İşlenen her suçun, ihlal ettiği hak ve menfaatin cinsine göre belirlenmiş çeşitli dünyevi cezaları vardır. Suçlu işlediği fiille ayrıca Allah’ın emrine karşı gelmiş olduğundan cezanın uhrevi yönü de önem kazanır. İslam hukukçuları, işlenen suçlara ait uhrevi cezalarının kalkıp kalkmayacağı konusunda ihtilaf etmişler.
1. İslam hukukçularının çoğuna göre had ve kısas cezaları infaz edilmekle mahkumun günahına kefaret olur. Ancak ta‘zîr cezaları infaz edilmekle günahlara keffaret olmaz.497 Maliki, Şafiî, Hanbeli ve bazı Hanefi hukukçular, ta‘zîr cezasının kısımlarından olan hapis cezasının da günahlara kefaret olamayacağını söylemektedirler.498
Bu görüşte olan hukukçulara göre hapis cezası, suçların işlenmesine engel olmak için vaz edilmiştir. Dolayısıyla hapis cezasının günahları affettirme gibi bir fonksiyonu yoktur.499
2. Hz. Peygamberin kendisine biat ettikten sonra Ensara söylemiş olduğu,
496
Avcı, Osmanlı Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 329.
497
Avcı, Hukuk Tarihimizde Hürriyeti Bağlayıcı Cezalar, Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, sy. 2, Gaziantep 2013, s. 210
498
“el-Habs”, el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, XVI, 291; Günay, s. 50.
499
“hırsızlık yapmayın, zina etmeyin ve çocukları öldürmeyin,500 “kim bunlardan bir suç işler ve bundan dolayı cezalandırılırsa bu ceza onun için kefarettir.”501 hadisinden hareket eden İslam hukukçusu Şevkânî’ye (ö.1250/1834), göre ise dünyada çekilen bütün cezalar ahiretteki günahlara kefarettir.502
Şevkânî bunu izah ederken de şunu söyler: “Hangi had ya da ta‘zîr suçu olursa olsun adam öldürmekten daha büyük bir suç değildir. Hz. Peygamber, adam öldürmenin dahi bu dünyada cezası çekilmişse ahirette affı var demiştir. Dolayısıyla hapis cezası işlenen suçun günahına kefaret olur.503
Bu görüşleri değerlendirecek olursak şunu söyleyebiliriz: “Maliki, Şafiî, Hanbeli ve bazı Hanefi hukukçuların da savunduğu üzere hapis cezası suçun işlenmesine engel olmak için vardır. Ancak bu cezanın amacı suçlara engel olmak olduğu gibi aynı zamanda kişiyi ıslah etmegayesi de vardır. Bunun yanında işlenen suça bir ceza takdir edilmiştir o da hapistir. Suçlu hapse koyulmakla bu suçun cezasını çekmiş olur. Buna rağmen suçlunun ahirette de ceza çekeceğini söylemek suç- ceza dengesi açısından iki ceza vermek olur ki bu da haddi aşmak olur. Kaldı ki kişi İslam’a girmekle geçmişinde işlemiş olduğu bütün günahlarından kurtulmaktadır.504 Aynı şekilde Müslüman tövbe ettiğinde hiç işlememiş gibi günahından temizlenmektedir.505 Fakat şunu da dikkate almalıyız ki buradaki af ya da temizlenme Allah’ın hakkı ile ilgili olandır. Çünkü şeriatta yerleşmiş olan kurallardan birisi de Allah haklarının bağışlanmaya kabil olan haklar olduğudur.506Zira Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.507
Kullara karşı işlenen suç ve günahlardan kulun tövbe etmesi yeterli değildir. Hakkı ihlal edilen kişinin de affı gereklidir. Dolayısıyla hapis cezası günahlara kefaret olabilirse dekul hakkında helalleşme zorunludur.
Bunun yanında bu görüşün suç-ceza dengesi açısından daha doğru olduğu düşüncesindeyiz. Zira şayet kişi işlediği suçtan dolayı yıllarca hapis yatarak maddi
500
Buhârî, “Fetih”, 12.
501
Buhârî, “İman”, 11; Müslim, “Hudud”, 41.
502
Şevkânî, Neylü’l- evtâr,VII, 62.
503
Şevkânî, Neylü’l- evtâr, VII, 62.
504
Furkân, 25/70; Enfal, 8/38.
505
İbn-i Mâce, “Zühd”, 30.
506
Ebû Zehra, Muhammed, el-Cerime ve’l-Ukube fi’l-Fıkhi'l-İslâmi el-Cerime, II, 481.
507
ve manevi olarak ceza çektiği halde ahirette bunun cezasını çekecekse, o zaman bir suça iki ceza verme olur ki bu da haksız ve dengesiz bir cezalandırma olur. Oysa cezanın suçla orantılı olması gerekir.508 Böyle bir yol, cezalandırmanın gayesine de aykırıdır. Aykırı olduğu gibi, suç oranlarını düşüreceği yerde suçları daha da arttırır. Çünkü bilerek veya bilmeyerek bir suç işleyip hapse düşen kişi, bu suçun günahından ve manevi sorumluluğundan kurtulmak için tövbe edip ıslah olup temizlenmek isteyecektir. Bunu istediği gibi bir daha suç işlememeyi de arzulayacaktır. Ancak hapis yattığı halde maddi ve manevi sıkıntılar yaşadığı halde ahirette de cezası var demek, o kişiyi suça teşvik eder. Zira bunca çile ve sıkıntıya rağmen kişi günahının karşılığını ahirette de çekecekse, bu durumda ümitsizlikle kişi başka suçlara da meyledebilir. Bunun yanında bu durum, İslam’a göre çekilen sıkıntıların, günahlara kefaret olduğu anlayışına da aykırıdır. Hapiste çekilen onca sıkıntıdan sonra günah silinmedi demek, sıkıntılara sabredip şükretmenin mükafatına da aykırıdır.
Buna göre söz konusu bu düşüncelerden de hareketle hapis cezasının günahlara kefaret olduğu, ama sadece Allah haklarına yönelik işlenen suç ve günahları affettirdiği düşüncesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak bu bölümde hapsin çok eski bir ceza çeşidi olduğunu, Kur’an, Sünnet ve Sahabe uygulamasında da örnekleri bulunan bir ceza olduğunu müşahede ettik. Bunun yanında hapis cezasının, çeşitleri, farklı süreleri, amacı ve mahkumiyeti düşüren sebepleri bulunduğunu ve bu cezanın çekilmesi halinde Allah’ın hakkını düşürdüğünü ve günaha kaffaret olduğunu tespit etik.
Şimdi hapis cezasının çekildiği hapishane kurumunu irdeleyelim.
508
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSLAM HUKUKUNDA HAPİSHANE
I. GENEL OLARAK HAPİSHANE KAVRAMI
Hapishane, mahkumların cezasını çektiği mekandır. Kur’an-ı Kerim’de hapishane “es-sicn” kelimesiyle geçmektedir. Bu kelime Yusuf sûresinde yedi defa kullanılmıştır. “Sicn” aynı zaman da cehennemin isimlerinden birisidir. Bu isimlendirme ile hapishane olumsuz ve sıkıntılı yönüyle öne çıkar.
Bu bölümde hapishaneyi ele alacağız.
II. TARİHİ SÜREÇTE HAPİSHANE VE ISLAHINA DÖNÜK DÜZENLEMELER
Suç ve ceza insanlık tarihi kadar eski olduğu gibi aynı şekilde suça verilen cezanın çekildiği mekan hapishane de bir o kadar eskidir.509 Hapishane, mahpushaneya da diğer isimleri ile zindan (tutuklu veya hükümlülerin içine konulduğu çok karanlık, sıkıntılı ve kapalı yer),510 cezaevi (hükümlülerin içinde tutuldukları yapı)511 yerleşik hayatın ve devlet otoritesinin hakim olduğu dönemlerde ve bölgelerde daha yaygın bir kurum olmuştur. Devletlerin henüz teşekkül etmediği dönemde hapishanelerin oluşum seyrini anlatmak mümkün değildir.512 Hapishane, eski medeniyetlerde suçluyu cezalandırmak için tutulan bir mekandan ziyade, cezası belirleninceye veya infaz edilinceye kadar suçlunun tutulduğu bir mekan olmuştur.513 Bu dönemdeki hapis mekanı, yerin altında karanlık bir ortamda, bütün suçluların bir arada hapsedildiği, penceresi, tuvaleti olmayan, havalandırması bulunmayan, sesin işitilmediği zindanlar şeklindeydi.514 O dönemdeki zindanların, mahzenlerin veya hapis mekanlarının şartları o kadar kötüydü ki, oraya düşenler ortamın ve şartların ağır oluşundan dolayı, ölümü hapse tercih ediyorlardı.515
Hatta Hz. Yusuf”un bu zindanlardan birisine atıldıktan ve 11 yıl yattıktan sonra
509
Ana Britanica, V, 489.
510
Parlatır, İsmail, Gözaydın, Nevzat, Zülfikar, Hamza, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, II, 2516.
511
Parlatır, İsmail, Gözaydın, Nevzat, Zülfikar, Hamza, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, I, 401.
512
Avcı, Mustafa, Hukuk Tarihimizde Hapis, s. 23.
513
Bardakoğlu, Ali, “Hapis”, DİA, XVI, 54; Yılmaz, Metin, “İslâm Tarihinin İlk Üç Asrında Hapishanelere ve Mahkumların Durumlarına İnsan Hakları Bağlamında Genel Bir Bakış”, OMÜİFD, sy. 12-13, Samsun 2001, s. 541.
514
Ebû Gudde, Ahkamü’s-Sicn, s. 279-281.
515
serbest bırakıldığında bu zindanın kapısına “belaların evi, dirilerin kabri” şeklinde yazdığı rivayet edilir.516
Söz konusu bu dönem ile ilgili en iyi bilinen zindan veya hapishane Kur’an’da da bildirildiği üzere Hz. Yusuf’un ve Hz. Musa’nın dönemindekilerdi. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf ve Hz. Musa dönemlerindeki Mısır anlatılırken, hapis cezası uygulamasından ve hapishane kurumundan da bahsedilir. Aynı şekilde aynı husus Eski ve Yeni Ahit’te de geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki ile Eski ve Yeni Ahit’teki hapishane anlatımı birbiriyle örtüşmektedir.517
Kur’an-ı Kerim, Hz. Yusuf ve Hz. Musa dönemindeki hapis mekanı için “sicn” (zindan) diye bahseder. Hz. Yusuf, bir iftira sebebi ile yıllarca bu zindanda hapsolunmuş, Hz. Musa da Firavun’un yerin altında yaptırdığı şartları çok ağır olan, sesin duyulmadığı, aydınlığın görülmediği, insanların ölümü temenni ettiği ve ölüme terk edildiği zindana atılmakla tehdit edilmiştir.518
Ahd-i Atik’te de, Allah’ın şeriatına ve kralın emirlerine karşı gelenlere öngörülen cezalardan biri de hapis olup bunun için “esarit”519 hapishane için de “masamar”520 veya “beyt kala”521 kelimeleri kullanılır.522 Aynı şekilde Yeremya Peygamberin hapishaneye, Yusuf Peygamberin zindana atıldığından söz edilir.523 Rivayete göre Hz. Yusufu zindana atan Mısır Azizi’nin üç türlü zindanı vardı. Bunlardan ikisi sicnü’l- Katl ve Sicnü’l- azab denilen ve suçluların ölüme terk edildiği yerlerdi. Üçüncü zindan çeşidi ise, sicnü’l- afiye denilen ve sarayın karşısında ve yer seviyesinin üstünde şartları iyi, hizmetçilerin geçici olarak hapsedildiği yerdi. Hz. Yusuf da burada hapsedilmiştir.524
Eski medeniyetlerden İbranilerde hapis cezasına veya ölüm cezasına
516
Ebû Gudde, s. 281.
517
Bkz. Yusuf, 12/25, 32-33-35-41-42-100; Şuara, 26/29; Eski Ahit, Ezra, 7/26; Levililer, 24/12; Sayılar, 15/34; Yeremya, 37/16; Tekvin, 39/20; Yeni Ahit, Resullerin İşleri, 5/21-23; 16/23-27, 35-40; 22/19.
518
Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetü't Tefasir II, 829; Ebû Gudde, s. 281; Sirac, Muhammed Abdulhâdî, Ukûbetü’s-Sicn fi’ş-Şeriati’l-İslamiye, V, 8.
519 Ezra, 7/26. 520 Levililer, 24/12; Sayılar, 15/34. 521 1. Krallar, 22/27. 522
Bardakoğlu, “Hapis”, DİA, XVI, 54.
523
Yeremya, 37/16; Tekvin, 39/20.
524
çarptırılanlar için hapis mekanı olarak boş sarnıçlar kullanılmıştır.525
Eski Mısır’da ortak krallık döneminde (M.Ö. 2050-1876) esirler, casuslar, görevini kötüye kullananlar için kalelerde zindanlar ya da hücreler inşa edilmiştir.526
Mezopotamya’da (M.Ö. 300-400) köleler, yabancı esirler ve rüşvet almış görevliler, borçlular ve hırsızlar için hapishaneler inşa edilmiştir.527
Asur İmparatorluğunda da, (M. Ö. 746-539) kaçakçılar, hırsızlar, devlet hizmetinden kaçanlar, vergisini ödemeyenler ve yabancı esirler için müstahkem mekanlar hapishane olarak kullanılmıştır.528
Kısaca kadim telakkide hapishane ya da zindan demek bir tür mezarlık demektir. Zira eski kavimlerde mahpusun tutulduğu mekanlar, kale, hisar, saray, kule ve tersaneler yerin altından karanlık, havasız, rutubetli, sesin duyulmadığı, havanın, güneşin girmediği yerlerdi. Ve tıpkı vahşi tabiat gibi bu mekanlar insan elinin değmediği bir mekan görüntüsündedir.529 Bir delikten ibaret olan bu hapis mekanları “deliğe tıkamak” darb-ı meselinin doğmasına da tesir etmiş olsa gerektir.530 Bu mekanlar, ceza hukukunda genel kabullere göre binlerce yıldır vardır. Ancak hapis günümüzdeki foksiyonuna sahip değildir.531
Hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği hapishanenin, tarihi gelişimini Batı ve İslam dünyasındaki hapishaneler olmak üzere ikiye ayırarak irdeleyelim.