• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği için entegrasyon aracı olarak enerji ve Türkiye'nin rolü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Avrupa Birliği için entegrasyon aracı olarak enerji ve Türkiye'nin rolü"

Copied!
186
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

AB İÇİN ENTEGRASYON ARACI OLARAK ENERJİ VE

TÜRKİYE’NİN ROLÜ

Abdulkadir DEVELİ

DOKTORA TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR

Prof. Dr. Şaban ÇALIŞ

(2)

Önsöz/Teşekkür

Enerji kavramı, son yıllarda devletlerin politika ve ekonomilerinde önemini giderek artırmaya başlamıştır. Ülkelerin dış politikaların yapım sürecinde önemli bir etkiye sahip bir konu olarak görülen enerji güvenliği, Avrupa Birliği entegrasyon süreci için de önemini giderek artırmaya başlamıştır. Son yıllarda entegrasyon heyecanını yitirmekte olan, Avrupa Birliği, enerji güvenliğini sağlamak amacıyla ortak bir politika oluşturma çabası içerisindedir. Dolayısıyla üye devletler arasında yeni bir entegrasyon aracı olarak enerjinin rolü giderek artmaktadır. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin sürdürülebilir alternatif enerji kaynakları arayışları, beraberinde komşu ülkeler için stratejik işbirliklerini de getirmektedir. Dünyanın en büyük enerji rezervlerine sahip Orta Doğu ve Hazar Bölgesi’ne yakın olan ve transit bir ülke konumunda bulunan Türkiye, bu bağlamda Avrupa Birliği’nde önemini giderek artırmaktadır.

Öncelikle, Doktora sürecinin başından itibaren, ders süresi içinde, tez konusunun belirlenmesinde, doktora tezinin hazırlanması evrelerinde ve diğer tüm zamanlarda bana rehberlik yapan ve yardımlarını esirgemeyen değerli danışmanlarım, Prof. Dr. Şaban ÇALIŞ’a ve Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR’a en içten teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Ayrıca bu çalışmanın hazırlanmasında verdiği destekten dolayı, Yusuf Sayın’a da teşekkür ediyorum. Kendilerinin vermiş olduğu manevi desteğe ve göstermiş oldukları yakın ilgi için şükranlarımı sunuyorum.

Abdülkadir DEVELİ

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Abdülkadir DEVELİ Numarası: 054126001005

Ana Bilim / Bilim

Dalı İktisat Ö ğr enc ini n

Danışmanı Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR, Prof. Dr. Şaban Çalış

Tezin Adı AB İçin Entegrasyon Aracı Olarak Enerji ve

Türkiye’nin Rolü

ÖZET

AB İÇİN ENTEGRASYON ARACI OLARAK ENERJİ VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ

Abdülkadir DEVELİ

Doktora Programı: İktisat Ana Bilim

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR, Prof. Dr. Şaban ÇALIŞ 2010

Entegrasyon ya da bütünleşme, ‘Siyasal aktörlerin sadakatlerini beklentilerini ve siyasal eylemlerini ulus devletler üzerinde yeni bir merkeze yöneltmeleri süreci’ olarak tanımlanmaktadır. Entegrasyonun oluşmasında öncelikli olarak ortak çalışma alanlarının devletler tarafından paylaşılması son derece önemlidir. Nitekim Avrupa Birliği (AB) bütünleşme süreci buna en güzel örnektir. Enerji ülkelerin ekonomik gelişmişliklerini ve ulusal güvenliklerini derinden etkileyen temel bir olgudur. Ekonomik gelişmişlikle birlikte artan enerji talebi, ülkeleri sürdürülebilir enerji arzı sağlamaya, bu kaynakları çeşitlendirmeye ve verimli bir şekilde kullanılabilir hale getirmeyi zorunlu kılmıştır. Bu nedenle ülkeler enerji alanında birbirleri ile çatışmak yerine kolektif çıkarları gözeterek beraber çalışmaya başlamışlardır. Nitekim ulusal çıkarları açısından son derce önemli bir yere sahip olan enerji güvenliği meselesi, son yaşanan Ukrayna krizinden sonra AB ülkelerinin ortak politika

(4)

belirleme noktasında baskın unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece reddedilen Avrupa Anayasası ve son genişlemeyle entegrasyon heyecanını yitirmiş olan AB için entegrasyon aracı kendini göstermeye başlamıştır. Entegrasyon aracı olarak enerji sadece AB entegrasyonunu ivmeleyici bir etken olmayıp diğer yandan enerji tedariki noktasında AB’nin üretici ülke ve transit ülkelerle olan entegrasyon seviyesini yükseltmektedir. Türkiye jeopolitik olarak Asya ve Avrupa’nın arasında, transit ülke konumundadır. Bulunduğu yer konumuyla da Avrupa enerji politikalarının etkili bir şekilde uygulanabileceği bir özelliğe sahiptir. Sahip olduğu konum, Türkiye’nin üyelik sürecinde elini kolaylaştırmaktadır. Zira AB Türkiye ile birçok enerji projesi geliştirmektedir, böylece Rusya alternatif enerji rotalarıyla enerji güvenliğini sağlamlaştırmaktadır.

Bu tezde entegrasyon teorilerinden yola çıkarak enerjinin AB entegrasyonuna olan etkisi araştırılmış ve bu bağlamda transit bir ülke ve aday ülke konumunda olan Türkiye’nin AB ile enerji ortaklığı dikkate alınarak Türkiye-AB ilişkileri bu çerçevede irdelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Entegrasyon, Enerji, Enerji Güvenliği, Avrupa Birliği–Türkiye İlişkileri, Entegrasyon Teorileri, Ekonomik Entegrasyon, İşlevselcilik, Hükümetlerarasıcılık

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Abdülkadir DEVELİ Numarası: 054126001005

Ana Bilim / Bilim

Dalı İktisat Ö ğr enc ini n

Danışmanı Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR, Prof. Dr. Şaban

ÇALIŞ

Tezin İngilizce Adı Energy As Integration Tool for EU and the Role of

Turkey

SUMMARY

ENERGY AS INTEGRATION TOOL FOR EUROPEAN UNION AND THE ROLE OF TURKEY

Abdülkadir DEVELİ

Doctorate Program: Department of Economics

Thesis Advisor: Assistant Prof. Dr. Zeynep KARAÇOR, Prof. Dr. Şaban ÇALIŞ 2010

Integration has been defined as process of direction of political actors’ expectation and political action to new center over national state. Common working area and cooperation among states are important to be integration. European integration is one of the most important examples of it. But European integration has problems about its integration level because EU Constitution has been rejected and the members’ economies of European Union (EU) are in stagflation process with enlargement processes. Energy is getting important agenda of EU with Ukraine crisis.

Economic development of China, Latin America and India are important factors in terms of global energy demand. EU does not have adequate energy resources when it is compared with its grant amount of energy consumption. Therefore, to reach to sustainable

(6)

energy supply is the common policies of the Countries and European Union. EU tries to diversification of energy sources and using of energy effectively. Therefore EU tries to compose common energy politics over the states. Energy cooperation of members of EU has resulted as higher integration level of EU, and also, energy cooperation with neighbor countries, regions, transit countries and EU is increasing day by day. Turkey is a transit country between Europe and Asia. Therefore, Turkey has important role to determine energy politics for EU. Turkey and EU have many common energy pipeline projects between them, and the energy cooperation of Turkey and EU in energy field strengthens the membership process of Turkey to European Union.

This thesis tries to explain the importance of energy as an integration tool for European Union in a framework of European Union integration theories and European Union–Turkey relationship evaluated aspect of energy cooperation and it results for both sides.

Keywords: Integration, Energy, Energy Security, EU–Turkey Relations, Integration Theories, Economic Integration, Functionalism, Intergovermentalism

(7)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1: 2007 Yılı İitbariyle Dünyadaki Mevcut Gaz Rezervleri... 60

Şekil 2: Çin’in GSYİH Göstergeleri 1978–2007 ... 79

Şekil 3: 2006 Yılı İtibarı İleÇin’in Enerji Üretiminin Kaynaklara Göre Dağılımı .... 79

Şekil 4: Birincil Enerji Kaynakları (2000–2008) ... 83

Şekil 5: Türkiye’nin Yurtiçi Ham Petrol Üretimi (2000–2009) ... 85

Şekil 6:Türkiye’nin Yurt Dışı Petrol Üretim Miktarları (2000–2009)... 86

Şekil 7: Yurtiçi Doğalgaz Üretimi (2000–2009)... 87

(8)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1:2003 Yılı İtibariyle Dünya Fosil Yakıt Rezervleri... 55

Tablo 2:2003 Yılı İtibariyleDünyada Yakıt Rezervlerinin Kullanılabilme Süreleri (Yıl) 56 Tablo 3: 2007 Yılı İtibariyle Hazar Bölgesi’nde Doğalgaz Üretimi (Trilyon)... 61

Tablo 4: 2007 Yılı İtibariyle Hazar Bölgesi’nde Doğalgaz Üretimi ... 64

Tablo 5: Hazar Petrol Rezervleri (Milyar Varil)... 65

Tablo 6: Hazar Doğal Gaz Rezervleri (TCF)... 66

Tablo 7:Hazar Petrol Üretimi (Bin Varil/Gün) ... 67

Tablo 8:Latin Amerika Günlük Petrol Üretimi (Bin Varil) ... 73

Tablo 9: Yıllar İtibariyle İthal Edilen Ham Petrol ve Ödenen Döviz (1999–2008)... 84

Tablo 10:Kaynak Ülkelere Göre Doğalgaz Alım Miktarları (2000–2009) (bin m³).. 88

Tablo 11: 2030 Yılı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkelerinin Avrupa Birliği’ne Gaz İhracatı Projeksiyonu... 130

(9)

İÇİNDEKİLER ŞEKİLLER LİSTESİ... 7 TABLOLAR LİSTESİ ... 8 İÇİNDEKİLER ...9 GİRİŞ... 12 BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK ENTEGRASYON TEORİLERİ VE AVRUPA BİRLİĞİ ENTEGRASYONU ... 22

1.1. Entegrasyon Kavramı ... 22

1.1.1. Ekonomik Entegrasyon ... 23

1.1.1.1. Serbest Ticaret Alanı ... 25

1.1.1.2. Gümrük Birliği ... 26

1.1.1.3. Ortak Pazar... 27

1.1.1.4. Tam Ekonomik Entegrasyon... 27

1.1.2. Siyasi Entegrasyon... 28

1.2. Avrupa Birliği Entegrasyon Teorileri ... 29

1.2.1. İşlevselcilik (Functionalism) ... 30

1.2.2. Yeni–İşlevselcilik (Neo–Functionalism) ... 31

1.2.3. Hükümetlerarasıcılık (Intergovermentalism) ... 34

1.3. Küreselleşme Süerecinde Bölgesel Enetegrasyonlar ve Avrupa Birliği ... 36

1.4. Avrupa Birliği’nin Genişleme Süreci... 45

İKİNCİ BÖLÜM DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN ... 52

GENEL DURUMU ... 52

3.1. Dünyada Enerji Sektörünün Genel Durumu... 54

3.2. Dünyada Büyük Enerji Rezervlerine Sahip Bölgeler... 60

(10)

3.2.2. Orta Asya ... 68

3.2.3. Rusya... 69

3.2.4. Orta Doğu... 71

3.2.5. Venezüella... 72

3.3. Dünya Enerji Tüketiminin Yoğun Olduğu Bölgeler ve Ülkeler... 74

3.3.1. Avrupa Birliği Enerji Tüketimi ... 74

3.3.2. ABD’nin Enerji Tüketimi ... 77

3.3.3. Çin’in Enerji Talebi ... 78

4.Türkiye’de Enerji Sektörünün Genel Durumu ... 83

4.1. Ham Petrol ve Doğalgaz... 85

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ENERJİ VE ENERJİ GÜVENLİĞİ ... 90

3.1. Uluslararası İlişkiler Teorisinde Enerji Güvenliği... 94

3.1.1. Enerji Güvenliğinin Jeopolitik Boyutu ... 100

3.1.1. Enerji Güvenliği’nin Ekonomik Boyutu... 101

3.2. Enerji Güvenliğinin Problemleri... 103

3.2.1. Ani Aksamalar... 103

3.2.2. Yavaşça Ortaya Çıkan Arz Aksamaları ... 105

3.3. Enerji Güvenliği Bakımından Hazar Bölgesi Üzerinde Ülkesel ve Bölgesel Rekabet ... 108

3.3.1. Hazar Denizi’nin Yasal Durumu ... 108

3.3.2. Hazar Denizinde Rusya’nın Politikası... 109

3.3.3. İran’ın Hazar Denizi Politikası... 111

3.3.4. Sovyetler Birliği Sonrasında Hazar Ülkeleri’nin Hazar Denizi İle İlgili Politikaları ... 112

3.3.5. Hazar Bölgesi Boru Hattı Diplomasisi ... 114

3.3.6. Hazar Bölgesi Üzerinde Jeo–Stratejik Rekabet... 117 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

(11)

ENERJİ, ENTEGRASYON VE TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ ... 124

ENERJİ İŞ BİRLİĞİ... 124

4.1. Avrupa Birliği’nin Enerji Arzı ve Talebi ... 124

4.2. Avrupa Birliği’nin Enerji Güvenliği Politikası... 125

4.3. Türkiye’nin Enerji Politikaları... 133

4.3.1. Türkiye’nin Enerji Güvenliği ... 137

4.3.2 Türkiye’nin Enerji Güvenliğini Etkileyen Uluslararası Yatırımlar ve Antlaşmalar ... 139

4.3.3. Boru Hattı Diplomasisi ve Türkiye’nin Jeopolitik Rolü... 142

4.3.4 Türkiye’nin Enerji Geçiş Altyapısı Avrupa Birliğine Enerji Arzı Sağlayan Boru Hatları ve Boru Hattı Projeleri ... 143

4.4. Türkiye’nin Avrupa Birliği Enerji Güvenliği Açısından Önemi ... 152

4.5. NABUCCO Projesi ... 154

4.6. Enerji, Entgrasyon ve Türkiye ... 158

4.6.1 Teknik ve Fonksiyonel Yayılma ... 160

4.6.2. Politik Yayılma... 161

4.6.3. Coğrafi Yayılma ... 162

SONUÇ... 166

(12)

GİRİŞ

Bütünleşeme ve uyum anlamına gelen entegrasyon, oluşturuşlacak olan veya varolan bir sistem içerisinde yer alan parçaların sisteme uyum süreci olarak veya farklı sistemlerin yeni bir sistem altında bir araya gelme süreci olarak adlandırılmaktadır. Diğer bir değişle entegrasyonu, yeni bir yapıya uyum süreci olarak da adlandırmak mümkündür. Geçmişte devletlerin pek tercih etmediği bir yöntem olan entegrasyon, hızla ilerleyen globalleşme ile son yüzyılda giderek artmaya başlamış; bununla birlikte son yüzyılda bilgiye erişim imkanı giderek daha kolaylaşmıştır. Bu minvalde entegrasyon ve globalizasyon arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira entegrasyonun oluşumu ancak bir alanda yapılacak olan işbirliği ile ve iş birliği ise ancak tarafların çıkarlarıyla mümkün olmaktadır. Artan iş birliği ve kolektif çıkarlar yoğun bir entegrasyon sürecini doğrumakta ve sürecin organizasyonu ulusüstü bir yapının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Bu kapsamda düşünüldüğünde, entegrasyonu kendi içerisinde çeşitlendirmek mümkündür. Ekonomik entegrasyon; üye devletlerin kendi ekonomik piyasalarını aşarak bir başka devlet veya develetler ile ortak bir piyasada tüm veya kimsen ticari kota ve tarifelerin kaldırılmasıyla entegre olmalarıdır. Siyasi entegrasyon ise daha önce iki devlet veya daha fazla develetin sürdürmüş olduğu ekonomik entegrasyonun koodinasyonu kolektif bir çıkar mekanıizmasın oluşmasına neden olacaktır. Dolayısıyla üye develetler kısmen veya tamamen yetkilerini belli ölçüde ulus devletler üzerinde yeni bir merkeze yöenltecekler; bu durum siyasi enetegrasyonu oluşturacaktır. Dolayısıyla, siyasi entegrasyonu oluşmasında daha önce varolan bir işbirliği zaruretinden bahsetmek yerinde olacaktır. Nitekim varolan siyasi entegrasyonlara bakıldığında oluşan birçok siyasi entegrasyondan önce bir ekonomik entegrasyon oluşumu görülmektedir.

Avrupa Birliği’nin üye devletlerarasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası yapısı, merkezi hükümetlerin yetkilerini aşan uluslarüstü karakteri ve 27 ülkeyi kapsayan geniş sınırları ile entegrasyonu, alanında en iyi örneklerden biridir. Avrupa Birliği entegrasyonunun ilk adımı Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile atılmıştır. AKÇT’nin kuruluşundaki hedef üye develetler arasındaki ticaretin artırılması ile Avrupada savaş sonrası yitirilmiş olan refah düzeyinin tekrar temini sağlanmaya ve dolayısıyla çatışma ortamının giderilmesine gayret gösterilmiştir.

Uluslarüstü yetkiyle donatılmış böyle bir örgüt kurma düşüncesi Fransız planlamacı Jeanne Monnet ile Alman akademisyen Walter Hallstein tarafından birlikte geliştirmiştir. Bu

(13)

fikri temel dayanak kabul eden Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950 tarihinde, Fransa ve Almanya arasındaki kömür ve çelik kaynaklarının birleştirilmesini, savaş sanayinin temel girdileri olan bu maddelerin üretim ve kullanımının uluslarüstü bir organın kullanımına bırakılmasını önermiştir. Böylece kömür ve çelik ile başlayan işbirliği süreci genişleyerek devam etmiş ve bugünkü Avrupa Birliği’ne ulaşılmıştır.

Başarılı bir örnek olması dolayısıyla da Avrupa Birliği entegrasyonu üzerinde pek çok teorik çalışma yapılmıştır. Ancak çalışmamızda, bu teorilerden sadece İşlevselcilik (Functionalism), Yeni–İşlevselcilik (Neo–Functionalism) ve Hükümetlerarasıcılık (Intergovernmentalism) yaklaşımları üzerinde durmayı tercih edeceğiz. Bunun da iki nedeni vardır:Bunlardan birincisi; bu yaklaşımların ortak işbirliği ile gelişen entegrasyonu işlevsel olarak açıklamaları; ikincisi ise, enerji güvenliği gibi yüksek politika gerektiren bir konuyu entegrasyon açısından açıklama alt yapılarına sahip olmalarıdır.

Bu yaklaşımlardan ilki İşlevselcilik, aslında Avrupa Birliği henüz kurulmadan ortaya atılmış bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım fonksiyonel alanlarda yapılacak olan ortaklıkların beraberinde daha derin ve daha büyük alanlarda işbirliklerini beraberinde getireceğini ileri sürmektedir. Nitekim altı ülke arasında 1951 yılında kurulan sadece kömür ve çelik sektörlerini birleştirmeyi amaçlayan AKÇT’den bugünlerin Avrupa Birliği’ne gelinmiştir. Bir sektörde başlayan işbirliğinin getirdiği avantajlar daha cazip hale gelip uzun dönemli barışa dayalı sürdürülebilir ortaklıkların doğmasına zemin hazırlamaktadır. Yeni–İşlevselcilik egemen devletlerin oluşturduğu, federal yapıda süper bir devlet oluşumunu tanımlamaktadır. Hükümetlerarasıcılık yaklaşımı ise entegrasyon sürecini açıklarken merkezi hükümetlerin rolünün altını çizmekte ve karar alma sürecini yüksek politika ve alçak politika olarak ikiye ayırmaktadır.

Enerji, ülkelerin ekonomik gelişmişliklerini ve ulusal güvenliklerini derinden etkileyen temel bir ihtiyaçtır. Ekonomik gelişmişlikle birlikte artan enerji talebi ülkeleri sürdürülebilir enerji arzı sağlamaya, bu kaynakları çeşitlendirmeye ve bu kaynakları verimli şekilde kullanılır bir hale getirmeye itmiştir.

Enerji açısından bir ülkenin önceliği enerji açısndan kendi kendine yeterli olmasıdır. Bu bağlamda enerji kaynakları, üretimi ve tedariki konularında ne kadar dışa az bağımlı olunursa o ölçüde enerji güvenliğinin sağlanılacağına inanılmaktadır. Küreselleşme ülkeleri belli alanlarda işbirliğine itmiş; ülkeler ekonomik ve politik işbirliği çabalarının yanın da enerji

(14)

alanında da işbirlikleri gelişmeye zorlamıştır.

Günümüzün temel enerji kaynakları kömür, petrol, doğalgaz ve son dönemlerde nükleer enerjidir. Dünyada enerji tüketimi, sınırlı enerji kaynakları ele alındığında, giderek artmaktadır. Dolayısıyla enerji rezervlerinin özellikle petrol ve doğalgazın yoğunlaştığı, başta Orta Doğu olmak üzere Rusya, Afrika ve Hazar Bölgelerinin önemi de giderek artmakta ve tüketici ülkeler enerji politikalarını oluştururken enerji rezervlerin bu ülkelere ve bölgelere göre politikalarını şekillendirmektedirler. Dünyada enerji tüketiminin yoğun olduğu ve enerji tüketiminin giderek arttığı bölgeler Avrupa Birliği, ABD, Güneydoğu Asya ve özellikle Çin’dir.

Hem enerji açısından hem de enerji talep eden ülkelere baktığımız zaman, Türkiye dünya haritasında tamda arz ve talebin kesiştiği noktada yer almaktadır. Sahip olduğu konum itibariyle de Hazar ve Orta Doğu petrollerini Avrupa’ya ve dünya piyasalarına taşıyan köprü konumundadır. Bu konumdan dolayı Bakü–Tiflis–Ceyhan, Irak–Ceyhan Boru Hatları, Türkmenistan–Türkiye–Avrupa, Şah Denizi, Karadeniz ve Türkiye–Yunanistan Doğalgaz Boru Hattı projeleri Avrupa’ya alternatif enerji rotaları sunmaktadır. Türkiye Doğu–Batı ve Kuzey–Güney ekseninde, Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın enerji kaynaklarının batıya iletilmesinde doğal bir köprü, diğer bir deyişle iletim merkezi olabilecek bir konuma sahiptir. Türkiye bulunduğu konumu gereği, mevcut enerji politikalarının da etkisiyle ABD ve Avrupa Birliği ile işbirliğini ortaya koyarak, Rusya’ya alternatif proje ve bu yöndeki dış kaynaklı yatırımların odağı da durumundadır.

Özellikle Avrupa Birliği üyesi devletler kendi enerji güvenliklerini sağlamada yetersiz kalmaktadırlar. Dolayısıyla Avrupa Birliği ortak enerji politikası oluşturma çabası içerisindedir. Ortak politika oluşturma beraberinde ortak işbirliğini zorunlu kılmakta ve bu süreç Avrupa Birliği entegrasyonuna da yeni bir ivme kazandırmaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin kendi entegrasyonu açısından yeni bir heyecan olan ortak enerji politikası üretme çabası doğal olarak Türkiye’yi de içine almaktadır.

Bu bağlamda Türkiye ve Avrupa Birliği birçok boru hattı projesinde beraber çalışmak mecburiyetindedirler. Türkiye’nin içinde yer aldığı ve Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği için son derece önemli olan önemli projelerlerden biri Hazar enerji kaynaklarını Türkiye üzerinden Avusturya’ya bağlayacak olan NABUCCO Projesi’dir. Avrupa Birliği bu projeyi son derece önemsemektedir. Bunun yanında, yapılan bu boru hatlarının finasmanları büyük ölçüde

(15)

Avrupa Birliği tarafından karşılanmaktadır. Yüksek maliyetli bu projelerin yapımı Türkiye ekonomisine olan katkısı azımsanamayacak kadar yüksektir. Ayrıca, Türkiye bir iletim merkezi olarakta sınırlarında bulunan boru hatlarından gelir elde etmektedir. Özellikle NABUCCO Projesi ile Türkiye Avrupa Birliği’nin dördüncü büyük gaz arteri olmaktadır. Bu durum Türkiyenin üyelik sürecinde siyasi gücünü artırırken Avrupa Birliği’ne enerji güvenliğ konusunda katkıda bulunmaktadır.

Bu bağlamda enerji güvenliği konusunda Türkiye’nin konumunu giderek güçlenmekte, tıpkı Almanya ve Fransa arasında AT’nin başlangıcını oluşturan kömür ve çelik sektörü gibi Avrupa Birliği ülkeleri zaruri yoğun ve sürekli birliğine itmektedir. Üyeliğine karşı olan ülkelerin dahi Türkiye’nin üzerinden Avrupa Birliği’nin enerji güvenliğini sağlayacak projeleri finansal ve politik olarak desteklemeleri gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Bu karşılıklı işbirliği açısından Türkiye’nin üyeliği enerji konusunda birliğe önemli kazançlar sağlayacak bir durum oluşturacaktır. Ülkemizin Orta Doğu’ya ve Hazar Bölgesi’ne jeopolitik yakınlığı, Avrupa Birliği enerji pazarlarını bu bölgelerle birleştiren ucuz ve güvenilir bir yol sağlamaktadır. Avrupa Birliği elbette bunun farkındadır. Mesela, Avrupa Komisyonu tarafından 6 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan Türkiye’nin Üyeliği’nin Etkileri Raporu’nda Avrupa Birliği enerji güvenliği açısından Türkiye’nin üyeliğinin birliğe neler kazandıracağı açıkça vurgulamıştır (EU, 2004). Bu bağlamda, Türkiye’nin üyeliği sürecinde, taşıdığı politik–stratejik önem Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne daha çok yaklaştıracağı ve üyelik sürecine katkıda bulunacağı tespitinde bulunulmaktadır.

Başka gerekçeler bir yana sadece enerji güvenliği açısından bile Türkiye ile derin işbirliği içerisine girme bir mecburiyet olarak görünmektedir. Tıpkı Neo–Fonksiyonalist yaklaşımın ön gördüğü gibi entegrasyonlarda uzun soluklu, karşılıklı olarak çıkarların olduğu bir süreç gerçekleşmekte ve daha sonra bu işbirliği politik boyut kazanmaktadır. Üretimin en önemli girdisi olmasıyla enerji konusu ekonomik olduğu kadar; arz ve talebin uygun araçlar ve en hızlı yoldan teminini sağlama gereği nedeniyle bir güvenlik ve dolayısıyla da politik bir konudur. Enerji güvenliği konusunda ayrıca hem Avrupa Birliği’nin daha derin ve yakın işbirliğini zorunlu kılmakta hem de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne bu konuda sağlayacağı büyük boyutlu avantajlar sebebiyle oldukça önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle enerji güvenliği konusu bir yandan Avrupa Birliği için daha sıkı bir bütünleşmeyi zorunlu kılarken Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne bir adım daha yaklaştıracak hayati bir konudur.

(16)

Tezin amacı Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde enetegrasyon araçları içerisinde önemini giderek artıran enerjinin ne denli önemli olduğunun araştırılması ve bunun entegrasyon sürecine olan etkisi, Avrupa Birliği enerji güvenliğinin sağlanması noktasında Rusya’ya alternatif oluşturulan yeni enerji rotalarıyla enerji işbirliğiklerinin Avrupa Birliği entgrasyonu ve genişlemesine katkısına yönelik sorulara cevap araştırlmaya çalışılacaktır. Öte yanda yine cevaplandırılmaya çalışılacak bir diğer nokta ise Rusya’ya en güçlü enerji rotası durumunda bulunan Türkiye’nin bu süreçte Avrupa Birliği üyeliği noktasında elde ettiği avantajlardır. Tezde amaçlanan hedefler;

 Avrupa Birliği entegrasyon teorileri ışığında Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde enerjinin etkisinin araştırılması,

 1970 ‘li yıllarda yaşana petrol krizleri ve son yaşanan Ukrayna gaz krizinden sonra enerjinin yüksek güvenlik politikası olarak ülkeler açısından öneminin belli başlı üretici ve tüketici ülkeler açısından araştırılması,

 Oluşturulacak olan enerji güvenliliğinide kapsayan enerji politikalarının Avrupa Birliği entegrasyonuna katkısı,

 Avrupa Birliği’nin enerji alanında bölgesel işbirliğinin komşu ülke ve bölgeler ile oluşturduğu enegrasyonun Avrupa Birliği genişleme sürecinde ele alınması,  Transit bir ülke olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile gireceği yoğun enerji

işbirliğinin özellikle NABUCCO projesinin Türkiye–Avrupa Birliği enetegrasyon sürecine ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecine katkısı araştırılacaktır.

Bu tezde aşağıdaki araştırma soruları cevaplanmaya çalışılacaktır:

 Avrupa Birliği entegrasyon torilerinden yola çıkarak enerjinin bir enetegrasyon aracı olduğunu iddia etmek mümkün mü?

 Enerjinin Avrupa Birliği entgrasyon sürecine olan katkısı nedir?

 Enerji alanında yapılan ve yapılacak olan işbirliklerinin Türkiye ve entegrasyon sürecine olan katkısı nedir?

(17)

 Özellikle NABUCCO Projesinin Avrupa Birliği ve Türkiye açısından önemi nedir?

 Bu projenin Avrupa Birliği–Türkiye entegrasyon sürecine olan katkısı nedir?

Hipotezler TABLO:Hipotez Listesi

H1 Enerji tedariki gerek üretici ülkeler gerek tüketici ülkeler için farklı bölge ve ülkeler ile işbirliği gerektirdiğinden bir entegrasyon aracıdır. Özellikle petrol küresel bir iş birliğini gerektirirken, doğalgaz yoğun bölgesel işbirliğini gerekmektedir. Nitekim, Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin başlangıcı olararak kabul edilen AKÇT (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) kömür ve çelik alanında ticaretin artırılması amacıyla kurulmuştur ve Tıpkı Yeni–İşlevselci teorinin ön gördüğü şekilde başlayan işbirliği genişleyerek devam etmiştir. Ortak bir poltika gereksinimi olarak enerji Avrupa Birliği için bir entegrasyon aracıdır.

H2 Siyasi entegrasyonu tam anlamıyla oluşturamamış olan Avrupa Birliği son yaşanan Ukrayna krizinden sonra ortak enerji politikaları oluşturmaya başlamıştır. Oluşturulan bu işbirliği üye devletler arasında ki işbirliğini geliştirmekte ve Avrupa Birliği’nin kaybetmiş olduğu entegrasyon heyacanını yeniden kazanmasına yol açmaktadır.

H3 Türkiye ve Avrupa Birliği enerji alanında birçok çalışma yapmakta ve yine geleceğe yönelik birçok proje gelişmektedirler. Bu süreç Avrupa Birliği’ nin enerji güveliği açısından Rusya’ya bağımlılığını azaltırken, enerji alanında oluşan rekabet fiyat avantajı sunmaktadır. Türkiye ise geçiş ülkesi olarak bu boru hatlarından gelir elde etmekte ve yabacı sermayeyi çekerek ülke ekonomisine katkı sağlayarak istihdam olanakları sunmaktadır.

H4 NABUCCO Projesi Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarını Avrupa’ya sunan yüksek kapasiteli bir boru hattı projesidir. Proje Avrupa Birliği büyük çapta gaz arzı sağlamakla birlikte, birden çok ülke ve bölgenin iş birliğini sağlamakta ve bölgesel entegrasyona katkıda bulunmaktadır. Projenin ana tüketicisi Avrupa Birliği’dir. Ana üreticisi bölge hazar bölgesi ve dolayısıyla Azerbaycandır.

(18)

Azerbaycan gazının yeterli olmadığı düşünülmekle birlikte Azerbaycan bu projeden aslan payını alan ülke durumunda olacaktır. Bu projeyle birlikte Pazar sorunu bulunmayan hazar bölgesine yabancı sermaye yatırımları hız kazanacaktır. Böylece gaz üretimi ve verimlilik seviyesi artacaktır. Gaz boru hattı en çok Türkiye üzenden geçecektir. Dolayısıyla boru hattı elde etmekte ve geleceğin en büyük gaz arzını Avrupa Birliği’ne sağlayan projesinin kendi topraklarından geçirerek siyasi olarak Türkiye’yi güçlendirecektir. Avrupa Birliği projeyle enerji güvenliğini sağlamlaştırırken üretici ülke ve bölgeler ve transit ülkeler ile entegrasyon içerisinde olacaktır.

H5 Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bulunan Türkiye, Avrupa Birliği ile oluşturduğu yoğun enerji işbirliği entegrasyon seviyesini artacaktır. Bu entegrasyonun Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği gibi yüksek politika alanında gerçekleşmesi Türkiye’yi Avrupa Birliği için vazgeçilmez kılmakta ve üyelik sürecini hızlandırmaktadır.

Dolayısıyla tezde, enerjinin Avrupa Birliği entegrasyon sürecine olan katkısı olduğu ve Türkiye’nin bu süreçte ki rölünü Avrupa Birliği entegrasyon teorilerinden yola çıkılarak açıklanmaktadır. Ayrıca, enerjinin Avrupa Birliği entegrasyonu için yeni bir gerekçe olarak ortaya çıktığı ve Türkiyenin üyelik sürecinde hızladırdığı savunulmaktadır. Nitekim, bu tezde enerjinin bir Avrupa Birliği için entegrasyon aracı olup olamayacağı entegrasyon teorilerinden yolaçıkılarak araştırılmaya çalışılıcaktır. Ayrıca tezde, Türkiye–Avrupa Birliği enerji işbirliği’nin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine katkısı araştırılmaktadır.

Enerji Avrupa Birliği için yeni bir entegrasyon aracıdır ve enerji alanında oluşacak yeni bir ortak politika oluşumu Avrupa Birliği entegrasyonunda kaybolan ivemyi yeniden kazandıracağı beklenmektedir. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği’neni enerji politikası oluşunda Türkiye ile yoğun iş birliğindedir ve bu işbirliği giderek artmaktadır. Aratan iş birliği Avrupa Birliği–Türkiye entegrasyonunu artırmaktadır ve varolan bu süreç üyelik sürecinde Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Türkiye bu anlamda Avrupa Birliği için önemli bir ülke olma konumunu artırmaktadır. Böylelikle bu sürecin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini ivmelendireceği iddia edilmektedir. Bu amaca ulaşılırken enerji ve entegrasyon arasındaki

(19)

ilşki Avrupa Birliği entegrasyon teorileriyle açıklanacaktır. Enerjin Avrupa Birliği entegrasyon sürecine olan etkisi etkisi ele alınırken sadece Avrupa Birliği entegrasyon teorilerinden üç tanesi ele alınmaktadır. Bunlar İşlevselcilik yaklaşımı, Yeni–işlevselcilik yaklaşımı ve Hükümetler–arasıcılık yaklaşımıdır. Sadece bu teorilerin ele alınmasındaki sebep ise ilk iki yaklaşımın entegrasyonu sektörel yayılmacılık olarak açıklaması ve son yaklaşımın ise entegrasyonu yüksek ve alçak politika açısından değerlendirip bu süreçte merkezi hükümetlerin rölünü çizmesidir.

Enerji bir entegrasyon unsuru olarak açıklamak amacıyla eneji üretici Bölgeler; Ortadoğu, Rusya ve Hazar Bölgesi ile Avrupa’ya bir iletim merkezi olarak Türkiye’nin rölü Avrupa Birliği–Türkiye arasındaki enerji işbirliği enetgrasyon teorileri ile ilintili olarak irdelenmekte ve sürecin Avrupa Birliği entegrasyon ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine katkısı üzerinde durulmaktadır.

Dünya enerji dağılımı dikkate alındığında ise, bu çalışmada Avrupa Birliği’ne yüksek miktarda direk enerji arzı sağladığından ve konum itibariyle Türkiyenin köprü görevi üstlendiği dünya enerji zengini bölgelerden Ortadoğu, Hazar Bölgesi ve Rusya ele alınmaktadır. Bu bölgeler içerisinde ise jeo–stratejik rekabet ve alternatif enerji arzı sağlamasında dolayı Hazar Bölgesi ayrı bir öneme sahiptir. Enerji kaynaklarından dünyada sedece belli bölgelerde olması, kaynakların sınırlı olması ve tedariklernin tek başına bir ülke tarafından sağlanamayacağından dolayı enerji kaynakarından petrol ve doğalgaz ele alınmaktadır. Çalışmada bu iki enerji kaynağı yoğun olarak ele alınmakla birlikte petrolün daha çok küresel bir mesele olması buna karşın doğalgazın ise bölgesel bir işbirliği gerektirmesinden dolayı petrole karşı göreceli olarak daha fazla doğalgaz ve doğalgaz boru hatları üzerinde durulmaktadır.

Tez konusu, özellikle Avrupa Birliği engtegrasyon teorileri kronolojik bir çerçeve dâhilinde islenmistir. Ele alınacak olan konular ve konuların alt baslıkları objektif bir bakışla incelenmistir. Daha çok sebepsonuç iliskileri araştırılmıştır. Mantıki silsile izlenerek konu bütünlügü saglanmıstır. Zira entegrasyon teorilerinden yola çıkarak Avrupa Birliği için enerjinin yeni bir gerekçe olarak ortaya çıkması ve bu sürecin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine olan etkisi gelişmelerin izlenmesinde önemli olan husus bütünlügün muhafazasıdır.

Konunun geçmiş ve şimdiki zaman dilimini kapsaması nedeniyle, literatür taraması ve arşiv tetkiki yapılmıstır. Birçok farklı (Türkçe ve İngilizce) kaynaklardan faydalanılmış, Selçük Üniversitesi veritabanı, EPDK ve BOTAŞ verileri, süreli yayınlar, güncel basın ve

(20)

haber ajanslarının takip edilmesine önem verilmistir. Bu çalışmanın konusu çok yakın geçmişe ait oldugu için mümkün mertebe en son verilere ulaşılmaya çalışılmıştır.

Söz konusu çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Entegrasyon kavramı, Avrupa Birliği entegrasyon teorileri, bölgesel ekonomik entegrasyonlar ve bölgesel ekonomik entegrasyon olarak Avrupa Birliği’nin kuruluşu ve genişlemesi incelenmiştir.

İkinci bölümde; Dünya enerji sektörünün genel durumu ele alınarak üretici ve tüketici ülke ve bölgeler üzerinde çalışılmıştır. Konu başlığı ile ilintili olarak Dünya’da enerji üreticisi bölgeler ve Ülkeler olarak; Ortadoğu, Orta Asya, Rusya ve Hazar bölgesi incelenmiştir. Kuzey Afrika ve Latin Amerika ülkeleri enerji üretimi daha dar anlamda ele alınmıştır. Tüketici bölge ve ülkeler olarak ise; Avrupa Birliği, ABD ve Çin incelenmiştir. Güneydoğu Asya Ülkeleri daha dar anlamda ele alınmıştır. Türkiye enerji talebi ise tez konusuyla direk ilişkili olduğundan detaylı bir şekilde ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde, enerji güvenliği kavramı detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Bu bağlamda mevzubahis olan enerji üreticisi ülke ve bölgelerin enerji güvenliği bağlamında enerji politikaları incelenmiştir. Özellikle son Ukrayna krizden sonra Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği bağlamında enerji kaynaklarını çeşitlendirme çabaları ve yine bu bağlamda daha rekabetçi bir enerji piyasası ile enerji tedariki meselesini devlet dışı aktörlerede aktarma çalışmalar üzerinde durulacaktır. Milli gelirlerinin büyük bir kısmını enerji ithalatından sağlayan enerji üreticisi bölgeler açısından ise daha farklı enerji rotaları daha fazla enerji arzı anlamına gelmekte ve bu bağlamda tüketici ülke ve bölgeler ile işbirline girmektedirler. Nitekim Hazar Bölgesi enerji zengini bir bölge olmasına rağmen enerji aktarımını son döneme kadar yalnızca Rusya üzerenden sağlayabilmekteydiler. Dolayısıyla, denize kapalı bu Hazar Ülkeleri için yeni boru hattı projeleri öenm arzetmektedir. Transit ülke olarakta Türkiye kendini bu bağlamda hem doğu hemde batı arasında bulmaktadır.

Dördüncü bölümde ise, enerji, enetgrasyon kavramları çerçevesinde iki taraflı olarak hem Avrupa Birliği’nin kazanımları hemde Türkiye’nin kazanımları üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda enerji iletim merkezi olarak Hazar ve Ortadoğu enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa Birliği’ne enerji arzı sağlayan petrol ve doğalgaz boru hatları ve boru hattı projeleri incelenmiştir. Bu boru hattı projeleri siyasi olarak Türkiye’nin üyelik sürecinde Avrupa Birliği’ne karşı elini kolaylaştırmata ve ekonomik olarakta Türkiye bu boru hatlarında hatırı sayılacak miktarda gelir elde etmektedir. Çalışmada özellikle doğal gaz boru hattı

(21)

projelerinden NABUCCO projesi üzerinde durulacak ve bu boru hattının gelecek yıllardaki arz projeksiyonu dikkate alınarak bu bağlamda oluşacak olan bölgesel entegrasyon Türkiye– Avrupa Birliği ekseninde incelenecektir.

Tezin sonuç bölümünde ise, konunun özetiyle birlikte Enerji güvenliğini sağlamak amacıyla ortak enerji politikası oluşturma ve enerji piyasalarının homonizasyonu sekteye uğrayan Avrupa Birliği entegrasyon sürecini tekrar ivmelendireceği ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine etkileri üzerinde durulmuştur.

(22)

BİRİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK ENTEGRASYON TEORİLERİ VE AVRUPA BİRLİĞİ ENTEGRASYONU

1.1. Entegrasyon Kavramı

Küreselleşme süreci ve buna paralel artan bölgeselleşme eğilimleri, entegrasyon (bütünleşme) olgusunu uluslararası ilişkilerin önemli bir gündem maddesi haline getirmiştir. İkinci Dünya savaşından sonra entegrasyonu anlamaya yönelik çalışmalar olmasına rağmen bu dönemde entegrasyonun ne olduğuna yönelik tam bir görüş birliği oluşmamıştır (Canbolat, 2001:81).

Entegrasyon, “Farklı ulusal birimlerin siyasi birleşmelerine yönelik bir süreç ya da birleşmenin bir ürünü” olarak tanımlanabilir (Coulombus ve James, 1993:86). Diğer yönden entegrasyon (Bütünleşme), ulusal devletlerin kendi otonomilerini uluslarüstü ana kurumsal yapı tarafından belirlenmiş kurallara ve politikalara devretmesi olarak da tanımlanabilmektedir (Huelshoff, 1993:233). Öte yandan bütünleşme kültürel ve sosyal açıdan farklı grupların tek bir sınırsal alanda bir araya getirilmesi şeklinde de ele alınabilir (Weiner, 1965:53). Entegrasyonda ki nihai hedef ise devletler üzerinde ulus üstü yetkiler ile donatılmış bir bir siyasi entegrasyonun oluşması olarak tanımlanabilmektdir. Dolayısıyla entegrasyonun doğal bir sonucu olarak daha önce var olan birimler üzerinde yetkilere sahip yeni bir siyasal topluluk, kurum veya bir politika oluşmaktadır. Siyasal entegrasyonun oluşabilmesi için ise gerekli olan ülkelerin kolektif çıkarlarına uygun bir ekonomik entegrasyon modelinin ortaya çıkmasıdır. Nitekim, Avrupa Birliği örneğinde görüldüğü gibi başlangıçta üye devletlerin çıkarları için oluşturulan AKÇT nihayetinde siyasal bir entegrasyona dönüşmektedir. Dolayısıyla ekonomik entegrasyonun siyasal entegrasyon için olmazsa olmaz şartı olarak nitelendirmek yerinde olacaktır.

(23)

Ayrıca, bütünleşen toplumlar ekonomik açıdan belli bir gelişmişliği yakalamış olan toplumlardır. Bunun örneğini ekonomik açıdan gelişmiş batı toplumlarında görmek oldukça kolaydır. Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerin durumu söz konusu olduğunda ise entegrasyondan çok ekonomik kaygılar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla entegrasyonlar kendi içerisinde farklı biçimlere ayrılmaktadır. Entegrasyon çeşitleri belirlenen hedeflere, işbirliğinin yoğunluğuna, tarafların karşılıklı bağımlılık durumlarına, kar ve zarar bölüşümünün ve işbirliği yapan birimlerin sosyal ve siyasal homojenlik derecesine göre farklılık göstermektedir (Canbolat, 2001:82). Kavram düzeyinde birleşme ve bir araya gelme olarak da adlandırılan bütünleşme, birbirinden farklı boyutlara sahiptir. Genel hatlarıyla entegrasyon, ekonomik ve siyasal bütünleşme olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

1.1.1. Ekonomik Entegrasyon

Ekonomik entegrasyon olgusu, Jacob Viner’ın 1950 yılındaki “The Customs Union Issue” adlı makalesinin öncülüğünde gümrük birlikleri kuramıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Smith ve Ricardo, farklı düzeylerde de olsa ekonomik bütünleşmenin yararlarını savunan bütün görüşlerin özünde, serbest ticaretin ülkeler arasında ekonomik rekabeti özendirerek ve uzmanlaşmayı geliştirerek, kaynak dağılımında etkinlik sağlayacağı düşüncesini savunmuşlardır. Bu düşünce üretimde etkinliğe dayalı bir iş bölümünün gerçekleşmesiyle dünya refahının da maksimize olacağını ileri sürmektedir (Yıldız, 2008).

Smith, serbest ticaret ve uluslararası uzmanlaşmanın yararlarını mutlak üstünlük teorisi ile açıklar. Buna göre, iki–ülkeli bir modelde, ülkelerden biri, diğeriyle kıyaslandığında, hangi malları daha düşük maliyetle üretiyorsa, o malların üretiminde uzmanlaşmalı; düşük maliyetle ürettiklerini ihraç ederken iç maliyetleri yüksek malları ithal etmelidir. Ancak, buradaki maliyet kavramı, sadece homojen olduğu düşünülen emek faktörünü içermektedir.

Uluslararası ticaretin mutlak üstünlüklere dayandırılmasının kapsamı daraltacağını gören Ricardo, karşılaştırmalı üstünlük teorisinde, uluslararası ticaretin, mutlak değil karşılaştırmalı üstünlüklere dayanması gereğini ortaya koymuştur. Bir ülke, bütün mallarda, diğerine göre daha üstün olsa da, karşılaştırmalı olarak en fazla üstünlüğe sahip olduğu mallarda uzmanlaşıp daha az üstün olduğu malları ithal ederek daha fazla refaha ulaşabilir. Yeter ki, bu iki ülkede yurt–içi değişim oranları farklı ve uluslararası fiyat oranı, bunların arasında gerçekleşmiş olsun. Ricardo için de, maliyeti oluşturan tek faktör, homojen, ülke

(24)

içinde tam hareketli ve ülkeler arasında tam hareketsiz olduğu varsayılan emektir (Baykurtaran, 2003:177).

Uzunca bir süre teorik düzeyde tartışılan ekonomik bütünleşmeler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında teori olmaktan çıkmış ve uygulama alanına sokulmaya başlamışlardır. IMF gibi uluslararası parasal örgütler ile GATT gibi uluslararası antlaşmalar, dünya ticaretinde ve ödeme sistemlerinde aksayan yönleri düzenlerken bu kuruluşların alt yapıları bu teoriler tarafından oluşturulmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra ağır bir yıkıma maruz kalan Avrupa’nın yeniden inşası için oluşturulan uluslararası ekonomik kuruluşlar da bu sürece katkıda bulunmuşlardır. Avrupalı örgütler uluslararası ekonomik bütünleşmenin ilk örnekleridirler.

Ekonomik bütünleşme, genellikle aralarında önceden yakın ilişki bulunan ülkeler arasında kurulmaktadır. Böylece, ülkelerin birbirleri ile yaptıkları işbirlikleri karşılıklı avantajların değerlendirilmesi ve artan ölçekte avantajlardan yararlanılması sonucunu doğurmaktadır. Nihai olarak ise ekonomik alanda maksimum verimlilik rekabetçi sanayi toplumlarının bütünleşmesi ile sağlanmaktadır

Ekonomik bütünleşme, ülkeler arasında bazı yakınlık alanlarını gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede, coğrafi yakınlık, ekonomik, siyasal ve askeri konularda yakın işbirliği, ekonomik ve siyasal sistemlerin benzer olması, yakın tarihsel, sosyal ve kültürel bağların bulunması, benzer ve rakip ekonomik düzeyde bulunmaları ve diğer bir dış ekonomik ve siyasal güce doğrudan bağlı bulunmamaları buna misal olarak gösterilebilir (Haas, 1958:12). Enerji güvenliğinin arzı, yapı itibari ile hem güvenlik konusu olması hem de ekonomik bir boyutu da içermesi bu teoriyi daha da güçlendirmektedir.

İktisatçıların üzerinde görüş birliğine vardıkları diğer bir husus ise, ekonomik bütünleşmenin bir ülke sınırları içindeki farklı bölgelerin bütünleşmesini amaçlayan ulusal bütünleşme; farklı ülkelerin bir bölge içinde birleşmesini amaçlayan uluslararası ekonomik bütünleşme ve farklı bölgesel grupların birleşmesi ve tek bir ekonomik ve siyasi birim haline dönüşmesini amaçlayan dünya bütünleşmesi (Yıldız, 2008) olarak üç gruba ayrıldığıdır.

Üst düzeyde gerçekleşen ekonomik entegrasyon, siyasal entegrasyonun da desteğine ihtiyaç duymaktadır. Başlangıçta belli ticari alanlarda gümrük vergilerinin ortadan kaldırılması ile başlayan ekonomik bütünleşme siyasi karar alma mekanizmasını da etkileyerek siyasi işbirliğinin gelişmesine de katkıda bulunmaktadır. Nitekim bölgesel

(25)

ekonomik entegrasyonlara, NAFTA ve ASEAN gibi kurumlar örnek olarak gösterilebilir. Günümüzde adı geçen entegrasyonlar ile birlikte farklı düzeylerde ekonomik bütünleşme hareketleri gözlenmektedir. Bunlardan en güçlüsü, bütünleşme yolunda en çok mesafe almış olanı ve dolayısıyla da bütünleşme ile ilgili kuramların gelişmesinde en çok katkısı olanı kuşkusuz ki, Avrupa’daki bütünleşme hareketidir.

İktisadi bütünleşmeler, kimi mallar üzerindeki tarife indirimlerinden başlayarak, para ve maliye politikalarının uyumlaştırılmasını içeren kapsamlı iktisadi birleşme türlerine kadar değişiklik göstermektedir (Ülgen, 2005:6). Burada karşımıza, ekonomik entegrasyonun çeşitli düzeyleri olarak Serbest Ticaret Alanı, Gümrük Birliği, Ortak Pazar ve Tam Ekonomik Entegrasyon görülmektedir. Ekonomik bütünleşme sayesinde ekonomik ve parasal birlik sağlanmış ve ulusal ekonomik bağımsızlık tamamen yok olmuştur (Ertürk, 1972:5).

1.1.1.1. Serbest Ticaret Alanı

Dört çeşit ekonomik bütünleşme modeli arasında en basit bütünleşme modeli Serbest Ticaret Alanı’dır. İki taraf arasında yapılan bir serbest ticaret antlaşması ile kurulan Serbest Ticaret Alanı’nda, iki taraf arasında mal ticareti serbestleştirilmektedir (Ülgen, 2005:62). Üyeler arasında ticareti kısıtlayan engellerin (Tarife–Kota gibi) bazılarının tamamıyla kaldırıldığı ve böylece üye ülkelerin belli bir yükümlülük altına girdiği bir ekonomik bütünleşme türüdür. Serbest Ticaret Alanı’ndaki amaç, üye ülkeler kendilerinin ürettiği mal ve hizmetlere ilişkin ticareti serbestleştirecek ortak bir pazar oluşturmaktır. Ayrıca bu ekonomik entegrasyon modelinde üye devletler üçüncü ülkelere karşı bağımsız bir ticaret politikası sürdürme hakkına da sahiptirler. Bu bağlamda üye devletler birbirlerine danışmadan üçüncü ülkeler ile serbest ticaret antlaşması imzalayabilmektedirler. Dünyadaki en başarılı serbest ticaret antlaşmalarından ikisi EFTA ve NAFTA’dır (Dura ve Atik, 2007:6). Bu çerçevede NAFTA kapsamında bir araya gelen, ABD, Kanada ve Meksika, üçüncü ülkelere karşı farklı gümrük tarifeleri uygulamaktadırlar (Ülgen, 2005:62). Böylelikle ticaret sınırlamaları yalnızca üye ülkelerce üretilen mal ve hizmetlere karşı kaldırılmakta, üçüncü ülkelerden ithal edilen bir malı herhangi bir üye ülke, diğerlerine ihraç etmek istediğinde bu sınırlamalar geçerli olmaktadır.

Bahsedilen şekilde bir bölgesel ekonomik entegrasyon ilk kez 1929 yılında Lucien Brocard tarafından önerilmiştir. Lucien’e göre ekonomi bölge temelinde örgütlenmelidir ki ulusal ekonomiler ile uluslararası ekonomi ilişkileri daha güvenli bir zeminde gelişme fırsatı bulsun (Brocard, 1932:83). Fakat bir ülkenin, gümrük tarifesi göreceli olarak düşük olan bir

(26)

ülkeye mallarını ihraç etmesi ve ithal eden ülkenin ise Serbest Ticaret Alanı kapsamında bu malları gümrüksüz olarak diğer üye ülkelere ihraç etmesi, mevzubahis malları ihraç eden ülkeler açısından rekabette dezavantajın doğmasına yol açacaktır. Bu duruma ekonomi literatüründe trafik sapması, adı verilmektedir. Trafik sapmalarının engellenmesi için ise ülkeler arası bu tür ticaretlerde menşe kuralları uygulanmaktadır (Ülgen, 2005:62). Dolayısıyla sadece bazı mal ve hizmetlere uygulanan gümrüksüz serbest dolaşım hakkının bazı sakıncalar doğurması ve yeterli olmasından bir üst entegrasyona ihtiyaç duyulmaktadır.

1.1.1.2. Gümrük Birliği

Gümrük vergisi muafiyeti ile ülkelerarası ticareti geliştirmek amacıyla oluşturulan gümrük birliği Serbest Ticaret Alanı’ndaki koşullara ek olarak birliğe üye ülkelerin serbest dış ticaret politikaları izlemelerini sınırlandırmış olduğundan daha ileri bir ekonomik entegrasyonu içermektedir. Gümrük Birliği’nden üye ülkeler arasındaki ticaretin tamamen serbest bırakılması; Birlik’e üye olmayan ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesinin uygulanması söz konusudur (Dura ve Atik, 2007:6). Gümrük Birliği’nde de, Serbest Ticaret Alanı’nda olduğu gibi, sadece mal piyasalarında bütünleşme amaçlanmış ve bütünleşmeye katılan ülkeler arasındaki mal akımlarını kısıtlayan gümrük vergileri ve diğer dış ticaret kontrolleri kaldırılmıştır. Fakat ilk ekonomik entegrasyon modelinden farklı olarak, üçüncü ülkelere karşı uygulanan gümrük vergileri eşitlenmektedir. Böylece üye ülkeler arasındaki mal akımları gümrük vergilerinin ortadan kalkmalarından dolayı artarken, diğer ülkelerden olan mal ve hizmet akımlarında belli bir miktar azalma görülmektedir. Gümrük Birliği ile beraber üçüncü ülkelere karşı ortak bir politikanın oluşması ulusüstü bir yapıya yol açmakta ve karar almada belirleyici bir rol oynanmasına vesile olmaktadır.

Gümrük Birliği Teorisi’ni, 1950'de yayınladığı ‘Custom Union İssiue’ adlı eseri ile ortaya koyan Jacop Viner, eserinde, Gümrük Birliğini tüm yönleri ile açıklamaya çalışmıştır. Daha sonraları J. E. Meade, Marcus Fleming, H. G. Johnson, C. A. Cooper, B. F. Massel, R. G. Lipsey ve Kelvin Lanchester gibi isimlerin de teoriye katkıları olmuştur (Dura ve Atik, 2007:11).

Viner tarafından ise Gümrük Birliği'nin ileri sürülen koşulları, şu şekilde özetlenmektedir:

 Üye ülkeler arasında tüm ticari engellerin; tarifelerin, kotaların ve benzer etki gösteren sınırlamaların kaldırılması.

(27)

 Birlik dışı ithalatıda tek tarife uygulanmalıdır.

 Önceden kararlaştırılmış bir formüle göre gümrük gelirlerinin üyeler arasında bölüştürülmesi gerekmektedir (Viner, 1950:35).

Ortak Pazar aşamasını açıklamadan önce, son olarak Gümrük Birliğinin tarihte en çok görülen bütünleşme şekli olduğunu belirtmek gerekir. 19. Yüzyıl’da İngiliz serbest ticaret doktrinine karşı yerli sanayileri korumak amacıyla kurulan Alman ve ABD Gümrük Birlikleri en başarılı örnekler olarak gösterilebilir. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa Ekonomik Topluluğu, her şeyden önce, bir Gümrük Birliği’dir. Avrupa Topluluğu’ndaki gelişmeler, bütünleşme kuramının temelini teşkil eden Gümrük Birliği kuramının diğer bütünleşme biçimlerini kapsayacak şekilde genişletilmesine neden olmuştur (Yıldız, 2008).

1.1.1.3. Ortak Pazar

Ortak Pazar Gümrük Birliği’nden daha ileri bir iktisadi birleşme hareketidir. Gümrük Birliği ile oluşan ekonomik entegrasyonun bir ileri safhası olan Ortak Pazar da Gümrük Birliği’nin bütün unsurlarına ek olarak emek, sermaye, girişimci gibi üretim faktörlerinin üye devletler arasındaki serbest dolaşımını engelleyen bütün unsurlar ortadan kaldırılmakta ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesini sürdürmektedir. Bu tür ekonomik entegrasyonlara Ortak Pazar adı verilmektedir. Bir diğer deyişle, Ortak Pazar, herhangi bir üye ülkenin iç pazarından oluşmuş genişletilmiş bir iç pazardır (Dura ve Atik, 2007:8).

Böylece Ortak Pazar aşamasında üye devletler arasında ticareti engelleyici tüm uygulamalar kaldırılmaktadır. Ortak Pazar ile üye ülkeler arasında her türlü sınır kontrollerinin kaldırılması, çalışma ve oturma izni antlaşmalarının yapılması, göçlerin denetimi ve sığınma talepleri konusundaki politikalarda uyumlaştırma sağlanması, vergilerin, özellikle dolaylı vergilerin uyumlaştırılması, mali hizmetlerin serbestleştirilmesi, ulaşım ve telekomünikasyon gibi kamusal hizmet alanlarının açılması, banka ve sigorta işlemlerinin uyumlaştırılması, para ve benzeri işlemlerin serbestleştirilmesi sağlanmaktadır. Bunun yanı sıra yabancı üretim faktörlerinin Ortak Pazar a girişini ortak ilkelere bağlayan düzenlemeler de getirilmektedir. Dolayısıyla mal ve hizmet piyasalarının ve üretim faktörlerinin serbest dolaşımı sağlanarak Ortak Pazar içerisindeki üretim maliyetleri eşitlenmekte ve kaynaklar daha etkin kullanılmaktadır.

(28)

Ekonomik bütünleşme, ekonomik bütünleşme hareketlerinin son aşamasıdır. Ekonomik birlik, uygulanacak ortak politikalar ile birlikte üyeler devletler arasındaki ekonomik, mali ve sosyal politika alanlarında tüm farklılıkları gidermektedir. Şöyle ki, birliği oluşturan ülkeler tıpkı tek bir devletin bölgelerinden biriymiş gibi olmaktadırlar (Dura ve Atik, 2007:8). Böylece diğer ekonomik entegrasyon aşamaları ticaret engellerini ortadan kaldırırken, ekonomik birlik uluslarüstü ekonomi politikalarının oluşturulduğu bir bütünleşme biçimi olmaktadır. Çünkü ekonomik birlik, yukarıdaki aşamalara ek olarak birçok maddi ve moral alanda, örneğin tek para, tek merkez bankası, ortak dış politika gibi "tek" olmayı gerektiren bir biçimdir. Artık "ortak" lıktan "tek" liğe geçiş söz konusudur. Bugün için Avrupa Birliği, özellikle Maastricht Antlaşması’ndan sonra üyeleri arasında malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını sağlaması, ekonomi, para ve maliye politikalarını ahenkleştirme konusundaki ilerlemeler ile ekonomik birliğe doğru yönelen bir topluluk olarak görünmektedir.

1.1.2. Siyasi Entegrasyon

Ekonomik entegrasyondan sonra beklenen bütünleşme, siyasal entegrasyondur (Dura ve Atik, 2007:8). Siyasal entegrasyon aynı siyasi varlık içindeki üyelerden oluşan bir bütünleşme hareketidir. Siyasal entegrasyonun temelinde, karşılıklı çıkarları sağlama amacını güden kolektif bir eylem yatmaktadır (Arı, 2002:406). Şöyle ki, Karl W. Deutsch’a göre, belli bir toprak üzerinde bir grup insanın uzun bir süre için barışçıl düzeni sağlayacak gerekli topluluk ve kurumlar üzerinde ortak bir kanıya varmalarına yol açan süreç siyasal bütünleşme sürecidir (Arı, 2002:406). Ekonomik entegrasyonun sağlıklı işleyebilmesi ancak ulusüstü bir karar vericiye bağlıdır. Bu karar vericinin görevi ise siyasi dengesizlikler ve antlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Buna göre siyasal bütünleşme, ulusal konumdaki siyasal kurumların bağlılıklarını, beklentilerini ve faaliyetlerini mevcut ulus–devletlerin üzerinde hukuksal niteliğe sahip bir merkezde toplamalarını ifade etmektedir. Buna en güzel örnek Avrupa Birliği’dir. Roma Antlaşması’nın ikinci maddesinde belirtildiği gibi Avrupa Birliği, ekonomik faaliyetlerinin yanı sıra üye devletler arasında sıkı işbirliğini de öngörmektedir. Fakat bu hedef, 1991 Maastricht Antlaşması’na kadar ikinci planda kalmıştır. Fakat 1991 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması ile birlikte Avrupa Birliği siyasi birliği vurgulanmıştır.

(29)

1.2. Avrupa Birliği Entegrasyon Teorileri

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan iki kutuplu dünyanın temsilcileri ABD ve Sovyetler Birliği savaş sonrası radikal bir şekilde kendi ulusal güvenliklerini en üst düzeye çıkardılar. Bu durum Sovyet tehdidine karşı daha fazla güvenlik isteyen Avrupa’yı da etkiledi. Bu bağlamda Avrupa için daha fazla güvenlik adına ve savaş sonrası yıkılan ekonomilerin hızlı tamiri için Marshall Planı ortaya atılmıştır. Bu plan ekonomik ve siyasi açıdan Avrupa’nın entegrasyonunu içermekteydi. Marshall Planın’dan sonra Avrupa Entegrasyon sürecine yönelik pek çok teori ortaya çıkmıştır (Dinan, 2006:31).

Avrupa Birliği bütünleşme teorilerinin açıklanmasında idealist akım ayrı bir yere sahiptir. İdealizm özellikle I. ve II. Dünya Savaşları’nın dünya üzerinde meydana getirdiği tahribatlardan sonra Soğuk Savaş dönemde barışçıl bir düzenin tesis edilmesi ile savaş hazırlığı özelliklerine sahip olan gizli ittifaklar, ulusal silahlanma ve kuvvet kullanımı gibi yöntemlerin reddedilmesi ve uluslararası arenada kalıcı barışı destekleyecek uluslararası hak ve yükümlülüklere dayalı yeni uluslararası oluşumlarının oluşması savunmaktadır. Böylece, barışa dayalı ülkeler arası işbirliğini savunan idealizm Avrupa entegrasyonu açısından uygun bir zeminin teminini sağlamıştır. İki savaş arası dönemde ve II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda idealizmden etkilenen Avrupa’daki bütünleşme yöntemlerini açıklayan iki teoriden bahsetmek mümkündür (Akgül, 2004:3).

Tam olarak ulus–devlet anlayışının karşısında bulunan federalizm devletler arasında ki gelen siyasal problemlerin ancak siyasal yöntemler ile çözülebileceğini savunmaktadır. Siyasal çözüm sağlamada gerektiğinde ulus–devletin sona ermesi gerektiğini ve anayasal çerçevede federal karakterli oluşumlara gereksinim olduğunu dile getirmektedir (Rosamond, 2008:28). Bu yaklaşım idealist yaklaşımdan da faydalanmak suretiyle en sıkı entegrasyon modelini ortaya koymaktadır. Devletlerin bir araya gelerek egemenliklerinden kısmi olarak vazgeçmelerinde ve ulusüstü bir kurumun çatısında bir araya gelmelerinde, ortak bir güce ulaşmak istemeleri, ortak düşmana karşı güvenlik ihtiyaçlarının olması, bütün olarak üye devletlerin ortak değerler ve belirlenen hedefler doğrultusunda kendilerini daha iyi nasıl yönetebilecekleri yönünde irade göstermeleri ve yaşam standartlarını ve verimli çalışma sistemini etkin bir şekilde geliştirmek istemeleri (McCormick, 2005:12), entegrasyon sürecine yönelik nedenler olarak ifade edilmektedir.

(30)

1.2.1. İşlevselcilik (Functionalism)

İşlevselcilik (fonksiyonalzsm) işbirliği üzerine bina edilmiş bir teoridir. İşlevselci teorinin esin kaynağı 19. Yüzyıl’daki Posta ve Telgraf Birliği’nin kurulmasıdır (Bozkurt, 1997:33). İşlevselci teorinin fikir babası, David Mitrany’dir. Mitrany’ye göre İşlevsel teori, siyasal kaygılardan uzak bir biçimde ülkeler arasında oluşacak işlevsel temeller üzerine kurulan bir entegrasyonun istikrarı sağlamada etkili olacağı ileri sürülmektedir (Akgül, 2004:12).

Öte yandan, II. Dünya Savaşı esnasında Mitrany’nin “A Working Peace System” eserinde işlevselciliğin amacı, insani çatışmanın sona ermesi için gerekli şartları teorileştirmek olarak özetlenmektedir (Rosamond, 2008:33). Mitrany yine bu eserinde dünyadaki savaşların temel nedenini siyasal ve ekonomik istikrasızlıklar olarak görmektedir. Siyasal istikrarsızlıkları ise ulus–devlet yapılanması ve milliyetçilik akımının körüklediğini düşünmektedir. Buna karşın ticaretin yayılması ile birlikte belli alanlarda başlayan işbirliği ile uluslararası ticaretin artmasına paralel olarak insanların tercihlerinin, uluslararası tercihlerin ve dolayısıyla uluslararası işbirliğinin güçlenmesi lehine güçlenmesini tahmin etmek pek de güç olmayacaktır. Bu uluslararası örgütlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu örgütler ile birlikte çıkara dayanan işbirliği milliyetçilik akımlarını zayıflatacak ve böylece çatışma ortamı kendiliğinden kaybolacaktır. Dolayısıyla işlevselcilere göre sosyal ve ekonomik istikrarsızlıklar savaşın ana nedenini oluştururken, sosyal ve ekonomik refah ise barışın ön şartıdır. Yine bu görüşe göre savaşların insan doğasının deil, develetlerin irrasyonel politikalarının ürünü olduğunu savunmuştur. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle insani faaliyet alanlarının genişleyeceği böylelikle rasyonel aklın egemen olmasıyla çatışmaların daha kolay çözüleceği buna karşın iş birliğinin genişleyeceği kanati oldukça hâkimdir.

Mitrany, modern toplumlarda siyasetçilerden ziyada uzmanların çözebileceği bir çok sorun olduğunu dile getirmekte ve bu sorunların çözümlenmesinde develetler arası işbirliğinin öneminin altını çizmektedir. Siyasal olmayan ekonomik, sosyal ve bilimsel sorunların çözümlenmesinde ise siyasetçi olmayan uzmanların çözümüne önem vermektedir. Böylelikle tekniksel alanda kurulan işbirlikleri zamanla belli konuların uluslar arası alanda çözümünü gerçekleştirmek için çalışan ve görevlilerin yer aldığı fonksiyonel uluslararsı örgütlerin kurulmasına ve artmasına yol açacaktır (Arı, 2002:403).

(31)

İhtiyaç ve işlev üzerine kurulmuş teknik konulardaki uluslar arası işbirliği ağının yaygınlaştırılması düşüncesinden hareket eden işlevselcilik teorisinde, öncelik insan ihtiyaçlarının karşılanması olup, birleşmiş tek bir devlet oluşturulmak istenmiştir. Bu bağlamda İşlevselci teorinin savunucuları değişen insan ihtiyaçlarının önceliğini sağlamada bir araç olarak esnek uluslar arası örgütlerin gerekliliğini savunmuşlardır (Rosamond, 2000:34).

İşlevselci teorinin savunucuları, enerji üretimi ve dağılımı, ulaştırma ve haberleşme kontrolü gibi dar alanlı foksiyonel örgütlenmeler ile sektörel örgütlenmelerin oluşturmanın oldukça kolay gerçekleştiğini savunmaktadırlar. Bununla birlikte, İşlevselcilik, belli konularda başlatılacak olan işbirliğinin başka alanlara da sıçrayabileceğini ileri sürmektedir. Bu duruma “entegrasyonun görülmeyen eli” olarak da isimlendirilmektedir (Mc Cornick, 2005:12). Mirtany, belirli teknik alanda meydana gelen güçlü bir işbirliğinin diğer alanlarda da işbirliğine yol açacağını belirtmektedir. Bu süreci ise dallanma (ramification) olarak tanımlamaktadır (Couloumbıs and Wolfe, 1986:305).

Sonuç olarak, Mitrany’e göre Avrupa’da mevcut olan ulus–devlet ve milliyetçilik olgusu savaşların en önemli sebeplerini oluşturmaktadır. Bunun yanında Mitrany, mevcut devlet sisteminin, insanı savaşmaya sevk eden sübjektif bir bağlılığı teşvik ettiğini ifade etmektedir. Bu süreç “dallanma” olarak tanımlamaktadır. Buna karşı ortak karşılıklı işbirliğine dayanan uluslarüstü kuruluşlar ise, üye devletler arasında uluslararası sadakate yol açacak, savaşı tetikleyen aşırı milliyetçi tutumları törpüleyecektir (Bock, 1992:534). Dolayısıyla karşılıklı çıkarları optimize edecek ticari ilişkiler giderek artan uluslararası ticarete paralel olarak uluslararası işbirliğini güçlendirecektir. Böylece ekonomik ve teknik sektörlerdeki işbirliğinin siyasal entegrasyonla sonuçlandırılması uluslar arası örgütlenmeler tarafından gerçekleştirilecektir.

1.2.2. Yeni–İşlevselcilik (Neo–Functionalism)

Avrupa Birliği entegrasyon sürecini açıklamaya çalışan ilk teori Yeni–İşlevselcilik teorisidir. Bu teori İkinci dünya savaşından sonra yeni bölgesel ortaklıkları analiz etmeye yönelik ilk teşebbüstür. Nitekim Monnet, Avrupa Birliği Entegrasyon Metodu’nun, bu teorinin kavramları ve varsayımları üzerine bina edildiğini ve Yeni–İşlevselcilik yaklaşımını, gerçek olan Avrupa Topluluğu veya Avrupa Birliği’nden ayırmanın oldukça güç olduğunu ifade etmektedir (Cini, 2007:86).

(32)

Yeni–İşlevselcilik yaklaşımının başlangıcı, 1958 yılında Haas tarafından yayınlanan “The Uniting of Europe:Political, Social and Economic Forces 1950–1957” eserine dayanmaktadır. Haas, bu eserinde, savaş sonrası altı Batı Avrupa ülkesinin nasıl ulusüstü bir ortaklığı sağladıklarını açıklamaktadır. Haas’ın asıl amacı, AKÇT’nin (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) teorik alt yapısını oluşturmak ve böylece Latin Amerika gibi bölgesel ortaklıkların da bilimsel ve tarafsız açıklamasını yapmaktı (Cini, 2007:86).

İşlevselci akımın mirasçısı durumunda bulunan Yeni–İşlevselci yaklaşım Mitrany’nin çalışmasını kendine temel almış ve bu yaklaşımın eleştirilere maruz kalan yönlerini tamamlamaya çalışmıştır. Bu teorinin temel katkısı, entegrasyona yönelik hipotezleri işlemesi, değiştirmesi ve test etmesinden kaynaklanmaktadır (Dougherty and Pfalztzgraff, 2001:512). E. Haas, Yeni–İşlevselci yaklaşımın kurucusu olarak, egemen devletlerin oluşturduğu, federal yapıda süper bir devleti tanımlamıştır. Tıpkı işlevselcilik gibi Yeni–İşlevselcilik yaklaşımı da devletlerarasındaki ticari işbirliğinin gelişmesi ile doğacak barışın sürekliliğini savunmaktadır. Yine bu yaklaşım egemen devletlerin oluşturacağı siyasi bir otoritenin kurulmasını desteklemektedir. Entegrasyon sürecinin ise adım adım olması gerektiğini savunmaktadır. Şöyle ki teknik bir alanda başlayan işbirliği devamında başka iş birlikleri getirecek ve daha fazla sektörü kapsayacaktır. Entegrasyonun adım adım ilerlemesine yayılma (spill–over) denmektedir (Savaş, 2004). Ekonomik alanda oluşan işbirliği ile başlayan ekonomik entegrasyon nihayetinde Haas’a göre siyasi entegrasyona dönüşecektir. Bu yaklaşım devletlerin resmi veya gayri resmi olarak aralarındaki işbirliğini artırarak bir kurumsallaşma sürecine girmelerini sağlamaktadır (Keagle, 1995:225).

Diğer bir tanıma göre Yeni–İşlevselcilik, politika alanlarının verimli bir şekilde ilerleyişini öngörmektedir (Haas, 1958:52). Yeni–İşlevcilere göre bütünleşme esas olarak bir alanda başlayan işbirliğinin diğer bir alana yayılması sürecidir ve bu yaklaşımı savunanlar hükümetdışı aktörlere (piyasa aktörlerine) önem vermektedirler. Avrupa Birliği Komisyonu bu süreçte bir organizatör ve çıkar grubu olarak görülürken, üye devletler veya hükümetler ise pasif bir durumda bulunmaktadır. Uluslarüstü bir devlet yapısı kurmayı amaçlayan Yaklaşım, (Milward ve Sorensen, 1993:8), Avrupa Birliği’ni bir kurum olarak ulusal devletin üzerinde görmektedirler.

Yeni–İşlevselcilik çerçevesinde entegrasyonun itici gücü ülkeler açısından entegrasyon sürecinin beraberinde getireceği kâr ve zarar beklentileridir. Örneğin, AKÇT kurulurken asıl amaç idealist yaklaşımın benimsediği Almanya ve Fransa arasındaki barışı sağlamak değildir

Şekil

Tablo 1:2003 Yılı İtibariyle Dünya Fosil Yakıt Rezervleri
Tablo  1,  dünya  fosil  yakıt  rezervlerinin  bulunduğu  bölgeleri  göstermektedir.  Petrolde  Orta  Doğu’nun,  doğalgazda  ise,  eski  SSCB  ülkelerinin  en  büyük  rezervlere  sahip  olduğu  anlaşılmaktadır
Şekil  1’de  gösterildiği  gibi  dünyadaki  gaz  rezervlerinin  genel  dağılımına  baktığımızda  gelişmekte  olan  Asya,  toplam  gaz  rezervlerinin  %  36’lık  kısmını  oluşturmaktadır  (Afagan,  vd., 2007:705)
Tablo 4: 2007 Yılı İtibariyle Hazar Bölgesi’nde Doğalgaz Üretimi  ÜLKE  Mevcut Petrol Rezervleri  (MilyarVaril)  Global  Üretimdeki payı  Mevcut Gaz Reservleri (Trilyon  metreküp)  Global  Üretimdeki Payı  Azerbaycan  7.0  0.6  1.35  0.7  Kazakistan  39.8
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye de AB de fosil enerji kaynakları bakımından kömür (ağırlıkla linyit) dışında önemli denilebilecek rezervlere sahip değildir; buna karşılık mevcut enerji

Diğer pek çok sivil toplum kuru- luşu gibi HAK-İŞ de, hükümetin Avrupa Birliği politikalarıyla alakalı olarak hızlı başladığını ancak zaman içerisinde özellikle 2008

Bu tez çalışmasında, Kosova’nın tarihsel süreci ve devletleşme süreci, uluslararası ilişkiler literatüründe devlet olabilmek için gerekli olan unsurları ve

Türkiye’nin Fasıl 63 ürünleri AB-27 ülkeleri için birim fiyatları 2020 yılında pandeminin de etkisiyle birlikte 2019 yılına göre %10,9 oranında artış yaşamış ve

Sonuç olarak, Van Gölü suyunun ve ineili kefal balığının (chalcalburnus tarichi) organik klorlu insektistlerle kontamine olmadığını, sadece heptaklor epoksitin

Makalenin amacı, son yıllarda Türkiye’nin üyeliği ile ilgili Avrupa Birliği ülkelerindeki akademik ve siyasi çevrelerce yapılan tartışmaların tarafsız olarak

Rusya’nın enerji kaynaklarını dış politika stratejisinde önemli bir etken olarak görmesi özellikle Ukrayna ile yaşanan sorunlarda gün ışığına çıkmıştır.

Avrupa Birliği-27 ülkelerinin 2019 yılında hazırgiyim ve konfeksiyon ürünleri ithalatı 2018 yılı ithalat verilerine göre %4,3 oranında artışla 89,5 milyar Euro