• Sonuç bulunamadı

3.3. Enerji Güvenliği Bakımından Hazar Bölgesi Üzerinde Ülkesel ve Bölgesel Rekabet

3.3.6. Hazar Bölgesi Üzerinde Jeo–Stratejik Rekabet

Rusya ve Sovyetlerin Orta Asya ve Hazar Bölgesi’ndeki hâkimiyeti yüz yıldan fazla sürdü. 1991 yılının Aralık ayında Sovyetler Birliği’nin dağılması bir güç boşluğu meydana getirdi ve bu durum hem komşu devletlerde hem de uzaktaki bir süper gücün etkisinin artışını tetikledi. Böylelikle bazı analistler bölgedeki jeopolitik rekabeti, Soğuk Savaş sonrası bölgedeki jeopolitik rekabet olarak tanımlamaktadırlar.

1995’in başından beri Orta Asya ve Hazar’daki bölgesel ve uluslararası rekabet deneyimi bölge ile ilgili herhangi bir analiz yapılırken bir kaç faktörün göz önüne alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. İlk olarak, Orta Asya Hazar devletleri, askeri bakımdan nükleer kapasiteye sahip dört millet ile çevrilmiştir (Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan). Bir başka komşu Türkiye NATO üyesidir ve diğer komşu devlet olan İran nükleer programa sahiptir ve ABD tarafından nükleer silah geliştirmekle suçlanmaktadır. Dahası 11 Eylül terörist saldırılarına yola açan Afganistan’daki istikrarsızlık ve ardından gelen savaş bütün bölgenin istikrarı için devamlı bir tehlike oluşturmuştur. Kısacası bölgedeki askeri ve stratejik gücün dengesi kırılgan bir durumdadır. İkincisi; ABD’nin Afganistan’daki terör savaşı Orta

Asya’daki bazı devletlerin stratejik önemini artırmıştır. Washington El–Kaide ve Taliban ile savaşmak için bölgede askeri güçlere ihtiyaç duymaktadır. Üçüncüsü; Rusya’nın, Çin’in ve İran’ın arka bahçesinde son dönemlerde artan ABD’nin askeri varlığı bu üç ülke tarafından hoş karşılanmamaktadır. Terörist savaşına karşın en başta ortaya çıkan işbirliği anlayışına rağmen Moskova, Pekin ve Tahran, artan bir şekilde ABD’nin arka bahçeleri olarak gördükleri yerdeki faaliyetlerinden rahatsızlık duymaktadırlar. Dördüncüsü; ABD, Rusya, Çin ve bazı Asya ve Hazar devletleri kendi tanımlarınca bir terörist tehdit ile karşı karşıyadırlar. Bu tehdit, bu ülkelere ortak bir mücadele zemininde, “ortak düşman”a karşı stratejik işbirliği kazandırmaktadır. Fakat bu ülkelerin tehdit algılamaları ve mücadele yöntemleri birbirleri ile pek benzerlik göstermemektedir. Beşincisi; Hazar’ın hidrokarbon zenginliği, bölgesel ve uluslararası aktörlerin tam ortasında bulunmaktadır. Birleşik Devletler dünyanın en büyük petrol ithalatçısı iken Rusya, dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi ve Suudi Arabistan’dan sonra ikinci en büyük petrol ihracatçısıdır. Çin ise, 2003’ten beri ABD’den sora ikinci en büyük petrol ithalatçısıdır. Bu devletlerin her biri Hazar Bölgesi’ndeki potansiyel büyük enerji pastasından bir parça almak istemektedirler. Altıncısı; bölge enerji kaynaklarının hızlı ve tam gelişimi bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki şiddetli rekabetten dolayı yavaşlamaktadır. Yavaş yavaş birçok devlet, Hazar enerji kaynakları üzerindeki artan rekabetle bütün isteklerini yerine getiremeyeceği noktasında bir kanaate varmaya başlamışlardır. Tersine, artan bir şekilde Rusya, Amerika, İran ve Türkiye, ortak bir zemin bulmakta; bölgenin petrol ve gaz boru hattı programlarını geliştirmek için birlikte çalışmaktadırlar.

Kısaca ABD, Rusya, Çin, İran ve Türkiye’nin 1991’in başlarından beri olan Hazar Bölgesi politikalarını konu edinen bu analizde, sonuç olarak, ABD, Rusya, Çin, İran, Türkiye ve diğer bölge devletleri arasındaki rekabete ilave olarak, her bir devletin arasında stratejik ve ekonomik çıkarlardan dolayı ayrı bir rekabet meydana gelmiştir. Diğer bir deyişle, Hazar’a yönelik tek bir Amerikan veya Rus politikasından bahsedilemez olmuştur. Bunun yerine dış politika amaçları ve stratejik konumlar her bir oyuncunun yerini belirleyen ve formüle eden ticari durumlarla rekabet etmektedir.

ABD, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Orta Asya ve Hazar’daki bağımsız devletlerin ortaya çıkması, ABD için bir sürprizdi. Bölge ilk zamanlarda Amerikan çıkarlarına hizmet etmekteydi. 1990’ların başlarında Amerika bu devletlerle olan politikasını hemen hemen belirlemişti. İlk zamanlar, Orta Asya’daki Kitle İmha Silahlarının yok edilmesine odaklanan ve Kazakistan’da bulunan Sovyet nükleer silahlarına el koyan ABD,

finansal inisiyatifler alarak ve siyasi baskı uygulayarak bölgenin konvansiyonel olmayan nükleer güçlerden başarıyla temizlenmesi için çaba sarfetmiştir.

Hazar Denizi’nde varolan hidrokarbon zenginliği, Washington için enerji kaynakları çeşitlendirmek ve Orta Doğu’ya olan bağımlılığını azaltmak için önemli bir fırsat sunmaktadır. Büyük Amerikan şirketleri, Azerbaycan ve Kazakistan’da petrol ve doğalgaz arama ve geliştirme faaliyetleri için anlaşmalar imzalamışlardır. 11 Eylül saldırılarının ardından başlayan terörle mücadele savaşı, Orta Asya’ya stratejik bir önem kazandırmıştır. Taliban ve El–Kaide ile Afganistan da çatışmak ve El–Kaide ile yakın bağları olan Özbekistan İslam Hareketi gibi dini gruplar ile mücadeleyi artırmak gibi amaçlar için Washington, bölgedeki bir kaç ülke ile işbirliği geliştirmeye çalışmıştır.

ABD’nin artan bir şekilde Orta Asya ve Hazar Bölgesine nüfuz etmeye çalışması Washington’un İran ve Rusya’yla olan stratejik ilişkilerini yansıtmaktadır. 1979 İran Devrimi’nden bu yana İslam Cumhuriyeti ile hasmânî ilişkiler içerisinde olan ABD’nin Orta Asya’daki önemli bir diplomatik amacı, İran’ın bölgedeki etkisinin yayılmasını önlemektir.

1990’ların başlarında ABD, Moskova’nın etki alanı dediği ya da yakın sınırlar olarak adlandırdığı Rusya bölgesine müdahale etmek istememiştir. Bununla birlikte Orta Asya ve Hazar’daki artan ticari ve stratejik çıkarlar, ABD’yi ekonomi, diplomasi ve askeri yönden güçlendirmiştir.

Bölgedeki pozisyonu güçlendirmek için ABD, birçok tek ve çok taraflı yöntemler kullanmıştır. Bu yöntemler, Azerbaycan, Kazakistan ve Özbekistan’la yakın askeri ilişkileri içermekle beraber Bush yönetimi, Azerbaycan donanmasının petrol zengini kıyısındaki platformlarını koruması için Hazar Denizi’nde birçok askeri tatbikatı ortaklaşa yapmışlardır (Berman, 2004:62).

2000 yılının ortalarında ABD Hükümeti Azerbaycan ve Kazakistan’a hava, deniz ve kara sınırlarında karşılıklı kontrol sağlamak amacıyla “Hazar Koruma Gücü” denilen birlikler kurmuştur. Bu özel birliklerin misyonu, petrol bölgelerine ve borularına, muhtemel terör saldırıları dâhil, acil durumlarda hızlı bir şekilde müdahale etmektir. Çatışma yöntemi ve barışı sağlama programı adı altında askeri yardımı içeren barış ortaklığı programını oluşturmak (Neil, 2004:452) ise, bahsedilen askeri işbirliğinin bir başka örneğidir.

Washington ve bazı Orta Asya devletleri, arasındaki artan askeri işbirliğine ilave olarak, ABD, Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova’yı içeren bir informal bölge grubu adı altında GUVAM Açılımı’nı desteklemiştir. GUVAM Açılımı’nda Rusya’nın etkisinden uzak, bağımsız bir işbirliği güçlendirmek amaçlanmıştır. 2000’lerde ABD, Ukrayna (Turuncu Devrim) Gürcistan (Pembe Devrim/Gül Devrimi) ve Kırgızistan’daki gelişmelerde olduğu gibi, Orta Asya ve Hazar Bölgesi’nde demokrasiyi ilerletmek için önemli bir siyasi destek sağlamıştır.

Rusya’nın durumuna bakıldığında ise, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına rağmen, Rusya’nın askeri ve siyasi kuruluşunda yer alan birçok güçlü üye, eski Sovyet Cumhuriyetleri ile güçlü bağlarını koruyarak, “Büyük Rusya” düşüncesini sürdürdüler. Moskova’nın Orta Asya ve Hazar Bölgesi’ndeki, güçlü ve stratejik, siyasi ve ekonomik çıkarlara sahip bölgesi, Rusya’nın askeri bahçesi veya yakın sınırı olarak görüldü. ABD’nin ise Rusya’nın etki alanına artan bir şekilde nüfuz etmesi, büyük bir kuşku ve kızgınlığa neden oldu. 11 Eylülden sonra Rusya, ABD’nin, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’da askeri varlığını ve bu ülkelerdeki hava savasını kullanmasını kabul etti. Fakat geleneksel olarak anti–Amerikancı bir tutum gösteren Rus güvenlik servisi bürokratlar bu duruma karşı sert bir muhalefet gösterdiler.

ABD’nin Orta Asya’ya nüfuzunu engellemek için Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetleri ile olan bağlantılarını kuvvetlendirmek ve işbirliğini sağlamak için bölgesel organizasyon olarak, Bağımsız Devletler Topluluğu’nu ve Toplu Güvenlik Antlaşması Organizasyonu’nu kurmuştur. Bununla birlikte Rusya, siyasi niyetini göstermek ve bölgedeki stratejik ve ticari çıkarlarını savunmak için askeri kapasitesini sergileyen, tatbikatları Hazar Denizi’nde gerçekleştirmiştir. Rusya ekonomisi, İran Körfezi kadar hidrokarbon kaynaklarına bağımlı değildir. Yine de petrol ve gaz, Rus ekonomisinde önemli bir rol oynamaktadır. Buna bağlı olarak Moskova, Hazar Denizi’ndeki hidrokarbon kaynaklarının geliştirilmesinde büyük bir duyarlılık ve ilgi göstermektedir. Moskova Hükümeti ve Rus şirketleri çıkarlarına ulaşmak için farklı yöntemler uygulanmaktadırlar. Rus gazının üretimini elinde bulunduran GASPROM, hemen hemen Türkmenistan’ın tüm doğalgazını satın almaktadır. Bu petrol şirketi, aktif olarak Batılı ortaklarıyla işbirliği içinde arama ve geliştirme faaliyetlerine katılmaktadır. Daha önemlisi, önemli miktarda Hazar petrol ve gazı, Rus limanlarından dünya piyasalarına arz edilmektedir.

Çin, diğer ortaklar gibi, Orta Asya ve Hazar Denizi’nde önemli stratejik ve ticari çıkarlara sahiptir. Bölge, Pekin’in, İslam dünyasıyla (Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan ve Tacikistan) doğrudan temasını sağlamaktadır. Çin, büyük bir Müslüman topluluğuna sahiptir ve yıllarca Uygur hareketine karşı savaşmaktadır. Bununla birlikte bu iki büyük gücün çıkarları, kendilerine yöneltilen tehditlerle mücadele etmek hususunda örtüşmektedir (Boris, 2002:62).

Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan ile birkaç devletin Şanghay İşbirliği Organizasyonu kurmaları şaşırtıcı görülmemelidir. Nitekim orijinal olarak bu organizasyonun amacı, taraflar arasındaki sınır sorunlarını çözmektir. Fakat 1996’da kurulmasından sonra bu organizasyonun amacı, aşırı hareketlerle mücadeleye dönmüştür.

Bu stratejik ve güvenlik tedbirinin yanında Çin’in, Hazar hidrokarbon kaynakları üzerinde büyük çıkarları bulunmaktadır. Çin’in enerji talebi dünyadaki birçok ülkeden fazladır ve özellikle petrol piyasası 1990’ların ortalarından beri farklılaşmıştır. Çünkü Pekin artan bir şekilde kömürden petrole döndüğü için birçok sanayileşmiş ülkenin aksine 1973 petrol krizinin ekonomik ve siyasi sonuçlarıyla daha kolay mücadele etmiştir. 1993’te Çin petrol ithalatçısı olmuş ve on yıl sonra, 2003’te dünyanın en büyük petrol tüketicisi olarak Japonya’yı geçmiştir. Bunda ulusal üretimin artan talebe yetişememesi etkili olmuştur.

Artış göstermekte olan petrol ve gaz üretim ve tüketimi arasındaki boşluğu doldurmak için Çin petrol şirketleri, bütün dünyada güvenli kaynaklar aramaya başlamışlardır. Çin’in, Kazakistan’ın hidrokarbon kaynaklarında önemli çıkarları bulunmaktadır. Birbirleriyle uzun sınırlara sahip olan İki ülkeden Kazakistan’ın üretimi, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın üretiminden daha fazla olmasıyla beraber Kazakistan daha büyük petrol rezervlerine sahiptir.

2004’ün Mayıs ayında iki devlet, petrol boru hattı projesinin ikinci kısmı olarak adlandırılan ortak bir deklarasyona imza attılar. Projenin amacı, net olarak, Kazakistan’ın petrol üretimi artırması ve birçok rota üzerinden gaz taşımasıdır. Bu arada Çin’in de, devasa ekonomik performansını sürdürmesi için büyük miktarda petrol ithal etmesi gerekmektedir.

1991’den beri Türkiye’nin Hazar politikası, ekonomik çıkarlarıyla beraber tarihi bağlarla desteklenmektedir. Geleneksel olarak Bölge, Türk ve İran kültür mirasına sahiptir. Bununla birlikte Rusya’nın elli yıllık yönetimi ve arkasında 70 yıllık Sovyetler hâkimiyeti kararlı bir şekilde Orta Asya devletlerini hem İran’dan hem de Türkiye’den izole etmiştir.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Ankara bu tarihi bağlantıyı yenileme ve aktif hale getirmeye çalışmaktadır. Ankara, Orta Asya’yı, Türkiye’nin stratejik derinliği olarak algılamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin çökmesinden kısa süre sonra bu devletleri tanımayı garanti etmiş ve büyükelçilikler açmıştır. Tarihi ve kültürel bağların yanında diplomatik inisiyatifler, Türkiye’nin Hazar enerji kaynaklarındaki güçlü çıkarlarını yansıtmıştır.

Türkiye’nin kendi petrol ve gaz üretimi, ihtiyacının çok azını karşılamaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin enerji tüketimi, üretiminden daha fazla artmakta ve hızlı bir şekilde Türkiye’yi enerji ithalatçısı haline getirmektedir. Sonuç olarak Türkiye’nin stratejik konumu, Türkiye’yi bir yandan İran ve Körfez Bölgesi ile Hazar Denizi’nden gelen gaz ve petrol arzında bir tedarikçi, diğer yandan da Avrupa tüketim pazarı arasında doğal bir köprü yapmaktadır. Bu minvalden Türkiye, kendini, “Hazar petrolü ve gaz taşımacılığı için Avrupa’ya giden rota” olarak tanımlamakta ve mevcut jeopolitik konumu da bunu doğrulamaktadır. Bununla birlikte Türk şirketleri, aktif olarak bölgede hidrokarbon araştırma ve geliştirme faaliyetlerine katkıda bulunmaktadır (Gawdat, 2005:14).

Ankara gibi Tahran da, Sovyetler Birliği’nin dağılışını yeni mutabakatlar ve fırsatlar için bir başlangıç olarak görmektedir. İranlı analistler açısından ileri sürülen en büyük risk, aşırı milliyetçilik hareketlerinin meydana gelmesi ve siyasi kurumların zayıflığının, devletin yönetilmemesine ve iç savaşa yol açması olarak kabul edilmektedir. Olumlu bir perspektifte bakıldığında, İran’ın ulusal taşımacılık alt yapısı ile birlikte Orta Asya ve İran körfezi arasındaki durumu, İran’ın, dünya piyasalarına çıkışı olmayan Hazar devletleri ile uluslararası piyasalar arasında önemli bir işlev yüklemektedir.

Türkiye ve İran’ın rol ve çıkarları dikkate alındığında, Sovyetler Birliği’nin dağılışından kısa bir süre sonra Orta Asya’da, Ankara ve Tahran arasında, bir rekabet başladı. Fakat bu durum, Türkiye ve İran arasında 1990’ların başında ikili ilişkilerin gelişmesiyle yumuşadı (Herzing, 2004:507).

İran, Orta Asya ve Hazar Bölgesindeki politikasını oluştururken bazı faktörlerden etkilenmektedir. Birincisi, İran, Orta Asya devletleri ile güçlü kültürel ve tarihi bağlarını önemsemektedir. İkincisi, aslında birkaç yüzyıl önce bu devletlerin bazıları İran imparatorluğunun bir parçasıydı. Rusya ve Çin gibi, İran da, Orta Asya’yı arka bahçesi olarak görmekte ve ABD varlığına ve etkisine karşı çıkmaktadır. Son olarak, Tahran, Hazar petrol ve

gaz kaynaklarında büyük çıkarlara sahip bulunmaktadır. Başarısız olmasına rağmen İran, 1990’ların başından beri Hazar’a komşu olan dört devletle Hazar’ın yasal statüsüyle ilgili bir anlaşmaya varmaya çalışmıştır. Rus ve Kazak petrollerinin bir kısmını İran’ın kuzeyindeki rafinelerde işlemek ve karşılığında İran Körfezi’ndeki rafinelerden petrol vermek şartı ile anlaşma (Değişim Antlaşması) imzalanmış ve sonucunda başarılı olmuştur.

Özetlemek gerekirse, 1990’lı yılların başından beri ABD, Rusya, Çin, Türkiye, İran ve diğer bölge ülkeleri arasındaki rekabet, genelde iki noktada odaklanmıştır:Stratejik çıkarlar ve hidrokarbon çıkarları. Bu çıkar rekabetinde herhangi bir anlaşmazlık görülmezken, enerji kaynaklarıyla ilgili rekabette işbirliği söz konusu olmaktadır. Bunun sonucu olarak da birçok hükümet ve şirket, bölge hidrokarbon zenginliğini geliştirmek için ortak çıkarları olduklarını kabul etmektedirler. Avrupa Birliği ise bu bölgeye ayrı bir önem vermekte ve bu bağlamda transit ülke konumundaki Türkiye ile işbirliğini geliştirmeye çabalamaktadır. Kısacası Hazar Bölgesi, Avrupa Birliği dâhil, yoğun enerji tüketicisi ülke ve bölgelerin ilgi odağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda Çin de Avrupa Birliği ile rekabet halindedir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ENERJİ, ENTEGRASYON VE TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ ENERJİ İŞ BİRLİĞİ

Enerji tedariki ülkeler ve bölgeler arası işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Daha önce bahsedildiği gibi petrol arzında küresl bir işbirliği söz konusu olurken, doğalgaz bölgesel işbirliğini gerekli kılmaktadır. Bu iş birliği ekonomik entegrasyonu gerekli kılmakta ve siyasi entegrasyonun yolunu açmaktadır. Bu bağlamada giderek enerji talebi artan Avrupa Birliği’neni alternatif enerji kayanakaları arayışı içerisinde olmkata ve bu bağlamda hazar, orta asaya ve Ortadoğu enerji kaynakalarının Avrupa Birliği aktarılması yönünde Türkiye ile yoğun işbirliği içerisine girmektedir. Avrupa Birliği’nin giderek artan enerji talebi bu iş birliğini giderek artırmaktadır.