• Sonuç bulunamadı

Hz Peygamber’in Otoritesi ve Bağlayıcılık Bakımından Yapılan Sünnet Yorumları

Erken dönem itibari ile sünnetin bağlayıcılığı hakkında görüş beyan edenlerden biri İmam Mâlik’tir. İmam Mâlik, Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı hadislerin bağlayıcılığını kaybedebileceği görüşündedir. Bu, sadece kendi ictihâdı veya sahabeye nispet edilen haberler ile çatışma durumunda değil aynı zamanda Medine ameli ile teâruz halinde de mümkündür. Birinin başkasının yerine haccetmesi ile ilgili rivâyetleri değerlendiren Mâlik bunun mümkün olmadığını, başkasının yerine haccedilemeyeceğini ileri sürmüş ve şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Buralarda yer alan bilgi uygulanma imkanı bulmamıştır. Bugüne kadar süregelen tatbikat da onlarla paralel değildir.”79

Bu açıklaması ile Mâlik, sünnetteki uygulamaların uygulanma imkanı ve zamanla değişen şartlara göre bağlayıcılığının değişebileceğini ifade etmektedir.

İmam Şâfiî ise ileride de değinileceği üzere, Hz. Peygamber’in nehiylerini incelediği Cimâu’l-ilm’de Hz. Peygamber’in sünnetini farklı bir duruma delâlet eden bir karîne olmadıkça kat’î şekilde bağlayıcı kabul etmektedir.80

Öyle ki, Şâfiî, bu düşüncesi doğrultusunda, Hz. Peygamber’in beşerî yönünü vurgulayan rivâyetleri

79 Yusuf Guraya, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik Bir Yaklaşım- Mâlik’in Muvatta’ı Özelinde, çev. M. Emin Özafşar, (Ankara: Ankara Okulu yay., 1999), s. 61.

gündeme getirmemeye, O’nun (s.a) beşerî yönünü ön plana çıkarmama gayreti içinde olmuştur.81

Ahmed b. Hanbel ise (v. 241/855), sünnetin teşriî hükümler koyabileceğini düşünmektedir. Denizden çıkan ölü balığın helâl kılınması, köpek dişi olan bütün yırtıcıların ve pençesi olan kuşların etinin haram kılınması sünnetin teşriî alanında koyduğu hükümlerdir.82

Ahmed b. Hanbel, sünnetsiz bir İslâm’ın tasavvur edilemeyeceğini, anlaşılamayacağını ve kabul edilemeyeceğini düşünmektedir.83

Ona göre, sünneti bilinçli olarak terk eden helâk olur.84

Diğer bir bağlayıcılık yorumu ise Zâhirî alim İbn Hazm’a (v. 456/1064) aittir. İbn Hazm’a göre Allah (c.c), vahy-i gayr-i metluvv olan Hz. Peygamber’den nakledilmiş haberlere yani sünnete uymayı vâcip kılmıştır. Kur’ân ve sünnet arasında uyulma noktasında bir fark yoktur.85

Hadis, iki açıdan Kur’ân ile eş değerdir. Birincisi, ikisi de Allah katındandır, yani vahiy ürünüdür. İkincisi, ikisine de uyma zorunluluğu vardır.86

Ona göre Hz. Peygamber’e ulaşan haber-i vâhidlerin kabulü dinin bir gereğidir. Haber-i vâhidlerde vehim, yalan gibi haberin sıhhatini zedeleyecek kusurlar meydana gelebilir ancak dînî konularda Allah bunu engellemiş ve sünneti korumuştur.87

Sistematik bir kategorizasyon yapmamasına rağmen sünnetin bağlayıcılığı üzerinde tartışanlardan biri de Kâdî Iyâz’dır. Kâdî Iyâz, Hz. Peygamber’in söz88

ve fiillerinin89 bazılarının dünyevî olduğunu düşünmüş ve sünneti bu bakış açısıyla değerlendirmiştir. Hz. Peygamber’in söz ve fiillerini ismet sıfatı çerçevesinde değerlendiren Kâdî Iyâz, bu sıfatın Hz. Peygamber’in bütün hallerinde cârî olduğunu dile getirmiştir.90

Bu değerlendirmesi ile Kâdî Iyâz, sünnetin bağlayıcı olmayan bir

81 Şimşek, Hz. Peygamber’in Tasarrufları, s. 57.

82 İbn Fûrek, Müşkilu’l-hadis ve beyânuhû, (Beyrut: Âlemu’l-kütüb, 1405/1985), s. 10. 83

Ahmed b. Hanbel, I, 12. 84

Ahmed b. Hanbel, I, 14.

85 İbn Hazm, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, (Beyrut: Dâru’l-âfâki’l-cedîde, t.y.), I, 97.

86 İbn Hazm, İhkâm, IV, 108; Ayrıca bk. Zekeriya Güler, “Endülüste Bir Hadis ve Fıkıh Alimi: İbn Hazm”, İSTEM, VII, 14 (2009): 160.

87

İsmail Hakkı Ünal, “İbn Hazm”, DİA, XX, 58. 88 Kâdî Iyâz, Şifâ, II, 187.

89 Kâdî Iyâz, Şifâ, II, 199. 90 Kâdî Iyâz, Şifâ, II, 191.

yönünün olduğunu kabul ederken, ismet sıfatına vurgu yaparak dünyevî olduğunu düşündüğü sünnetlere de bir değer atfetmektedir.

Erken döneme ait bu yorumların yanında, yakın dönemde sünnetin dindeki konumu ve bağlayıcılığı ile ilgili birçok fikir ortaya çıkmıştır. Sünnetin bağlayıcılığı hakkındaki yakın dönem fikirleri bölgesel olarak incelemek mümkündür. Pakistan ve Hindistan’ı içine alan Hint-alt kıtası ve Mısır sünnetin bağlayıcılığı ve Hz. Peygamber’in otoritesinin yoğun olarak tartışıldığı yerlerdir.

Pakistanlı mütefekkir Muhammed İkbal (v. 1357/1938) sünnetin tarihsel yönüne vurgu yapmakta, sünnet merkezli uygulamaların bugünün insanı için bağlayıcı olmadığını düşünmektedir. Ona göre, Hz. Peygamber’in metodu, belirli bir dönemdeki insanları eğitmek ve onları, evrensel şerîatın özü haline getirmektir. O (s.a) bütün insanlığın sosyal hayatının temelindeki prensiplere vurgu yapmış ve onlara somut durumları açıklamıştır. Bu şekilde ortaya çıkan şerîat ahkâmı bu nedenle bu dönem insanına özgüdür. Dolayısıyla günümüz insanına kat’î bir şekilde uygulanması mümkün değildir.91

Bölge ulemâsından Fazlurrahman (v. 1409/1988) ve Mevdûdî sünnetin bağlayıcılığına değinen alimlerdendir. Sünnetin bağlayıcılığı hakkında Fazlurrahman hadislerin tamamının bağlayıcı olmadığını, onlar içinde hüküm ifade etmeyen sözlerin ve yorumların bulunduğunu savunmaktadır. Ona göre, sünnet, doğal olarak, hem konu dışı ara sözler, kıyaslar hem de birçok yeni düşünce gibi büyük oranda ilave malzemeyi de içermektedir.92 Fazlurrahman, Medine ve Irak gibi ekollerin varlığından yola çıkarak tarihsel süreç içerisinde sünnetin tamamının bağlayıcı görülmediğini, görülseydi bu farklı ekollerin ortaya çıkmayacağını savunmuştur.93

Fazlurrahman, sünnetin sonraki nesillerin bir yorumu olduğu iddiasını namaz örneğinden yola çıkarak gülünç olarak nitelendirmiş, namazdaki farklı uygulamaların Hz. Peygamber’in farklı kılış şekillerinden kaynaklandığını söylemiştir.94

Bu yorumuyla sünnetin sonraki nesillerin yorumları olduğu ve dolayısıyla hiçbir

91 Guraya, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik Bir Yaklaşım, s. 43-44. 92

G.H.A., Juynbool, Modern Mısır’da Hadis Tartışmaları, çev. Salih Özer, (Ankara: Ankara Okulu yay., 2000), s. 10.

93 Fazlurrahman, İslâm, çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın, (İstanbul: Selçuk yay., 1981), s. 64. 94 Fazlurrahman, İslâm, s. 65-66.

bağlayıcı niteliği olmadığı yönündeki görüşün karşısında olduğu izlenimi vermiştir. Fazlurrahman’a göre bizzat Hz. Peygamber kendi söz ve fiilleri ile Kur’ân’ın ifadelerini ayrı tutmaktadır. Buna karşın O, Margoliouth’un Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında bir hadis veya sünnetinin olmadığı iddiasını ise tenkit etmektedir. Ona göre bu iddia bizzat Kur’ân ile çelişmektedir.95

Fazlurrahman, bu yorum ve değerlendirmeleriyle, her ne kadar sünnetin tamamının bağlayıcı olmadığını düşündüğünü gösterse de, sünnete teşriî bir değer atfetmektedir.

Mevdûdî ise sünnetin kapsamını belirlerken bağlayıcılık hakkındaki görüşünü ortaya koymaktadır. Ona göre, Sünnet; müminler için model bir davranıştır. Ancak bir beşer olarak Peygamber’in kişisel davranışları bunun dışındadır.96

Hz. Peygamber’in şahsî davranışlarını, söz ve eylemlerini bağlayıcı kabul etmeyen Mevdudî, dînî konularda ise tam tersini düşünmekte ve kat’î bir bağlayıcılıktan söz etmektedir. Ona göre, Hz. Peygamber’in peygamberlik dönemi Kur’ân’ın açıklaması niteliğindedir ve Allah’ın kanununu oluşturmaktadır. Bu dönem boyunca Hz. Peygamber yaptıklarını nebî sıfatıyla yaptığı için Kur’ân gibi Allah’ın iradesini temsil etmiştir.97

Mevdudî, yukarıdaki değerlendirmesinin hemen ardından sünneti “vacibu’l- ittibâ” olan ve olmayan şeklinde değerlendirmiştir. Ona göre Hz. Peygamber’in vâcibu’l-ittibâ türünden yaptıkları şerîatın kabul ettiği ilkelerdendir. Ancak Hz. Muhammed’in kişisel konumuyla buyurduğu ve yaptığı her şey mutlaka saygıya değerdir. Ancak vacibu’l-ittibâ değildir.98

Bu ayrıma karşın, Mevdudî her alanda Hz. Peygambere itaat edilmesi gerekliliği üzerinde ısrar etmiş, peygamberlik misyonun evrenselliği ve bölünemezliğini vurgulamıştır.99

Hz. Peygamber’in sünnetini evrensellik ve yerellik bağlamında değerlendiren Mevdûdî’ye göre, Kur’ân gibi Peygamber’in sünneti de evrenseldir. Ona göre, söz ve fiilleri birçok insan tarafından takip edilen, yazılıp kaydedilen, izlenilen ve dinlenilen birinin öğretilerini bir tarafa

95 Fazlurrahman, İslâm, s. 61. Fazlurrahman bu iddianın Kur’ân ile çeliştiğini Haşr suresi 7. ve Nisa suresi 64. ayetle açıklamaktadır.

96

Guraya, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik Bir Yaklaşım, s. 44. 97 Mevdûdî, İslâm Hukukunda Sünnetin Yasal Konumu, s. 27. 98 Mevdûdî, İslâm Hukukunda Sünnetin Yasal Konumu, s. 27 99 Bk. Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 111.

bırakarak sadece Kur’ân ile yetinme fikrinin mantîkî bir zemini yoktur.100

Mevdûdî, muasırlarının aksine vahy-i gayri metluv’u kabul etmiştir. Ona göre bu tür vahiy Peygamber’in uygulamalarına esas teşkil etmektedir. İnsanların vahy-i gayri metluvun lafızlarıyla uğraşmaları gerekli değildir. Onlardan istenen Hz. Peygamber’in sünnetine (örnekliğine) uymalarıdır. Uyma konusunda vahy-i metluv ile vahy-i gayr-i metluv’un birbirine öncelenmesi söz konusu değildir. Kur’ân ve hadis birbirinden bağımsız şeyler değildir.101

Görüşlerinden ortaya çıkan sonuç, Mevdûdî’nin, sünnet ve onun bağlayıcılığı konusunda net bir fikre sahip olmadığıdır. Brown, Mevdûdî’nin bu durumunu Mevdûdî’ye ait üç makaleden yola çıkarak açıklamaktadır. Bu makaleler; “İslâm’da Özgürlük Kavramı”, “Peygambere İtaat” ve “Peygamber’in Beşeri ve Nebevî Kapasiteleri” adlı makalelerdir. Birinci makalede kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta Hz. Peygamber’e peygamberlik mevkiindeki konularda itaat zorunludur, şahsına ait konularda ise ona itaat zorunlu değildir demiştir. Hatta, giyim ve kişisel alışkanlıklarda peygambere uymayı bid’atin en aşırı şekli olarak tanımlamıştır. İkinci makalede ise peygamberin evrenselliği ve bölünemezliği düşüncesini vurgulamıştır. Hz. Peygamber, yaptığı her şeyi, hangi durumda ve zamanda olursa olsun, peygamber olarak yapmıştır.Hz. Muhammed’in örnekliği alan olarak daha geniştir. İkinci makalesindeki bu görüşlerini şöyle dile getirmektedir: “O (s.a), tüm dünya için değerli bir modeldir ve biz O’nun (s.a) örnekliğinden neyin helâl ve neyin helâl olmadığını, neyin haram olduğunu ve neye müsaade olunduğunu, neyin Allah’ı hoşnut ettiğini, neyin hoşnut etmediğini, ictihâdı ve re’yi kullanmada hangi konularda serbest olup olmadığımızı, Allah’ın emirlerine nasıl itaat etmemiz gerektiğini, istişâre ile sivil hukuku nasıl tesis etmemiz gerektiğini ve dinimizde demokrasinin anlamının ne olduğunu öğrenebiliriz.” Brown’un ifadesiyle Mevdûdî, üçüncü makalede tutarsızlığını görür ve bir uzlaştırmayı başarmaya çalışır. Bu makalede o, Hz. Peygamber’in yeme, içme, giyinme, evlenme gibi konulardaki davranışlarıyla müslümanların örnek almaları gereken temel sınırları gösterdiğini,

100 İbrahim Hatiboğlu, “Çağdaş Hadis Tartışmaları Bağlamında Mevdûdî’nin Dinamik Sünnet Yorumu”, UÜİFD, XII, 1 (2003): 37.

bunların göz ardı edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Aslında bağlayıcı olan ile bağlayıcı olmayanın ayrımının bu dönem için imkansızlığından bahsetmektedir.102

Charles Adams’a göre ise Mevdudî, “hem rasyonel mantık ilkeleri hem de Kur’ânî kanıtların sunduğu görüş açılarıyla Muhammed’in peygamberliğinin ondan sonraki bütün zamanlar için geçerliliğinin açık olduğu yolunda güvence verir. O’nun (peygamberin) (s.a) irtibatı sadece bir nesille sınırlandırılmamış aksine bütün zaman ve mekanlardaki insanlara kadar uzanmıştır.”103 Adams’ın bu yorumundan, onun Mevdûdî’nin sünnet anlayışı konusunda, “Peygamber’e İtâat” makalesini baz aldığı sonucuna varılabilir.

Gayracpûrî ve Gulam Ahmed’e (v. 1405/1985) göre ise Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki otoritesi, bir peygamberin otoritesi değil, bir yöneticinin otoritesiydi ve O’nun (s.a) yöneticilik otoritesinin, O’nun (s.a) risâletiyle ilgisi yoktur. Bu otoritenin niteliğini Hz. Peygamber de kabul etmektedir. O’na (s.a) göre yöneticilik otoritesi peygamberî çağrıdan farklı bir nitelik arz etmektedir. Bu farklı nitelik sebebiyle Hz. Muhammed, Allah’ın emirlerinin yürürlükte olduğu bir yönetim sistemini tesis etmekle sorumludur. Bu yönetimdeki rolü kanun yapmak değil; sadece Allah’ın kanunu uygulamaktır. Kur’ân üstündür, itaatin tek kaynağıdır ve Kur’ân tek güçtür.104 Hz. Muhammed bir örnekten ziyade bir örnekleme yani paradigmadır. Peygamber detaylı örnekler sunmaz, ancak Kur’ân rehberliğinde aklı da kullanarak İslâm’ın detaylarının nasıl bir modelle belirleneceğini ortaya koyabilir.105

Muhammed Ca’fer Şah Fulvârî’ye göre, Hz. Muhammed’in söylediklerinin ve yaptıklarının çoğu O’nun (s.a) ictihadlarıydı ve doğrudan vahiy değildi. Bu türden

102 Bk. Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, 111-115; Mevdudî’nin üçüncü ve son makaledeki tavrı İbrahim Hatiboğlu tarafından şu şekilde yorumlanmıştır: “Telifçi bir yaklaşım sergilediği son makalesinde esasen Mevdûdî’nin bizzat kendisi de, Peygamber’in işaret edilen iki fonksiyonun teoride olduğu gibi kolaylıkla ayırt edilmesinin mümkün olmadığının farkında idi. Çünkü Allah Rasûlü’nün nebevî fiilleri ile beşerî fiilleri biribirinden ayrılmaz biçimde iç içe geçmişti. Bir başka ifadeyle, bu iki rol tek bir şahsiyette ayrılmaz biçimde birleşmişti. Onun (s.a) en yakın dostları olan Sahabîler bile bu ayrımı doğru yapabilecek konumda değildi…”, bk. Hatiboğlu, “Mevdûdî’nin Dinamik Sünnet Yorumu”, s. 35.

103 Adams, “Mevdûdînin Hadis Anlayışı”, s. 294. 104 Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 103. 105 Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s.106.

hadislere itibar edilmeli, ancak onlar değiştirilemez nihâî kurallar olarak kabul edilmemelidir.106

Yusuf Guraya ise, realitede olanı açıklayarak Müslümanlar için normatif olsun olmasın Hz. Peygamber’in bütün davranışlarının sünnet olarak değerlendirildiğini ancak yorumlardan oluşan uygulamaların nihâî olmadığını dile getirmiştir. Guraya’ya göre, Hz. Peygamber’in davranışlarının normatif standardı ve ortak davranış (örneklik) standardı vardır. Bu iki standarda ait davranışlar Hz. Peygamber’in dönemindekiler veya sonrakiler tarafından sünnet olarak formüle edilmiştir. Bu formülasyon moral ve ahlakî birçok öğeyi içermektedir. Ancak bu formülasyon bizâtihî Hz. Peygamber’in davranışları veya sözleri gibi ebedî bir nitelik taşımamaktadır.107

Pakistan ulemâsının sünnetin bağlayıcılığı hakındaki görüşlerinde ön plana çıkan sonuç, onların sünnetin tamamını bağlayıcı olarak kabul etmemeleridir. Ancak özellikle Fazlurrahman ve Mevdûdî’ye göre Hz. Peygamber’in sünnetine uymak, O’nun (s.a) otoritesini kabul etmek gerekmektedir. Fakat bu otorite O’nun (s.a) peygamberlik alanı ile sınırlı olmalıdır. Bu genel tavrın dışında Muhammed İkbal’in bağlayıcılık fikri diğerlerinden farklıdır. İkbal, sünnetin tarihselliğini kabul etmektedir. Ancak bu tarihsellik algısı sünnetin varlığını kökten sorgulayan bir nitelik taşımaktadır. Fazlurrahman ve Mevdûdî’de görülen orta yolu bulma çabalarının yanında İkbal’in görüşlerinin kabul edilmesi hayli zordur. İkbal’in fikirlerine benzer fikirler, sünnetin bağlayıcılığı ile ilgili görüşler ve sünnetin sadece Peygamber devri için mutlak bağlayıcı olduğu inancı ve sünnetin teolojik temellerine yönelik en önemli ve ısrarlı itirazlar Hint-alt kıtası’nın diğer bazı yazar ve düşnürleri tarafından da dile getirilmiştir.

Ubeydullah Sindî (v. 1363/1944) ve Çakır Ali gibi isimler, sünnetin değişken ve geçici kanunları içerdiğini, Peygamber’in elçiden başka bir şey olmadığını ve Peygamber’e itaatin sadece getirdiği ilâhî mesajdan (Kur’ân’dan) ibaret olduğunu

106 Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s.111.

iddia etmişlerdir. Bu bakış açısıyla onlar ehl-i Kur’ân gibi, Hz. Muhammed’in görevini sadece ilâhî mesajı teslim etmek yani postacılık olarak görmekteydiler.108

Sünnetin bağlayıcılığa değinen bir diğer Hint- alt kıtalı ise Seyyid Ahmed Han’dır (v. 1315/1898). Brown’a göre Hz. Peygamber’in “ismet”i veya yanılmazlığı problemi Ahmed Han ve Muhammed Abduh (v. 1323/1905) gibi ilk dönem İslâm modernistleri ile tekrar tartışmaya açılmıştır. Bu modernistler, bağlayıcı olan ile bağlayıcı olmayan sünneti ayırmışlar ve bu ikisi arasındaki fıkhî ayrımı benimsemişlerdir. Ayrıca, sadece Hz. Muhammed’in şahsi alışkanlıkları ve tercihlerini değil, O’nun (s.a) siyasi ve fıkhî faaliyetlerinin de büyük bir kısmını bağlayıcı sünnetin alanından çıkarmışlardır. Örneğin; Seyyid Ahmed Han, sünneti dört kategoriye ayırmış ve erken dönem sünnet taksimlerini hatırlatmıştır.

1. Din ile alakalı olanlar

2. Hz. Muhammed’in özel durumunun ve kendi devrinin adetlerinin bir mahsulü olanlar

3. Kişisel alışkanlıkları ve tercihleri

4. Siyasi ve sivil faaliyetleriyle ilgili olan örnekler. Bunlardan sadece dinle ilgili olanları yani; birinci kategoriye dahil olan sahih hadisler, vahiy olarak sınıflandırılabilir ve itibar edilebilir. Diğer tümü, en iyi ihtimalle ihtiyârîdir ve şartlar değiştiğinde herhangi bir ceza korkusu olmaksızın rahatlıkla terk edilebilir. Ahmed Han’a göre, bağlayıcı hadisler, ahirete dikkat çeken hadislerdir.109

Ahmed Han’ın bağlayıcılık konusunda Kur’ân’a verdiği değer ölçüsünde Hz. Peygamber’in sünnetine değer vermemesinin altındaki temel gerekçe sünnetin vahiy yoluyla gelmemiş olmasıdır.110

Hint-alt kıtasında yaşamış olan bir diğer modernist Çerağ Ali’de (v. 1315/1898) tıpkı hocası Ahmed Han gibi Kur’ân’a ağırlık vermiş, hadislerin bağlayıcılığını kabul etmemiş ve Kur’ân’ın iyi bir tefsiri ile her türlü

108

Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 101.

109 Brown, Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 96-97; Ayrıca bk. Hatiboğlu, İbrahim, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, (İstanbul: İz yay., 2012), s. 125.

110 Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s.124. Hatiboğlu’na göre Ahmed Han ve diğerlerinin sünnete bu yaklaşımlarının altında yatan sebep, onların “batıdan öğrendikleri ve İslâm ülkelerine yaymaya çalıştıkları insan merkezli ve ilerlemeci bir düşünceyi esas alan anlayış”tır.” Ayrıca özellikle Ahmed Han’ın Mu’tezilî esasları benimsemesi de bu tutumunda etkili olmuştur, bk. Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s. 134.

sorunun çözüleceğini savunmuştur.111 Bir hukukçu olan Emir Ali’ye göre sünnetin önemli bir kısmı Hz. Peygamber’in peygamber değil, devlet adamı sıfatı ile ortaya koyduklarıdır ve bağlayıcı değildir.112

Yorumlara bakıldığında, Hint-alt kıtası araştırmacılarına göre, İslam’da asıl kaynak Kur’ân’dır. Hz. Peygamber, Kur’ân’ı tebliğ etmek ve onun hükümlerini uygulamakla yükümlü biridir. Kendi ictihadları ve uygulamaları bu uygulamanın dışındadır. Sünnet’in cüz’î bir bölümü bağlayıcı veya dînî bir nitelik taşımaktadır. Bu bölüm de ahiretle ilgili konuları içermektedir. Ancak bu bölge alimlerinin Hz. Peygamber’i Kur’ân’ın uygulayıcısı olarak kabul etmelerine rağmen O’nu (s.a) dînî alanda etkisiz bir konuma yerleştirmeleri bir paradoks gibi durmaktadır. Bu paradoksun diğer bir yönü ise, Kur’ân vurgusu yapan bölge ulemâsının Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in otoritesine yaptığı vurguyu önemsememeleridir.

Hintli alimlerden Mustafa el-A’zamî’nin Schacht’a (v. 1389/1969) cevaben Kur’ân’dan Hz. Peygamber’e itaati, ona uymayı emreden ayetlerin iktibasının ardından yaptığı şu yorum sünnetin bağlayıcılığı noktasında bölgenin diğer ulemâsından farklılık arz etmektedir. A’zamî’nin ayetlerin delâleti ile yorumları şöyledir:

“Zikredilen ayetlerden şu neticeler çıkarılır:

1. Hukuk, İslâmın ayrılmaz bir parçasıydı. Vahyedilen hukuk, bütün davranış biçimlerini kapsamayı hedeflemiş ve bütün Müslümanları da bağlamaktaydı. Hiç kimse de bunu değiştirmeye yetkili ve salahiyetli değildi.

2. Bu ayetlerle, Hz. Peygamber’in tüm hayatı, kararları, hükümleri ve emirlerinin kanun gücüne sahip olması gerektiği Allah tarafından hedeflendi.

111 Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s. 126.

112 Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s. 129. Hatiboğlu’na göre Hint alt kıtası modernistlerinin sünnetin bağlayıcılığını kabul etmemelerinin ve hadislerin çoğunu reddetmelerinin sebebi, onların hadis kaynaklarını öğrenmekten çok İslâm’a yapılan eleştirilere cevap verererek onun modern dönemlere uygunluğunu ispata çalışmalarıdır. Bu tavır onların Ortaçağ İslâm düşüncesini, kurumlarını, dolayısıyla hadisleri tenkite sevk etmiştir, bk. Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s. 131.

Peygamber’in otoritesi toplumun veya hukukçuların ve alimlerin kabul edip etmemesine bağlı değil, bizzat Allah’ın iradesine bağlıydı.”113

A’zamî, Schacht’ın, Hurgronje’nin ve Fazlurrahman’ın Hz. Peygamber’in şer’î anlamda hiçbir yetkisinin olmadığı, O’nun sadece gönderildiği bölgedeki töreleri, uygulamaları ıslah faaliyeti içinde olduğu şeklindeki görüşlerine yer vermiş ve bu görüşleri tenkit etmiştir.114 A’zamî, mendûb bağlamında Hz. Peygamber’in emirlerini Abdülvehhâb Hallaf’ı115

(v. 1375/1956) referans göstererek kategorize etmiştir. Hallaf, bu kategorizasyonda mendubu üç kısma ayırmıştır:

1. Yapılmaması neticesinde cezadan çok, azarlamayı gerektiren bir harekete bağlı olduğunda buna Sünnet-i Müekkede denir. Ezan buna bir örnektir.

2. Bir davranış tavsiye edilmiş, ancak Hz. Peygamber’in bazen yaptığı diğer vakitlerde de terk ettiği ise –mesela, Ramazan ayı dışında Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutması ve abdestin bazı sünnetlerini terk etmesi gibi- buna nafile veya nafile sünnet denir.

3. Uygulayanı daha mükemmel bir duruma getirecek tavsiye niteliğinde olursa- Hz. Peygamber’in giyinmesi, yemesi, yürümesi…vb. (zatına ait olan) davranışlarını takip etmek gibi- buna müstehab ya da fazilet denir.116

Hallaf’ın tasnifinde sünnetin her türlüsüne bir değer atfedilmesi önemlidir. O,