• Sonuç bulunamadı

Murat ERTEN

3. GAZALİ ÖRNEĞİ

Gazali’nin orijinal düşüncelerinden birisi nedensellik kavramı üzerine gerçekleştirdiği refleksiyondur. Yalnız modern bilimin değil, kendisi bakımından bilimsel düşüncenin temel öğesi olan bu kavramın, yine kendisi bakımından ele alınıp radikal bir eleştiriye tabi tutulması ilginçtir. Elbette Gazali bunu yaparken önceki düşünürlerin yolunu takip etmeksizin, farklı bir temelden hareket etmekte ve dinsel bir probleme çözüm önerisi olarak bu düşünceyi öne sürmektedir ancak yine de kendisinden yüzyıllar sonra aynı örnek üzerinden aynı sonuca varan Hume’u önceleyen bu düşünür daha yakından tanınmayı hak etmektedir.

Mesele şudur: Filozofların, her olayın bir sebep dâhilinde ortaya çıktığını, başka deyişle gerçekleşen olayın, bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde seyredeceği önerisine itiraz eden Gazali, bu önermenin, her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın iradesini ortadan kaldırdığını söyler. Dolayısıyla, bir ikilemden söz ediliyor demektir. Ya Allah’ın sınırsız iradesi vardır, o halde olaylar mutlak bir nedenselliğe ihtiyaç duymaksızın veya bağlı olmaksızın olur ve yok olur; ya da nedensellik ilkesi gereği her oluş, kendisini önceleyen bir sebebin zorunlu bir sonucudur, o halde Tanrısal bir irade ve yaratmadan söz edilemez.

İkinci ihtimal inanan bir Müslüman için, hiç değilse problemli göründüğünden, ilahi yaratma ilkesinin asıl olduğundan ve hiçbir zaman tali nitelik kazanmayacağından hareketle Gazali, sebeplerin görünüşten ibaret yalnızca âdetler olduğunu söyler. Onlar duyusal alışkanlıklarımızdır.

Ardı ardına gelen iki şeyden önce gelenin sonra geleni zorunlu olarak var kılması, sonra gelenin öncekinden zorunlu olarak çıkması, birinin ispatının diğerinin de ispatını zorunlu kılması yahut birinin nefyedilmesinin diğerini de ortadan kaldıracağı ilkesini içeren nedensellik, tüm bu anlamları bakımından bir zorunluluk ifade etmemektedir. Susayan kişinin su içmesi, ateşin pamuğu yakması gibi örnekler, içerir gibi göründüğü zaruri nedenselliği aslında içermemektedir.

Yunan düşüncesinden aşina olduğumuz atomcu görüş paralelinde konuşan Gazali, her an meydana gelen bir yaratma ediminden söz etmektedir. Bizim bildiğimiz sadece, evde bırakıp çıktığımız bir kitabın olduğudur. Döndüğümüzde onu bir ata inkılâp etmiş/dönmüş olarak bulabiliriz. Bu; her an değişmekte ve yeniden yaratılmakta olan bir evren tasarımıdır. Fakat atomculardan farklı olarak bunun bir sebebi olduğunu düşünmekte ve bu sebebi Tanrısal ve mutlak bir irade olarak açıklamaktadır.

Peki, bu yaratma ve değişme neden gerçekleşmemektedir? Bunun sebebi yine Allah’ın insanlarda yaratmış olduğu bir bilgidir. Alışılagelen şeylerin olduğu üzere

Murat Erten

148

ilerlemesine dair bir bilgi… Bu, âdet veya alışkanlıktır. Zaten buraya kadar söylenenlerden çıkarılabilecek sonuç, bu yaratma veya alışılmadık olan değişimin mümkün olduğudur. Bunun zorunlu olarak meydana geleceğini söylemeye çalışmadığını ifade etmektedir.

Ateşle pamuğun yan yana geldiğinde bir yanma meydana geleceği, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında yanmaması ve Hz. İsa’nın babasız olarak anne rahmine düşmesi ve doğması bu düşüncenin temel hareket noktalarıdır. Temel olarak Gazali’nin İslam dini esaslarından ve Kur’an’ı-Kerim’de içerilmekte olan Hz. İbrahim’in ateşe atılması meselesini bu konuda kendisine dayanak olarak alması ilginç gelebilir. Zira bu, bir mucize olarak kabul edilip, tanrısal bir eylem olması bakımından insani düşünce alanının tümüyle dışında bırakılabilir. Fakat ona göre durum böyle değildir. Tanrısal olanın gerçekleşme alanı olarak bu dünyayı seçmesi aynı zamanda insani-bireysel aklın etkinlik alanına da girdiği anlamına gelir. O halde ateşin yakma, insan bedeninin yanma niteliği bu olayda da kendini göstermelidir. Eğer bir istisnanın söz konusu olduğu dile getirilecekse, bu kabul edilemez. Hatta tersi mümkündür. Ateşin yakma hassası yalnızca geçici olarak kendisine verilmiştir ve bu ancak Allah’ın iradesi sonucu mümkündür. Bu niteliğin ortadan kalkması her an imkân dâhilindeyse, ateşin yaktığı söylenemez. Yalnızca ona bu hassa verildiği sürece yakabileceği söylenebilir.

Benzer şekilde Hz. İsa’nın doğumu da bir İlahi tecellidir. Bir çocuğun anne rahmine düşmesi veya bir kadının hamile kalması ancak, o kadınla bir erkeğin cinsel ilişkisi sonucu mümkündür, bunun dışında gerçekleşen yapay döllenme gibi müdahaleler yine de bir erkekten alınan spermin kadının yumurtasına enjekte edilmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Hz. Meryem’in bu türden dışarıdan bir müdahaleye maruz kalmadığı kabul edilip bir erkekle cinsel ilişkiye girmediği de düşünüldüğünde, mesele Gazali’ye mucize olduğu kadar en azından zorunlu nedensel bir durum gibi görünmemektedir. Başka deyişle, ateşin yakma niteliği kendinde bir özellik olarak var değil, sadece Allah’ın bir takdiridir. Aynı şekilde kadının hamile kalması, bir erkekle ilişki kurmasına zorunlu olarak bağlı kabul edilemez, zira tersi bir örnek önümüzde durmaktadır.

Batı düşüncesinde bu meseleye benzer biçimde yaklaşan David Hume ise zihnimizdeki fenomenleri oluşturanların izlenimler (impressions) ve ideler (idees) olduğunu ifade etmektedir. Duyusal tecrübelerimizden müteşekkil olan izlenimler ve onların zihnimizde bıraktığı, tecrübelerimiz kadar canlı olmayan ve tecrübe ortadan kalktıktan sonra hatırlanan ideler zihnimizin terkibidir. Fakat zihni meydana getiren ve sahip olduğu asıl kudreti teşkil eden şey, olayları hatırlarken ardı ardına hatırlamasıdır, onları sıraya koymasıdır. Bu anlamda sahip olduğumuz bazı izleminler, gözlemler ve onların silik görüntüleridir. Olayları birbiri peşi

Felsefi Düşüncenin Evrimi: İslam Düşünce Geleneğinden Üç Örnek

sıra hatırlıyor olmamız, onların kendileri bakımından zorunlu bir nedenselliğe tabi olduğu anlamına gelmemektedir. Zira Hume, bu hatıraları gözden geçirdiğinde yalnızca ardı ardına gelen tecrübî ifadeleri görmekte, onları birbirinin sebebi-sonucu olarak anlayan bir zihin yapısını anlamakta ve/fakat bu izlenimlerin ardında duran ve nedensellik denen şeye ilişkin bir izlenime sahip olmadığını fark etmektedir. Böyle bir algı olmadan ortaya çıkan şey alışkanlıktır.

Hume’un nedensellik kavramına karşılık gelen bir nesneye rastlamıyor veya Gazali’nin nedenselliği bir İlahi edim dolayımında yok sayıyor olması, felsefe tarihi bakımından oldukça çarpıcı iki düşünce örneğini doğurmakla birlikte, Newton’un saat örneği ile açıkladığı Tanrısal yaratı edimi düşüncesine yaklaşmamaktadır. Ona göre ürettiği saati her yönüyle mükemmel olarak imal edip kurduktan sonra sonsuza değgin çalıştığını izleyen saatçi, sürekli bozulan veya ayarlamalar gerektiren bir saat üreten saatçiden çok daha iyi bir saatçidir. Saati üreten kendisi olduğu için, nasıl çalıştığını bilen yine kendisidir ve bir müdahale gerektiğinde bu güce sahiptir. İstediği şekilde ayarlayabilir ve çalışmaya bırakabilir. Bu anlamda nedenselliği bir zorunlu ilke olarak doğaya, doğa olaylarının içine yerleştiren ve istediği noktada bu işleyişe müdahale ederek olayların akış biçimi ve yönünü değiştiren bir Tanrı mümkündür, bu durum onun tanrısal niteliklerine halel getirmez. Bu durumun adı da ancak mucize yaratmak olur.

Newton’ın geldiği bu açıklayıcı noktaya gelmeyen/gelemeyen Hume ve Gazali’nin bu çalışmayı ilgilendiren ilişkisi, Hume’un, Gazali’nin örneklemini olduğu gibi kullanıyor olması ve konuya farklı bir noktadan hareketle fakat benzer biçimde yaklaşıyor olmasıdır. Yalnız arada yaklaşık 650 yıl vardır.