan sonra Durkheim bunların çocuklara nasıl kazandırılacağını ve ahlak eğitiminin nasıl olması gerektiğini açıklamaya girişir. Bu bağlamda Durkheim, ahlak eğitiminin çocuğun geçmişin bize miras olarak bıraktığı ahlaki uygulamalara karşı bir tepki oluşmasına yol açmadan onları sevmesini sağlaması gerektiğini söyler. Bunun için de bir ruh oluşturmak gerekliliğine ve bu ruhun çocukta filizlenmesi sağlayacak koşulları oluşturmaya vurgu yapar (Durkheim, 1903:131). Durkheim ahlak öğretiminde, ahlakı yayma veya ezberletmeye karşı çıkar. Bu noktada çocuğa uyması gereken ahlaki kuralların nedenlerini açıklamamanın, onu baştan yarım yamalak bir ahlaka mahkûm etmek anlamına geldiğini belirtir (Durkheim, 1903:148). Sonuç olarak gerek ahlakın kökenini toplumda bulduğu, gerekse ahlak eğitiminde

toplumcu bir bakış açısını benimsediği için Durkheim’ın, Kohlberg’in eğitim anlayışını toplumsal gruba bağlılık ve topluluk bilinci geliştirme bağlamında etkilediği söylenebilir.