• Sonuç bulunamadı

Bu alt bölümde, görsel sosyoloji konusuyla ilgili kavram ve kuramlar çerçevesinde tarihsel gelişim içinde genel bir değerlendirme yapılmaktadır.

Marshall’a göre görsel sosyoloji, fotoğraf, video ve filmler gibi görsel materyaller yoluyla toplumsal olaylar hakkında veri toplamayı hedefleyen, görsel imgeleri kendi başlarına birer veri kümesi olarak değerlendirip, göstergebilim ve benzer teknikler yoluyla inceleyen bir sosyoloji dalı olarak nitelendirilmektedir (Marshall, 1999, s. 280). Bu niteleme ekseninde görsel sosyoloji kavramının açıklanması için öncelikle görsel

sosyolojinin veri tabanını oluşturan fotoğraf ve filmlerin kısa tarihine göz atmak anlamlı görünmektedir.

İnsanoğlu, tarihin ilk evrelerinden itibaren duygularını belirli yüzeylere aktarma ihtiyacı duymuştur. Tarih öncesi çağlardan başlayan bu ihtiyaç, resimler ve diğer illüstratif unsurlarla kendini göstermiştir. Işığı ya da anlık görüntüyü hapsetmek için yapılan ilk çalışmaların Aristoteles’e kadar uzandığı bilinmektedir. 10. Yüzyılda İbn’ül Heysem tarafından karanlık kutu olarak nitelenen ve fotoğraf makinesinin atası olan camera obscura ile ilgili çalışmalar yapılmış; bu çalışmalar Leonardo da Vinci gibi ışık ve camera obscura ile ilgilenen Rönesans dönemi bilim adamları tarafından devam ettirilmiştir (Kılıç, 2012, s. 46-56). Kılıç, görselliklerin tarihçesini şu unsurlara dikkat çekerek özetlemektedir: Binlerce yıllık birikim, özellikle sanayi devrimi sonrası yaşanan bilimsel gelişmelerle beraber olgunluğa erişmiştir. Fotoğraf olarak nitelediğimiz nesnelerden yansıyan ışığın, ışığa duyarlı materyaller üzerine düşürülerek kaydedilmesi esasına dayalı tekniğin modern anlamda ilk örneği 1827 yılında Nicephore Niepce tarafından elde edilmiştir (Kılıç, 2012, s. 71). Bir kültür tarihçisi olan Walter Benjamin “Little History of Photography” adlı eserinde, Niepce and Daguerre’nin aynı anda bu icadı gerçekleştirdiklerinden bahsetmektedir (Benjamin, 1999, s. 507).

Teknolojide yaşanan gelişmelerle birlikte 1888 yılına gelindiğinde, George Eastman tarafından üretilen Kodak Brownie adlı makine ile fotoğraf makineleri ucuzlamış ve yaygınlaşarak toplumsal hayatın içinde yerini almış ve gelişimine sinematografiyi doğurarak devam etmiştir. Bu süreçte, başta sadece zengin kişilerin ortaçağdan kalma resim alışkanlıklarının devamı olarak niteleyebileceğimiz stüdyoda çekilen aile veya portreler ile başlayan fotografik yolculuk, her alanda kullanılan ve toplumsal yapıyı resmeden bir araç haline dönüşmüştür. Bu süreçte fotoğrafın sosyal bir belge olarak ilk kullanıldığı yer, 1846-48 yılları arasında gerçekleşen ABD-Meksika savaşı olmuştur. Sonraki yıllarda yine Amerikan İç Savaşı 4 yıl boyunca fotoğraflanmış ve bu belgeler Amerikan tarihinin en değerli belgeleri olarak nitelenmiştir (Dora, 2003, s. 110-111). Bu çerçevede fotoğrafların belge niteliğinin olmasının yanında, dönem hakkında verdiği sosyolojik verilerin önemi dikkate değerdir.

Fotoğrafın sosyal hayatın içinde yer alması ve toplumsal olayları görüntülemede kullanımına, icadından kısa bir süre sonra başlanmıştır. Bu süreçte elde edilen fotoğraflar, yaşanan toplumsal olaylar ve yapı hakkında derinlemesine bilgi vermektedir. Ancak, fotoğrafın sosyolojik veri taşıyıcı olma özelliğine ve modern sosyoloji ile fotoğrafın

doğuşu aynı tarihlere denk gelmesine rağmen, sosyolojide ilk görsel unsur olan fotoğrafın kullanımına 1927 yılında Frederic Thrrasher’e ait çalışmalarda rastlanmaktadır. Sosyologların büyük çoğunluğu uzun süre görsel malzemeleri görmemezlikten gelmiştir (Marshall, 1999, s. 280).

Harper’da yine Marshall gibi sosyoloji ile fotoğrafın ortaya çıkışının ortak olduğunu belirtmektedir. Harper’e göre sosyoloji, sanayileşme ve Avrupa'da burjuva devrimlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fotoğraf da yine sanayi devriminin bir çocuğudur ve ikisi de Avrupa’da aynı zaman diliminde ortaya çıkmıştır. Buna rağmen erken sosyolojinin büyük isimleri (Durkheim, Marx vd.) fotoğrafları kullanmamıştır.

Sosyologlar sadece anketler veya istatistikler kullanarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Karl Marx, İngiliz işçi sınıfı ve kapitalizm hakkındaki analizlerini yapabilmek için Engels’in açıklamalarını kullanmıştır. Yine Durkheim’ın özellikle intihar vakalarını araştırdığı çalışmalarında intihar istatistiklerini kullanması, henüz bilimsel olarak kabul edilen sosyolojinin, kendini kesin veriler üzerinden hareket eden bir bilim dalı olarak tanımlamasından kaynaklanmaktadır (Harper, 1988, s. 55-56).

Sosyolojinin görsel materyallere olan ilgisizliği, sinemanın icadıyla da değişmemiştir. Bu noktada sinema, fotoğrafın icadı ve gelişiminden sonra belirli bir zaman dilimi içinde gelişerek ortaya çıkmış yeni bir görsel alandır. Sinemanın tarihine bir büyük patlama ile değil 1798 yılında yapılan deneyler ile başladığı, Edison'un 1891 yılında kinetoscope adlı buluşu ve Lumiere kardeşlerin ilk projeksiyon patentli icadıyla kendini teknik anlamda ifade ettiği görülmektedir (Usai, 1996, s. 6).

Sinemanın gelişimi beraberinde yeni bir mecrayı, ya da görsel sosyoloji için yeni bir ortamı, yani televizyonu doğurmuştur. Her ne kadar sosyoloji ile fotoğraf – sinema ilişkisi oldukça gecikse dahi, bilimsel olarak televizyonun kitle iletişim araçları arasında sosyologların en fazla ilgisini çeken alan olduğu söylenebilir. Burada özellikle televizyonun ulaşılabilirliği ve söylem gücü göz önünde bulundurulmalıdır.

Fotoğraf, sinema ve televizyon üçlüsü 19. ve 20. yüzyılın en önemli toplumsal veya kültürel değişim araçları olmuştur. Bu durum ise, sosyoloji açısından yeni bir sorunun başlangıcını doğurmuştur. Temsil ile gerçeklik arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı sorunu bu açıdan oldukça karmaşık bir tartışmayı başlatmıştır. Diken ve Laustsen’e göre sinema, sosyolojik açıdan aydınlatılmayı bekleyen ikincil bir meşgaledir. Sinemacı ve sosyolog rekabet içindedir. Çünkü ikisinin de toplumsal yaşama ait temsilleri açıklamak gibi bir amacı vardır. Sinema resmettiği toplumla ilgili fikir sunmanın yanında,

resmettiği toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. En mahrem duyguları açığa vurması nedeniyle de, bir anlamda toplumsal bilinç dışı işlevi görür (Diken & Laustsen, 2011, s. 24). Bu görüş bağlamında görsel materyallerin toplumsal hayatı resmetmesi olgusu, aslında sosyolojinin yapmaya çalıştığından pek de farklı durmamaktadır. Açıkça iki resmetme olgusunun altında da aynı amaçlar yatmaktadır. Bu noktada temel sorun neyin, nasıl resmedildiği ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır.

Konuya kavramsal olarak yaklaşıldığında görsel sosyoloji kavramını tanımlayan Köktürk’e göre, fotoğraflar nitel veri toplamak için iyi bir yoldur. Araştırmacıya göremeyeceği, duyamayacağı veriler sağlar. Bu açıdan görsel sosyoloji fotoğrafları ve video kayıtlarını kullanarak bilgiye ulaşmayı veya bir kültürle iletişim kurmayı sağlar. Bir anlık dahi olsa, yaşamın akışını durdurur. Özellikle sosyoloji açısından, fotoğrafı tamamlayıcı veya görüşmeler yoluyla nitel veri toplarken bir takviye olarak değerlendirmek mümkündür (Köktürk, 2012, s. 1201). Bu tanımın ötesinde görsel sosyoloji konusunda son yıllarda ciddi yayınlar ortaya koyan ve IVSA Başkanı olan Douglas Harper’e göre görsel sosyoloji, araştırmacılar tarafından fotoğraf, film, video veya tasvirler yoluyla sosyal olguları analiz etmek için kullanılan yaklaşımlar topluluğudur. Birçok sosyolog çalışmalarına görsel verileri kullanarak katkıda bulunmuştur. Harper’e göre bu konuda sosyologların görsel veri kullanımında iki yaklaşım söz konusudur:

-Sosyal düzeni tanımlamada kullanmak amacıyla fotoğraf çekmek,

-Başkaları tarafından çekilen fotoğrafları inceleyerek, sosyal olgular hakkında veri elde etmek (Harper, 1988, s. 55).

Her ne kadar Harper bu yaklaşımlarda fotoğraf görseline vurgu yapmış olsa da; bu çalışmada görsel veri olarak incelenen filmler bağlamında bu ikili yaklaşım okunmaktadır. Bu çalışmada, özellikle ikinci yaklaşımın izlendiği ve başkaları tarafından çekilmiş filmler üzerinden göç bağlantılı sosyal olgu ve olaylar hakkında değerlendirmeler yapılmaya çalışıldığı burada vurgulanmalıdır.

Bu tanımlamadan hareketle incelenen sosyolojik sürecin dönemsel olarak fotoğraflanması veya kayıt altına alınmasının mümkün olmadığı durumlarda, döneme ait fotoğraf veya film gibi görsel unsurların derlenerek kullanılması yoluna gidilmesi bir gereklilik olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu çalışma, yine ilgili döneme ait görsellerin derlenmesi üzerine kurgulanmıştır.

Görsel sosyoloji kavramı üzerine yapılan tanımsal tartışmaların devamında Grady’nin yapmış olduğu görsel sosyoloji tanımı ise, Harper’ın tanımına göre biraz daha kısıtlı kalmaktadır. Grady görsel sosyolojiyi “fotoğrafın sosyal bilimlerde kullanılması” (Grady, 1996, s. 10) olarak açıklamaktadır. Fakat görsel metinlerin çeşitliliği göz önüne alındığında, bu ifade günümüz açısından yetersiz kalmaktadır.

Yapılan tanımlardan hareketle görsel sosyoloji, sosyolojinin bir alt alanı olarak, başta fotoğraf olmak üzere fotoğraf sonrası gelişen (film, video, televizyon vd.) görsel materyalleri kullanarak, sosyolojik analiz yapmayı amaçlayan çalışma alanı olarak tanımlanabilir. Harper, kültürel özellikler taşıması nedeniyle gazete, dergi, reklam veya aile albümlerinde yer alan görsel materyallerinde bu alanda kullanılabileceğini ve sosyolojik olguları açıklamada faydalı olacağını ifade etmektedir (Harper, 1988, s. 55).

Görsel sosyoloji alanı, yapılan temel tanımlamaların dışında görsel antropoloji, etnografi, görsel iletişim ve görsel kültür gibi alanlarla da yakın ilişki içindedir. Sosyal olgulara eğilen tüm bilim dallarında temel olgu olarak başta fotoğraf gibi görsel materyallerin kullanımı tartışılmıştır. Mac Dougall, “The Visual in Anthropology” adlı çalışmasında, antropoloji çalışmalarında uzun süre görselin nasıl kullanılacağına yönelik bir kafa karışıklığı olduğunu belirtmektedir. Bu kafa karışıklığının uzun süre devam etmesine rağmen, görsel antropoloji alanında iki koldan görsel unsurların kullanımı artmaktadır. Bunlardan biri, görünen kültürel formların incelenmesi, diğeri ise görsel medya unsurlarının kullanımı yoluyla, kültürün analizi ve tanımlanmasıdır (MacDougall, 1997, s. 283).

Görsel antropoloji gibi görsel kültüre yönelik çalışmaların, görsel sosyoloji açısından dikkate alınması gereken unsurları bulunmaktadır. Parsa’ya göre, görsel kültür, ev ve sokak mobilyalarından, dijital medyaya uzanan geniş bir alandaki ürünlerle ilgilidir. Bu görsel kültür ürünlerinin etkisi ve yoğunluğu, özellikle 20. yüzyılda ortaya çıkan başta sinema daha sonra televizyon gibi kitle iletişim aygıtları ile beraber daha da artmıştır. Günümüzde bireyler yaşadıkları her alanda görsel kültür ürünlerinin (imgelerin) bombardımanı altında yaşamaktadır. Zaman zaman bu imgeler sözcüklerin çok ötesine geçebilmektedir. 1989 yılında Çin’in Tiananmen Meydanı’nda yaşanan olaylarda Çin tanklarının önünde duran yalnız protestocu imgesinin barındırdığı anlam bu duruma örnek olarak verilebilir (Parsa A. F., 2004, s. 59-66). Bu bağlamda Parsa, görsel kültür unsurlarının olayların toplumsal hafızaya kazınmasında veya algılanmasında oldukça önemli olduğunu ifade etmektedir. Bu yaklaşımın ortaya koyduğu asıl durum, kültürel

etkileşim açıcısından çoğu zaman imgelerin, olgunun veya olayın önüne geçebildiğidir. Yine John Berger “Görme Biçimleri” adlı eserinin girişinde “Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir” (Berger J. , 2006: 7) ifadesiyle bu tezi destekleyerek, çoğu zaman görsel unsurların, neden kültürel anlamda çok önemli olduğuna atıfta bulunmaktadır. Bu iki yaklaşım ışığında, görsel unsurların algı ve olguyu tanımlamaktaki önemi ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, görsel kültür ile ortaya konulan imgelerin, görsel sosyoloji tarafından incelenen kültürün bir parçası olduğu; tanımlanan görsel imajları incelemesinden hareketle görsel sosyolojinin temel araştırma alanlarından biri olduğu ifade edilebilir.

Görsel sosyoloji kavramı, görsel imajlar (fotoğraf, video, sinema, reklam ve benzeri görsel ögeler) üzerine yüklenmiş sembolik kodların anlaşılmaya çalışılması olarak nitelendirilebilir. Edebi metinlerin çözümleme yöntemlerinden hareketle ortaya çıkan yeni analiz yolları kullanılarak (içerik analizi, göstergebilim, etnografi vs.), görsel metinlerden sosyolojik verilere ulaşma hedefi taşır. Bu çalışmada nitel araştırma tekniklerinden içerik analizi ve göstergebilim analizi kullanılmıştır. Toplumsal ürünler olan veya bir topluma sunulan görsel malzemeler, bireyler veya toplum üzerindeki etkilerin veya üretilen toplum ile ilgili gizli kodların tespiti amacıyla kullanılabilir. Kullanım alanı ne olursa olsun, özellikle dönem araştırmalarında veya sosyolojik verilere ulaşmanın mümkün olmadığı durumlarda, görsel sosyolojinin veri kaynağı olarak sunduğu kayıtlı materyallerin (göç filmleri gibi) kullanımı kaçınılmaz gözükmektedir. Bu açıdan bakıldığında, çalışma, görsel sosyoloji alanıyla da yakından ilişkilidir. Çalışmanın bulguları, filmlerin dış göç bağlantısı üzerinden okunmasıyla alandan beslendiği gibi, kapsadığı dönemin göç sürecine ilişkin alanına katkıda da bulunacaktır.