• Sonuç bulunamadı

Mütekellimlerin eleştirilerinde ortak yaklaşım sergiledikleri alanların başında varlık meselesi gelmektedir. Bu meselenin insanlığın düşünce tarihinde her dönem önemini yitirmeden tartışılmaya devam edildiği239

göz önüne alındığında ve İbn Sînâ’nın temsil ettiği meşşâî ekolün de sistemini varlık konusu çevresinde oluşturduğu240

düşünüldüğünde, mütekellimlerin yaklaşımlarının söz konusu bu durumun gayet doğal bir sonucu olduğunu ifade etmek mümkün hale gelmektedir.

Varlık konusunun filozoflar ve mütekellimler açısından, onların diğer düşüncelerinin de esaslarını oluşturduğu görülmektedir. Bu durumun yansıması ise Gazâlî’nin Tehâfüt’teki birçok farklı başlıklar altında incelediği meselelerin nihayetinde, filozofların varlık görüşü ile eleştirilerinin sonuç bölümünde bağ kurmasında kendisini göstermektedir. Öte yandan Şehristânî’nin yaklaşımınında da, eleştirilerini varlık meselesi üzerine temellendirmesi ve buradan hareketle her konu içinde bu meseleye dair bağlantılar kurarak örüntülemesi bakımından Gazâlî’deki benzer durumla karşılaşılmaktadır.

Mütekellimler tarafından, filozofların varlık konusundaki düşüncelerinin ve genel felsefelerinin, büyük ölçüde antik Yunan filozoflarının etkisiyle ortaya çıktığını

239

Süleyman Hayri Bolay, Felsefe’ye Giriş, Akçağ Yayınları, 4. bs., Ankara 2012, s.140

240

düşündükleri görülmektedir. Meşşâî sistem incelendiğinde ise mütekellimlerin bu görüşlerinde haklı olduklarını ifade etmek mümkün hale gelmektedir.241

Kuşkusuz varlık konusunun düşünce tarihi açısından taşıdığı önemin, kelâm ilminin konusu ve amacı göz önüne alındığı zaman, mütekellimler için de geçerli olduğu açıktır. Mütekellimler ve filozofların bu önemli mesele hakkındaki tartışmalarının ise varlık konusunda kendilerine çıkış noktası belirledikleri kaynak kabullerinden meydana geldiği görülmektedir. Çünkü kelâm âlimleri, filozofların aksine bu meselenin, felsefî ilimler açısından değil, dinin asli kaynakları açısından ele alınması gerektiğini düşünmektedirler.242

Bu açıdan bakıldığında filozofların din ve felsefeyi uzlaştırma çabalarına karşı mütekellimlerin eleştirilerinin temelinde yatan tavrın asıl sebebiyle karşılaşılmaktadır.

Gazâlî ve Şehristânî’ye göre filozofların bu meseledeki ilk hataları, Kur’ân’da varlığın Yüce Allah tarafından yoktan yaratıldığının ayetlerde açıkça belirtilmesine rağmen, filozofların farklı bir açıklamaya girişmiş olmalarıdır. Mütekellimler bu yoktan yaratılışın, Yüce Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti içinde, dilediği zaman ve özellikte ortaya çıkabileceği üzerinde durmaktadırlar.

Gazâlî ve Şehristânî sonrasında kelâm ve felsefenin yöntemlerini uzlaştırarak yeni bir yaklaşım ortaya koymaya çalışan Râzî ise bu çerçevede iki önemli nokta üzerinde durmaktadır. Ona göre bu noktaların ilki, Zorunlu Varlık’ın Fail-i Muhtar olarak kabul edilmesidir ki, böylece İbn Sînâ ve filozofların sudûr nazariyesi de reddedilmektedir. Fakat Râzî üzerinde durduğu ikinci noktada ise mütekellimlere yönelik bir eleştiri getirmektedir. Onun bu eleştirisini ise yoktan yaratmanın sadece vahye dayandırılarak açıklanması karşısında sunduğu görülmektedir.243

Bu anlamda varlık244 meselesi, varlığın tanımı ve tasnifi ile başlayarak Zorunlu Varlık’ın mümkün varlık ile ilişkisini ve Zorunlu Varlık’ın sıfatlarını da içine alan geniş bir içeriğe sahiptir ki, mütekellimlere göre filozofların görüşlerindeki tüm

241

Taylan, Anahatlarıyla İslâm Felsefesi, s.145.

242

Ulvi Murat Kılavuz/Ahmet Saim Kılavuz, Kelâm’a Giriş, İsam Yayınları, İstanbul 2010, s.11-12.

243Altaş, Fahreddin Râzî’nin İbn Sînâ Yorumu ve Eleştirisi, s.509.

244

Varlık/Vücûd kavramı hakında daha fazla bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, DİA, “Vücûd”, c.XLIII, İstanbul

2013, s. 136-137; İslam düşüncesinde mantık ve felsefe terimi olarak Varlık/Vücûd hakkında bk. Ali Durusoy,

çelişkilerin ve tutarsızlıkların çıkışı da kendisini burada göstermektedir. Konunun bu yönüyle değerlendirilmesi sonucunda da düşünce tarihi içinde mütekellimlerin filozoflara karşı sundukları eleştirilerinin genellikle onların felsefî bir tutumdan çok,

mütekellim – kelâmcı tavrı takındıkları şeklinde yorumlanmaktadır.

Düşüncede felsefî bakış açısının merkeze alındığı bu yaklaşım tarafından, mütekellimlerin bu yönüyle eleştirilmelerinin haklı görülmesi mümkündür. Fakat burada mütekellimlerin düşünce sisteminin temelini, dini esasların oluşturduğu göz önüne alınınca, filozofları tenkitlerinin ve bu tenkitlerinde kendilerince haklılıklarının anlaşılmasıyla da, doğal bir sonuç olarak karşılaşılmaktadır. Çünkü sonlu dünya ve sonrasındaki sonsuz ahiret hayatında, insanların mutluluğu elde edebilmesi için filozofların, metafiziği burhan metoduna dayalı felsefe kabulleriyle245

yorumlamalarının aksine, mütekellimlerin anlama ve yorumlama çabalarında Şer’î esasları kabul ettikleri çerçeve içinde diğer unsurlara da yer açtıkları görülmektedir.246

Mütekellimlerin varlık meselesinde filozofları eleştirdiği ve üzerinde özellikle durduğu diğer bir konu da, eşyanın içinde mevcut olduğu âlemin varlığı konusudur. Çünkü onlara göre filozoflar bu konuda çeşitli hatalara düşmüşlerdir. Mütekellimlere göre bu hatalarından biri olarak âlemin varlığının ezeliliği ve hadisliği meselesi öne çıkmaktadır.

Gazâlî bu konuda filozofların âlemi ezeli kabul etmelerinden hareketle, şeriat dairesinin dışına çıktıkları sonucuna varmaktadır.247

Şehristânî ise filozofların bu konuda düştüklerini düşündüğü hataları İslâm’ın ana kaynağı olan Kur’an ayetlerini sunarak ortaya koymaya çalışmaktadır.248 Bu yönüyle bakıldığında her iki mütekellimin yaklaşımlarının metot olarak aynı olduğunu ifade etmek mümkündür. Fakat mütekellimler açısından bu anlamda ortaya çıkan farkın, kendileri tarafından varılan sonucun sunum tercihleri açısından değişiklik gösterdiği ile karşılaşılmaktadır. Mütekellimlerin bu yaklaşımlarında ise onların kendilerine seçtikleri amaç ve yöntemlerinin belirleyici anlamda önem kazandığı görülmektedir.

245 Uludağ, a.g.e, s.194-195. 246 Bolay, a.g.e, s.33. 247

Gazâlî, Tehâfüt’ül-Felasife, çev. Bekir Karlığa, Çağrı Yayınları, İstanbul 1981, s.212.

248

Mütekellimlerin karşılaştırılması hakkında Gazâlî’nin amacının toplumsal bir yöne sahip olduğu üzerinde duran araştırmacıların görüşü249, Şehristânî’nin hedefinin daha

felsefî kaygılara dönük250

olduğu ve bu bakımdan da bireysel değerlendirilebileceği düşüncesini sunan araştırmacıların yorumlarıyla birlikte incelendiğinde, Gazâlî hakkında varılan sonucun haklılığının ortaya çıktığı düşünülebilir. Ayrıca mütekellimlerin bu yönüyle değerlendirilmelerinin bir yansıması olarak da, Şehristânî’nin eleştirel tutumunun Gazâlî’den ayrıldığı noktaya işaret ederek, kendisinin özgün yönüyle örtüştüğünün anlaşılmasını kolaylaştırdığı da ifade edilebilir. Fakat bu bağlamda Şehristânî’nin çabasının, filozoflar karşısında Gazâlî’nin ortaya çıkardığı etkiyi, destekleyerek daha da artırmak amacına dönük olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu durum, Gazâlî’nin filozoflara dönük eleştirilerinin daha çok Aristo düşüncesi merkezinde sunulurken, Şehristânî’nin eleştirilerinin yeni Eflatuncu yönlerde ortaya çıkmasında kendisini göstermektedir. Bu noktada ise Gazâlî ve Şehristânî’nin filozoflara karşı eleştirilerinde farklı yönleri öne çıkardıkları fakat aynı amaçta buluştuklarını ile karşılaşılmaktadır.

Mütekellimler hakkındaki bu ortak noktanın yanında kuşkusuz Şehristânî’yi Gazâlî’den ayıran en önemli yönü, İbn Sînâ’nın dinin dışına çıktığı hükmünü ifade etmemesidir. Fakat Şehristânî açısından, bu konudaki eleştirilerinde göz ardı edilmemesi gereken bir diğer husus da, kendi tercih ettiği görüşlerini sunarken filozoflar hakkında kullandığı ve onlara dinden çıktılar demenin dışında, birçok ifadesiyle eserini okuyanların zihinlerinde bu düşüncenin oluşmasına zemin hazırlayan yaklaşımıdır. Bu açıdan mütekellimlerin ifadeleri karşılaştırıldığı zaman, aslında onların çok da farklı bir tutum takınmadıkları sonucuna ulaşılmaktadır.

İbn Sînâ’nın temsil ettiği meşşâî geleneğin din ve felsefe arasında bir uzlaştırma çabası taşıdığı bilinmektedir. Gazâlî, İbn Sînâ’nın şahsında filozofların özellikle İlâhiyâta dair görüşlerini eleştirmektedir. Gazâlî’nin eleştirilerinde asıl hedefin ise din ve felsefeye yaklaşımlarından hareketle, filozofların uzlaştırma çabasının olduğu görülmektedir. Bu anlamda eleştirilerinden hareketle aynı tutum ile Şehristânî’de de karşılaşıldığı dikkat çekmektedir. Fakat bununla birlikte Şehristânî filozofların özellikle Zorunlu Varlık’ın Zâtı bağlamındaki görüşleri üzerinde durmaktadır.

249

Orman, a.g.e, s.63.

250

Mütekellimler arasında ortaya çıkan bu eleştirel konuların kapsam farklılığına rağmen, onların ortak bakış açılarından hareketle, metafizik alana dair görüşlerinin bir arada sunulabileceği görülmektedir. Bu bağlamda öncelikle Gazâlî’nin eleştirilerine yer verilmesinin bir diğer nedeni olarak, Cüveynî sonrası bu dönemde Eş’arîlik içinde gelişen düşüncenin, mütekellimde ortaya çıkan temsiliyetiyle ilgilidir.

Mütekellimlerin filozofların din ve felsefeyi uzlaştırma çabalarına karşı eleştirilerinin temelinde, felsefe ve temsilcisi oldukları kelâm geleneklerinin kendilerini dayandırdıkları kaynak farklılığı olduğuna burada bir kez daha dikkat çekmek gerekmektedir. Buna göre Gazâlî ve Şehristânî, din olarak İslâm’ın bütün meseleler için ana kaynağının Kur’an ve Peygamberin(sav) sünneti olduğu ve ancak bu doğrultuda belirlenmiş olan iman esaslarının Müslümanlar tarafından kabul edilerek inanılabileceği üzerinde durmaktadırlar. Bununla birlikte mütekellimler, insan aklının ürünü olan felsefenin, yaşadıkları hayatın içinde insanların ihtiyaç duydukları noktalarda, kendilerine müsbet ilimler olarak çözüm üretmesini de değerli görmektedirler. Çünkü onlar için bu konu dinin alanı dışındadır ve İlâhiyat ile ilişkisi de bulunmamaktadır.

Gazâlî akıl ve din arasındaki bu dengeyi gözetmeksizin hareket edenlerin yanlış yolda olduklarını açıkladıktan sonra bu yanlışı bilinçli bir şekilde kendi tercihleri ile ortaya koyanlar olduğu üzerinde durmaktadır. Gazâlî’ye göre bunlar arasındaki bir zümreyi de filozoflar oluşturmaktadır. Filozoflar, felsefe ile dini uzlaştırma konusundaki tutumları sebebiyle tam da bu noktada Gazâlî tarafından, açık ve anlaşılır olmalarına rağmen Kur’an ayetlerinin ihtiva ettiği anlamlara zıt görüşler taşıyan ve bu görüşlerini de bozuk te’villerle Kur’an’a uygun hale getirmeye çalışan, bu nedenle de dinden çıktığı hükmüne varılan kişiler arasına dâhil edilirler.251

Şehristânî’nin de filozofların din ve felsefeyi uzlaştırma çabasıyla sundukları düşüncelerine yönelik eleştirileri incelendikten sonra, mütekellimin bu konuda İbn Sînâ ve filozofları başarılı bulduğunu söylemenin imkânsız hale geldiği görülmektedir. Bununla birlikte genel yaklaşımı açısından Şehristânî, Gazâlî’nin çok

251

şiddetli bir şekilde kullandığı dışlayıcı dilden farklı olarak, İbn Sînâ ile ortak yönlere vurgu yapmaya ve eleştirlerinde daha yumuşak bir tutum takınmaya çalışan bir izlenim vermektedir. Mütekellimin bu yaklaşımı bazen İbn Sînâ’nın ifadelerinde çelişik görülen hususların, filozofun söylemek istediğinin açıklanarak ortadan kaldırılabileceğini düşünerek yaptığı yorumlarında kendisini göstermektedir.252

Şehristânî’nin filozoflara yönelik eleştirilerinden hareketle, mütekellimin görüşlerinin Eş’arî kelâm geleneği ile örtüştüğü ve bu alandaki eserleri ile bütünlük oluşturduğu ifade edilmektedir.253

Konu bu yönüyle incelendiğinde de onun yaklaşımının, öncüsü konumundaki Gazâlî ile yakınlığının daha anlaşılır hale geldiği fakat eleştirilerindeki ifade tarzının farklılığı ile de özgünlüğünü koruduğu görülmektedir. Bununla birlikte Şehristânî’nin kelâm gelenekleri içinde meseleleri ele alışı bakımından, ehlisünnetin iki ana akımı olan Eş’ârîliği ve Maturidiliği zaman zaman mecz ettiği de ifade edilmektedir.254

Ayrıca Gazâlî’de önemli bir eleştiri dayanağı olarak görülen, filozofların din-felsefe uzlaştırması yönündeki görüşlerini burhanî metot ile temellendiremedikleri argümanının, Şehristânî tarafından da Musâra’a’nın yanında farklı eserlerinde de kullandığı üzerinde durulmaktadır.255