• Sonuç bulunamadı

Hulefa- i Raşidin Döneminde Zekât Uygulamaları

BÖLÜM 2: TARİHTE VE GÜNÜMÜZDE ZEKÂT UYGULAMALARI

2.3. Tarihte Zekât Uygulamaları

2.3.2. Hulefa- i Raşidin Döneminde Zekât Uygulamaları

Peygamberimiz (sav)’in vefatından sonra Hulefa-i Raşidin diye bilinen dört halife

vefatıyla Hz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Hz. Ebu Bekir halife olduktan sonra zekât

konusunda Peygamberimiz (sav)’in izlediği yolu izlemiştir. Rasûlüllah (sav) zekât

nisabı ve zekâtın ne şekilde alınacağı ile ilgili bir belge yazdırmıştır. O belgede zekât nisabı ve toprak mahsulleri, hayvanlar, altın, gümüş, ticaret malları ve paradan ne kadar zekât alınacağı yazıyordu. O belgeye göre nisap miktarı develer için, 5 devesi olan bir

koyun, koyunlar için, 40 koyunu olan bir koyun, sığırlar için, 30 sığırı olan iki yaşında

bir sığır, altın için 20 dinar olup 1/40’ı, gümüş için de 200 dirhem olup 1/40’ı, toprak

mahsullerinde ise 5 vesk (653 kg) olup, eğer yağmur suyu ile sulanmışsa 1/10’u,

kişilerin kendi çabalarıyla sulanmışsa 1/20’sinin zekât olarak alınacağı belirtilmekteydi (Bilmen, t.y: 340-352).

Hz. Ebu Bekir de Peygamberimiz (sav)’in yazdırmış olduğu belgeyi ve uygulamaları

esas alarak belge hazırlatıp zekât memurlarını civar kabilelere göndermiştir. Döneminde

bazı kabileler irtidat etmiş, bazıları da zekât vermek istememişlerdir. Hz. Ebu Bekir

irtidat edenler ve zekât vermek istemeyenlerle mücadele kararı almıştır (Demircan,

2017: 116-117). Zekât vermek istemeyenlerle mücadelesinde sahabe ihtilafa düşmüştür.

Bazıları kelime-i şehadet getirenlerin Müslüman olduklarını, dolayısıyla öldürülemeyeceklerini söylerken, halife ve bir kısım sahabe de zekât vermekten kaçınanlara kılıç çekileceğini bildirmişlerdir. Hz. Ebu Bekir “Allah’a yemin olsun ki, Rasulüllah’a zekât olarak verdikleri bir keçiyi bile vermekten çekinenler ile elim kılıç tuttukça harp ederim” diyerek zekât vermenin Müslümanlığın şartlarından olduğunu

bildirmiştir (Hizmetli, 1991: 192). Yine Hz. Ebu Bekir “Namazla zekâtın arasını

ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin olsun ki Rasulüllah’a verdikleri bir yuları bile zekât olarak vermezlerse onlarla savaşırım” demiş ve zekât vermekten kaçınanlarla mücadele kararı almıştır (Demircan, 2017: 117).

Hz. Ebu Bekir döneminde zekâtın devlete ödenmemesi devlete başkaldırma olarak görülmüş olup, zekâtı devlete vermek istemeyenlerle savaş konusunda ashap ittifak etmiştir. Hz. Ebu Bekir hak sahiplerine atıyye (maaşlarını) dağıtırken zekât borçlarının olup olmadığını sorar, eğer zekât borcu varsa bunu mükellefin beyanına göre alacağı atıyyeden keserdi. Hz. Ebu Bekir’den sonra gelen diğer halifeler de aynı uygulamayı sürdürmüşlerdir (Boynukalın, 2017: 96).

edilir ancak birbirine karıştırılmazdı. Hz. Ebu Bekir zekâtın dağıtımında insanlara eşit

veriyordu. Hür ile köle, erkek ile kadın, büyük ile küçük aynı ölçüde pay alıyordu.

Toplanan zekât Kur’an-ı Kerim’de belirtilen yerlere halifenin uygun gördüğü şekilde

dağıtılmaktaydı. Ayrıca zekât amilleri maaşlarını toplanan zekâttan alıyorlardı. Yöneticiler zekât malı kullanmaktan kaçınırlardı (Demircan, 2017: 148-152). Hz. Ebu

Bekir evinin bir odasını beytülmal olarak tahsis etmiş olup zekât mallarını buraya koyar

ve buradan dağıtımını yapardı. Gelen malı bekletmez hemen uygun olan yerlere verirdi. Hz. Ebu Bekir vefat edince halife olan Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf ve Hz. Osman gibi bazı sahabelerle beytülmale gitmiş ve orada sadece bir dirhem bulmuşlardır (Dumlu, 2010: 103).

Hz. Ömer, Müslümanlardan zekât almakla birlikte, gayri müslimler memleketlerine uğrayan Müslüman tacirlerden öşür (1/10) aldıkları için o da mütekabiliyet esasına göre yabancı gayri müslim tüccarlardan cizye almıştır (Demircan, 2017: 119). Hz. Ömer döneminde ganimet ve fey gelirleri artınca İran ve Bizans müesseseleri örnek alınarak divan kurulmuştur. Devletin gelir ve giderleri ile devletten maaş alanlar kayıt altına alınmaya başlanmıştır. Ebu Hureyre’nin Bahreyn’den getirdiği fey gelirlerinin çok olup, bunların paylaştırılmasında sıkıntıların yaşanması üzerine çevre ülkelerdeki uygulamaları bilen bazı sahabeler halife Hz. Ömer’e divan kurulmasını önermişlerdir. Hz. Ömer onların bu önerisini kabul etmiştir (Boynukalın, 2017: 98). Kamu gelir ve gider dengesini sağlamak için beytülmal teşkilatı kurulmuş olup zekât beytülmali de bu teşkilatın içinde yer almıştır. Ayrıca zekât olarak alınan hayvanlar için koru tahsisi uygulamasını devam ettirmiştir (Dumlu, 2010: 103-105).

Peygamberimiz (sav) döneminde at ve kölelerden zekât alınmıyordu. Hz. Ömer

zamanında at ve kölelerden zekât alınması uygun görülmüştür. Şam halkı halifeye at ve kölelerinin zekâtını vermeyi teklif etmişler, Hz. Ömer de Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde at ve kölelerden zekât alınmadığını söyleyerek baştan teklifi kabul etmemiştir. Sahabelerle istişare eden Hz. Ömer, Hz. Ali’nin de at ve kölelerden zekât alınması yönünde görüş bildirmesi neticesinde onların bu teklifini kabul etmiş ve zekâtın onların zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılmasını, kölelere de zekâttan verilmesini emretmiştir. Bir diğer rivayete göre ise Hz. Ömer Yemen’de bir atın yüz deveye satıldığını duyunca şartların değişmesi nedeniyle at ve kölelerin

ekonomik değerinin artmasından dolayı onlardan zekât almayı uygun görmüştür. Hz.

Osman döneminde de bu uygulama devam etmiştir (Boynukalın, 2017: 99-100).

Hz. Ömer bir yere zekât memuru gönderirken oranın ahalisine, gönderdiğim kişiyi

dinleyin, ona itaat edin ve adilane bir şekilde vermenizi istediği şeyi verin diye mektup

gönderirdi. Amiller de halifenin kendilerine verdiği talimatlar doğrultusunda zekâtı toplamak ve dağıtmakla görevlendirilmişlerdir (Demircan, 2017: 141). Ayrıca Hz. Ömer zekât memurlarını kontrol altında tutmuş olup, hata yapmaları durumunda kendisine müracaat edilmesini istemiştir. Eğer haksızlık yapılmışsa müdahale ederek hatayı düzeltmiştir (Boynukalın, 2017: 103). Hz. Ömer amil olarak görevlendirdiği kişilerin göreve başlamadan önce tüm mal varlıklarını tespit ettirmiş ve kayıt altına aldırmıştır. Görevden döndükten sonraki mal varlığıyla önceki mal varlığı arasında fark varsa fazlalığın yarısını veya tamamını müsadere etmiş, böylelikle personel denetimine

mal beyanı esasını getirmiştir (Dumlu, 2010: 108).

Hz. Ömer döneminde zekât gelirleri artmıştır. Peygamberimiz (sav) döneminde

Yemen’e vali olarak gönderilen Muaz b. Cebel Hz. Ömer zamanına kadar bu görevde

kalmıştır. Hz. Ömer döneminde de bu görevini sürdürmüş olup, bir yıl zekât gelirlerinin 1/3’ünü Medine’ye göndermiştir. Hz. Ömer’in, zekâtın bölgenin zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılması gerektiğini hatırlatması üzerine Muaz b. Cebel zekâtı bölgenin fakirlerine dağıttığını, ihtiyaç fazlasını gönderdiğini bildirmiştir. İkinci yıl toplanan zekâtın yarısını göndermiştir. Aralarında yine aynı konuşma geçmiştir. Üçüncü yıl ise zekât gelirlerinin tamamını gönderip Yemen’de zekât verilecek kimsenin bulunmadığını bildirmiştir. Bu bize Hz. Ömer döneminde bazı bölgelerde zekât vasıtasıyla yoksulluk sorununun çözüldüğünü göstermektedir (Boynukalın, 2017: 97-98; Rizvi, 1981: 18;

Kutup, 1968: 442). Hz. Ömer döneminde zekât alacak yoksul bulmak zorlaşmıştır. O

muhtaç kişileri zengin edinceye kadar zekâttan pay verilmesi ilkesini benimsemiştir. Toplanan zekâtın tamamının dağıtılmasını emretmiştir (Saad ve Sawandi, 2016: 173).

Hz. Ömer’in zekâtla ilgili diğer bir önemli uygulaması da müellefe-i kulûb (kalpleri

İslam’a ısındırılmak istenenler) ile ilgilidir. Halife artık İslam’ın güçlendiğini ve bu nedenle insanların kalplerinin İslam’a ısındırılmaya gerek kalmadığını belirtmiş ve bu sınıfa zekâttan pay vermeye gerek görmemiştir (Demircan, 2016: 32).

Hz. Osman döneminde zekât malları emvâl-i zahire (açık, görünen mallar) ve emvâl-i bâtıne (gizli, görünmeyen mallar) olarak ikili ayrıma tabi tutulmuştur. Hayvan ve tarım

ürünleri gibi mallar emvâl-i zahire, altın, gümüş ve ticaret malları ise emvâl-i bâtıne

olarak kabul edilmiştir. Devlet emvâl-i zahire için amil gönderirken, emvâl-i bâtınenin zekâtının ödenmesi mükelleflere bırakılmıştır. Devlet zekât verme durumunda olan

mükelleflerin emvâl-i bâtıneden de zekât vermelerini talep etmiş, ancak bu malların

tespit ve teftişiyle ilgilenmemiştir. İnsanlar kendi iradeleriyle bu malların zekâtını hesap

edip devlete vermişlerdir (Boynukalın, 2017: 106). Devletten maaş alanların emvâl-i batıneden zekât borcu varsa beyanları esas alınarak maaş ödemesi esnasında kendilerinden tahsil edilmiştir.

Fıkıh açısından bakıldığında Hz. Osman’ın emvâl-i bâtınenin zekâtının verilmesini mükelleflere bırakma uygulaması devletin mükelleflere vekâlet vermesi olarak değerlendirilmektedir. Mükellefler emvâl-i bâtınenin zekâtını hesaplayıp zekât

alabilecek durumda olanlara kendileri vermişlerdir. Tarihte de uygulama bu şekilde

olmuş, İslam devletleri altın, gümüş, para ve ticaret mallarının zekâtının ödenmesini mükelleflere bırakmışlardır.

Hz. Osman’ın son dönemlerine doğru zekâtın toplanması ve dağıtımıyla ilgili bazı şikâyetler ortaya çıkması üzerine Hz. Ali oğlu Muhammed b. Hanefiyye’den

Peygamberimiz (sav)’den yazdığı zekât belgesini gönderip Hz. Osman’ın bu belgeye

göre zekât toplanmasını amillere emretmesini istemiştir. Hz. Osman bu belgeye ihtiyacı olmadığını söyleyince Hz. Ali belgeyi alıp yerine koymuştur. Zekât memurlarının kurallara uymadığı, yapılan şikâyetlerin de Hz. Osman tarafından dikkate alınmadığı, bazılarının zekât alması uygun olmadığı halde zekâttan pay almak istemeleri gibi durumlar hoşnutsuzluklara neden olmuştur (Boynukalın, 2017: 110).

Hz. Ali döneminde siyasi istikrarsızlık nedeniyle önemli bir yenilik olmamış olup, Hz.

Ali genellikle Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in yolunu takip etmiştir. Halifeliği

döneminde bir kabileye zekât memuru gönderirken ona “bir kabileye vardığında onlara

beni size Allah’ın halifesi zekât için gönderdi. Mallarınızda vereceğiniz zekât var mıdır diye sor. Hayır derlerse zorlama. Allah’ın hakkından fazlasını alma. Sürüleri önce ikiye ayır ve mal sahibine birini seçmesini söyle. Mal sahibinin seçtiğiyle ilgilenme. Sonra bir daha ikiye ayır ve mal sahibine birini seçmesini söyle. Zekâtı mal sahibinin

seçmediğinden al. Yaşı geçmiş, organı kesik, kusurlu hayvanları zekât olarak alma. Aldığın zekâtları da bize çabuk ulaştır ki biz de onları Allah’ın emrettiği yerlere iletelim.“şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur (Demircan, 2016: 31).

Sonuç olarak Hulefai-Raşidin dönemi zekât uygulamaları Peygamberimiz (sav)’in

uygulamalarının devamı niteliğinde olmuştur.