B. Statik (Maddî) Bütçe İlkeleri
1. Genellik İlkesi
1. Genellik İlkesi
Devlet maliyesinin bir bütün halinde, tek bir varlık olarak, kabul edilebilmesi ve buna ilişkin bütçesini oluşturabilmesi ve bütçenin işlevlerini, gereği gibi, yerine getirebilmesi için bütün gelirlerinin hazineye girmesi ve buradan devletin bütün ihtiyaçlarına harcanması gerekmektedir. Bu çerçevede, devletin tüm gelir ve giderlerinin, ayrı ayrı ve eksiksiz olarak bütçede yer alması gerekmektedir ki, bunu sağlayan bütçe ilkesi “genellik ilkesi” ya da “hazine birliği” olarak ifade edilmektedir85. Buna göre, genellik ilkesi gereğince, gelirlerin, önceden, belirli bir gidere tahsis edilmemesi; gerek gelirlerin gerek giderlerin, bütçeye, gayri sâfi olarak geçirilmesini gerektirmektedir86. O halde, genellik ilkesi iki temel usul üzerine oturmaktadır. Bunlardan birisi, gayri sâfî usul ve diğeri de ademi tahsis usulüdür.
85 Ayrıntılı bilgi için bkz. Bedî Necmeddin Feyzioğlu, “Bütçede Genellik (Umumiyet) Prensibi”,
(Maliye Enstitüsü Konferansları 9.seri.‐1961/1962, 1963), s.145‐159, (Genellik İlkesi); Rıza
Vatansever, Anayasa ve Genel Muhasebe Kanunu Açısından Genellik İlkesi, (Uludağ
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), (Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi), Bursa 1990. Ayrıca bkz. Sayar, s.66; Neumark, Tetkikler, s.211; Gürsoy, Bütçe, s.126; Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.55; Edizdoğan, s. 38; Uluatam, 118‐119; Mutluer‐Öner‐Kesik, s.83‐85.
86 Bu yönünden dolayı ilkeyi “bütün gelirler ile bütün giderlerin bütçeye gayri sâfi olarak
girmesi” olarak tanımlayan yazarlar olduğu gibi, (Bkz. Erçin, s.57; Pelin, s.50) genellik ilkesinden ayrı bir ilke olarak inceleyen yazar(lar( da vardır. Bkz. Uluatam, 120‐121. Ancak, gayri sâfi usul gerekli fakat kesin olmayan bir şarttır. Zira, gayri sâfi şekilde tanzim edilen bir bütçe dahi, genellik ilkesine uygun olmayabilir. gayri sâfi usule uyularak gelir arkasında saklanmış gider, gider arkasında saklanmış gelir içermeyen, yani ilkeye uygun olan bütçe, bazı gelir kalemlerini hiç göstermemek suretiyle genellik ilkesine aykırılık oluşturabilir. (Neumark, Tetkikler, s.211; Duverger, (Çev. Ülkmen), s.66).
Gayri sâfî usulde, gelirlerden giderler ve giderlerden gelirler indirilmeden devlete ilişkin tüm gelir ve giderlerin bütçede gayri sâfi olarak gösterilmesi esastır. Bir başka deyişle, geliri “bütçe geliri”, gider de “kamu harcaması” olarak gösterilmelidir. Giderlerin gayri sâfî olması ilkesi sayesinde, harcamacı daireler, sadece, siyasal iktidardan aldıkları ödenekleri harcayabi‐ lecek, kendi sağladıkları gelirlerle bu harcamaları artıramayacaklardır. Herhangi bir şekilde, faaliyetleri sırasında bir gelir elde ederlerse, bunu genel gelirler bütçesine irat kaydetmek zorundadırlar. Bu ilke sayesinde, siyasî iktidar devlet dairelerinin kendilerine gelir kaynaklan yaratarak giderlerini artırma yolunu tıkamıştır87. Burada amaçlanan, yasama organından geçerek harcama yetkisi almamış kurumların harcama yapma imkânını ortadan kaldırmak ve bütçe hakkını tesis etmektir88.
Genellik ilkesini tamamlayan ikinci ilke olan, ademi tahsis usul ise, belirli gelirlerin belirli giderler için tahsis edilememesidir89. Ancak, ademi tahsis, genellik ilkesinin temel unsurlarından birini oluşturmakla birlikte, doktrinde, ademi tahsis ilkesini ayrı bir bütçe ilkesi olarak görüp, genellik ilkesi ve gayri safî usulün ademi tahsis ilkesinin sonucu olduğu ileri sürülmektedir90. Oysa, ademi tahsis prensibi, bütün gelirlerin hep birden bütün giderlere karşılık tutulması suretiyle, öncelikle, birlik ilkesini gerektirmektedir. Dolayısıyla, gayri sâfî usul, safî usule karşı koymakta, böylece, gayri safî usule de ihtiyaç göstermektedir. Aksi takdirde, gelir arkasına gider saklanırsa, bu gideri saklayan o gelir; gider arkasına gelir saklanırsa, saklanan bu gelir giderlere tahsis edilmiş olur; safî usul ile tahsis usulü birleşmiş olur. Bu nedenle, ademi
87 Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.55. Krş. Edizdoğan, s. 39. 88 Uluatam, s.118.
89 Neumark, Tetkikler, s.211; Mutluer‐Öner‐Kesik, s. 84; Edizdoğan, s. 40. 90 Pelin, s.50; Kuyucak, s.47‐53; Uluatam, s.121‐122.
tahsis ilkesi ayrı bir bütçe ilkesi olarak kabul edilmemelidir91. Bu çerçevede, her iki usulün genellik ilkesini güçlendirdiği, bu usullerden birinin, ilke bakımından, anlamını yitirmesi halinde ilkenin işlevini kaybedeceğini söylemek mümkündür. Genellik ilkesinin Devlet birliğini bütçe birliğini, hazine birliğini korumaya elvermesi, yararlılığı, ilkenin iki amacı birden kavramasıyla mümkündür; “birlik ilkesi”, bu bakımdan, kendisine destek olur92. Bununla birlikte, genellik ilkesinin bu iki temeli, ilkeye farklı ve ayrı yararlar sağlamaktadır93. Gayri safî usul; bütçeyi, her türlü devlet gelir ve giderini tüm olarak gösteren bir niteliğe kavuşturur; bütçe açıklık ve bütünlük kazanır; bütçe hakkını gerçekleştirir ve parlamento denetimi bu sayede, ulaşması gerekli ve yararlı, kapsamlı bir anlam ve kavram genişliğine kavuşur; kendi gelirini kendi
kullanma ʺgizli kasalardanʺ, ʺözel hazinelerdenʺ yararlanma demektir; ilke, kamu kuruluşlarını bu sakıncalı uygulamalara başvurabilmekten alıkoyar; tüm gelirler ve tüm giderler birarada görülünce, mümkün olan en rasyonel kaynak ve ödenek dağıtımı yapılabilir; bütçede görülmeyen, gizli tutulan tahsisat kullanımının kendiliğinden peşinden sürükleyeceği israflar, kötü kullanımlar önlenir; denetim (malî, idarî ya da teşrii) daha büyük yaygınlık ve etkinlik kazanır. Çünkü, devletin tüm gelirlerini ve tüm giderini birarada görmek imkânı bu sayede elde edilir. Genellik ilkesinin gelir kaynağı tahsisini önleyen yönü ise; devlet, hazine ve bütçe birliğini sağlamasıdır. Bu anlamda, tahsis edilmiş gelir kaynağını ele geçiren kurumların, bütçe dışına çıkma eğilimlerine engel olur ve malî denetimde birlik kurar. Bütçe içinde ve dışındaki kamu kuruluşları için geliştirilmiş ayrı denetim organ ve usullerinin yeşermesine engel olur.
91 Bkz. ve krş. Feyzioğlu, Bütçe, 57‐58. 92 Gürsoy, Bütçe, s.128.
93 Bkz. ve krş. Feyzioğlu, Bütçe, s.59‐60; Gürsoy, Bütçe, s.128; Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.55‐56; Mutluer‐Öner‐Kesik, s.84‐85; Edizdoğan, s. 40‐41.
Genellik ilkesi, bütçe hukuku bakımından temel ilke olarak görülmüş ve uygulanmışsa da gerek sosyal amaçlı uygulamalar nedeniyle, gerek işin önemi ve gereğine göre hızlı ve esnek yönetim gerektiren idarelerde, zaman zaman bu ilkeden sapmalar da olmuştur94. Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki bütçe uygulamasında tercih edilen tahsis usulünün zamanla olumsuz sonuçlar vermesi ve devlet maliyesinin çeşitli hazineler üzerindeki etkinliğinin ve denetiminin tamamen yok olması sebebiyle, 1050 sayılı Kanun, bu sakıncayı ortadan kaldırmayı amaçlamış; gelir bakımından tahsis usulüne yer verilmemesi ve giderlerin gayri safî usul kullananlar için ilk bütçeleştirilmesi esasını kabul etmiştir95; bu genel ilkeye, sadece birkaç istisna getirilmiştir96. Bunlardan ilki, döner sermayeler97, diğeri de,
94 Ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Acar, “Genellik ve Birlik İlkesinden Sapmalar ve Katma
Bütçeler”, (Maliye Yazıları, Ekim‐Aaralık 1999), s.49‐72
95 1050 sayılı Kanun’un 41’inci maddesi gayri sâfî usule ve ademi tahsis usulüne; 45’inci, 50’nci,
53’üncü maddeleri gayri sâfî usule ilişkin hükümlere yer vermektedir.
96 1050 sayılı Kanun’un 49’uncu, 55’inci ve 115 ilâ 118’’inci maddeleri, genellik ilkesinden
sapmaların sözkonusu olduğu maddelerdir. 1050 sayılı Kanun’un “Üretimden Kurumunca Tüketim” başlıklı 54’üncü maddesindeki düzenlemenin ilkeden sapma olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda, doktrinde, farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Sözkonusu düzenlemeyi ilkeden sapma olarak değerlendiren görüşe göre, hüküm, uygulamada iktisadî ve hesabî güçlük oluşturacaktır. Bkz. Pelin, s.58; Kuyucak, s.53;
Gürsoy, Bütçe, s.132; Edizdoğan, s.43. Buna karşılık, hükmün uygula(n)masının ortaya
çıkaracağı iktisadî ve hesabî güçlük kabul edilmekle birlikte, hükmün gayri safî usule uygun olduğu, burada devlet için elde edilen yeni bir iktisadî kıymetin olduğu ve bütçe için de gerçek fakat aynî bir gelirin sözkonusu olduğu ileri sürülmektedir. Buna göre, aynî gelirlerin elde edilmesi de bütçe için ödeneğine mahsubu gerektiren bir gider oluşturmaktadır. Bkz. Feyzioğlu, Bütçe, s.65.
97 Döner sermayeler, Devletin genel bütçe içindeki kuruluşlarına bağlı olan hastane, matbaa,
fabrika, teknik okulların atölyeleri ile darphane gibi kuruluşların çalışmalarını ticarî ve sınaî gereklerin koşullarına uydurarak bu tür kuruluşların çalışmalarına güç ve esneklik sağlamak amacıyla kurulmuşlardır. Döner sermayeli kuruluşlara, kuruluş aşamasında, işletme
kamu kurumlarına yapılan bağış ve yardımlardır98. Her iki durumda da 1050 sayılı Kanun, belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmesine imkân tanımıştır. Ancak, harcama kanunlarının katılığı ve bütçelerde uygulanan katı bazı düzenlemeler dolayısıyla, değişik kanunlarla bütçe içi ve bütçe dışı fon uygulamaları yaygın bir hal almış ve fonlar büyüklük bakımından genel bütçe ile yarışır hale gelmiştir99. Yine de, bu düzenlemelerin istisnaî düzenlemeler sermayesi olarak, bütçe ile belirli bir ödenek ayrılır. Bu ödenek, döner sermayeli kuruluşlar tarafından bir ticarî sermaye gibi konulur. Yani, işlerin döndürülmesinde kullanılır. Sözkonusu kuruluşlara döner sermayeli kuruluşlar denilmesinin nedeni de budur. Döner sermayeli kuruluşlar tarafından yıl içinde yapılan faaliyet sonucunda bir miktar safî kâr kalırsa, bu kâr yıl sonunda bütçeye gelir kaydolunur veya varsa ödenmemiş sermayeye eklenir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüseyin Işık, ʺTürkiyeʹde Döner Sermaye Uygulamalarıʺ, (Bütçe Dünyası, Sayı 10, Şubat 2002), s. 9‐17., (Döner Sermaye). Aynı yönde bkz. Bulutoğlu‐
Kurtuluş, s.411, 412, 416 vd.; Mutluer‐Öner‐Kesik, 180‐181.
98 Yerli ve yabancı özel ya da tüzel kişiler tarafından veya kamu kuruluşlarınca (hatta
uluslararası kuruluşlarca) kamu hizmetlerinden bazılarının devlet eliyle görülmesi kaydıyla bağışta bulunulması her zaman için mümkündür. Bu kamu hizmeti, genel bir şartın konusu olabileceği gibi, özel bir amaç da taşıyabilir. Bağış ve yardımların gelir bütçesinde özel bir bölüme konulması, yani gelir kaydedilmesi gerektiğinden, maddenin amaçladığı bağış ve yardımların nakit olduğu ya da nakde çevrildikten sonra kanun hükmüne tâbi olacağının esas olarak alındığı anlaşılmaktadır. Böylece, genel kurala istisna getirmek suretiyle, kamu yararına yönelik iş ve hizmetlerin yerine getirilmesini şart koşan bağış ve yardımların devlet bütçesi içinde disipline edilmesine imkân hazırlanmaktadır. Devletin genel bütçe içinde görmüş olduğu hizmetlerin tümü kamu yararına ilişkin olduğu için, yardım ve bağış yolu ile sağlanan özel gelirlerin belirli kamu hizmetlerinde kullanılması olanağı oldukça fazladır. Bkz. Edizdoğan, 47‐48. Krş. Feyzioğlu, Bütçe, s. 66‐67; Gürsoy, Bütçe, .133; Mutluer‐Öner‐Kesik, 87, 251.
99 Hatta, döner sermayeler, o kadar büyümüşlerdir ki, birçoğu birer kamu iktisadî teşebbüsü
haline dönüşmüştür. Çünkü, döner sermayeler, kamu iktisadî teşebbüslerine göre faaliyet büyüklüğü ve çeşitliliği itibariyle küçük işletmeler olmak durumundadır. Ancak, her kamu kuruluşu, en az bir döner sermayeye sahip olmak suretiyle, adeta, birer kamu iktisadî teşebbüsüne dönüşmüştür. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlhami Söyler, “Ekonomideki Gizli K.İ.T’ler (Döner Sermaye İşletmeleri) ve Bütçe Disiplini Açısından Değerlendirilmesi”, (Maliye Dergi, S.121, Mart 1996), s.42 vd., (Gizli KİT’ler). Baki Kerimoğlu, ”Döner
olduğu ve 1050 sayılı Kanun’un genellik ilkesini ve bunun alt ilkeleri denilebilecek, gayri safî usul ile ademi tahsis usulünü benimsediğini söylemek mümkündür.
1050 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, gayri safî usule ve ademi tahsis usulü ile genellik ilkesine ilişkin olarak, Kanun’un “Bütçe İlkeleri” başlığını taşıyan 13’üncü maddesine bakıldığında, tüm gelir ve giderlerin gayri safî olarak bütçelerde gösterileceği, belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmeyeceği, kamu idarelerinin tüm gelir ve giderlerinin bütçelerde gösterileceği ifade edilmiştir. Ancak, 1050 sayılı Kanun’da olduğu gibi Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’da, değinilmiş olan ilkelere istisna olabilecek bazı hükümler getirmiştir. Bunlar, döner sermaye uygulamasına oldukça benzeyen ve kurumların özel gelirleri karşılığında kendilerine tahsis edilen özel gelirler ile kamu kurumlarına belli amaçların gerçekleştirilmesi için yapılan bağış ve yardımlardır. Kanun’un “Özel Gelirler” başlıklı 39’uncu100 ve “Bağış ve Yardımlar” başlıklı 40’ncı101 maddelerine göre,
Sermayelerle İlgili Veriler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, (Mali Kılavuz, S.1) , (Döner Sermayeler); Mustafa Öztürk, “Türkiye’deki Döner Sermayeler ve Büyüklükleri”, (Mali Kılavuz, S.16, Nisan‐Haziran 2002), s.66.vd. Aynı yönde bkz. Feyzioğlu, Bütçe, 132‐133;
Gürsoy, Bütçe, 66; Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.417‐418; Edizdoğan, Kamu Bütçe, s.43‐47; Batırel,
Bütçe, s.19; Mutluer‐Öner‐Kesik, s.181‐182; Karaarslan, Kamu Harcama Hukuku, s.144‐150.
100 5018 sayılı Kanun’un 39’uncu maddesi şu şekildedir; “Özel gelirler
MADDE 39.‐ Özel gelirler karşılığında idarelere tahsis edilen özel ödenek miktarları, ilgili idarelerin bütçelerinde gösterilir. Malî yıl içinde kullanılabilecek özel ödenek miktarı, tahsil edilen özel gelir tutarını geçemez. Tahsil edilen özel gelirlerin ödenek tutarını aşması halinde, ödenek eklenemez.
Özel gelirlere ilişkin olarak ilgili kanunlarında belirtilen fiyatlandırılabilir mal ve hizmetlerin tarifeleri ile uygulamaya yönelik usul ve esaslar, Maliye Bakanlığının görüşü alınarak ilgili kamu idarelerince belirlenir.
bu iki hüküm, bütçenin genellik ilkesine aykırılık teşkil etmekte, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’un felsefesiyle bağdaşmamaktadır102. Özel gelirlerin ödenek kaydına, gelecek yıla devrine, iptaline ilişkin yetki ve işlemler merkezî yönetim bütçe kanununda gösterilir.” 101 5018 sayılı Kanun’un 40’ıncı maddesi şu şekildedir; “Bağış ve yardımlar MADDE 40.‐ Herhangi bir gerçek veya tüzel kişi tarafından, kamu hizmetinin karşılığı olarak veya kamu hizmetleriyle ilişkilendirilerek bağış veya yardım toplanamaz, benzeri adlar altında tahsilat yapılamaz.
Kamu idarelerine yapılan her türlü bağış ve yardımlar bütçelerine gelir kaydedilir. Nakdi olmayan bağış ve yardımlar, ilgili mevzuatına göre değerlemeye tâbi tutularak kayıtlara alınır.
Kamu yararına kullanılmak üzere kamu idarelerine yapılan şartlı bağış ve yardımlar, dış finansman kaynağından sağlananlarda 28.3.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, hizmeti yapacak idarenin üst yöneticisi tarafından uygun görülmesi halinde, bütçede açılacak bir tertibe gelir ve şart kılındığı amaca harcanmak üzere açılacak bir tertibe ödenek kaydedilir. Bu ödenekten amaç dışında başka bir tertibe aktarma yapılamaz.
Bu ödeneklerden malî yıl sonuna kadar harcanmamış olan tutarlar, bağış ve yardımın amacı gerçekleşinceye kadar ertesi yıl bütçesine devir olunarak ödenek kaydedilir. Ancak, bu ödeneklerden tahsis amacı gerçekleştirilmiş olanlardan kalan tutarlar, tahsis amacının gerçekleştirilmesi bakımından yetersiz olanlar ile yılı bütçesinde belirlenen tutarı aşmayan ve iki yıl devrettiği halde harcanmayan ödenekleri iptal etmeye genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde Maliye Bakanı, diğer kamu idarelerinde üst yönetici yetkilidir.
Bağış ve yardımlar, kullanılmadığı veya amaç dışı kullanıldığı için geri istenildiği takdirde, bütçeye gider kaydıyla ilgilisine geri verilir. Şartlı bağış ve yardımın zamanında kullanılmaması nedeniyle doğacak zararlar ile amaç dışı kullanım nedeniyle yapılan harcamalar sorumluluğu tespit edilenlere ödettirilir.”
102 Bu bağlamda, Geçici 11’nci madde değişikliğinde bahsedilmesi gerekmektedir. 5018 sayılı
Kanun’un Geçici 11’inci maddesinin ilk halinde, “…Bu Kanun kapsamındaki kamu idarelerinde kurulmuş döner sermaye işletmeleri ile fonlar, 31.12.2007 tarihine kadar tasfiye edilir.” hükmü mevcutken, kamu idarelerinin, fonların sağladığı harcama özekliğinden vazgeçmek istememeleri nedeniyle, kamu mali yönetimindeki reformu işlevsiz bırakacak ve mali saydamlık ve disiplinin sağlanmasını önlemeyici değişikliğe gidilerek, “Bu Kanun
2. Birlik İlkesi
Bütçede birlik ilkesi, devletin tüm gelir ve giderlerinin tek bir bütçe de yer almasıdır; “konsolidasyon”dur103. Bu ilkeye uyulduğu zaman, devletin bir tek bütçesi olacak; bu bütçenin bir sütununda tüm gelirler, diğerinde tüm giderler yer alacaktır. Böylece birlik ilkesi, kamu kesimi hizmet birimlerinin, aynı hizmet kademesinde (merkezi ya da yerel kademe), bu hizmetlerle ilgili gelir ve giderlerini ayrı ayrı bütçeler yerine tek bir bütçe dökümanı içinde toplanmasını mümkün olacak, konsolide bütçede kamu kesiminin tüm gelir ve harcamaları tam ve toplu olarak tek bir bütçe içinde görülebilecektir. O halde, yasama organının onayından geçsin geçmesin, aynı hizmet kademesindeki kamu kesimi hizmet birimlerinin birden fazla bütçeye sahip olmaları halinde birlik ilkesi çiğnenmiş olacaktır 104.
Birlik ilkesinin tanımına bakıldığında, genellik ilkesi, büyük bir benzerlik içinde oldukları görülmektedir. Devletin tüm gelir ve giderlerinin genel bütçe içinde yürütülmesi esası, her iki ilkede de aranmaktadır. Bir tek bütçe altında kapsamında kamu idarelerinde kurulmuş döner sermaye işletmeleri 31.12.2007 tarihine kadar yeniden yapılandırılır(f.II)” şeklinde değişikliğe gidilmiştir. Bu uygulama, anayasal ilkeler incelenirken bahsedileceği üzere, “yeniden yapılandırma” adı altında, bütçe uygulaması dışında kalan ve bütçe uygulamaları ile zıtlık oluşturan (döner sermaye ve) fon sisteminin devamını sağlanmasından başka bir şey değildir.
103 Ayrıntılı bilgi için bkz. Bedî Necmeddin Feyzioğlu, “Bütçe Birliği ve Konsolide Bütçe
Hesapları (Klâsik ve Modern Maliyede Bütçe Birliği Prensibi)”, (İ.Ü. Maliye Araştırma Merkezi Konferansları 11.seri.‐1954/1955, 1956), s.101‐116, (Bütçe Birliği). Ayrıca bkz. Sayar, s.72; Neumark, Tetkikler, s.211; Feyzioğlu, Bütçe, s.67; Gürsoy, Bütçe, s.134; Batırel, Bütçe, s.16; Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.59; Mutluer‐Öner‐Kesik, s.88 ; Edizdoğan, s. 57; Uluatam, s.120.
104 Feyzioğlu, Bütçe, s.68, 73; Bulutoğlu‐Kurtuluş, s.59. Aynı yönde Batırel, Bütçe, s.16; Edizdoğan, s. 57.