• Sonuç bulunamadı

öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Stoacılık • Panteizm • Epikürosçuluk • Negatif Hazcılık • Şüphecilik • Epokhe

1

Stoacılık

1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli temsilcilerinin isimlerini yazabilme 2 Stoacıların kader anlayışları ile

özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi

açıklayabilme

2

Epiküros ve Epikürosçuluk

3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile açıklayabilme

4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki benzer ve farklı yönleri ifade edebilme

Şüphecilik

5 Pyrrhonculuğun bilgi ve ahlak teorilerini ilişkilendirebilme

3

GİRİŞ

Helenistik felsefe “ahlaki” ve “dinî” dönem olarak kendi içinde kabaca iki döneme ayrılmak-tadır. Ahlaki dönemde Platon’un Akademisi ve Aristoteles’in Lisesine ilaveten adından söz ettiren üç düşünce akımı göze çarpmaktadır. Bunlar Stoa-cılık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Dini dönem-de ise, bir sonraki ünitedönem-de ele alınacak olan “Yeni-Platonculuk” etkilidir.

Ahlaki dönem ekollerinden Epikürosçuluk bü-yük oranda tek bir doğrultuda ilerlemişken diğer iki ekol kendi içinde farklı kısımlara ayrılmıştır. Bu nedenle, baştan sona aynı fikirleri savunmak anla-mında örneğin Stoacılık diye yekpare bir öğreti-den bahsetmek güçtür. Büyük oranda merkezî bazı temalar, örneğin bir kaderin var olduğu yönünde-ki inanç ve panteistik Tanrı tasavvuru Stoa ekolü-ne mensup düşünürler tarafından hemen hemen istisnasız bir şekilde benimsenmiş olmakla birlikte yer yer birbirinden farklı düşüncelerin ortaya çık-tığı da hatırda tutulmalıdır. Esasen bunu doğal kabul etmek gerekmektedir. Zira Stoa düşüncesi milattan önceki dördüncü yüzyılın sonlarından milattan sonraki ikinci yüzyılın sonlarına kadar, yaklaşık beş yüz yıl boyunca etkinliğini sürdürmüş bir öğretiyi taşımıştır. Böylesine uzun bir süre içe-risinde, sayısız düşünürün aynı fikirleri hiç farklı yönlere sapmaksızın benimsemesi zordur. Etkileşi-me girilen kültürler, dönemin yarattığı yeni prob-lemler veya bunların da ötesinde kişisel farklılıklar elbette ki meselelerin ele alınış ve fikirlerin üretiliş tarzını dönüştürecektir. Bu bakımdan, ünite kap-samında gündeme gelecek olan öğretileri, örneğin eski, orta ve yeni Stoa arasındaki farklılıkları bu düşünceyi göz önünde bulundurarak irdelemekte fayda vardır.

STOACILIK

Stoacılık Kıbrıslı Zenon (MÖ 334-262) tara-fından kurulan okula verilmiş bir isimdir. Felse-fe tarihinde Zenon adlı çok sayıda filozof vardır.

Bunlardan özellikle ikisi oldukça meşhurdur. İlki paradoksları ile tanınan Elealı Zenon’dur. Stoa ekolünün kurucusu olan Zenon’a, Parmenides’in öğrencisi olan Zenon ile karıştırılmaması için, Kıbrıs’ın Kition kentinde doğmuş olması münase-betiyle “Kıbrıslı” önadı verilmiştir.

Kıbrıslı Zenon aslında bir tüccardır. Onun felse-feyle tanışması ise, sonraki dönemlerde düşüncesine ana rengini verecek olan “kader”in bir cilvesi olarak görülebilir. Zira mallarını yüklediği gemi Yunanis-tan yakınlarında batmış ve bunun neticesinde Ze-non iflas etmiştir. O, talihsiz kazadan sonra Atina’ya gelmiş ve tesadüfen Kinik okuluna mensup Crates ile tanışmıştır. Crates ile olan münasebeti Zenon’un geliştirdiği felsefî yaklaşım üzerinde belirgin izler bırakmıştır. Crates haricinde Zenon’un birlikte ça-lıştığı isimler arasında bir süre Platon’un Akademi-asının başkanlığını yapmış olan Polemo ile Megara okulundan Stilpo da yer almaktadır.

Kıbrıslı Zenon milattan önce yaklaşık 300 yı-lında kendi okulunu kurmuştur. Zenon’un öğretisi başlangıçta Zenonculuk olarak isimlendirilmiş ve öğrencilerine de Zenoncular adı verilmiştir. Fakat ekol, zamanla, Zenoncuların toplandığı mekâna atfen kullanılan bir tabirle Stoacılık olarak tanın-mıştır. Zenon’un öğrencileri Atina’nın merkezî yer-lerinden birinde, rengârenk boyanmış bir galeride toplanarak felsefî meseleler üzerinde tartışmışlar-dır. Okul bu nedenle Stoacılık olarak bilinmiştir.

Kıbrıslı Zenon’un öğretisi felsefe tarihinin en ilgi çekici ekollerinden birini teşkil etmektedir.

Aşağıda bunun çeşitli nedenlerine işaret edilecektir.

Fakat yeri gelmişken belirtmek gerekir ki Stoacılık salt bir felsefî ekol olmanın ötesinde son derece katı ahlaki kuralların biçimlendirdiği bir yaşam biçimi-dir. Bu bakımdan, Zenon’un öğretisini uygulamalı bir felsefe olarak isimlendirmek mümkündür. Hiç şüphesiz bu durum Zenon’un öğretisine has

değil-Elealı Zenon ve Kıbrıslı Zenon dışında Zenon adı-nı taşıyan başka filozoflar da vardır. İskenderiyeli Zenon, Pergamumlu Zenon, Genç Zenon, Sidon-lu Zenon ve TarsusSidon-lu Zenon bunlardan bazılarıdır.

dikkat

Stoa Yunancada yüksek sütunlu galeri, sundurma anlamına gelmektedir. Stoacı-lık tabiri buradan gelmektedir.

dir. Sokratesçi Kinikler ile Helenistik dönemin bir diğer ekolü olan Epikürosçuluk da felsefelerini bir yaşam biçimi olacak şekilde tasarlamışlardır (Sel-lars, 2014, s. 2). Böyle olmakla birlikte, Stoacılık yarattığı etki bakımından felsefe tarihinde çok daha kalıcı izler bırakmıştır. Onun bilhassa çileci Hıristiyan ahlakı üzerinde yarattığı derin etki dik-kat çekmektedir.

Stoacılık kendisinden sonra gelen düşünceleri etkilediği gibi, kendisinden önceki bazı öğretile-rin de etkisi altında kalmıştır. Bu kapsamda, Sto-acıların felsefesini biçimlendirdiği söylenebilecek çok sayıda kaynağa işaret etmek mümkündür.

Bunlar Herakleitos, Sokrates ve Kinik okuludur.

Demokritos’un da Stoacılığın oluşumu üzerinde etkisi olduğu iddia edilebilir.

Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu milattan önceki 300 yılından, son temsilcisi Mar-cus Aurelius’un ölümüne (yaklaşık olarak milattan sonra 180 yılına) kadar çeşitli evrelerden geçmiştir.

Felsefe tarihinde bu evreler kabaca üç başlık altında toplanmaktadır. Her üç evre de çok önemli isimleri içermektedir. Söz konusu evreler için verilen tarih-lerin yaklaşık tarihler olduğu unutulmamalıdır.

Stoacılığın birinci evresi genellikle “eski Stoa”

ya da “eski Stoacılık” olarak anılmaktadır. Eski Sto-acıların en ünlüsü şüphesiz okulun kurucusu olan Kıbrıslı Zenon’dur. Kıbrıslı Zenon dışında eski Stoacılığı şekillendirdiği söylenebilecek olan pek çok isim vardır. Bunlar arasında Kleanthes (MÖ 331-232) ve Khrysippos (MÖ 280-206) isimleri-nin özellikle zikredilmesi gerekir.

Stoacılığın ikinci evresi “orta Stoa” olarak isim-lendirilmektedir. Orta Stoa’nın başlıca iki tem-silcisi vardır. Bunlar Panaitios (MÖ 180-110) ve Poseidonios’tur (MÖ 135-51).

Üçüncü evre Stoa düşüncesi ise “yeni Stoa” veya

“Roma Stoası” olarak adlandırılmaktadır. Stoacılığın bu son döneminin en ünlü simaları arasında özellik-le üç isim öne çıkmaktadır. Bunlar Seneca (MÖ 4 – MS 65), Epiktetos (55-135) ve Marcus Aurelius’tur (121-180). Bu dönem, Stoa düşüncesinin en dikkat çekici yönlerinden

birini de yansıtmak-tadır. Stoacı yaşam öğretisi toplumun her katmanından insanı cezbetmiştir. O kadar ki bir köle ile bir im-parator aynı düşünce-ye bağlanabilmiştir.

Stoacılığın üç dönemi birbirini kesintisiz bir şekilde takip etmiş değildir. Bununla birlikte, söz konusu üç evre, Stoacılığın eksiksiz bir tasvirini yapabilmek amacıyla ünite kapsamında art arda sıralanmıştır.

Eski Stoa

Helenistik felsefenin üç okulu, yani Stoacılık, Epikürosçuluk ve Şüphecilik Yunan düşüncesinin kendi köklerine geri dönüşünün ifadeleri olarak ka-bul edilmektedir (Von Aster, 2015). Her üç okul da bilhassa Platon’dan önce ortaya konulan çeşitli fikir-leri benimsemiş ve bu fikirfikir-leri kendi kavramsal çer-çeveleri dâhilinde yeniden üretmiş gözükmektedir.

Düşünceleriyle Stoacılığın oluşumuna katkı-da bulunduğu söylenebilecek pek çok isim vardır.

Herakleitos’un bunlardan biri olduğuna daha önce işaret edilmişti. Onun Stoacılık üzerindeki etkisi okulun her üç evresinde de gücünü korumuştur.

Kiniklerin Stoacılık üzerindeki etkisi ise za-manla kaybolmuş gözükmektedir. Stoacıların özel-likle “doğaya uygun yaşam” olarak özetlenebilecek ahlaki öğretileri büyük oranda Kinik okulunun etkisi altında biçimlenmiştir. Fakat Zenon Kinik öğretilerini aynen benimsemiş değildir. Kinikler erdemin doğal bir yaşam sürdürmeyi gerektirdiği iddiasına dayanarak toplumdan uzak durmayı sa-lık vermişlerdir. Stoacısa-lık ise doğaya uygun yaşam fikrini benimsemekle birlikte toplumsal hayattan

Stoa ekolüne mensup fi-lozoflardan Epiktetos bir köle, Marcus Aurelius ise bir imparatordur.

dikkat

Stoacılık, eski Kiniklerin öğretisini geniş kitlelerin yadırgamayacağı bir biçime sokmuştur. Onlar bil-giye ve bilgili olmaya büyük önem vermiştir. Hem Kiniklere benzeme hem de onları aşma çabası daha en başta Kıbrıslı Zenon’un yetişmesi ve gelişmesi sırasında beliren bir eğilim (Störig, 2015, s. 275) olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stoacılar tıpkı Kinikler gibi insanın özgürlü-ğünü, onun erdemliliği ile özdeşleştirmektedirler.

Yalnız şu kadarını eklemek gerekir ki Stoacılar Ki-niklerde olduğu gibi bütün uygarlık unsurlarını katı bir şekilde reddetme taraftarı değildirler. Öz-gür insan erdemli insandır ve onlara göre özÖz-gür- özgür-lük kayıtsızlığı gerektirir. Özgürözgür-lük duygulardan, arzulardan bağımsız olmak, bunlara karşı kayıtsız kalabilmek demektir. Bununla birlikte, Stoacıların özgürlüğe atfettiği anlama dikkat etmekte fayda vardır. Onlar kadercidirler. Kader, sonsuza değin kendi kendini tekrar eden kozmik bir döngünün ifadesidir. İnsan değiştiremeyeceği kadere itaat ede-rek, en azından onun karşısında kayıtsız kalarak özgürlüğe, dolayısıyla da mutluluğa ulaşabilir.

Stoacılar materyalisttirler. Materyalizmi benim-semiş olmaları Demokritos’un etkisine işaret etmek-tedir. Bununla birlikte, onların Demokritos’tan ay-rıldıkları önemli noktalar var. Örneğin Demokritos’a göre evrendeki tüm hadiseler zorunluluğun bir so-nucudur ve zorunluluk evrende bir amacın (telos) olmadığını göstermektedir. Bu nedenle Demokritos evrenin teleolojik bir yöntem dâhilinde açıklanma-sına karşıdır. Stoacılar ise zorunluluğu kabul etmek-le birlikte ona kader adını vermektediretmek-ler. Bunu, şüphesiz, zorunluluğun bir amaç doğrultusunda mevcut olduğu şeklinde yorumlamak gerekecektir.

Buna göre, Tanrı her şeyi önceden belirlemiştir. O tümel akıldır ve her şeyin gerekçesi O’nun bilgisinde mevcuttur. Hiçbir şey keyfi ve rastlantısal bir şekil-de ortaya çıkmaz. Stoacıları kaşekil-dere rıza göstermeye iten şey, belki de, bu bilginin mevcudiyetine olan inançlarıdır. Duyular bize çok dar bir bilgi alanı sun-maktadır ve biz şeylerin nihai sebeplerini

keşfedeme-diğimiz için neyin niçin gerçekleştiğini tam olarak bilemeyiz. Her şey Tanrı tarafından, bir amaç ve bilgi doğrultusunda belirlenmiştir. Bize düşen, sahip olmadığımız için hadiseleri anlamakta ve açıklamak-ta zorlandığımız bu Tanrısal bilgiye teslim olmaktır.

Eski Stoacıların Mantık ve Bilgi Anlayışı

Stoacılar, Kıbrıslı Zenon’u takip ederek, felse-feyi üç başlık altında incelemiştir: mantık, fizik ve ahlak. Mantık, doğru bilgiye ulaşmanın aracı ola-rak tasarlanmıştır ve “doğru bilgiye ulaşmanın yön-temi nedir?”, “bilgimizin kaynağı ve sınırları neler-dir?” gibi soruları ele alır. Fizik, evrenin yapısı ve temel yasaları ile ilgili sorunları çözüme kavuştur-ma çabasındadır. Ahlak ise insanı mutluluğa götü-recek olan yolu bulmaya çalışmaktadır (Von Aster, 2015). Bu üç alan birbirinden farklı gibi görün-se de birbiriyle bağlantılıdır. Stoacılara göre, bilgi olmadan evreni kavramak, evreni kavramadan da ahlaklı bir yaşam sürdürmek, dolayısıyla da mutlu olmak imkânsızdır.

Zenon’un bu üçlü ayırımına sonraki dönemde öğrencisi Kleanthes tarafından bazı ilaveler yapıl-mıştır. Örneğin Kleanthes mantık alanına retoriği, fizik alanına teolojiyi, ahlak alanına ise politikayı eklemiştir. Bununla birlikte eski Stoanın üç düşü-nürü (Zenon, Kleanthes ve Khrysippos) açısından yukarıdaki ayırım geçerlidir (Zeller, 2008).

Herakleitos, Demokritos, Sokrates ve Sokratesçi bir ekol olan Kinik düşüncesi Stoacı öğretinin ge-lişimi bakımından birer kaynak işlevi görmüştür.

dikkat

Materyalizm maddecilik demektir. Ma-teryalistlere göre, evrendeki tek gerçeklik maddedir.

Belirli kavramlar dâhilinde sınıflandırılan filozof-lar her konuda aynı şeyi düşünmezler. Örneğin materyalist olduğu bilinen filozoflar bazı konular-da birbirinden farklı yaklaşımlar sergileyebilirler.

Nitekim Demokritos ve Stoacılar materyalisttir.

Fakat Demokritos evrende bir zorunluluğun oldu-ğunu ve zorunluluğun olduğu yerde amaçtan bah-sedilemeyeceğini düşünürken Stoacılar evrendeki zorunluluğu Tanrısal bir amaç eşliğinde açıklama-ya çalışırlar.

dikkat

Kleanthes’in ilave ettiği retorik ile inceleme alanı genişleyen mantığın diğer kısmı diyalektiktir. Reto-rik cümle yapısı, dilbilgisi, müzik ve şiir teorilerini araştırır. Diyalektik ise felsefî açıdan daha önemli olup psikolojik temele dayandırılan bir tür bilgi teorisidir (Störig, 2015). Diğer bir açıdan bakıldı-ğında, diyalektik kanıtlayıcı bir bilimdir ve şeyle-rin gerçek yapısını konu edinmektedir. Retorik ise pratik bir disiplindir ve temel araçlarını dil ve akıl yürütme oluşturmaktadır (Cevizci, 2015). Retorik ve diyalektik birlikte bilginin imkânını da ortaya koymaktadır. Bilgiye ulaşmanın aracı olan mantı-ğa evrene dair doğruları tespit etme becerisini veren şey zihin ile dünya arasındaki yapısal uyumdur.

Kıbrıslı Zenon bilginin ilk maddesinin duyu verileri olduğunu düşünmektedir. Bu, onun em-pirist (deneyci) bir bilgi anlayışına sahip olduğu anlamına gelmektedir. Zenon’a göre, bütün ilk tasavvurlarımızın kaynağı “dış etkiler” yüzünden ruhta meydana gelen izlenimlerdir. Bu anlayışı Zenon’un doğru ve yanlış tasavvurları birbirinden ayırt edecek bir ölçüt bulmasını gerektirmiştir. O, söz konusu ölçütü ilk önce katalepsis kavramın-da bulduğunu düşünmüştür. Zenon’un katalepsis (kavrama) adını verdiği şey, episteme (gerçek bilgi) ve doxa (zan) arasında bulunan ortalama bir şey-dir ve bu, aptallarda bile mevcuttur. Episteme ise yalnızca bilge kişilerde bulunmaktadır. Dolayısıyla, doğruluğun ölçütü yalnızca bilge kişilerde bulunan episteme olabilir (Gökberk, 2016, s. 93). Bu açıdan bakıldığında, katalepsis ancak sıradan insanlar açı-sından bir işleve sahip olabilir ki bu durum onu felsefî bir ölçüt olmaktan uzaklaştırmaktadır.

Stoacılar katışıksız bir empirizmden ziyade uzlaşmacı empirizm olarak nitelendirilebilecek bir yaklaşımı temsil etmektedirler. Onlar bilginin hammaddesinin duyular yoluyla dış dünyadan devşirildiğini düşünmekle birlikte, bu hammadde-nin ancak akıl tarafından işlendikten sonra bilgiye dönüşeceğini düşünürler. Eski Stoa ekolüne göre, düşünme ve konuşma doğuştan getirilmiş şeyler değildir. Bu yetenekler insanın doğumundan itiba-ren uzun bir süre içerisinde gelişirler. Ruh, başlan-gıçta tabula rasa (boş levha) gibidir. Bu iddia John Locke’un empirist teorisinin bir öncüsü olarak da kabul edilebilir. Buna göre, etrafta bulunan nesne-ler ilk önce duyularımızı etkinesne-ler ve zihnimizde bir izlenim oluşturur. Bu izlenimler dışarıdaki bir nes-neden kaynaklandıklarına dair bir bilinci doğurup zihnin onayını sağlar ve aynı zamanda zihinde bazı izler bırakarak kalıcı imajlara dönüşürlerse algı ve tecrübeyi oluştururlar. Bu izlenimlerin tekrarı ve zihinde meydana getirdikleri imajlar ve bunların kayıtları da genel kavramların doğmasını sağlar.

Genel kavramlar deneye dayalı olmakla birlikte aynı zamanda bazı zihinsel işlemlerle oluşturulur-lar. Zaman, mekân, benzerlik, karşılaştırma yapma ve bir araya getirme gibi zihinsel işlemlerden her birini zihin doğuştan getirmiştir. Başka bir deyişle, zihnin genel kavramlar oluşturma kapasitesi doğuş-tandır. Ancak, bu kapasitenin işler hale gelmesi için dış dünyaya ve tecrübeye ihtiyaç vardır (Cevizci, 2015). Bu bakımdan, bilgi için hem salt akli bir muhakemenin hem de olgusal gerçekliğin mevcu-diyeti zaruridir. Bu fikrin Stoacılar tarafından ge-liştirilmiş özgün bir yaklaşım olduğunu söylemek zordur. Bilginin duyu verileri ve akıl tarafından ortaklaşa üretildiği yönündeki iddia Stoacılardan önce, örneğin Empedokles ve Aristoteles tarafın-dan da gündeme getirilmiştir.

Zenon’u takip eden Kleanthes bilgi sürecini bir mührün balmumu üzerinde iz bırakmasına benze-Stoacılar mantık, fizik ve ahlak adıyla üçe

ayırdık-ları felsefenin merkezini ahlak olarak belirlemekte-dirler. Diğer iki alan ancak ahlaka giriş olarak bir anlama sahiptir.

dikkat

Katalepsis Yunanca bir kelimedir ve “kav-ramak” anlamına gelmektedir. Zenon’un bilgi teorisi açısından ise objesini aslına uygun bir şekilde, tahrif etmeden yansıtan

Stoacılar deneyci ve duyumcudurlar. Onlara göre insan doğuştan herhangi bir bilgiye sahip değildir.

İnsan zihni doğuşta boş bir levhadan (tabula rasa) ibarettir.

dikkat

izler yaratırsa duyu algıları da zihnimizde buna benzer izler yaratmaktadır. Khrysippos daha ilginç bir yaklaşım sergilemekte ve bilgi sürecinde ruhun değişime uğradığını iddia etmektedir. Ona göre, algılama bütün fikirlerimizin ortak kaynağıdır. Bir fikrin doğruluğu onun açıklığıyla ölçülmelidir. Ze-non ise bilgideki kesinliği dört dereceye ayırmak-tadır: hayal etmek, inanmak, bilmek ve açıklamak (Weber, 2014, s. 106). Kişi, bildiğini düşündüğü şeyi aynı zamanda açıklayabilmelidir. Bu son ayı-rım, bilgiyi mekanik bir olgu olmanın ötesine taşı-dığı için önem arz etmektedir.

Stoacıların empirizmi, bilgi felsefesi açısından önemli bir karşıtlığı da akla getirmektedir. Tarihsel olarak sürekli empirist bilgi teorisiyle rekabet ha-linde bulunan bazı teoriler vardır. Bunlar arasın-da en fazla sözü edilen rasyonalizmdir (akılcılık).

Rasyonalizmin en etkili temsilcileri Sokrates ve Platon’dur. Onlar herkesin doğuştan bilgiye sahip olduğu kanaatindedirler. Sokrates bu düşüncesi ile uyumlu olarak kendisini “ebe” diye isimlendir-mekte, yöntemini ise “doğurtma” olarak tanım-lamaktadır. Ona göre, filozofun görevi insanların hâlihazırda sahip oldukları bilgiyi ortaya çıkarmak-tır. Platon da hocası ile benzer bir kanaate sahiptir.

Platon’a göre, bilmek hatırlamaktır. Ruh ve bede-nin birleşmesi unutma adını verdiğimiz hadiseyi ortaya çıkarır. Felsefe sahip olduğumuz fakat unut-tuğumuz bu bilgiyi ortaya çıkarma faaliyetidir.

Stoacıların empirizmi onları yalnız tikellerin mevcudiyetini kabul etmeye yöneltmiştir. Felse-fe tarihinde nominalizm olarak isimlendirilen bu yaklaşım tümel kavramların birer isim olmanın ötesine geçemeyeceğini iddia etmektedir. Stoacıla-ra göre de, var olduğunu söyleyebileceğimiz tek şey tikellerdir. Yalnızca tikelin kabulü Kinik öğretinin, bilhassa Antisthenes’in Stoacılar üzerindeki etkisini göstermektedir. Zira Antisthenes yalnızca tikel şey-lerin gerçekliğini kabul etmektedir. Stoacılar, buna dayanarak, her türlü bilginin aslında tikel şeyler üzerindeki tecrübelerden ve duyu algılarından kaynaklandığı sonucuna ulaşmıştır (Zeller, 2008).

Stoacıların nominalizmi ve empirizmi uyarınca, bilgi “şu” diye gösterebileceğimiz duyusal varlıklara dair tecrübe ve bu tecrübelerin sonucu olan kavram ve genel fikirlere dayanır. Bu bilgi anlayışında, bir imge, nesnesinin tam ve gerçek bir kopyası oldu-ğu, bir kavram benzeri şeylerin ortak nitelikleriyle uyuştuğu zaman doğrudur (Cevizci, 2015, s. 134).

Stoa düşüncesinde insan bilgi sahibi olmak suretiyle kendisini taşıyan doğanın yapısına ka-tılma imkânını yakalar. İnsan, böyle bir katılım eylemiyle, belirli bir biçimde Tanrı’nın kendisiyle de uyumlu olmayı başarır. Çünkü akıl tanrısal ru-hun insanların bedenine gömülmüş bir parçasıdır (Brun, s. 47). Bu açıdan bakıldığında, “niçin bilgi-ye ihtiyaç duyuyoruz?” ya da “insan niçin bilmek ister?” sorusunun salt bir merak sâikiyle açıklana-mayacağı ortaya çıkmaktadır. Stoacıların bilgiden bekledikleri pratik bazı sonuçlar da vardır. Hatta bilginin esasen bu pratik değer üretim gücü dolayı-sıyla elde edilmeye çalışıldığı dahi iddia olunabilir.

Eski Stoacıların Fizik ve Metafizik Anlayışı

Stoacıların fizik anlayışları materyalizme dayan-maktadır. Onlar, tıpkı Demokritos gibi, evrendeki tek gerçekliğin madde olduğu kanaatindedirler.

Fakat materyalist olmalarına karşın amacı dışlayan, mekanikçi bir doğa görüşünden uzak durmaya çalışmaları, muhtemelen, panteizmi benimsemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Panteizm Tanrı ile evreni (doğayı/fiziği) bir ve aynı gören dinî dü-şüncedir. Stoacılar doğa ile Tanrı’yı özdeş kabul et-mektedirler. Tanrı, bu düşüncede, evrenin dışında bulunan, aşkın bir varlık değildir. O evrene nüfuz etmiş, içkin bir varlıktır. Stoacılar Tanrı’yı madde-ye şekil verme konusunda usta bir zanaatkâra ben-zetirler. Onlara göre, Tanrı, büyük bir organizma olan evrenin çeşitli parçalarını amaçlı ve mükem-mel bir şekilde düzenlemiştir. Bu nedenle, evren her bir parçası diğerine organik olarak bağlı bu-lunan canlı bir bütündür (Cevizci, 2015, s 135).

Özünü Tanrı’nın teşkil ettiği böyle bir bütünün cansız ve atıl bir madde yığını olarak görülmesi ve onun salt bir zorunluluğun neticesi olarak ortaya çıkması Stoacılar açısından kabul edilebilir bir fikir değildir.

Özünü Tanrı’nın teşkil ettiği böyle bir bütünün cansız ve atıl bir madde yığını olarak görülmesi ve onun salt bir zorunluluğun neticesi olarak ortaya çıkması Stoacılar açısından kabul edilebilir bir fikir değildir.