• Sonuç bulunamadı

Hareketin Analizci (Tahlilci) İncelenmesi

B. Hareket Teorileri

2. Hareketin Analizci (Tahlilci) İncelenmesi

Bu inceleme biçimine göre icrai-ihmali ve kasıtlı-taksirli hareketler ayrı ayrı ele alınmalıdır. Ontolojik teorilerin her biri hareket kavramının kendi görüşüne göre önemli olan yanını ortaya koymakta, diğer bir yanını ihmal etmektedir512. Bu inceleme şekli bizim de iştirak ettiğimiz inceleme şekli olması nedeniyle bir alt başlıkta daha detaylı olarak değerlendirilecektir.

3. Değerlendirme

Ceza hukuku fail değil fiil ceza hukuku olması sebebiyle, bir bilim dalı olarak insan tarafından gerçekleştirilen fiili inceler, bunu yaparken de hareket kavramından

510 Keyman, Hareket, s.140.

511 Centel/Zafer/Çakmut, s.237; Koca/Üzülmez, s.129. 512 Keyman, Tekçi ve Tahlilci Yöntemler, s.437.

yola çıkar. Ceza hukukunda failin karakteri veya yaşam tarzı değil gerçekleştirmiş olduğu hareket önem taşır513.

Bu anlamda ceza hukukunda birçok kurumun hukuki niteliği ve birçok sorunun çözümü hareket kavramına verilen anlama bağlıdır514. Ancak kanımızca ceza hukukunda tüm hareket türlerini (kasıtlı, taksirli, icrai, ihmali) kapsayacak bir tanımlama yapabilmek mümkün değildir. Çünkü tüm bu hareket türleri farklı özellikler arz eden hareketlerdir. Bu nedenle analizci hareket teorisinde olduğu gibi hareket türlerinin ayrı ayrı ele alınması gerekir. Ancak öncelikle ceza hukukunda asıl hareket türü olan kasıtlı ve icrai hareket tanımlanmalıdır515. Yoksa ilgili hareket teorisinin suçun özel görünüş şekilleri olarak kabul ettiğimiz taksirli veya ihmali hareketi tanımlama şeklinde bir amacı olmamalıdır. Bu şekilde suçun unsuru olarak hareketi tanımlama konusunda en uygun teori final (amaçcı) hareket teorisidir516. Diğer teoriler ise tüm hareket çeşitlerini kapsayabilmek adına hareket kavramını ya olması gerektiğinden daha fazla genişletmekte (örneğin sosyal hareket teorisi) ya da tanımlama kriterleri tüm hareket çeşitlerini karşılamamaktadır. Örneğin nedensel hareket teorisi, Radbruch’un belirttiği gibi, ifade açıklaması şeklinde olan hareketleri kapsamaz. Hakaret niteliğindeki bir fiili nedensel açıdan ele aldığımızda, sadece ses tellerinin hareketi, sesin dalgalar halinde yayılması, bunun duyu organları ve beyin üzerinde yarattığı etkiden oluşan süreçlerle yetinmek zorunda kalırız517.

513 Jescheck/Weigend, s.197.

514 Örneğin Ünver, ilgilinin rızansın hukuki niteliğinin belirlenmesinde belirleyici olan hareket teorisi

olduğu kanaatindedir. Şöyle ki; final hareket teorisi kabul edilecek olursa fiile egemen olma anlayışı ile birlikte “amaç” gibi sübjektif nitelikli unsurlar da aranacak olursa, ilgilinin rızasının diğer kişinin yaptığı eylemin kanuni tipe uygunluğunu etkilediği söylenebilir. Ancak sübjektif unsurların kusurlulukla ilişkili olduğu ve kusurun saptanmasında ele alınması gerektiği kabul edilecek olursa ilgilinin rızası eylemin hukuka aykırılığını kaldırmakta, dolayısıyla eylem baştan itibaren hukuka uygun hale gelmektedir (Ünver Yener, Türk Tıp Hukukunda Rıza, YÜHFD, C.3, S.2, İstanbul, 2006, s.227).

515 Suç tanımlamasında da bizim de kabul etmiş olduğumuz tanımlama, tipe uygun, hukuka aykırı,

kasten işlenen neticeli ve icrai nitelikteki bir insan davranışıdır bkz.

Özbek/Kanbur/Bacaksız/Doğan/Tepe, s.203.

516 Karşılaştırınız Demirbaş, Genel Hükümler, s.211; Koca/Üzülmez, s.133. 517 Aktaran Keyman, Hareket, s.145.

Sosyal hareket teorisi ise cezalandırılabilir hareketin sınırını, tüzel kişilerin hareketlerini de içine alacak şekilde olması gereken daha fazla geniş tutmaktadır. Bunun yanında elbette tüm hareket çeşitlerinin ortak özellikleri vardır. En azından ceza hukuku anlamında önem arz eden bir hareketten söz edebilmenin koşulları tüm hareket türleri için ortaktır. Öncelikle hareketin mutlaka insan davranışı şeklinde olması gerekir. Bu anlamda kanımızca tüzel kişilerin faaliyetlerinin ceza hukuku anlamında hareket olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Tüzel kişilerin faaliyetlerinde her zaman geri planda kalan organları ve bu organları oluşturan insanların iradeleri söz konusudur518. İkinci koşul olarak hareketin mutlaka iradi olması gerekir. İnsan iradesinin ürünü olmayan hareketleri cezalandırabilmek, ona ceza hukukunda anlam yükleyebilmek mümkün değildir. Örneğin kırmızı ışıkta yayaların karşıya geçmesi için bekleyen failin arabasına arkadan başka bir araba çarpar ve çarpmanın etkisiyle kırmızı ışıkta bekleyen araç yayalara çarparak onları yaralar. Bu durumda failin hareketi iradi olmayıp tamamen başkasının bir zorlaması ile gerçekleştirilmiş bir harekettir. Bu nedenle en azından kırmızı ışıkta bekleyen sürücü bakımından ceza hukukunda kendisine sonuç bağlanabilen bir hareketten söz edilemez. Aynı şekilde refleks hareketler, uyku halinde yapılan hareketler de kural olarak ceza hukukunda değer taşımaz. Son olarak da hareketin mutlaka dış dünyaya yansımış olması gerekir bu nedenle düşüncenin bir hareket olarak kabulü mümkün değildir.

518 Özek Çetin, “1997 Türk Ceza Yasa Tasarısı’na İlişkin Düşünceler”, Sahir Erman’a Armağan’dan

ayrı bası, İstanbul 1999, s.15; Demirbaş, Genel Hükümler, s.224; Artuk/Gökcen/Yenidünya, s.955;

Kangal Zeynel, Tüzel Kişilerin Cezai Sorumluluğu, Ankara 2003, s.208; Özgenç İzzet, “Tüzel Kişinin

Sorumluluk Ehliyeti – Anayasa Mahkemesi’nin Bir Kararı Üzerine Düşünceler”, Reha Poroy’a Armağan, İstanbul 1995, s.344. Karşı görüş için bkz. Soyaslan Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 1998, s.551. Soyaslan’a göre, “ticari ekonomik ve mali suçların yaygınlaştığı endüstri toplumunda tüzel kişileri suç faili olarak kabul etmeye engel yoktur.”, Dönmezer/Erman’da konuya önceleri tüzel kişilerin cezai sorumluluğu kabul edilemez olarak yaklaşırken (Dönmezer/Erman, C.II, s.411), sonradan Fransız düzenlemesindeki şekli ile ceza kanunumuzda tüzel kişilerin cezai sorumluluğun olması gerektiği yönünde fikir değiştirmişleridir (Dönmezer/Erman, C.II, s.413).