• Sonuç bulunamadı

2. MESLEKLERİN KURAMSAL ANALİZİ

1.2. Bürokratikleşmek

Bürokrasi231 teriminin ilk olarak 1745 yılında Vincent de Gournay tarafından kullanıldığı tahmin edilir232. Zaman içinde anlamı ve içeriği kapitalist topluma özgü bir devlet yönetimini vurgular biçime dönüşmüştür. Bürokrasi kavramı “bürokrat” ve “yönetim” terimlerinin temel öğelerini içerdiği için bürokratların yönetimi olarak da tanımlanabilir233. Bir arada çalışan insanların rasyonel ilkelere göre organize olduklarında bürokrasi işler hale gelir. Bu bağlamda uygulamada yöntemler belirli olmalı, uygulanacak programlarda bütünlük ve insicam sağlanmalıdır. Ancak aşırı bürokrasinin yarattığı engeller şunlar olabilir234;

• Bürokratın etrafıyla olan ilişkilerinin azalması ve çevreden kopması, • Sorumluluktan kaçma, risk almama, kendisini emniyette tutma arzusu, • Faaliyetlerinde adeta imparatorluk kurarak yayılmacı, egemen olma gayreti, • Sistem ve programın kendi bünyesi içinde yürüyerek kişilik ve insan

unsurunun kaybolmaya yüz tutması.

Yapılan araştırmalar profesyonellerin bürokratik örgüt içinde tatmin olmadıklarını ve yabancılaştıklarını ortaya koymaktadır. Bürokrasiyi toplumların gelişmesinin belirli bir aşamasına damgasını vuran yönetim biçimi235 olarak görmenin ötesinde “toplumlar din içinde doğar, bürokrasi içinde ölürler” argümanı bürokrasinin toplumsal gelişmişliğin ötesinde, bir egemenlik unsuru yarattığını tanıtlar236. Ancak bürokratik hakimiyet aşırı bürokratik yönetim saplantısına dönüşür ise insanları salt yönetmeliklerle şekillendiren bir dinsel kaide olarak algılanır. Böylece “toplumlar din içinde doğup, din içinde ölen” bir bürokratik yapıya dönüşürler237. Ancak hukuk

231 Fransızca’da büro (bureau) ve krasi (craetie) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Büro, masa

veya memurların çalışma odası; krasi ise egemenlik anlamındadır. Dolayısıyla bürokrasi kabaca memurun egemenliği anlamına gelir. Türkçe’de bunu karşılamak için bazen “kırtasiyecilik” ve formaliteyi içeren pejoratif şekilde kullanımda söz konusudur. Bu açıdan bürokrasi, temel hedefleri ve asıl amacını ihmal eden, resmi işlem, kural ve yönteme kısacası gereğinden fazla şekle önem veren mekanik bir anlayışı ifade etmektedir( Tahir Aktan, Kamu İdaresi, Genişletilmiş 2.basım, Bursa, 1989. s.29).

232 Aktan, a.g.e., s.29.

233 Kurthan Fişek, Yönetim, Ankara Üniv. SBF Yay., No:437, Ank., 1979. s.65. 234 Aktan, a.g.e., s.35.

235 Fişek, a.g.e., s.67.

236 Ahmet Başözen, “Kamu Bürokrasisi ve Denetim Yolları”, http://dicle.edu.tr/khuka/ icindekiler,

3htm/Html,2001(Er.Tar:25,04,2001).

şirketleri, muhasebe şirketleri veya sosyal hizmet örgütleri profesyonellerin istihdamı için melez bir kurumsal yapının varlığına işaret eder. Danışma bürokrasisi, profesyonel bürokrasi ve profesyonel örgütler bunlardan bazılardır. Scott’un “Açık Doğal Sistem” modelinde yansıttığı bürokratik olmayan örgüt modelini örgütlenmiş anarşi şeklinde tanımlama fikri üniversite yönetimlerine ilişkin yapılan çalışmalarda ortaya atılmıştır. Bunun altında okul sistemlerini gevşek yapıda bağlanmış sistemler olarak görme fikri yatar238. Bürokratikleşme kabaca geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren belirginleşen ve günümüze değin devam eden bir süreçtir. Bu sayede toplum, örgütsel toplum halini alır. Çünkü birey yaşamından ölümüne kadar tüm hayatını dilimlenmiş görevler zinciri içerisinde geçirir ve örgüt bu sayede ortak etkinlik, yetki ve güç kullanım alanı oluşturur. Profesyonellerin gözden düşmesi, özerklik, statü ve yetki alanlarının daralması, mesleklerin gün geçtikçe alt dallara ayrılması, her bir mesleğe giriş ve davranış kontrollerinin belirginleşmesi gibi sebepler uzmanlaşmanın etkisiyle daha dar alanlar ve yeteneklere bölünmektedir. Bu durum bürokratikleşmede önemli problem kaynağıdır. Profesyonellerin bürokratikleşmesini kabaca iki basamakta değerlendirmek mümkündür. Bunlar makine bürokrasisi ve profesyonel bürokrasidir239.

• Makine bürokrasisi: Makine bürokrasisinde örgüt, bir işlevi yerine getirmek için belli ilkelere dayanarak oluşturulan makine yapısının insanda makine dişlisi gibi edilgen yapıya dönüşmüş şeklini ifade eder. Doğruluk, hız, süreklilik, tam bağımsızlık, kişisel maliyetlerin azaltılması gibi sebeplerden dolayı makine bürokrasisi, büyük işletmeler ve hatta dinsel örgütlenmeler olarak Weber’in Protestan ahlâkının yükselişini belirtmek için kullandığı kiliseler şeklindeki örgüt tipini yansıtır. Bu örgüt tek biçimci, homojen ve anti-yaratıcılık içerdiği için yabancılaşmaya ve benlik dürtülerinin yıkımına olanak hazırlar. Ancak buna rağmen Weber “modern devlet her yerde bürokratikleşmektedir ve buna zorunludur” demekle bürokratikleşmenin gerekli bir ihtiyaç olduğunun altını çizerek bürokratik örgüt yapılarını ideal tip kabul eder240. Diğer bir ifadeyle makine bürokrasisi modern ulus-devlette ataerkil bir meşruiyet aracını temsil eder. Bu tür pederşahi istekler içindeki her türlü prosedürler, normlar ve

238 Freidson, a.g.e., s.115. 239 Karasu, a.g.e., s.49.

standartlar yazılı kurallara bağlanmıştır241. Profesyonel özerkliğin önemli bir göstergesi olan aklı selimlik veya takdir yetkisi son derece düşük düzeydedir. • Profesyonel bürokrasi: Örgütte ‘birlikte yönetim’ ilkesini benimseyen

profesyonel bürokrasiye bu açıdan bakıldığında makine bürokrasisine göre daha esnektir. Bu anlayış iktidarın bölünmesi ve sınırlandırılmasına dayanır. Profesyonel bürokrasi uzmanlaşmış, karmaşık ve değişken nitelikte olup üyelerin bilgiyi sadece tüketmelerini değil, üretmelerini de sağladığı için kuramsal bilgiyi kapsar. Çıraklık ve uygulama aşamaları söz konusu olup, çıraklıktan uygulamaya geçiş atama veya seçim yoluyla olmayıp bilgi ve beceri kazanımı gerektirdiğinden entelektüel süreçleri kapsayıcıdır ve bundan dolayı mesleki kariyer esastır. Üyeler yasal yollardan asgari şartlarda homojen ve tekbiçimci oldukları için örgütte biçimsel eşitlikçilik söz konusudur. Profesyonel bürokraside rutin görevleri yapan kişiler yerine sorun çözücü profesyonellerden yararlanılır. Bu açıdan düşünüldüğünde önceden biçimlenmiş ve standartlara bağlanmış makine bürokrasisinden farklıdır. İki bürokrasi tipi arasında farklılaşan en önemli nokta, örgüt içindeki etkinliklerin profesyonellerce belirlenmesidir. Yenilik ve yaratıcılık örgüt içinde geliştirilen bir aktivite olduğu için içgirişimci- profesyonellerden söz edilebilir. Hekimlerin hastalarına izleyeceği tedaviyi, akademisyenlerin öğrencilere sunacağı ders içeriklerini kendi yeterlik ve aktivite alanları dahilinde belirlemeleri bu durumu örnekler. Eğitim hayat kazanma yolu olduğu için süreklidir. Oysa makine bürokrasisinde eğitim anlıktır ve ödüller ekonomiktir. Profesyonel bürokraside mesleki yayınları izlemek, mesleki araştırma fon takibinde bulunmak ya da mesleki toplantılara katılmak makine bürokrasisindeki gibi ekonomik ve anlık değil, entelektüel ve süreklidir. Profesyonelin bürokratikleşmesi örgütle olan ilişkisine mesafe koyar. Standartlar ve biçimsel özellikler sağlarken, mesleki birlikler ve örgüt dışı ilişkilerine de sınır çizmesi profesyonellerin sosyalleşmesi açısından problem yaratır. Bürokratikleşme bir bakıma sömürgeleşmeye de benzetilebilir. Çatışma kuramcıları profesyonellerin bir örgütte maaşlı çalışan konumuna geldiklerini ve işleri ile ilgili kararlarda özerk olamadıklarını savunurken; İşlevselci kuramcılar yönetsel karar ve düzenlemelerin asgari düzeye indirildiğinde profesyonellerin

üst düzeyde bir takdir yetkisine sahip olacaklarını savunur. Bürokratikleşme ve profesyonelleşme ilişkisi aşağıda şekil 5’de gösterilmektedir242

Şekil II. 5. Bürokratikleşme ve Profesyonelleşme İlişkisi

Bürokratikleşmenin anti-tezi olarak profesyonelleşme, belirsiz durumlarda yargı koyma gücünün kişinin hareket alanını genişleteceğine inandığı için takdir yetkisini getirmiştir. Makine bürokrasisinde takdir yetkisi keyfilik, değişkenlik, adil olmama gibi sonuçlar yaratacağı için en düşük düzeydedir. Yüksek hiyerarşi, yetke ve en üst yönetsel kademenin örgüt içinde olmadığı, politikaların genelde örgüt içinde belirlenmediği, çok sayıda kural ve düzenlemelerin olduğu örgütler bürokratik; bunların görece daha düşük olduğu yarı özerk şirketler orta düzeyde bürokratik; profesyonellerin serbest düzeyde çalıştığı küçük örgütler en az bürokratik niteliktedirler. Sözgelimi bir hekim tıp eğitiminin teknik bilgisini alarak mesleğe hazırlanır. Mesleğin kavramsal ve uygulama becerisini geliştirir. Ancak, hekim olarak örgüte girdiğinde farklı görev ve sorumluluklarla karşılaşır. Kişi, hekim olup da mesleğe başladığında artık sadece meslek üyesi değil, örgüt üyesi de olur. Sadece hekim olarak hastayı iyileştirmek veya araştırmalar yapmak şeklinde hasta-hekim ilişkisiyle sınırlı kalmaz. Mesleğe daha üst hiyerarşiden girmek mesleğe olan bağlılığın da daha yüksek olduğunu gösterir. Yönetim disiplini açısından Max Weber, örgütlerin modern dünyadaki birincil formlarının bürokrasi olduğunu öne sürer. Doğaldır ki Weber’in etkisinin hâlâ sürmesinin sebebinde rasyonellik ve verimliliğin bilimle özdeşleştirilmesi yatar. Buna paralel olarak mühendisliğin fizik yasalarına da savlayarak ürettiği “basamak zinciri” ve günümüz örgütlü fonksiyonel 242 Karasu, a.g.e., s.161-163. Tekniğe dayalı --kural ve prosedür, --standartlar, --denetim, Belirsizliğe dayalı --yargı koyma gücü, --takdir yetkisi, Bürokratikleşme

işbölümü Weber’in katkılarıyla gelişmiştir243. Fransa’da Henri Fayol, Taylor’un işyeri anlayışını genişleterek geliştirdi. Ancak ne var ki Taylor gibi Fayol’da fabrikanın canlı bir yapıya benzediğine ve bu nedenle her işçiye bu organizmanın varlığına katkıda bulunan bir eşsiz görev tahsis edilmesi gerektiğine inanıyordu. Buna göre iş planı, örgütsel ihtiyaçlar ve doğa yasaları tarafından belirlenmeliydi. İnsani ihtiyaçlardan çok örgüte önem ve öncelik verilmesi Taylorizme özgü değildir. İnsani ilişki kuramcıları bilimsel yönetime sempatiyle bakıyor ve ‘insani unsurunu’ işyerine sokmaya çalışırken, temelde isteksizce yönetimin ayrıcalığına meydan okuyorlardı. Soyut bir sistem olarak işyeri imajı bu sayede muhafaza edilmiş oluyordu. 1950’lerde “şeylerin yönetimi” ile sibernetiğin doğuşu işin insani yönüne daha da karanlık bakmayı sağladı. Herzberg, Maslow ve McGregor gibi hümanist kuramcılar bile işi psikolojik bir ‘şey’ diye gördüler ve dolayısıyla, işin geleneksel yapısını sorgulamadılar. Bu hümanistlerin her biri işyeri mantığını tahrif etmeksizin işçileri işlerine adapte edecek şemalar öne sürdüler. Çünkü, örgütün aklın ve kontrolün mekânı olacağını varsayıyorlardı244. Bürokrasiler temelde tözsel rasyonalite ile mantıksal rasyonalite arasında yapılan ayırıma dayanır. Bu bölünme sayesinde davranış tümüyle rasyonalize edilebilir. Tözsel-yorumlayıcı eylem önemsiz veya öznel görülecek örgütte kural dışı işlere havale edilir. Tersine bürokratik karar alma, ‘yerinden edilmiş’ veya kurumsal zorunlulukların etkisinde kalmamış şekilde formal mantıkla tasarlanır. Diğer ifadeyle formal akıl yürütme evrensel diye sorgulanmadan kabul edilir. Bürokratların davranışlarında formalleşme eğilimi, kuralların giderek standartlaştırıldığı, kodlandıkça nicelleştirildiği ve yöneticilerin de o ölçüde rasyonelleştikleri noktaya doğru sürüklenir. Yorumun bastırılarak liderin sanki rasyonel politikaya karışmıyormuşçasına eylemi kurallara açık hale dönüşen bir veriler yığını halini alır. Bu evrensel öngörü ile işyeri ve diğer kurumlar ‘organsız bedenlere’ dönüşürler. Tutum geliştirme ve yürürlüğe koyma bürokratikleşme ile rafine edilse de bu yolla gelişen örgütlerin bir parçası olarak çeşitli türde prosedürler izlenir. İlk olarak ‘öznesiz’ bir gözlemsel bilginin tarzına öncelik tanınır. İkincisi, bu bilgi türünün nesnel olduğu varsayıldığı için söz konusu bilgi rutin şekilde işler. Üçüncüsü, aşırı uzmanlaşanların ve bilimin faydalarını yüceltenlerin donanımlı planlamacılar ve yöneticiler olduğu düşünülür ve bürokrasi

243 John W. Murphy, Postmodern Toplumsal Analiz ve Postmodern Eleştiri (Çev:Hüsamettin

Arslan) , Eti Yay., 1.Baskı, Mayıs, İst., 1995. s.135-137.

sanki ideal kurallardan ibaretmişçesine işler. Bu yapı Foucault’un “Kliniğin Doğuşu245”nda ısrarla üzerinde durduğu noktayla kesişir. Bir ezoterik toplum imajının el altından bürokrasileri desteklediği ve bu örgütlerin amacının eşit ölçüde soyut standartlara göre işlemeleri gerektiğidir. Açıkçası toplumun bürokratik yorumu onun insani çekirdeğini gizler ve bürokrasi altında yaşam ‘şeyleştirilir’. Çünkü, bürokrasiyle arzular belirli eylem ve akıl kategorilerine göre tasfiye edilmektedir. Bu noktada bir eylembilim olarak kurumlar praksis içinde tesis edilmeli ve toplumsal açıdan sorumlu hale getirilmelidir. Bu yolla belirli kuralların varlığını sürekli kılanlardan çok, kişilerin isteklerini yerine getirmelerini desteklemeye ehil örgütler oluşturulmalıdır. Örgütler böylece toplumsal süreçlerde biraraya gelmiş bireylerin gücüne tabi kılınarak ‘organlarıyla birlikte’ doğarlar. İş planlaması katı bir işbölümü kurulmasından ibarettir. Sözgelimi Taylor işyerini bir makine ile karşılaştırır ve işçilerin ‘dişli çarklar silsilesi246’ oluşturduklarını düşünür. İnsani İlişkiler Okulu bile fabrikayı elit bir yönetici grubunun yönetmesi gerektiğini düşünüyordu. Profesyoneller ve yöneticiler arasında açık bir ayırım yapılmıştı. Bu sınır çizgisinin mantığı çok basittir: Fabrika sahipleri, işçilerini kontrol etmek isterler. Bilginin yöneticilerle merkezi olarak yerinin belirlenmesi ve kanallar boyunca yayılmasıyla birlikte işçiler pek zorluk çekmeden denetlenebilirdi. Bürokratikleşmenin doğasından kaynaklanan insani iradenin dışsallanması genellikle modernitenin sıçrama taşı sayılır. Bürokrasilerin her yerde hazır konumda oluşlarından ve kişilerin temelde

245 Foucault’nun Deliliğin Tarihi adlı kitabının bir ön çalışması olan Kliniğin Doğuşu, kendi ifadesiyle

“billurlaşmış ve buharlaşmış bir öznenin deneyimlerine” dayanır. Zihinsel her bir hastalığın tarihi kartezyen temele bağlı kalarak yorumdan koparılmış bir nesneye dönüşür. Böylece ‘şeyleştirilmiş’ düşünce tipik olarak “tıbbi modeli” zihinsel hastalığı incelemek üzere kullanmıştır. Bu, deliliğin zihni bozan ve zayıflatan bir hastalık olarak tedavi edilmesi anlamına gelir. Ivan Illich’de Foucault ile aynı temayı işler ve Illich bu terapik yaklaşıma toplumsal sorunun ‘tıbbileştirilmesi’ adını verir(kaynak: Ivan Illich, Limits to Medicine, Penguin Books, N.York Pub., US, 1977. s.47). Tıbbi personel olarak profesyonel, fizyolojik bir rahatsızlık sebebiyle ortaya koyduğunu psişik süreçlerle karşı konulamaz bir şekilde yerlerini değiştirir. Böylece bilim, değerlerden yoksun görülerek hastalıkların doğasını olgularla keşfetmeyi yeterli görür. Dolayısıyla zihinsel bir hastalık anlaşılmaktan çok kontrol altına alınarak ‘kapatma’ biçiminde ceza (punished) aracı haline dönüşür(kaynak: Michel Foucault, The

Birth of the Clinics, Vintage, N.York Pub., US, 1975. s.36).

246 Nesnel aklı formalleştirmeye çalışan Taylorist düzen, bu akımın popüler olduğu 20.yy’ın

başlarında Charlie Chaplin filmlerinde betimlenmiştir. Chaplin’in fimlerindeki (sözgelimi “Asri Zamanlar” filminde teknolojiyi ironik yönden kullanması) hızlandırılmış film kareleri bir işyeri düzenini, “Şarlo”nun ritmik adımları ise dişli çarklar veya bir pistonun işleyişini andırır. Öte yandan Charles Dickens, sanayileşmenin getirdiği yoksulluğu, yalnızlığı ve acıları romanlarında gerçekçi ve insancıl temalarla anlatır. Bununla birlikte John Ruskin ile William Morris gibi sanatta Estetikçi akımın öncülerinin sanayileşmeye cephe alarak tüm toplumsal çevreyi kapsaması gerektiğini, tasarımdan ve yaratıcılıktan yoksun makine üretiminin kendi başına hiçbir güzel şey ortaya koyamayacağını savunması ve Matthew Arnold’un inançların yıkıldığı bir dünyada yaşamı yorumlayabilmek, avunabilmek ve güç bulabilmek için insanların şiire daha çok başvurmaları gerektiğini söylemesi sanayileşmeye protestodur(kaynak: Eczacıbaşı, a.g.e., s.12).

keyiflerince davrandıkları yolundaki talihsiz inançtan dolayı, Lucian Goldman moderniteyi ‘trajedi’ olarak adlandırmıştır. İnsani eylemin belirsiz konuma düşürülmesiyle bilimin faydasına olan şaşmaz inanç, formel mantığın aklın mükemmel örneği olduğu görüşü ve kurumların tüm rasyonalizasyonu genellikle moderniteyle anılmıştır. Max Weber buna karizmanın rutinizasyonu∗ diyerek atıfta bulunur. Talcot Parsons “sosyal sistem”inde bürokrasilerin değerli olduklarını kabul eder. Çünkü bürokrasiler ekstrem boyutta formalize olmuş karar alma şemaları ortaya koyarlar. Yargılar standart kriterlere dayanır ve dolayısıyla çok sayıda verinin işlenmesine imkan hazırlar. Bireyler kamu tartışmalarından uzak durarak tüm karar alma işlemlerini teknik uzmanlara ve kurumlaşmış değerlendirme modellerini bilen operatörlere devrederler. Dahası, bu teknokratların bilimsel oldukları ve kişisel isteklerden etkilenmedikleri varsayılır. Basitçe dile getirmek gerekirse bürokratikleşmenin merkezi teması, insanların kurumlardan daha az rasyonel olmalarıdır. Profesyonellerin bürokratlardan gördükleri ‘gayri şahsi muamele’ den şikayet etmeleri tatminsizliklerini pekiştirici nedendir. Bu neden, insani unsurun önemine atfedilen değerin düşüşüdür. Sözgelimi bir örgütte bürokratikleşme felaket getiren bir şey olabilir; çünkü bir işin formalizasyonu duygusuzlukla sonuçlanarak verimliliği düşürebilir. Ayrıca, bir işletmenin yöneticilerine profesyonellerden nezaketle davranmaları beklenir, yoksa deyim yerindeyse ‘başka yerde alış-veriş’ yapacaklardır. O nedenle, pratik düzeyde bürokrasi, ilk bakışta görüldüğü ölçüde verimli olmayabilir. İnsani maliyetler, teknik uzmanlıktan sağlanan kazançtan daha ağır olmaya başlayabilir. Genelde örgütsel formalleşmeye gayri şahsi katılım, toplumun her veçhesini bozmaya ve kapsamlı tatminsizliğe yol açabilir. Bu argüman şu gerekçeye dayanır: Dışta bırakılan bir insani irade tatminsizliğin ana kaynağıdır247. Örgütlerde bürokratik düzen içerisindeki profesyonelin özerklik alanının sınırlandırılmasına ilişkin önemli bir dayanak Sartre’dan gelmektedir. Sartre, bilgi ve bilimin postmodernistler tarafından mutat düzen versiyonlarca kullanılamayacağını ortaya koyar. Gerçekten de eğer bilgi, dil kullanımından doğuyorsa olgu ve ilgili diğer fenomenler düzenden çıkarılamaz. Çünkü düzen insani

Sözgelimi Katolik kilisesinde bir rahibin ayin yönettiği sırada “ilahi” bir karizmaya sahip olduğu

hissedilir. Rahiplik makamı babadan oğula geçmiyorsa da gelenekseldir; bu makamın karizması yüzyıllar boyunca kullanılarak kutsanmıştır. Weber buna karizmanın rutinizasyonu der. Ancak, ayini yönettiği her seferinde rahibin karizması mutlak olduğundan bu tanım değişikliği pek tatmin edici değildir(kaynak:Sennett, ‘Otorite’…, s.30).

bir eylemden ayrılamaz. Dolayısıyla özerk değildir. Topluma da dil aracılık ettiği için postmodernistler dile düzenin cisimlenişi olarak atıfta bulunurlar. Kolektif bilinçten çok kolektif praxis yoluyla topluma aracılık eden yaklaşımlarda bulunmak gerekir. Böylece hiyerarşik olmayan örgütlerin sonunda devrimci bir toplumsal düşü davet etmeleri kaçınılmazdır. Ancak Sartre’ın buradaki karşı çıkışı önemlidir. Sartre, bürokrasinin akıl ve düzenin müjdecisi olduğunu varsayarak o meşhur özdeyişini söyler248;

“...İnsanlar kendilerini bürokratik prosedürler ile düzenlenen her türlü standartlar altına alsalar bile yine de özgür olmaya mahkûmdurlar”.

Sartre, Andre Gide’den aldığı “nedensiz eylem” (act gratuit) kavramını tersine döndürerek Varoluşçuluğun ana temalarından birisi olan özgürlük ve sorumluluk kavramına ulaşır. Bunu bürokratik örgütlerin yapılarını tehdit eden bir unsur olarak görmek gerekir. Burada her şeyden önce insanın, kendine bağlamış olduğu örgütlü bir durumdan sıyrılma çabası görülür. Aslında bir bağlanış içindedir ve bu bağlanma ile tüm insanlığa bağlanmıştır. Seçmekten asla kaçınmaz ve bu seçim onun adeta bir yazgısıdır. Kısacası ne yapıp etse bir problem karşısında bütün sorumluluğu yüklenmekten kurtulamayacaktır. Çatışma kuramı diliyle konuşan Jean Francois Lyotard özyönetim ile özgürlük arasında ilişki kurarken Sartre’ın imgelerinden sıkça yararlanır. Bu bağlamda özyönetim, yalnızca yönetim değil daha önemli bir şey olarak, toplumsal gerçeği demokratikleştiren bir felsefedir. Kısaca “özgürlüğün kendisini tesis etmesidir249”. Postmodern bağlamda hukuk ve hekimlik gibi mesleklerin dışında diğer mesleklerdeki sistemler de bürokratikleşmiş ve yasal teknik ayrıntılar ilgi odağı halini almıştır. Sözgelimi hukuk pratiğinin aşırı ölçüde biçimsel olduğunu dile getirmek postmodern bir tepkidir. İlgi, yasanın lafzı üzerinde odaklaşarak vatandaşların hukuk sistemiyle ilgili kanaatlerini devre dışı bırakmaktadır. Yasa uygulama yöntemleri, hafifletici şartlar gözden kaçırılırken toplumsal aksiyomlardan çıkarılmaktadır250. Bir bürokratın otorite ve kurallara rızası insanları radikal özgürlüğe olan ihtiyaçlarından koparamaz. Hiçbir örgüt toplumsal sorumluluktan muaf değildir. Dolayısıyla hiçbir şey belirli bir kurumsal düzenlemeyi meşrulaştıramaz. Yeni söylem pratikleri beklentileri karşılamak üzere örgütlerini tadil

248 Murphy, a.g.e., s.138.

249 Jean Francois Lyotard, The Postmodern Condition: A Report on Knowledge, University of

Minnesota Press, Minneapolis, US. 1984. s.35.

ederken, belirsizlik tolere edilmelidir. Gerçekte örgütsel değişme, Çatışma kuramı yoluyla bir söylem kipinin diğerince gölgede bırakılmış olmasından başka bir şey değildir. Buna rağmen her bürokrasi kontrolü sağlamaya yönelik bir amaç taşır. Çatışma kuramının sorgulamaya çalıştığı en önemli fenomen, örgütlerde yetkinin bireylere devredilmesidir. Sözgelimi bir işyeri, sadece profesyonellerin özerkliğini daha fazla arttırma aracıdır. Genelde profesyoneller ve yöneticilerin yarattıkları, örgütler tarafından dizginlendikçe girişimciliğin yaygınlaşacağını söylemek anlamsız hale gelir. İşyeri gibi örgütler, kolektif istekleri karşılama tarzları dışında bir şey olarak görülemezler. Dolayısıyla kararlar bir kez de olsa uygunluklarını kaybederse yeni kararlar alınmasından kaçınılamaz. Böylece uyum uyumsuzluk, yüceltme ise aşağılama haline gelerek toplumsal intibak insanların kendi taleplerine bağlılıktan