• Sonuç bulunamadı

2. MESLEKLERİN KURAMSAL ANALİZİ

3.2. Mesleki Denetim

3.2.1. İçsel Denetim: ‘Benlik’

Daha çok kendi kendini değerlendirmeye davet eden benlik, hâlihazırda kendisinin özel bir biçimine dönüşmektedir. Denetim tarafından ima edilen dönüşlülük (kendisinin ve başkalarının farkında olmak) zaten akademik etkinlikte açıktır. Akademiklik, hesap verebilirlik sürecinin bir parçasıdır. Denetim, “kurumlar açısından akademisyen için kendi kendini inceleyebilirlik ile ne yapıyorsa onu yapma” potansiyeline sahiptir. Dönüşlü etkinlik akademik yaklaşımın becerisine şüphe duymayı gerektirmez. İlke olarak denetime yetkilendirici bir uygulama olarak karşı çıkılmasına da gerek yoktur. Çünkü böylece öğrencilere ve çıkar sahiplerine daha çok bilgi sağlanmakta, kamu fonları daha çok hesap verebilir hale gelmektedir. Ancak çok geçmeden denetim bir “teşvik” unsuru haline gelir. Böylece öğretme ve öğrenmede bilgi teknolojisi iyi uygulamanın kaçınılmaz olarak yardımcısı olur. Yararlı gelişmeler ilerlemenin kanıtı görevini görürler. Burada bilgi fazlası problemi açığa çıkar. Sürekli gelişim ve değişime yapılan vurgu, kurumların içindeki doğal zamanı ve etkinlik ile durgunluğun doğal döngüsünü alt üst eder. Aynı zamanda yönetim ve performansın çelişkisi oluşur ki bu derecelendirmeyi arttırmaya yönelik aralıksız bir dürtüdür. Benzer şekilde Strathern’e göre denetim, “kurumlara logolardan ve web sitelerinden oluşmuş küresel bir havuz” sunar. Kurumlar tanımladıkları yol ile kendilerine dikkat çekmek isterler. Böylece tanımlar yapmaya zorlanarak aynı zamanda kendi tanımlarını da başkalarına dayatırlar. Ancak, her durumda tanımladıklarının “kendileri” olduğuna diğerlerini ikna etmek zorundadırlar. Temsil ettiklerine kanaat getirilecek güvenin koşullarını yaratmak durumundadırlar. İyi bir uygulamayı ileri sürmek bu onaylayıcı işin bir kısmını yapıyor gibi görünmeye benzer. Açıkçası kurumsal ve bireysel benlikler bir etkinlik içerisinde kontrol edilerek yeniden tasarlanabilir. Denetimin “kendi kendine referans

vermesi” Luhmann’ın sistemlerle ilgili yazılarından özel olarak faydalanan Strathern tarafından yakın inceleme altına alınmaktadır. Bilgi, sistem ve çevre arasında aktarılmaz. Daha çok sistem, içsel olarak kendisini kullanabileceği ‘bilgi’ ile bunun ötesindeki kullanılamaz ‘veri’ arasında bir ayırım yaratmaktadır. Sistem işledikçe, çevresiyle olan etkileşimi de daha güçlü olur. Bugün bir kimsenin sistemi tanımlamak için kullanabileceği özellikleri tayin eden resmi teorik konum, tümüyle başka bir yöne dönmektedir. Toplumsal planlamacıların ve kuramcıların elinde tam tamına bir amaç ya da hedef haline gelmektedir. Böylece modern toplumları ‘değişik işlevsel sektörler içerisinde kendi kendini gözlemenin gereçleri’ olarak toplumsal süreçler hakkında çeşitli kuramların geliştirildiği yerler şeklinde algılamak mümkündür279 .

Eğitim ve hukuk üzerine kuramsallaştırmalar bu işlevsel bileşenlerin (eğitsel ilkeleri eğitim kurumlarına dayanarak bulmak gibi) yansıyıcı temellerini dikkate almaktadır. Ne var ki denetim yoluyla bunu yapmak süreci bir adım daha ileri götürmektir. Uygulamaları açıklığa kavuşturmak denetimin içsel derinliği ile ilgilidir ve onun sınır koşuluna işaret eder. Uygulamaları açığa çıkartmak denetim sistemlerinin dışarıdaki karmaşık yapılarını indirgemek ve kendi içlerine emmek için kullandığı ara yöntemdir. Ancak denetim, çevresini oldukça kısmi bir biçimde oluştursa bile (yüksek öğrenim kurumları ve sağlık hizmeti veren kuruluşlar gibi) yine de bu karşılıklı bir ilişki değildir. Çünkü sistemler birbiriyle karşı karşıya gelmezler. Bir üniversitedeki bölüm gibi herhangi bir kurum, denetimin konusu olursa tüm etkileşimler denetimin belirlediği tarzda gerçekleşiyor gibi görünür. Kısacası tüm denetim cihazı başka bir sistemle meşgul olan kendi kendini örgütleyen bir sisteme dönüşür. Kapalı ya da açık değildir. Avantajını ‘yetkilendirici bir teknoloji’ olarak kendi kendini tanımlayarak korur. Bir kurum olarak diğer kurumların da “kurum” olmalarını talep eder ve böylece kurumlarda güven sağlar. Bir saflaştırma aygıtı olarak denetimin düzgün işlemesi inceleme için yeterli değildir. Denetimi değerli kılan, kurum olmanın ilkelerini açığa çıkartmasıdır. Daha genel düzeyde hesap verebilirlik biçimleri bizden sadece başkalarını etkilemek için kendimizin bir tarifini yapmamızı değil, bizim kendimizle nasıl bir etkileşim içinde olmamız gerektiğini ifade eder. Son olarak madde imlerinin ve benzer biçimlerin

diğer tarzlardaki dillerin/söylemlerin yerini alabileceği ihtimalidir. Strathern şunu sormaktadır: “Yüksek öğrenim kurumu analiz edilemeyecek derecede bir saçmalık olarak ne yapmaktadır?”. Hedef beyanları ile ‘sadece konuşmak için konuşabilirler’ ancak, böyle beyanlar günümüzde sadece Yüksek Öğrenim Fonları Kurulu’nun talebi değil aynı zamanda küresel bir olgudur. Farklılığı tedaviye ihtiyacı olan bir durum olarak dikkat çekebilmelerine rağmen farklılığın savunulması olarak bir işe yarayabilirler. Ama sonunda madde imleri ile hazırlanmış beyan ve denetim dillerini, diğer söylem tarzlarının yerini alması gibi bir risk bulunmaktadır. Denetim nadiren şeffaflık sağlar. Denetim ile ilgili tartışmalar çıkar sahiplerine tam bir bilgi vermek yerine bilgiyi yönettiğini söylemektedir. Denetçiler, denetlenenler ve verilerin sinikçe∗ değişime uğratılması arasındaki çatışma, denetimin daha sık görülen bir özelliği olarak açığa çıkmaktadır. Burada ‘ölçüler’ ve ‘hedefler’ arasındaki ilişki öğreticidir. Bir ölçü bir hedefe dönüştüğünde iyi bir ölçü olmaktan çıkacaktır. Denetimin özellikleri arasında sömürgeleştirmeye dayalı direnişli mücadele vardır. Mesleki özerkliğin yitirilmesinden kaynaklanan motivasyon kaybı, denetimin yanlış işleyen/hastalıklı tarafları olabilmektedir. Bunların tümü kendi kendini haklı çıkaran göreli bağışıklığı ve denetimin ürettiği narsizm’i kabullenmeyi ister istemez zorlaştırır280.

Teknolojiler yoluyla içsel denetim olarak benliğe ‘bilinmeyen temas’ ile yaklaşılır. Bu yeni imaj teknolojileri dünyadan hızla kopmayı sağlamakta ve vizyon giderek yaşam deneyiminden ayrılmaktadır. ‘Ütopya’ ile farklı bir yere yapılan yolculuk zamansız bir an, alansız bir alan ve kurgunun içindeki hakikati ifade eder. Bu açıdan ütopya, her yerin ‘ötekisi’ olmaktadır. Böylesi bir sanal gerçeklik yoluyla kanatlardaki balmumu∗ erimeden güneşe ulaşmak mümkündür. Kartezyen

Sinizm (Cynisme): Antisthenes (İÖ 445-365) tarafından kurulan bir öğretidir. Öğreti, insanın

erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, bütün gereksinmelerden sıyrılarak bağımsızca erişebileceğini savunur(kaynak:Camus, ‘Defterler 1...’, s.192).

280 Jary, a.g.e., s.50.

Eski Yunan mitolojisine göre Daedalus ve oğlu İkarus bir adaya hapsedilirler. Kaçabilmelerinin tek

yolu gökyüzünden geçer. Baba oğul günlerce düşünür, sonunda kendilerine birer kanat yapmaya karar verirler. Daedalus, kendi ve oğlu için haftalarca uğraşır. Balmumundan kanatlar yaparlar. Artık hapishaneden kaçma günü gelmiştir. Baba-oğul yaptıkları kanatlarla gökyüzüne doğru süzülürler. İkarus kendini o kadar kaptırmıştır ki, uçmanın heyecanıyla babasının tüm öğütlerini bir anda unutur. Uçmak aklını başından aldığı için güneşe yaklaşarak balmumunun eridiğinin farkına varamaz ve denize düşüp boğulur[kaynak:Claude Pouzadoux, Olympos Tanrıları (Çev:Engin Sunar), Say Yay., 1.Baskı, İst., 2004]. Böylece ütopya arzulanarak varılması gerekirken bir yeri yani “öteki”yi isterken, ona teslim olmuşluğa dönüşür.

perspektife dayanan rasyonel vizyon, mutlak olarak ‘taranan göz’e; dolayısıyla, düzenlenen ve denetlenen bir dünyaya işaret eder. Oysa sanal gerçeklikteki parıltılı vizyon gözlere hitap eden evrensel panoptizm’i oluşturur. Evrensel panoptizm yoluyla tanımlanan internet, elektronik gözbebekleri ile dünya çapında zaman- mekanı tarayan optik bir sinir olarak değerlendirilmektir. Bu cisimsiz ağ dünyasında parçalanmış özneler vardır. Benliğin gözetleme ve denetleme kültürü keşif uçuşları, gözcü kuleler, uzaktan duyarlı uydularla sadece profesyonel ordular tarafından beslenir. İstenen tek tema ise gözün silah gibi işlemesidir. Sözgelimi ABD sadece bugün için yerkürede 42,000 farklı hedefi gözetlemektedir. Göz, kulak ve silikon beyinler bir senkronizasyon içinde bilgisayarlara aktarılmış tarayıcılar ağıyla kuşatılmış durumdadır281. Sanal gerçeklik yoluyla ‘benliğe yapılan çağrı’ kimlikle ilgili bilgileri sorgular. Mesleki denetimde narsistik etkinlik282 kimlikleri imaj

yoluyla denetler. Hakikat ile hayal birbirinin yerine geçerek sadizmin röntgenciliğe∗ dönüşmesini sağlar. Gerçeğin inkârının kurumsallaştırılması ve normalliği askeri enformasyon toplumunun belirleyicisi olmaktadır. Apaçi pilotları normalleşme dışına taşarak psikopat katiller olabilmekte ve yaptıkları eylemin görüntüsünü olayın ahlâki boyutundan uzaklaşıp savaş stratejisi olarak izlemektedirler. Sanal gerçeklik siber

281 Kevin Robins, İmaj: Görmenin Kültür ve Politikası, (Çev:Nurçay Türkoğlu), Ayrıntı Yay.,

1999. s.31-59.

282 İki mitolojik figür olan Narcissus (kendine aşık olan adam) ile Medusa (yılan saçlı tanrıça/

denizanası) kararsızlığı sembolize ederler. Narcissus kendi yansımasında boğulurken bunun bir yansıma olduğunu anlayamaz, kendi imajını başkasının zanneder ve onu kucaklamaya çalışır. Burada önemli olan nokta Narcissus’un kendine âşık olması değil, sudaki kendi yansısını kavrayamadığı gibi çevresi arasındaki farklılığı da kavrayamamış olmasıdır. Narcissus kendi imajına tutsak olmuştur. Sanal gerçeklik kullanıcıları da aynı kucaklama arzusuna kapılarak benzetilmiş imajla tek vücut olmaktadırlar. Örneğin, PC oyunlarında hedef hiçbir zaman yarışı kazanmak değil, olabildiğince artan bir hızda oyunu devam ettirmektir. Benlik yoluyla parçalanmış/kırıklı (şizoid) kişilikler okşama yoluyla öznenin varlığının bir tarzı olarak temasta bulunan özne ile bunun da ötesine geçerler. Okşamanın temasta aradığı şeyin özünde, okşamanın gerçekte aradığının ne olduğunu bilmemesi vardır. Asıl olan bu “bilmeme” hali temel bir düzensizlik yaratır(Robins, a.g.e., s.65). Oscar Wilde’ın bir anlatısında aynı tema göze çarpar: “Bir nergis çiçeği ölmüş. Çayırdaki çeçekler ırmaktan birkaç damla su istemişler, ona gözyaşı dökmek için…’Bendeki tüm su damlaları gözyaşı olsa, nergis için dökeceğim yaşlara yetmez. Onu çok severdim’ demiş ırmak. ‘Nergisi kim sevmezdi? O kadar güzeldi ki’ demiş çayırdaki çeçekler. ‘Gerçekten güzel miydi?’ diye sorunca ırmak; ‘Senden iyi kim bilebilir bunu? Kıyında eğilip, suyunda kendi güzelliğine bakardı hergün’ demişler. Irmağın yanıtı şöyle olmuş: ‘Onu sevmemin nedeni bana gelip baktığında, suyumun yansımasını görmemdi gözlerinde’(Eczacıbaşı, a.g.e., s.318).

sadizmin röntgenciliğe dönüşümünü anlatan Henry:Seri Cinayet İşleyen Bir Katilin Portresi adlı

filmde Henry ve arkadaşı Otis bir video kamera çalarlar ve kenar mahalledeki bir çocuğu işkence ederek öldürdükleri sırada görüntüyü banda kaydederler. Video tutkunu olan ve bir gün bu görüntüyü izlerken uyuyakalan Otis aniden uykudan uyanarak şöyle der: “tekrar görmek istiyorum”. Burada ilginç olan nokta; sadizmin röntgenciliğe dönüşürken ahlâki bir ikilem yaratmamasıdır. Röntgencilik, öldürme eyleminin asıl gerçeğini ekran dışında bırakırken, öldürenleri ahlâki ilişkiye girmekten uzaklaştırır ve yargı, ahlâki olmanın çok ötesine geçer.

alanda postmodern zamanların ‘ütopyacı’ versiyonudur. Ütopya (outopia) “hiçbir yer”dir ama aynı zamanda ütopya (eutopia) “iyi bir yer”dir. Bundan dolayı sanal gerçeklik ‘tanrıcılık oynamaya’ izin verir. Bu oyun içinde suyu katı, katıyı akar yapmak ve cansız nesnelere akıllı yaşamlar vermek mümkündür. Postmodern söyleme kayan bu düşüncede benzeştirme ve benzetim, yersiz-yurtsuz hiper gerçeklik, kökü veya gerçekliği olmayan imaj ve modeller tanımlanarak ara yüzeylerin şeffaflığıyla her yerde içsel bir başıbozukluk ile sona erer283. Tersine çevrilmiş bir dünyada toplumları tehdit eden güvensizlik problemi, uzun bir süre önce özgürlük probleminin yerini almıştır. Bunun nedeni felsefi ve ahlâki çözümlemelerden çok, sistemlerdeki nesnel durum değişikliğidir284;

“ Bir zamanlar göreceli olarak dağınık, lakayt ve yayılmacı bir konumda bulunan sistem özgürlük üretmekteydi. Daha farklı bir konumda (kendi kendini düzenlediği ve denetlediği bir ortamda) sistem güvenlik üretmiştir. Doyum noktasına ulaşıp kanserli bir gelişme gösterdiği son aşamada sistem panik ve terör üretmektedir”.

Tersine çevrilmiş bir simülasyon evreninde dijital imajlarla düşünmek imajlar yoluyla duyguların ifade edilmesi ve sözcükler yoluyla ifade edilmesi kadar geniştir. Bu durum imajlar yoluyla pişmanlık duymak, korkmak veya sevinmek gibi bir şeydir. John Berger Another Way of Telling’ de 1839 yılında kamera icat edildiğinde Auguste Comte’un Pozitif Felsefeye Giriş kitabını tamamlamakta olduğuna dikkât çeker. Aslında her ikisi de beraber büyüdü ve uygulamaya geçti. Comte, “insanların kuramsal olarak bilemeyecekleri hiçbir şey kalmayacak” dediğinde kameralar yıldızların oluşumunu gözlemliyorlardı. Oysa bugün olaya fotoğraf felsefesi açısından baktığımızda 18.yy ansiklopedilerinden daha fazlasını bulmak mümkündür. Fotoğraf ile gelen devrim bir bakıma kendi imajımızı oluşturmaktadır. Pozitivizm imajı rasyonelleştiren ilk çabadır. Bu durum göz ile değil kamerayla konuşan bir dile işaret etmektedir285. Rasyonelleştirme bireyde benlik duygusunu aklın hükmedici gücüyle insani korkudan arındırmayı hedefler. Hiçbir şeyi dışarıda bırakmamak, dışarıda olanın temel korku kaynağı olduğu savını yaratır. Açıkçası bilinmeyen kalmadığı zaman insanın da korkudan kurtulacağı düşünülür. Rasyonalizm ve pozitivizm bu sayede “asıl ürün” olan ölüm korkusunu ortadan kaldırmayı amaçlar.

283 Robins, a.g.e., s.82.

284 Jean Baudrillard, Çaresiz Stratejiler (Çev:Oğuz Adanır), Boğaziçi Üniv.Yay., İst., 2002. s.32-33. 285 Robins, a.g.e., s.242.

Dijital işlem ile ölüye hayat verilir. Ölüme meydan okuma rasyonel aşkınlık ile aşılır. Dijital kültür, vizyonu rasyonelleştirmek için çabalarken imajın başka kullanım biçimlerini reddetme ve değersizleştirme eğilimindedir. Romantizm ise modernizmin ‘öteki’ si ile yani aklın kavrayışının dışında kalanla, diğer bir ifadeyle bastırılmış olanla ilgilenir. Bu sayede içsel denetim mekanizması olarak benlik delilik ve akıl, disiplin ve ceza, cinsellik ve öznellik gibi fenomenolojik yollardan ele alınır. Psikiyatri, Klinik Tedavi, Kriminoloji gibi modern bilimsel pratikler bilginin öznesi olduğu için kayıt altına alınıp incelenmelidir. Sözgelimi Foucault iktidar kaynağı olarak hapishanelerde suçlu-suçsuz; Klinik Tedavi olarak akıl hastanelerinde deli- akıllı arasındaki ilişkileri modern düşüncenin eleştirel tarihi olarak görür. Bu örgütlerin oluşum ve işleyiş dereceleri, herbirini ‘kendi teknik’, ‘kendi davranış’ ve ‘kendi dönüştürme’ aracısı olarak bilinç düzeyinde bir benlik oluşturmaya yarar286. Benliğin rasyonel olmayana karşı dönüştürücü işlevi tıpkı delinin akıl hastanesine, suçlunun hapishaneye yönelik bilinç düzeyindeki gibidir. Dolayısıyla benlik ve denetim birbirinin öncülü ve ardılı olmaktadır. Buna karşılık benliğin denetimden ‘azad’ edilmiş biçimini ortaya koymak profesyonelleri örgütsel yapıda ciddi sorunsallara yönlendirmektedir.