• Sonuç bulunamadı

Antik Yunan düşüncesinin Thales ile Demok-ritos arasında kalan bölümü bir doğa felsefesidir.

Filozoflar evrenin ortaya çıkışı, onun temel yapısı, nesneler arasındaki ilişkiler, değişim ve hareket gibi hususları büyük oranda maddeci bir bakış açısıyla ele almışlardır. Demokritos doğa felsefesinin son aşamasını temsil etmektedir. Demokritos’u takip eden dönemde ilkçağ filozofları doğa felsefesinin tartışmalarını bir tarafa bırakarak doğrudan insanı merkeze almışlardır. Artık felsefenin başlıca tartış-ma konusunu insan ve insan ile ilgili meseleler teş-kil etmektedir. Bu döneme “antropolojik dönem”

adı verilmektedir. Antropolojik dönemin ilk tem-silcileri sofistlerdir.

Sofistler

Hiçbir felsefi düşünce bir anda, sebepsiz bir şekilde ortaya çıkmaz ve ansızın ortadan kalkmaz.

Söz gelimi plüralist filozoflar monist yaklaşımların etkisini şu veya bu oranda taşımaktadırlar. Benzer şekilde sofistler de doğa filozoflarının ortaya attığı bazı fikirlerden belirli ölçülerde etkilenmişlerdir.

Örneğin Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-şim olduğu yönündeki düşüncesi kimi sofistlerin rölativist bir bakış açısı geliştirmesindeki en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilebilir.

Felsefe tarihi kaynaklarında, antropolojik döne-min ilk temsilcisinin, başka bir deyişle ilk “insan felsefecisi”nin Sokrates olduğuna dair genel bir ka-bul vardır. İddiaya göre, Sokrates, felsefeyi gökten yere indiren, yaşam ve ahlak üzerinde düşünmeyi zorunlu kılan ilk filozoftur (Cicero, 1886, s. 257).

Böylelikle felsefe, Sokrates ile birlikte, doğayı konu edinen bir tasavvur olmaktan uzaklaşmış doğru-dan insanla ilgili meseleleri ele almaya başlamıştır.

Fakat bu iddiaya ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmakta fayda vardır. Zira Sokrates’ten önce felsefeyi insan mevzuu üzerine bina etmeye çalışan başkalarının mevcut olduğu da tarihsel bir vakıadır. Bunların en meşhuru sofistlerdir. Her ne kadar sofistlerin birer filozof olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar yürütülmüş ise de onların insan felsefesinin te-Öğrenme Çıktısı

Atom düşüncesinin çağ-daş meselelerle olan ilgisini ve arkhe fikrinin gelişimi-ni ayrıntılı olarak ele alan bir çalışma için Musta-fa Çakıroğlu’nun “Arkhe problemi bağlamında atom düşüncesinin tarihsel geli-şimi ve CERN deneyi” adlı yüksek lisans tezini incele-yebilirsiniz.

Antik-Yunan düşüncesinin yerleşik kabullerinden biri-ne göre, hiç bir şey yoktan var olamaz ve var olan hiç-bir şey yok olmaz. Plüralist-ler bu ilkeye dayanarak ne tür epistemolojik sonuçlar türetmiş olabilirler?

1 Monizm ve plüralizm kavramlarını tanımlayabilme

2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana hatlarıyla ifade edebilme 3 Demokritos’un ahlak anlayışını açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Anaxagoras’ın benimsediği yaratma anlayışı ile mono-teist düşüncenin benimse-diği yaratma fikri arasında gözlemlediğiniz benzerlik veya farklılıkları açıklayınız.

Antropoloji kavramı Yunanca anthropos (insan) ve logos (bilim) kavramlarından türetilmiş olup “insan-bilimi” anlamına gelmektedir. Felsefe tarihi açısından ise antropoloji, insan ile ilgili mevzuları felse-fenin gündemine alan yaklaşımları tanım-lamak için kullanılmaktadır.

mel meseleleri ile ilgili son derece önemli iddiaları gündeme getirdiklerine ve bu bakımdan felsefeye önemli katkılarda bulunduklarına işaret etmekte fayda vardır.

Sofistlerin Ortaya Çıkışı

Sofist kavramı ilkçağda genellikle şairleri ve fi-lozofları tanımlamak için kullanılmıştır. Felsefe ta-rihinde ise milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış bir düşünürler grubunu tanımlamak üzere kulla-nılmaktadır (Von Aster, 2015, s. 100). Sofist kav-ramı, Yunanca sophistai kavramından türemiştir ve bilgelik öğreten kişi anlamına gelmektedir (Störig, 2015, s. 198). Bu açıdan bakıldığında, sofistliğin olumlu bir duruma işaret ettiği düşünülebilir. Zira bilgeliği öğretmenin kötü bir yönü olamaz. Ne var ki felsefe tarihi açısından sofist kavramı önemli tartışmalara neden olmuştur ve çoğunlukla negatif bir anlamda kullanılmaktadır. Söz konusu negatif anlamın en önemli gerekçesi sofistlerin bilgeliği para karşılığında öğretmeleridir. Onlar şehir şehir dolaşan ve insanlara verdikleri dersler karşılığında yüklü miktarda para kazanan şahsiyetlerdir. Hal böyle olunca, bir sofistin yaptığı iş dönemin bilhas-sa entelektüel çevreleri tarafından ciddi bir tepki ile karşılanmıştır.

Tartışmalı birer figür olarak sofistlerin ortaya çıkışına zemin hazırlayan bir dizi tarihsel ve kül-türel gerekçeden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi sofistlerden önce ortaya konan felsefî mükteseba-tın niteliği ile alakalıdır. Sofistlerin ortaya çıktığı döneme kadar filozofların üzerinde fikir birliğine vardığı hemen hiçbir konu yoktur. Doğa filozof-ları arasındaki farklar bunun en canlı örneğidir.

Monistler ve plüralistler tamamen farklı iddiala-rın peşindedirler. Onlaiddiala-rın bir kısmı hylozoisttir (maddeye canlılık atfetmektedir), diğer bir kısmı ise canlılığı farklı unsurlara dayanarak açıklamaya çalışmaktadır. Plüralistler de kendi içlerinde yekpa-re değildir. Empedokles ile Anaksagoras’ın, Anak-sagoras ile Demokritos’un üzerinde fikir birliğine varabileceği noktalar yok denecek kadar azdır (Von Aster, 2015, s. 103). Dolayısıyla, sofistlerin mevcut felsefî “statüko”ya karşı bir tepkinin ürünü olduk-ları söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak, sofistler evrensel, objektif, hepimizin fikrini çepeçevre ku-şatacak bir düşünsel zeminin mevcut olduğu fikri-ne karşı çıkmaktadır. Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” sözü bunun en açık ifadesidir.

Sofistlerin ortaya çıkışına yol açan bir diğer neden ise dönemin toplumsal hayatında gözlenen köklü değişikliklerdir. İranlılarla girişilen savaşlar-dan sonra Atina devleti hem ekonomik yönden kalkınmış hem de demokratik standartlar bakı-mından gelişmiş ve daha katılımcı hale gelmiştir.

Gitgide zenginleşen Atina devletinde bununla koşut olarak eğitime duyulan ihtiyaç da artmıştır (Gökberk, 2016, s. 39). İnsanlar devletin hem zen-ginliğinden hem de bürokratik işleyişinin ürettiği siyasi güçten daha fazla faydalanabilmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Profesyonel birer eğitimci olarak ortaya çıkan sofistler insanların bu ihtiyacını karşılama iddiasındadırlar. Onların sunmayı teklif ettiği eğitim insanların ulaşmak istedikleri hedef-lerle uyumludur. Sofistlerin ortaya çıktığı dönem-de eğitim, çoğu zaman olduğu üzere, pragmatik değeri dolayısıyla önemsenmektedir. İyi eğitim al-mış bir Atinalı parlamentoda, mahkemede, çarşıda, pazarda kendi fikirlerini daha etkili ve ikna edici bir şekilde dile getirebilecektir. Siyasetin büyük oranda söze dayalı olduğu da göz önünde bulun-durulursa, gerek toplum nezdinde gerekse devlet kademelerinde yükselmek ancak iyi bir eğitim al-makla mümkün olacaktır. Sofistlerin insanlara sun-İlkçağda sofist denince akla bilgeler ve filozoflar

gelmektedir. Örneğin Yedi Bilge (Thales, Pit-takos, Bias, Solon, Kleobulos, Myson ve Chi-lon) sofist olarak isimlendirilmektedir. Bununla birlikte, kavram zaman içerisinde olumsuz bir içeriğe sahip olmuştur. Bunun başlıca nedeni so-fistlerin ortaya koydukları düşüncelerdir. Onlar bir yandan rölativist bir bakış açısıyla bilginin imkânsız olduğu yönünde bir fikri öne sürmüş-ler, diğer yandan ise yerleşik toplumsal düzen açısından tehlikeli addedilen çeşitli fikirler orta-ya atmışlardır. Kendilerine felsefe tarihinde yük-lenen olumsuz imajın yanı sıra sofistlerin felsefî müktesebata sağladığı katkıyı da göz önünde bulundurmak gerekir.

dikkat

duğu hizmet bu nedenle oldukça cazip görünmüştür. Nitekim sofistler gittikleri tüm şehirlerde kalabalık kitlelere hitap etme imkânına kavuşmuşlar ve bu imkânı hem para kazanmak hem de fikirlerini toplumun büyük kısmına aracısız bir şekilde ulaştırabilmek bakımından etkili bir şekilde kullanmışlardır.

Resim 3.2 İranlılar ile Atinalılar Arasında Gerçekleşen Savaşlardan Birine (Maraton Savaşı) Ait Çizim

Sofistlerin Etkili Silahı: Retorik

Sofistler profesyonel birer eğitimcidirler ve onların en belirgin özelliklerinden biri de retorik alanındaki ustalıklarıdır. Onlar konuş-ma sanatının inceliklerine vakıftırlar ve çok iyi birer konuşkonuş-macıdırlar.

Sofistlerin insanlara para karşılığında kazandırmayı vaat ettikleri en önemli nitelik de budur. Onlardan ders alanlar iyi birer konuşmacı olacak ve insanları etkileyebileceklerdir.

Retorik neden bu kadar rağbet görmektedir?

Bu sorunun cevabını da dönemin toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarında aramak gerekmektedir.

Dönemin Atina’sında iyi bir konuşmacı olmak kişiye büyük bir saygınlık kazandırmaktadır. Devlet iş-lerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı politik mecralarda retoriğin etkisi büyüktür. İyi bir konuşmacı politik süreci istediği yönde etkileyebilmektedir. Ayrıca retorik adlî mevzularda da etkili bir araçtır. Davacı ile davalının hâkim karşısında yaptıkları konuşma, çıkacak kararların niteliğini etkilemektedir (Von Aster, 2015, s. 102). Daha açık bir ifadeyle, kim iddiasını daha etkili bir şekilde savunursa dava onun lehine sonuçlanmaktadır. Bu nedenle insanlar retorikte ustalık kazanabilmenin yollarını aramışlar ve sofistlerden cazip bir öneri almışlardır.

Sofistler halk nezdinde rağbet görmüşler fakat entelektüellerin direnci ile karşılaşmışlardır. Entelektüel çevrelerden aldıkları tepkinin ve sofist kavramına negatif bir anlam yüklenmesinin çeşitli nedenleri vardır şüphesiz. Her şeyden önce, sofistler gezici öğretmenlerdir. Onlar şehir şehir dolaşarak insanlara verdikleri eğitim karşılığında hiç de küçümsenemeyecek miktarda para kazanmaktadırlar. Bu, dönemin aristokrat ve entelektüel kesimi açısından bir eleştiri nedenidir. Söz konusu eleştiri bilgiyi para karşılığında satmanın dı-şında ikinci bir gerekçeye de dayanmaktadır. O dönemde, beden gücü ile çalışmak küçümsenmesi gereken bir davranış kabul edilmektedir. Örneğin, daha sonra yaşamış olmakla birlikte, Aristoteles köleliği tam da bu nedenle meşrulaştırmaktadır. Köle beden gücü gerektiren işlerde çalışmalıdır ki efendilerin düşünsel mevzulara ayıracak zamanı olsun. Öte yandan, mesleğiyle geçinen zanaatkarların da söz konusu toplum nezdinde herhangi bir saygınlığı yoktur. Sofistlerin ders vermeyi bir meslek haline getirmeleri ve

dersleri-Retorik iyi ve etkili konuşmak, güzel söz söylemek, belagat sa-hibi olmak gibi anlamlara gel-mektedir.

ni para karşılığında vermeleri o dönemin toplumu tarafından hoş karşılanmamış (Von Aster, 2015, s. 101) ve sofist kavramı bu nedenle olumsuz bir anlam kazanmıştır. Esasen, bu kendi içinde başka bir eleştiriyi de kapsamaktadır. Sofistlerin bir kısmı köleliğin doğal bir kurum olmadığı kanaatindedir-ler. Bu kanaat eşitlikçi bir fikirle yan yana getiril-diğinde sofistlere niçin olumsuz bir gözle bakıldığı daha anlaşılır hale gelmektedir. Kölelik kurumu dönemin toplumsal hayatında önemli bir yere sa-hiptir. Sofistler şüpheciliklerini toplumsal bir norm olarak kabul edilen köleliğe de teşmil edince insan-ların eleştirilerine hedef olmuşlardır. Bu, sofistlere yönelik tepkinin yalnızca entelektüel kaygılardan türetilmediği anlamına gelmektedir. Eleştirilerde sosyal ve siyasal gerekçelerin payı bulunduğuna işa-ret etmek uygun olacaktır.

Başlıca Sofistler

Felsefe tarihinde pek çok sofistin ismi geçmek-tedir. Bunlar arasında bazıları diğerlerine nazaran daha fazla ön plandadırlar. Örneğin Protagoras (MÖ 481 – 411) ve Gorgias (MÖ 483 – 375) bunlar arasında en meşhurlarıdır. Prodikos (MÖ 465 – 399), Antiphon, Thrasymachus (MÖ 459 – 400), Kallikles, Kritias (MÖ 460 – 403) ve Hip-pias (MÖ 460 – 399) da meşhur sofistler arasında yer almaktadır.

Sofistlerin ortaya koyduğu düşünceler göz önünde bulundurulduğunda, ortak bir felsefî çer-çeveden bahsetmek zordur. Onlar başta bilgi ve ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi alanlarda kimi zaman birbirinden farklı fikirleri benimsemişlerdir. Fakat gündeme getirdikleri iddi-alar ile önemli felsefî tartışmiddi-alara yol açtıkları bir vakıadır.

İlk sofist yaklaşık olarak milattan önce 490 ile 420 yılları arasında yaşamış olan Protagoras’tır.

Protagoras bir rölativisttir. Ona göre, “insan her şe-yin ölçüsüdür”. Yani, insan neye doğru ve iyi derse o şey doğru ve iyi, neye yanlış ve kötü derse o şey yanlış ve kötüdür. Neyi nasıl nitelendireceğimiz ise ancak elde edeceğimiz faydayla açıklanabilir.

Pragmatik bir niteliğe sahip olan bu yaklaşım, yar-gılarımızda dayanabileceğimiz evrensel bir ilkenin olamayacağı anlamına gelmektedir. Bu itibarla, Protagoras şüpheciliğe doğru önemli bir adım at-mış olmaktadır.

Protagoras’ın rölativizmi bağlamında iki husu-sun özellikle ayırt edilmesi mümkündür. Birinci-si, bütün insanları kapsayan evrensel bir doğruluk yoktur. Birinin doğru dediğine başka biri pekâlâ yanlış diyebilir. İkincisi, bireyin bizzat kendisi açısından, bütün eylemlerini dayandırabileceği herhangi bir nesnel ilkenin mevcudiyetinden bah-sedilemez. Şu an iyi dediğim şeye bir sonraki an kötü diyebilirim. Protagoras bu düşünceyi ortaya atarken Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-şimin olduğu fikrinden yararlanmış gözükmek-tedir. Onun rölativizminin dayandığı en önemli unsur her şeyin sürekli değişiyor olmasıdır. Her şey sürekli değiştiği için, diye düşünüyor gözük-mektedir Protagoras, bir şeye “bu şudur” demek, yani bir yargıda bulunmak imkânsızdır. Fakat onu Herakleitos’tan ayıran önemli bir noktadan bahset-mek gerekbahset-mektedir. Herakleitos, değişimle birlikte bilginin mevcudiyetine de kanidir. Başka bir deyiş-le, Herakleitos evrende gözlemlediği değişimden, akıştan hareketle bilginin imkânsız olduğu sonu-cuna ulaşmamıştır. İnsan değişime ayak uydurabil-diği, başka bir deyişle, değişime uygun bir zihinsel donanıma sahip olduğu için bilgiyi elde edebil-mektedir. Oysaki Protagoras değişim hakkındaki gözlemlerinden şüpheci bir sonuç çıkarmıştır. Ne-yin ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olamayaca-ğımız için düşünen beni ve bütün insanları kapsa-yan evrensel bir doğruluktan bahsedemeyiz. Bilgiye ulaşmak bu bakımdan imkânsızdır.

Protagoras’ın şüpheciliğine vurgu yapan bir diğer meşhur önermesi Tanrıların mevcudiyeti hakkındadır. O, tanrıların var olup olmadıkları sorusuna cevap verme hususunda çaresiz olduğu-nu söylemektedir. Protagoras’a göre, bu çaresizli-ğin iki nedeni vardır. Birincisi, tanrıların duyularla algılanamaması, ikincisi ise insan hayatının kısa Sofistlerden günümüze yazılı bir eser kalmamıştır.

Walther Kranz’ın Antik Felsefe adlı eserinde onlar-dan kalan bazı pasajlar yer almaktadır. Bununla birlikte, başta Protagoras ve Gorgias adlı diyalogları olmak üzere Platon’un çok sayıdaki eseri sofistle-rin fikirlesofistle-rinin ayrıntılı bir tasvir ve tartışmasını içermektedir. Ayrıntılı bilgi elde etmek için söz konusu diyaloglara başvurulabilir.

dikkat

yabilseydik bile, bu, Protagoras’ın ulaştığı sonucu değiştirmeyecektir. Zira duyular temin ettikleri veri bakımından güvenilmezdirler.

Öte yandan, Protagoras, her şey üzerine bir-birine zıt iki söz söylenebileceği ve bu iki sözün kuvvet bakımından birbirine denk olacağı iddiası ile de şüpheciliğini derinleştirmektedir. Helenistik dönemdeki şüpheciler, bilhassa Phyrrhon ve öğren-cileri de Protagoras’ın bu gerekçelerini kendi öğre-tileri açısından bir dayanak olarak kullanacaklardır.

İnsanların retoriğe ihtiyaç duymasının bir diğer gerekçesi Protagoras’ın bu son iddiasına dayalı ola-rak tespit edilebilir. Her şey üzerine bir birbirine zıt iki şey söylenebilir ise ve söz konusu iki zıt şey kuv-vet bakımından birbirine denk ise, bu, doğrunun yanlıştan ayırt edilemeyeceği, hatta giderek doğru ve yanlış diye iki farklı kategoriden bahsedilemeye-ceği anlamına gelecektir. Doğruluk ve yanlışlık gibi haklılık ve haksızlık da birbirinden ayırt edileme-yecektir. Haklı ve haksız yok ise, başka bir deyiş-le haklıyı haksızdan ayırt etmemiz mümkün değil ise, o zaman kimin haklı olduğundan ziyade kimin haklı görüldüğü üzerinde durmak gerekecektir.

Haklı görülen kişi, kendi görüşünü en güzel ve en inandırıcı şekilde dile getiren, fikirlerini başarılı bir şekilde savunan ve insanları ikna eden kişidir (Störig, 2015, s. 199). Bunu yapabilecek olanlar ise ancak kendilerini retorik alanında geliştirmiş ve bu alanın ustalarından ders almış kişiler olabilir. Bu aynı zamanda sofistlerin felsefeye yüklediği işlevdir.

Protagoras’ın rölativizmi Herakleitos’tan esin-lenmiştir. Onun şüpheciliğinin de Demokritos’un etkisini taşıdığı iddia edilebilir. Hatırlanacağı üze-re, Demokritos görünüş ve gerçeklik arasında bir ayırım yapmaktadır. Bu ayırım sonraki dönemler-de şüpheciliğin doğuşu açısından bir dayanak teş-kil etmiştir. Protagoras’ın şüpheciliğinin en önemli

gerekçelerinden biri de duyuların bize sunduğu verilerin güvenilemez oluşudur. Protagoras, duyu verilerinin bu güvenilmezliğine de dayanarak, şüp-he unsurunu düşünce dünyasının merkezine yer-leştirmiştir.

Sofistlerin Belli Başlı Düşünceleri Sofistlerin yekpare bir düşünsel çerçeveye sahip olmadıklarına yukarıda işaret edilmişti. Onların birbirlerine en fazla bilgi hakkında yürüttükleri tartışmalar vesilesiyle yaklaştığı söylenebilir. Ör-neğin bilginin imkânsızlığı hususunda Protagoras ve Gorgias ortak bir kanaate sahiptir. Bununla birlikte, bu iki isim, bilginin imkânını reddeder-ken tamamen farklı gerekçelere dayanmaktadırlar.

Protagoras’ın bilgiyi inkâr etmesine neden olan şey doğru ile yanlışı birbirinden ayırmamızı sağlayacak bir ölçütün bulunmayışıdır. Oysaki Gorgias ni-hilist bir yaklaşımla varlığı yadsıdığı için bilginin imkânsız olduğunu düşünmektedir. Gorgias’ın meşhur önermeleri ile ifade etmek gerekirse: hiçbir şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkaları-na aktaramazdık (Sprague, 1972, s. 42). Bu öner-melere şöyle bir ilavede bulunmak da mümkün gözükmektedir: Bildiklerimizi başkasına aktarabil-seydik bile, aktardığımız kişinin bizimle aynı fikre sahip olduğundan asla emin olamazdık.

Devlet ve hukuk meselesinde sofistler arasın-daki makas daha da açılmaktadır. Protagoras ve Antiphon bugün “toplum sözleşmesi” olarak isim-lendirilen bir fikri benimsiyor ve insanların eşitliği-ne vurgu yapıyorken sonraki sofistlerden bazıları, örneğin Kallikles, toplumsal hayattaki çatışmaya, bireyler arasındaki güç mücadelesine daha fazla yer ayırmaktadır. Thrasymachus’a göre, huku-kun en temel nosyonu olarak kabul edilen adalet yasalara uymaktan ibarettir. Yasa ise hâkimlerin yargıladıkları kişilere kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerinin bir ifadesidir. Başka bir deyişle, yasa, iktidarın güç ve iradesinin tecessüm etmiş halidir.

Bu nedenle, devlet ancak bir güç kavgasına dayalı olarak açıklanabilir. Protagoras’ın benimsediğine benzer bir toplumsal sözleşme fikrinin herhangi bir geçerliliği yoktur. Öte yandan, Kallikles de tıpkı Thrasymachus gibi düşünmektedir. Ona göre, in-sanları adaletli olanlar ve adaletli olmayanlar diye ikiye ayırmak yerine, zekiler ve aptallar olarak ikiye ayırmak gerekir. Zekiler kendi iradelerini aptallara dayatmanın çok kurnazca yollarını bulurlar (Von Sofistlerin felsefe tarihinde

olum-suz bir imaja sahip olmalarının en önemli nedenlerinden biri felsefeyi hakikate ulaşmanın değil, insanları ikna etmenin (kandırmanın) bir yolu olarak görmeleri ve kullanma-larıdır.

dikkat

Aster, 2015, s. 104). Bu yol kimi zaman ahlak, kimi zaman ise din şeklinde tecelli etmektedir. Ahlak, zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan alıkoymak için ürettikleri bir kavramdır. Güçlüler ancak aptal olduklarında bu kavramın etkisi altın-da kalır ve güçlerini kullanmaktan vazgeçerler.

Sofistlerin felsefe tarihine kazandırdıkları en önemli tartışmalardan biri de nomos (kanun) ve physis (doğa) arasındaki ayırıma dayanmaktadır.

İnsanlar din, ahlak, hukuk gibi alanları doğaya dayanarak mı inşa etmektedirler yoksa bunlar ta-mamen insanlar arası bir uzlaşıdan mı türetilmek-tedir?

Bu soruya hemen her sofist kendince cevap ver-miştir. Antiphon’un bu kapsamda söyledikleri ol-dukça dikkat çekicidir. Ona göre, toplum içerisin-de insanlar belirli uzlaşımlara dayalı olarak üretilen kanunlara tabidirler ve doğru olan bu kanunlara uymak ve insanların uymasını sağlamaktır. Fakat yine de doğanın kendisini öncelemek gerekmek-tedir. Kanunların buyrukları keyfî bir şekilde be-lirlenmektedir, doğanın buyrukları ise zorunludur (Kranz, 2014, s 207). Uzlaşı bir noktada şu anlama gelir: Zorunluluk olmadığı için, kanunların hayata aktarılmasında istisna kabul edilebilir. Kimsenin görmediği bir anda, yapılmaması gerektiği husu-sunda üzerinde bir uzlaşı sağlanmış herhangi bir eylemi gerçekleştiren biri ceza almaktan kurtulabi-lir. Fakat doğanın yasakladığı herhangi bir eylemi gerçekleştiren biri, kendisini birilerinin görüp gör-memesinden bağımsız olarak, bizzat hakikatle yüz yüze olduğu için kötü bir şey yapmış kabul edilir.

Antiphon toplumun iyi kabul ettiği şeylerin ço-ğunlukla doğaya aykırı olduğunu düşünmektedir.

Örneğin toplum içerisinde saygınlık soyla birlikte düşünülür. Soylu olanlara saygı duyulur. Soylu

Örneğin toplum içerisinde saygınlık soyla birlikte düşünülür. Soylu olanlara saygı duyulur. Soylu