• Sonuç bulunamadı

GENEL DEĞERLENDĠRME: BĠZ-ĠLĠġKĠSĠ VE ONLAR-ĠLĠġKĠSĠ

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.5. GENEL DEĞERLENDĠRME: BĠZ-ĠLĠġKĠSĠ VE ONLAR-ĠLĠġKĠSĠ

Ġsmet Özel‟in bir sözü vardır, insanların ve grupların olayları, durumları, eylemleri, davranıĢları, doğruyu, iyiyi, güzeli, sevabı, günahı vb. aklınız gelebilecek her Ģeyi sadece kendi bakıĢ açılarıyla gördüklerine dair: “İnsanlar hangi dünyaya

kulak kesilmişse öbürüne sağırdır.”

ÇalıĢma kapsamında Nur Cemaati, Süleymanlı Cemaati, NakĢibendi Tarikatı ve Fethullah Gülen Örgütü tek tek ele alınarak incelendiğinde görüldü ki her bir örgütlenme kendi dinini yaratarak toplumda var olmak istemektedir. Her biri, mensubu olan üyelerine grup içerisinde farklı konumlar, rol ve iĢlevler, yetki ve sorumluluklar yüklemekte, bunu din adı altında grubunun propagandasına uygun söylemler geliĢtirerek yerine getirmektedir. Kendileriyle bütünleĢtirdikleri bu ritüelleri Ġslam‟ın özüymüĢ gibi sunan örgütlenmelerin hedefinde fertleri bu yapılanmalara müdahil kılmak vardır. Uydurduğu söylemlere inanıp mensuplarını da bunlara inandırarak toplum içerisinde kendini var etmiĢ olan bu örgütlenmeler, sırf yarattıkları bu yapılanmaların ayakta ve hayatta kalabilmesini güvenceye alabilmek için Ġslam‟ı aksi istikametinde değiĢtirmeyi bir baĢka deyiĢle de İslam‟ı

özelleştirmeyi84

göze almaktadırlar. Atay‟ın (2011:53) ifadesi dikkate alınarak daha iddialı bir biçimde söylemek gerekirse, Ġslam‟ın yerine bir Türkiye İslam‟ı yaratılmak istenmektedir. Hâlbuki Örgüt lideri Fethullah Gülen bile dinin doğrularının “mutlak” olduğunu ve değiĢmeyeceğini dile getirmekteydi (Laçiner, 2012:23; italikler

tarafımdan eklenmiştir).

84

Din değiĢime direnerek dogmatik bir yapı arz etmesine rağmen dini cemaat olduğunu iddia eden her bir yapılanmanın kabul edilebilir davranıĢları85

, kendilerine ait norm belirlemeleri, kendi kurallarını koymaları, Ġslam‟ın direği olarak adlandırılan namaz ibadetini dahi farklı perspektiflerde sunmaları ve namazın ardından yapılan ritüellerde her yapılanmanın kendi liderlerini dualarla anmak zorunda kalmaları vb. bu örgütlenmeler tarafınca “din” adı altında yaratılan kültürel matrisin86

ispatıdır. NakĢibendi tarikatının namazların ardından yaptığı tespihe87

karĢılık Nur Cemaati ve Fethullah Gülen Örgütünün tespihata88

baĢvurması bu durumu örneklendirebilir.

85

Nuran Hortaçsu‟nun Grup İçi ve Gruplar Arası Süreçler eserinden ödünç alınmıĢtır. 86

Kültürel matris kavramı, David Swartz‟ın Kültür ve İktidar eserinden ödünç alınmıĢtır. 87

Tespih tarifi (Süleymanlı Cemaati mensuplarının ifadelerine göre) Ģöyledir: “mümkünse sabah namazından sonra veya en geç ikindi namazından sonra abdest alınıp kıbleye doğru dizüstü oturulur. Ġlk olarak bir Fatiha üç ihlas suresi okunur ve ardından Ģöyle dua edilir: “Ya Rabbi! OkumuĢ olduğum Fatiha-i Ģerife ve ihlası Ģeriflerden hasıl olan sevabı silsile-i sadatımızın hassaten Hz. Üstadımızın mübarek ruhlarının makamlarına hediye ettim.” Daha sonra özellikle anlamı düĢünülerek (mümkünse kalp diliyle) yüz defa tövbe istiğfar getirilir. Burada Süleyman cemaati mensuplarına “Seyyidül Ġstiğfar” duasını ezberleyip okumaları da tavsiye edilir. KiĢi bütün günahlarından piĢmanlık duyarak yüz defa tövbe ettikten sonra, Hz. Muhammed‟e de yüz defa salatü selam getirir. Sonrasında ise Allah‟ın büyüklüğünden bahseden Ġhlas suresi yüz defa okunur. Hepsi bittikten sonra tekrar bir Fatiha-i ġerife ve üç Ġhlası ġerif okunup çekilen tespihlerle birlikte yukarıdaki dua ile ruhlara hediye edilir” (Çakmak, 2013:35-36).

Kurs talebesinin bu tespih vazifesine devam durumu hocalar tarafından takip edilmektedir. Kursta devamsızlık yaptığı ve kursu ciddiye almadığı düĢünülen öğrenciler tespit edildiğinde; talebenin tespih çektiği dönem uzatılarak, vazifeye sadık kalmasını öğrenmesi sağlanır. Bir aydan en fazla bir seneye kadar uzayan bu dönem öğrenciye Süleyman cemaatine katılmak isteyip istemediğini anlaması için verilen bir zamandır. Eğer öğrenci katılmayı istemezse veya verilen vazifeye devam edemezse o zaman bir sonraki aĢamaya geçmesi için yeterli olgunluğa sahip olmadığı düĢünülür ve bunun sonunda bir sonraki aĢama olan “zikr-i kalbi” “rabıta-i Ģerife” görevleri kendisine tarif edilmez (Çakmak, 2013:36).

88

Fethullah Gülen Örgütü tesbihatı kıbleye doğru dizüstü oturarak yapmaktadır. Tesbihat yapılırken en az üç kiĢinin orada bulunmasının gerekli olduğu söylenmektedir. Üç kiĢi olmasının sebebi, cemaat oluĢturmak ve cemaat sevabını almak için gereklidir. Her namaz vaktinin tesbihatı ayrıdır. Ġçerik olarak benzer olsa da edilen dualar farklılık göstermektedir.

Bu örgütlenmeler insanlara Kur‟an-ı açıp okumalarını tavsiye etmek yerine onları kendi örgütlenmelerine müdahil kılmayı hedeflemekte ve bu hedeflerini gerçekleĢtirebilmek için Ġslam ahlakı literatüründeki hadislerden birini sürekli dile getirebilmektedir: “ġeytan, yalnız baĢına yaĢayana yakın olup birlikte yaĢayanlardan uzaktır.” Bütün azgınlıkların ve aĢırılıkların karĢısında yer aldıklarını söyleyen bu yapılanmalar, fertleri iman mücadelesinde yalnız bırakmamak için her biri insanları, alternatif olarak gördükleri kendi yapılanmalarına davet etmektedir (Çobanoğlu, 2012:361). Ama sorun Ģudur: Bu iman mücadelesi için hangi gruba katılım gerekmektedir, hangi grup toplumun benimsemeyi istediği/arzuladığı Ġslam ile özdeĢtir?

Pek tabi bunu hangi dini gruba sorarsanız sorun her biri kendi örgütlenmesinin “hayaldeki cemaat” ile özdeĢ, Ġslamiyet ile iç içe bir yaĢam sürüyor olduğunu söyleyecektir. Ancak durum sadece buradaki söylemden ibaret değildir. Toplumda “dini cemaat” adı altında çok sayıda örgütlenmenin var oluĢu, her bir örgütlenmenin üye sayısını arttırabilmek ve kendilerinin gerçek Ġslam ile özdeĢ olduklarını insanlara kanıtlayabilmek için ayrı bir çaba harcamalarını zorunlu hale getirmiĢtir. Zira bir “cemaate” katılmak isteyen insan için toplumda birçok alternatif bulunmaktadır. Bundan dolayı örgütlenmeler bir yapılanmaya mensup olmak isteyen fertleri ellerinden kaçırmamak, tabiri caiz ise diğer bir örgütlenmeye kaptırmamak için birbirleriyle iktidar mücadelesine89

giriĢmektedir. Bu iktidar mücadelesinde her bir örgütlenme ilk aĢamada kendisine rakip olarak gördüğü diğerlerini dolaylı yollarla eleĢtirerek onlara üye kaybettirmeyi hedeflemekte ve bu hedeflerini genellikle

ötekileştirme taktiğini kullanarak icra etmektedir.

Bu konuyu daha da netleĢtirmek için çalıĢma kapsamında Tayfun ile gerçekleĢtirilen ikili görüĢme bulgularına yer verilebilir. Tayfun‟un hem Süleymanlı Cemaatini hem de Fethullah Gülen Örgütünü deneyimleyen bir görevli olması örgütlenmelerin kıyaslanması için de oldukça avantajlıdır. Ġlkokul ve lise eğitimini yaĢadığı il olan ġanlıurfa‟da Süleymanlı Cemaatine ait yurtlarda barınarak bitiren

89

İktidar mücadelesi kavramı David Swartz‟ın “Kültür ve İktidar-Pierre Bourdieu‟nün

Sosyolojisi” kitabından ödünç alınmıĢtır. Bourdieu‟ye göre, toplumsal hayatın temel dinamiği olan çatıĢma, bütün toplumsal düzenlemelerin merkezinde yer almaktadır. Dahası Bourdieu, toplumlar arasındaki bu çatıĢmanın altında iktidar mücadelesinin yattığını belirtir.

Tayfun, üniversite eğitimini Niğde ilinde Örgüt‟e ait evlerde kalarak tamamlamıĢtır. Tayfun Niğde‟ye ilk geldiğinde Süleymanlı Cemaatinde birkaç ay kaldığını ancak daha sonra buradaki bir görevli abi ile tartıĢması sonucunda Örgüt Evlerine geçtiğini belirtmiĢtir. Kendisi Ģu an Örgüt içerisinde görev alan üst rütbeli bir abidir.

Tayfun ilk katıldığı Süleymanlı Cemaati ile tanıĢmasının alternatif yoksunluğundan yani mecburiyetten kaynaklandığını söylemiĢtir. Tayfun ikamet ettikleri kasabada ilkokul ve ortaöğretim olan lisenin bulunmadığını, gün içerisinde merkeze gitmesinin neredeyse imkânsız olduğunu, zaten kasabaya en yakın merkezdeki okula servisin de gitmediğini belirterek eğitimini almak için tek yolunun en yakın Ģehrin merkezine gitmek olduğunu belirtmiĢtir. Dahası bu kasabada yaĢayan öğrenci, Tayfun‟un dediğine göre merkeze gitmek için otobüs ile ulaĢımı tercih etmek isterse birkaç saatini yolda harcamak zorunda kalacak ve buna rağmen araç bulacağının garantisi de olmayacaktır. Bu zor koĢullardan dolayı eğer Tayfun eğitim almak istiyorsa merkezde barınabileceği bir yer bulmak zorundadır ve merkezdeki okula en yakın yer Süleymanlı Cemaatine ait olan öğrenci yurtlarıdır. Bu durumda aile Tayfun‟u hem dini bilgileri öğrenmesi hem de okula gidip gelmesi kolay olsun diye Süleymanlı Cemaati yurduna yerleĢtirmektedir.

Tayfun, Süleymanlı Cemaatinde kuralların katı olduğunu, kurallara itaatsizliğin sonucunun bazen fiziksel Ģiddete kadar dayandığını söylemektedir. Ama bu yapılanmanın Ġslam dinini ön plana aldığını ve Ģu an İslam‟a dair bilgilerinin

hepsini o küçük yaşta Süleymancı abileri sayesinde öğrendiğini söyleyen Tayfun,

buradaki abilerine minnet duyduğunu da ifade etmektedir. Tayfun, Süleymanlı Cemaatinde kaldığı süreç içerisinde Fethullah Gülen‟in ağlayarak verdiği vaazları hiç samimi bulmadığını, onun gözyaĢlarının sahte olduğunu düĢündüğünü ve “insanlar neden bu adamın yolundan gider. Din ile alakası yok belli” diyerek Gülen‟i daima eleĢtirdiğini belirtmiĢtir.

Üniversite eğitiminin ilk yıllarında Süleymanlı Cemaati yurdunda kalan Tayfun, burada görevli abilerden biri ile kavga edince Örgüte ait bir evde barınan arkadaĢı aracılığıyla Örgüt Evlerine geçtiğini söylemiĢtir. Ancak Tayfun Fethullah Gülen‟i din âlimi olarak kabul etmediği için Örgüt içerisinde hiçbir görev almayacağına dair kendine söz verdiğini belirtmiĢtir. Çünkü Tayfun her ne kadar Süleymanlı Cemaatinden ayrılmıĢ olsa da ona göre dini yaĢayan ve yaĢatan tek

yapılanma Süleymanlı Cemaatidir ve Örgüt, din konusunda yeterli olgunluğa sahip değildir. Ancak Ģu an Tayfun‟un, Fethullah Gülen ve Örgüt‟ü için sarf ettiği sözleri onun ne kadar değiĢtiğinin kanıtıdır:

- “Hocaefendi ağlayarak vaaz verdiğinde içimden bir Ģeyler kopuyor, gözümden gelen yaĢlara engel olamıyorum. Onun hakkında olumsuz bir Ģey söylendiğinde „Hocama haksızlık ediyorsunuz, gelin onun yerine bütün kininizi bana kusun, tek kelime edersem namerdim” diye bağırasım geliyor (Tayfun, BTM, 24).

Tayfun‟daki bu değiĢim aslında bizlere Bourdieu‟nün bireyler hakkındaki sözlerinin somut bir göstergesini sunmaktadır. Bourdieu (Swartz, 2013:143); “aktörler kurallara uyan ya da normlara itaat eden kiĢiler olmaktan ziyade çeĢitli durumların sunduğu fırsatlara ya da engellere tepki veren stratejik doğaçlamacılardır” diyerek fertlerin içinde bulundukları durumlara göre kendilerini yeniden Ģekillendirebildiklerini açıklamaktadır. Süleymanlı Cemaatinde barındığı süre içerisinde Fethullah Gülen‟in gözyaĢlarını samimi bulmadığını dile getiren Tayfun, Ģimdi öz amcası Gülen‟e hakaret ettiğinde “Allah rızası için amca babama küfret ama Hocaefendi‟ye etme” diyerek Örgüt liderine olan bağlılığını ifade edebilmektedir.

Hem Süleymanlı Cemaatinde hem de Örgüt‟te barınarak her iki yapılanmayı da tecrübe eden Tayfun‟a, görüĢme kapsamında bu yapılanmaları kıyaslaması adına sorular sorulmuĢtur. Ona “Süleymanlı Cemaati ile Örgüt arasında kalındığında hangisi tercih edilmelidir?” sorusu yöneltildiğinde alınan cevap Örgüt‟ün lehinde bir nitelik göstermiĢtir:

- Cemaatte kalacak öğrenci sosyal bir insan ise bizim cemaat (Fethullah Gülen Örgütünü kastetmektedir) daha uygun olacaktır. Gezmeyi, sosyal aktivitelere katılmayı seven birinin Süleyman Cemaatinde kalması çok zordur. Çünkü Süleymancılar dini çok yoğun yaĢar ve insanlardan dini vecibeleri eksiksiz bir Ģekilde yerine getirmesini bekler. Bunun için öğrenciyi oldukça fazla zorlamaktan çekinmez. Namaz kılmama hakkın yoktur onlarla iken (Süleyman Cemaatini kastediyor), Kur‟an bilmek, bilmiyorsan da öğrenmek zorundasındır, tesettürsüz ve üniversite okuyan bir kız öğrencinin Süleyman Cemaatine katılabilme Ģansı yoktur. Mesela Ģort giyen bir erkeği de asla kabul etmezler içlerine. Ama bizim cemaatimiz (Örgütü kastediyor) öyle değildir; herkesi kucaklar, ayrım yapmaz açık-kapalı, Kur‟an bilen-bilmeyen, namaz kılan-kılmayan diye. Süleyman Cemaati gibi katı kuralcı değildir. Mesela Süleyman Cemaati öğrenciye “kot giymeyeceksin” der ve bu konuda asla taviz vermez. Ama Gülen Cemaati “kot giymesek daha iyi olur” diyerek öğrenciye ılımlı yaklaĢır ve onu güler yüzle ikna etmeye çalıĢır. Bu ılımlı yaklaĢım, tatlı dil sayesinde mesela bize gelmeden önce hayatında hiç namaz kılmamıĢ biri,

namaz kılmak isteyebiliyor, açık bir ablamız içinden gelerek kapanacağını söyleyebiliyor. DüĢünsene eğer biz sırf açık olduğu için bu ablamızı dıĢlasaydık, cemaate kabul etmeseydik, evlerimize almasaydık, bu ablamız bugün yanlıĢ Ģeyler yapsaydı kim ödeyecekti onun vebalini? Belki iyi niyetli olmayan kiĢilerle arkadaĢlık kurup daha da açılacaktı, belki içki masalarında oturacaktı, hatta tesettürün güzelliğinden haberi bile olmayacaktı. ĠĢte bizim cemaatimiz hiç kimse arasında ayrım yapmayarak bu abla gibi birçok insanın kurtuluĢuna vesile oluyor. Bu yüzden Gülen Cemaati sadece dine uygun yaĢayanları değil dini bilmeyenleri de kabul ederek aslında gerçek hizmeti yerine getiriyor” (Tayfun, BTM, 24).

Aktarılan örneğe bakıldığında Tayfun‟un Ģu an içinde yer aldığı Örgüt‟ü tanımlarken biz kavramını, önceden içerisinde barındığı Süleymanlı Cemaatini tanımlar iken de onlar, öteki kavramını kullanmayı tercih ettiği görülmektedir. Bu durum Schutz‟un “biz-iliĢkisini” ve “onlar-iliĢkisini” akla getirmektedir. Tıpkı Örgüt içerisinde yer alan bireyler gibi aynı zaman diliminde yaĢayan, aynı mekânı paylaĢan, aynı eylemi icra eden kiĢilerin kurduğu yüz-yüze iliĢkiye biz iliĢkisi adı verilmektedir ve buradaki aktörler birlikte yarattıkları semboller ve ortak dil ile iletiĢime geçmektedir (Sofuoğlu, 2009:99).

Burada bahsedilen “biz” iliĢkisi sadece sen ve ben‟i içermemektedir sen ve ben ile uygunluk içerisinde olan herkesi kapsamaktadır (Schutz, 1966:13; akt. Sofuoğlu, 2009). Yani Tayfun ve Tayfun gibi Örgüt yapılanması içerisinde yer alan herkes bizdir, bizden biridir, yabancı olmayandır, güvenilir bulunan, baĢın sıkıĢtığında ilk baĢvurulacak olanlardır. Mesela yabancı bir memlekete üniversite eğitimini almak için giden bir öğrencinin, ilk önce aynı memleketten/Ģehirden gelen öğrencilerle hemĢerilik iliĢkisi üzerinden arkadaĢlık kurması, biz-iliĢkisine verilebilecek bir örnektir. ÇalıĢma kapsamında Örgüt‟ü bir avantaj olarak değerlendiren Hande ile yapılan derinlemesine ikili görüĢme kapsamında elde edilen bulgular da biz-iliĢkisine örnek teĢkil etmektedir. Sivas‟ta lisans eğitimini tamamlayarak Niğde iline ilk defa pedagojik formasyon almak için gelen Hande‟ye Örgüt evlerinde kalmayı tercih etmesinin sebebi sorulmuĢtur ve Hande‟nin verdiği cevap bizlere, biz-iliĢkisinin somut bir örneğini sunmaktadır:

- “Hiç bilmediğin bir Ģehre gittiğinde nerede kalacağını düĢünmek zorunda kalmıyorsun ya cemaatin en güzel yönü bu olsa gerek. Formasyon için Niğde‟ye geleceğimi öğrenince Sivas‟taki cemaat ablalarımdan birini aradım, onları durumdan haberdar ettim. Sivas‟ta tanıdığım ablalar da Niğde‟deki ablaları aramıĢ ve benim numaramı bu ablalara vermiĢ. „Bizim bir öğrencimiz var, formasyon için gelecek. Onu terminalden karĢılayalım, ev ayarlayalım‟

demiĢ. Sivas‟tan ablalar da referans olunca geldiğim gün Niğde‟den ablalar beni terminalde karĢıladı, kalacağım eve kadar götürüp yerleĢtirdiler. Sonuçta benim Niğde‟ye daha önce hiçbir Ģekilde yolum düĢmedi. Tanıdığım kimsede yok. Cemaatin bu yönü çok iyidir. Hiç bilmediğin bir yere de gitsen korkmana, nerede kalacağım diye düĢünmene gerek kalmıyor. Çünkü dünyanın her yerinde seninle ilgilenecek insanlar var.” (Hande, 25).

Hande‟nin anlattıkları dikkate alındığında bireylerin, kiĢiliklerinin tamamı ile değil de yalnızca o an katıldıkları yönleriyle biz-iliĢkisine girdikleri söylenebilir. Daha somut bir biçimde aktarmak gerekirse Hande‟nin aynı mekânda bulunmadığı, hiç tanımadığı, yüzünü görmediği sadece telefonla birebir bağlantı kurduğu Niğde‟deki Örgüt ablasıyla geliĢtirmiĢ olduğu iliĢkinin adı da “biz-iliĢkisine” karĢılık gelmektedir. Buradaki biz iliĢkisi aynı yapının içinde yer alan herhangi kimseye duyulan bir güven üzerine odaklanır, yani kiĢinin kim olduğundan ziyade onun nereye ait olduğu, kimliği (Örgüt‟te yer alıyor olması) önem kazanmaktadır. Bourdieu‟de bu durum “aynı grubun, ya da farklılaĢmıĢ bir toplumda aynı sınıf mensuplarının pratikleri, her zaman faillerin bildiğinden ya da arzu ettiğinden daha fazla ve daha iyi uyum içindedir” açıklamasıyla örtüĢür (Swartz, 2013:150). Zira aynı yapıya mensup olanlar Sarıkaya‟nın (2001:12) deyimiyle, “aynı gayeye giden fakat ayrı yolları takip eden kardeĢ zümreler” olarak betimlenebilir.

Çünkü Sarıkaya‟ya (2001:12) göre örgütlenmelerde bir gruba bağlılığın göstergesi, grup üyelerinin bir mensubiyet Ģuuruna sahip olmasını gerektirmektedir. Bu Ģuuru benimseyen üye, içerisinde bulunduğu grubun en doğru, en samimi, en baĢarılı, en üstün olduğunu kabul ederek kendisini içinde yer aldığı yapıya teslim etmektedir. Aynı yapıyı benimsediği herkese “iĢte bizden biri” diyerek güvenle kendini emanet edebilmektedir. Kısacası aynı yapıya mensup olmak demek, Bauman‟ın (2016:71) ifadesiyle aynılık demektir; nahoĢ bir sürpriz ve bir kötülük yapabilme ihtimali olan ötekinin mevcut olmaması demektir, dıĢarıya karĢı kendisini kapatıp içeridekilerle bütünleĢmeye, sadece senle aynı safta olana inanmaya odaklanmaktır.

Çünkü fert, mensup olduğu yapı dıĢında güvenebileceği, sığınabileceği hiçbir yerin olmadığı algısını benimsemektedir. Bu algıdan dolayı bir fert, katıldığı grubun dıĢında yer alan diğerleriyle (mesela Fethullah Gülen Örgütüne mensup olan biri için, bu Örgüt dıĢındaki diğer bütün dini örgütlenmeler) ilgili her türlü aleyhte tutum ve davranıĢa, menfi görüĢe sahip olabilmektedir. Dahası herhangi bir grupta yer alan her

bir fert, o grubun “gerçekleri” doğrultusunda dinî zihniyetini Ģekillendirebilmekte, tutum ve davranıĢlarını grubun isteği yönünde değiĢtirebilmektedir. Bunu yaparken de diğer gruplara karĢı menfî tavır geliĢtirirken kendi grubuna taassup derecesinde bağlılık gösterecektir. KiĢinin kendisiyle aynı yapıda yer almayan herkesi öteki olarak kabullenmesi demek, o kiĢinin gruba bağlılığının artması demektir.

Öteki, Schutz‟da onlar-iliĢkisi ile kavramlaĢtırılmaktadır. Biz-iliĢkisinin anti tezi görevini üstlenen onlar-iliĢkisi, aynı yapının dıĢında kalan herkesi ötekileĢtirmektedir. Onlar-iliĢkisinin biz-iliĢkisinden farkı, kurulan iliĢkinin aynı mekânda birebir kurulan bir iliĢki olmayıp, aynı zaman diliminde kuruluyor olmasından ileri gelmektedir (Sofuoğlu, 2009:156). Mesela Müslümanlar ile Hristiyanların, beyazlar ile siyahilerin, batılılar ile doğuluların, dindarlar ile laiklerin birbirlerini “ötekileĢtirmeleridir”; birbirleri hakkında fikir sahibi olmaksızın veya birebir iliĢki kurarak birbirlerinin iç dünyalarını görmeksizin “ötekine” dair hüküm verebilmeleridir (Sofuoğlu, 2009:192-193).

Bu bölüm ötekileĢtirmenin, aslında örgütlenmelerin kendi içerisine daha fazla üye çekebilmek için diğer gruplar hakkında olumsuz söyleme yer verme taktiği olduğuna değinmektedir. Yalnız örgütlenmeler bu taktiği uygularken diğer yapılanmalara karĢı eleĢtirilerini fertlere doğrudan değil dolaylı yollarla aktarmaktadır. Mesela Örgüt evlerinde ve yurtlarında kalan öğrencilerle yapılan görüĢmeler kapsamında yaklaĢık 20 öğrenciye Süleymanlı Cemaatine dair bilgilerinin olup olmadığı sorulmuĢtur. Alınan cevaplar bu kiĢilerin Süleymanlı Cemaatine dair bilgilerinin değil fikirlerinin olduğunu göstermiĢtir. Bu öğrencilerin yaptıkları açıklamaların özü Ģudur:

- Süleyman Cemaatinde kalmadım, kalamam da. Çok katı bir cemaat. Dini yoğun bir biçimde yaĢamanı istiyor. Namaz kılmak zorundasın, kapanmak zorundasın (görüĢme yapılanlar arasında yer alan tesettürlüler “onların istediği Ģekilde kapanmak zorundasın” demektedir), kısacası dini yaĢamak zorundasın. Ġbadetleri yerine getirmediğinde yaptırım var. Üniversite okuyan bir insanın kalamayacağı bir yer orası. Hiçbir sosyal aktiviten yok. Kadın olarak tek baĢına dıĢarı çıkman yasak, dıĢarı çıksan bile toplu çıkacaksın. DıĢarıda görüyoruz Süleymancı kızlar genelde baĢı önde yürüyor, erkeklerle göz göze gelmemek için. Ben böyle bir yerde yapamam. Baskıya gelemem. Bu dünyada da yaĢamak gerek.

GörüĢme yapılan bu 20 öğrencinin deneyimlemedikleri bir yer olduğu halde Süleymanlı Cemaati hakkında fikir beyan edebildikleri görülmektedir. Burada bu fertlerin hiç tecrübe etmediği Süleymanlı Cemaatini hangi gerekçe ile olumsuz söylemler üzerinden tanımladıkları sorusu akla gelir. Schutz, “onlar-iliĢkisinde aktörün, doğrudan ilişki kurmadığı bireyler hakkında başkaları tarafından edindiği bilgi tanımlayıcı bir bilgi olmaktadır” (Schutz ve Luckmann, 1973:75; akt. Sofuoğlu, 2009:156) diyerek aslında soruyu cevaplandırır. Bu demektir ki bir fert, içerisinde bulunduğu yapı tarafından kendisine anlatılanlar üzerine bir genellemede bulunarak, diğer yapılanmalara dair eleĢtiriler getirebilmektedir. Bu durum Ünal‟ın ifadesinde “eyleyen kiĢinin eylemlerinin baĢkalarının eylemleriyle bağıntılı olarak yeni bir nitelik kazandığı” söylemi ile eĢdeğerdir (Ünal, 2016).

Örgütlenmeler diğerlerini ötekileĢtirmezse kendi içlerinde bütünleĢme