• Sonuç bulunamadı

Enerji tüketimi, sanayileşme ile birlikte sürekli artmaktadır. Günümüzde kullandığımız enerjinin çoğunun ucuz olması ve kolay elde edilebilmesinden dolayı petrol, kömür ve doğalgaz gibi, rezervleri sınırlı olan fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Petrol rezervlerinin 35–40 yıl, doğalgaz rezervlerinin 65 yıl ve kömür rezervlerinin 220 yıl sonra tükeneceği araştırmacılarca tahmin edilmektedir (Çengel, 2006). 2004 yılında 11.059 milyon ton eşdeğeri olan Dünya Birincil Enerji Arzında2 petrolün payı % 34,3, kömürün % 25,1, doğalgazın ise % 20,9 dur3. Nükleer ve hidroelektriğin payları ise sırasıyla % 6,5 ve % 2,2 gibi düşük oranlarda gerçekleşmiştir. Öte yandan, dünya birincil enerji kaynakları arasında petrolün oranı % 10,5 oranında düşmüş ve doğalgazın oranında % 5 oranında bir artmıştır. Dünya genelinde yenilenebilir enerji kaynakları ve doğalgaz4 tüketimde sürekli bir artış görülmektedir (Türkyılmaz, 2006:22).

Tarihsel olarak incelendiğinde, kanıtlar, doğalgazı ilk kez Eski Mısırlı ve Yunanların kullandıklarını göstermektedir. Romalılar, tapınaklarını, doğalgazdan elde edilen sürekli alevle aydınlatmışlardır. Çinlilerin de tuzun çökertilmesi işlerinde yakıt olarak kullanılmak için yeraltı rezervlerinden sızan doğalgazı bambu borularla taşıdıkları kayıtlara geçmiştir. Avrupa’da 1659’da İngiltere’de bulunan doğalgaz 1790’da yaygın kullanıma girmiş ve sokakların ve evin aydınlatılmasında, içten yanmalı motorların çalıştırılmasında büyük ölçüde doğalgazdan yararlanılmıştır. 1920’li yıllar da ise boru hattı taşımacılığı yöntemlerinin uygulamaya konmasıyla hızla artan doğalgaz kullanımı, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sürekli artmıştır.

2

Dünya birincil enerji kaynaklarında dünya üzerinde rezervleri sınırlı olanlar; kömür, petrol ve doğalgazdır. 3

“Doğalgaz”, isminden de anlaşılacağı gibi, doğal olaylar sonucu oluşmuştur. Milyonlarca yıl önce yaşamış bitki ve hayvan artıklarının zamanla yeryüzü kabuğunun derinliklerine gömülüp, kimyasal ayrışmaya uğraması sonucu ortaya çıkmıştır. Organik madde olarak bilinen bu bitki ve hayvan artıkları doğal olaylar sonucu göl ve okyanuslara taşınıp diplere çökerek çamur ve kumla kaplanarak, kayalaşmıştır. Giderek daha da derinlere gömülen bu organik maddeler basınç, sıcaklık, bakteri ve radyoaktivitelerin etkisi ile ayrışarak petrol, kömür ve doğalgaz oluşmuştur.

4

Doğalgaz; etan ve metan başta olmak üzere provan, azot ve az miktarda karbondioksit gazlarının bileşiminden oluşur. Renksiz, kokusuz, havadan hafif olan yanıcı bir gazdır. Bileşiminde karbondioksit, Hidrojen, Sülfür ile helyum gazları da vardır. Doğalgaz yapısında sahip olduğu birçok özellikten dolayı alternatifi olan enerji kaynaklarından çok daha avantajlı hale gelmiştir.

Doğalgazın oluşumu belirli jeolojik şartlarının mevcudiyetine bağlı olup Dünya üzerinde sıvı petrolünkine benzer bir dağılım göstermesine rağmen, ondan farklı olarak, tüketim yerlerine boru hatlarıyla ulaşması tercih edilmektedir. Ayrıca doğalgazın basınçlandırılarak sıvı hale getirilmesi, özel tankerlerle taşınması ve varış noktasında tekrar gaz haline dönüştürülerek kullanıma sunulması doğalgazın taşınmasında uygulanan bir başka yöntemdir. Sıvılaştırılmış doğalgaz, enerji literatüründe LNG (Liquid Natural Gas) olarak tanımlanır. Bugün dünya doğalgaz ticareti 2,5 trilyon metreküp civarında olup, bunun 400 milyar metreküpü uluslararası ticarete konu olmakta, 137 milyar metreküpü de LNG olarak gerçekleşmektedir (Özer, 2004). Fakat sınırlı kaynaklara sınırsız sahip olma isteği doğalgazda arz sıkıntısına yol açmaktadır.

1973 yılına kadar petrolün sınırsız ve ucuz olduğu düşüncesi petrol krizi ile ortadan kalkmış, petrol fiyatlarının düşmesine rağmen petrole dayalı enerji üretimi riskli olarak kabul edilmiştir. 1973’te meydana gelen petrol krizi, enerji üretiminde güneş, rüzgâr ve jeotermal gibi yeni seçenekleri gündeme getirmiş ve petrol alternatif olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kriz, enerjinin sonsuz olmadığını, verimli kullanılması gerektiğini ortaya çıkmıştır (Yiğit, 2001:234).

Tablo 1:2003 Yılı İtibariyle Dünya Fosil Yakıt Rezervleri

KÖMÜR (Milyar Ton) BÖLGE PETROL (Milyar Ton) DOĞALGAZ (Trilyon m3) Taşkömürü Linyit Kuzey Amerika 8,3 7,6 120,2 137,6 Orta ve Güney Amerika 13,7 7,2 7,8 14 Avrupa 2,6 7, 47,5 77,9 Eski SSCB Ülkeleri 9,1 56,1 97,4 132,6 Orta Doğu 93,3 56,9 1,7 – Afrika 10 11,2 55,2 0,2 Asya ve Okyanusya 5,9 12,3 189,3 103 Toplam Dünya 142,9 155,1 519,1 465,4

Kaynak: BP Statistical Review of the World Energy, 2003

Tablo 1, dünya fosil yakıt rezervlerinin bulunduğu bölgeleri göstermektedir. Petrolde Orta Doğu’nun, doğalgazda ise, eski SSCB ülkelerinin en büyük rezervlere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kömür ve taş kömürü kaynaklarında ise dünyada daha dengeli dağılım görülmektedir. Dolayısıyla hem petrol hem de doğalgaz bakımından son derece zengin kaynaklara sahip olan Orta Doğu’nun enerji bakımından önemi giderek artmaktadır (Türkyılmaz, 2006:1).

Tablo 2:2003 Yılı İtibariyleDünyada Yakıt Rezervlerinin Kullanılabilme Süreleri (Yıl)

BÖLGE Petrol Doğalgaz Kömür

Kuzey Amerika 14 10 234

Orta ve Güney Amerika 39 72 381

Avrupa 8 16 167 Eski SSCB Ülkeleri 21 79 500 Orta Doğu 87 100 500 Afrika 27 90 246 Asya ve Okyanusya 16 44 147 Toplam:(Dünya) 40 62 216

Kaynak: BP Statistical Review of the World Energy, 2003

Tablo 2’de ise, dünya fosil yakıt rezervlerinin kullanılabilme süreleri belirtilmektedir. Petrol rezervlerinin 40 yıl, doğalgaz rezervlerinin süresinin ise 62 yıl olduğu belirtilmektedir. Ancak petrol ve doğalgaz fiyatların artması ile ekonomik olmayan kaynakların iktisadi açıdan daha kullanılabilir hale gelmesi ve rezervlerin bulunması ile bu süre giderek artmaktadır.

Dolayısıyla, sınırlı kaynaklara rağmen dünya’nın petrol ve doğalgaz ihtiyacı artmaktadır. Petrol ve doğalgaza olan bu talebin artışında yeni oluşan ekonomilerin ve gelişmekte olan ülkelerin etkisi büyüktür (Aad ve Linde, 2006:538). Özellikle enerji kaynakları içerisinde yer alan ve elektrik üretiminde yakıt olarak kullanılan doğalgazın

tüketimi ve önemi dünya genelinde azımsanamayacak oranda artmaktadır. OECD ülkesi olmayan Çin ve Hindistan’da petrol ihtiyacı ekonomik büyüme ve ulaşım ihtiyacının artmasıyla hızla artarken, bu artış oranında doğalgaz, petrole nazaran daha fazla miktarda gerçekleşmektedir (IEA, 2003).

OECD ülkelerinin çoğu–buna ABD ve Avrupa Birliği de dâhil–kendi petrol ve gaz üretimlerini sahip oldukları rezerv oranları dâhilinde en etkin düzeyde gerçekleştirmekte ve toplam talebini ancak OECD üyesi olmayan ülkelerden ithal ettikleri gaz ve petrolle karşılamaktadırlar. Var olan gaz ve petrol rezervlerine bakıldığında ortalama dünya üzerinde 40 yıl kullanımlık petrol ve 60 yıl kullanımlık doğalgaz reservleri bulunmaktadır. Fakat şu anki doğalgaz fiyatına ve kullanılan teknoloji göz önüne alındığında orta vadede arz sıkıntısı bulunmamaktadır (BP, 2004).

Petrol ve gaz rezervlerinin dünya üzerinde belli başlı birkaç ülke ve bölgede yoğunlaşması, gelecekte de bu ülke ve bölgelerin sahip oldukları yüksek miktarda rezervlerden dolayı, ABD ve Avrupa Birliği’ne tedarikçi olacağını göstermektedir. Fakat doğalgaz kullanımının yaygınlaşması sonucu Hazar Bölgesi, İran ve Rusya’nın önemi giderek artmaktadır (Bilgin, 2007:6387).

Fakat doğalgazın aksine OPEC üyesi olmayan ülkelere karşı petrol bağımlılığı giderek azalmaktadır. Bunun en önemli sebebi ise Basra körfezinin toplam rezervlerin % 60’ına sahip olmasıdır (Aad ve Linde, 2006:539). Dünyada daha yaygın dağılım gösteren petrole karşın doğalgaz, sadece belli ülke ve bölgelerde yoğunlaşmıştır. Rusya, Hazar Bölgesi ve Orta Doğu, dünyadaki toplam doğalgaz rezervlerinin üçte ikisini oluşturmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da büyük gaz tüketicileri olan Avrupa Birliği, ABD ve Japonya doğalgaz zengini bölgeler olan olan Rusya, Hazar Bölgesi ve Orta Doğu, petrol ve gaz rezervlerine daha çok bağımlı hale geleceklerdir.

Ekonomik açıdan son zamanlarda yüksek büyüme ivmesi kazanan Çin ve Hindistan’ın enerji tüketimi hızla artmaktadır. Böylece bu ülkelerinde gelecekte tıpkı Avrupa Birliği ve ABD gibi Hazar Bölgesi ve Orta Doğu petrol ve gaz rezervlerine giderek daha bağımlı hale gelecekledir ve enerji ihtiyaçlarının büyük bir kısmını bu bölgelerden karşılayacaklardır. Petrol ve gaz rezervleri toplam enerji talebini orta vadede karşılayacağı bilinmektedir fakat var olan enerji kaynaklarının sadece belirli bölgelerde yoğunlaşması rezervlerin ne zaman ve ne oranda üretileceği sorununu da beraberinde getirmektedir.

Dünya enerji arzında kısa ve uzun dönem üretim arzı analizi yapıldığında, kısa dönemde petrol piyasalarının istikrarlı bir şekilde işlemesi, büyük ölçüde OPEC(Petrol İhracat Eden Ülkeler) ülkelerinin ve özellikle de Suudi Arabistan’ın talepteki dalgalanmalara karşı geçici üretim kayıpları durumunda biriktirdiği yedek kapasitelerle ile atlatılmaktadır. Öte yandan, OPEC gibi UEA (Birleşmiş Enerji Birlikleri) ve çok uluslu petrol şirketleri dünyadaki petrol politikasının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Özellikle küresel boyutta oluşan politik ve ekonomik hadiseler petrol ve doğalgaz araştırma ve üretme işlemlerinde etkili olmaktadır.

Nitekim 1979 yılından sonra İran’ın petrol arzının azalması ve Irak’ın 1980, 1990 ve 2003 yıllarındaki geçici üretim kayıplarının telafisi yedek stoklar aracılığı ile atlatılmış ve tüketici ülkeler herhangi bir petrol sıkıntı çekmemiştir. Fakat yedek kapasitenin yoğunlaştığı ülke olan Suudi Arabistan’da son zamanlarda yedek rezerv oranları azımsanamayacak bir ölçüde yeni kapasite kurulum yatırımlarının azalmasından dolayı ve 1990’lı yıllardan beri süregelen sürekli enerji talebindeki artış nedeniyle sıfıra yaklaşmaktadır (Hossneell, 2004:10). Bununla birlikte dünyadaki diğer petrol üreticisi ülkelerde ise bazı siyasi problemler ve istikrarsızlıklar görülmektedir. Venezuela, Nijerya, son zamanlarda Rusya ve Irak, yüksek miktarda gaz rezervlerine sahip olmalarına rağmen kendi ülkelerindeki siyasi belirsizlik, istikrasızlık ve enerjiyi siyasi bir güç olarak görmeleri nedeniyle sürdürülebilir enerji arzı sağlamaları konusunda tüketici ülkelere yeterli güveni verememektedirler.

Uzun dönemde ise petrol ve doğalgaza yönelik toplam talebin karşılanıp karşılanamayacağına yönelik yapılacak bir enerji arzı analizi, sürekli mevcut rezervlerden ve bu rezervlerin tüketim miktarlarından tamamen bağımsız olacaktır. Çünkü enerji arz zincirinin dinamikleri, coğrafi analizler, araştırmalar, yüzey içerisinde rezervlerin oluşturulması, ulaşım ve üretim kapasitesinin artırılması ve üretimin geliştirilmesi ile sağlanırken, talep zinciri, fiyat, (ekonomik ve siyasi istikrarı içeren) mevsimsel yatırım, teknolojik gelişim ve bölgesel rezerv sahibi ülke rejimlerinin mukayeseli üstünlüğü ile oluşmaktadır (Adelman, 1993:34). Dolayısıyla Avrupa Birliği gibi diğer tüketici ülkelerin petrole bağımlılığı çekici ve erişebilirliği kolay olan Rusya, Basra Körfezi ve Afrika gibi ülkelere olmaktadır. Bu ülkeler yerli üretime destekle veya petrol şirketlerinin doğrudan sermaye yatırımı ile şirketlerin petrol ve gaz piyasalarına dâhil olabileceklerdir.

Rusya, Afrika ve Hazar bölgesi, petrol ve doğalgazda üretici ülke konumunda olmalarına ve enerji arzını tüketici ülkeler açısından çeşitlendirmelerine rağmen, taşıdığı

büyük potansiyel ile Basra Körfezi yoğunlaşan doğalgaz ve petrol rezervleri ile rakipsizdir ve bu bölgeye olan enerji bağımlılığı gelecekte daha da çok artacaktır.

Bu bölge sahip olduğu rezervler ile rakipsiz olmasına karşın tüketici ülkeler için çok fazla riskler de içermektedir. Nitekim üretici ülkelerde meydana gelecek siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, uluslararası ortaklık antlaşmalarında sıkıntılar meydana getirme potansiyeline sahiptir. Öyle ki, bölge taşıdığı özellikler itibari ile meydana gelebilecek siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların oluşması için son derce uygun bir alt yapıya sahiptir. Bu nokta ile ilgili bazı tespitler yapmak yerinde olacaktır.

İlk olarak, çoğu petrol üreticisi ülkenin, dünya ekonomi piyasası ile ürünlerinin üretimini gerçekleştirmek için bağlantıları bulunmaktadır. Yüksek miktarlardaki petrol ve doğalgaz akımından meydana gelen gelirleri istihdam, tüketimin desteklemesi ve ekonomik ve siyasi açıdan kötüleşmeye karşı kullanılması yönünde üretici ülke kamuoyları iç politikaya baskılar yapmaktadır. Üretici ülkelerin siyasi yapılarına bakıldığında merkeziyetçi bir yönetimlerinin olduğu rahatça görülebilmektedir. Bu ülkelerde aynı zamanda etkili siyasi kurumlar olmamakla beraber son derece zayıf bir sivil topluma sahiptirler. Bu ülkelerin petrolden elde ettikleri gelirleri petrol üretimi ve yedek reserv yatırımları dışı harcamaları yeni üretim alanları ve ulaşım olanakları oluşturmaya yönelik yatırımları azaltmaktadır. (Leita, 1999:15). Petrol üretiminden elde edilen kazancın üretici ülkelerdeki belirli bir elit tebaanın elinde bulunması bu ülkeleri sosyal bozulmaya karşı daha da savunmasız hale getirmektedir.

İkinci olarak ise, üretici ülkeler yapılacak üretim imkânlarını ve petrol ve gaz ulaşımını geliştirecek olan ve ayrıca yeni yedek kapasite oluşturulmasına yönelik doğrudan sermaye yatırımına karşı son derece isteksizdirler. Fakat bu söylemin gaz piyasaları için daha zor olduğunu da söylemek mümkündür. Çünkü NABUCCO gibi Avrupa Birliği’ne gaz arzı sağlayan projeler çok uluslu projelerdir ve doğrudan sermaye yatırımı açısından daha uygun zemine sahiptirler. Fakat gaz projelerine mevsimsel yatırım, mesafe ve siyasi risklerden dolayı son derece sınırlı yatırımlar yapılmaktadır (Morse, 2002:81).

Üçüncü önemli faktör ise, petrol fiyatlandırma yönetimidir. 1990’lı yıllardan sonra petrol fiyatlarında meydana gelen dalgalanmalar hem üreticiler hem de tüketiciler için büyük sıkıntı haline gelmiştir. Doğru petrol fiyatı bulma çabaları uluslararası arenada birçok tartışmanın odağını oluşturmuştur (Vander, 2002:22). Petrol fiyatlarındaki dalgalanma

üzerine, üretim ve tüketimin belirlenmesine yönelik üretici ve tüketici ülke, OPEC ve OPEC üyesi olmayan ülkeler ayrımını yapmak yerinde olacaktır. Bu bağlamda üretici ülkeler ile tüketici ülkeler arasında süre gelen fiyat belirleme yönünde görüşmeler olmaktadır. Üretici ülkelerdeki iç ekonomik sıkıntılardan kaynaklanan ekonomik baskılar fiyat oluşturmada etkili olmaktadır. Üretici ülkeler bu sonunun üstesinden gelebilmek için kendi aralarında fiyat oluşturmaya yönelik işbirliğine gitmektedirler.

Petrol piyasalarındaki istikrarsızlık 11 Eylül 2001’de New York ve Washington’a yapılan saldırılarla daha kötüye gitmiş; bu tarihten sonra Suudi Arabistan–ABD ilişkileri bozulmuş ve 2003 yılında Amerikan askeri birlikleri Suudi Arabistan’dan çekilmiştir. Böylece bu değişiklikle birlikte enerji politikası belirleme yönünde Amerikan–Suudi ilişkilerindeki işbirliği konsensüsü, önceki yıllara nazaran daha kötü hale gelmiştir.

Öte yandan Irak’ın mevcut durumundan kaynaklanan problemlerin uluslararası petrol piyasalarına etkisi büyüktür. Irak’ın siyasi ve ekonomik açıdan belirli bir istikrar düzeyini yakalaması ve uluslararası petrol şirketlerinin Irak’a yatırım yapmalarına müsaade verilmesi durumunda, ülkede özel teşebbüslü uluslararası petrol şirketlerinin sayıları hızla artacaktır ve böylece mevcut üretim miktarı hızla artacaktır. Fakat şu anki durumda istikrarsızlık yatırımları kesmekte ve Irak’ı mevcut petrol üretim potansiyelinden oldukça uzak tutmaktadır (Vander, 2004:20).