• Sonuç bulunamadı

5. Gazâlî ve Şehristânî’nin Yöntemleri Bakımından Karşılaştırılması

5.2. Şehristânî’nin Kitâbü’l-Musâra’a Eserinde Yöntemi

Şehristânî, eserinin giriş kısmında amacını açıkladığı bölümün devamında, kendi nitelendirmesiyle “kahramanca mücadelesini” nasıl bir usulle gerçekleştireceğini de ifade etmektedir. Mütekellim Musâra’a’da İbn Sînâ’ya dair eleştirilerindeki kendi yöntemini sunmaktadır.339

Şehristânî bu yaklaşımıyla, bir eleştiri eseri olan Musâra’a’da, kendisinin uyacağı esasları ve sınırları belirleyerek yola çıkmaktadır. Bu yönüyle mütekellimin yöntemini özenle sınırlandırdığı ve açıkladığı ifade edilebilir.

Bu çerçeve içinde onun öncelikle, yapacağı eleştiriler hakkında İbn Sînâ’nın hangi kitaplarından hareket ettiğini belirtmesinin dikkat çekmektedir. Bu yaklaşımının, yaşadığı dönem göz önüne alındığında Şehristânî’nin kendisini özgün bir seviyeye taşıyan, genel tutumu ile örtüştüğü sonucuna ulaşmak mümkündür. Bu ifadelerinin yanı sıra Şehristânî, eserinin içerisinde de İbn Sînâ’nın görüşlerini kitaplarında yer aldığı şekliyle okuyucularına sunduğunu belirtmektedir. Bu tavrıyla da mütekellim okuyucularına görüşleri karşılaştırarak üzerinde kıyas yapma ve tercihte bulunma şansı vermektedir.

Mütekellimin az önce değinilen “kahramanca mücadele” nitelemesine yüklediği anlamlardan birinin, belki de tercih ettiği karşılaştırmalı usul yaklaşımı olabileceği akıllara gelmektedir. Ayrıca Şehristânî’nin, okuyucularına objektif bir bakış kazandırabilmek için İbn Sînâ’nın en açık ifadelerini seçtiğini belirterek hareket etmesi de, aynı konu çerçevesinde ele alınabilir.

338

Griffel, a.g.e, s.437.

339

“…Onun Şifâ’nın İlâhiyât kısmında, Necât’ta, İşarât’ta ve Ta’likât’ta söylediklerinde en kesin ve açık

olanlarını seçtim, yani onun burhânî olarak ispatladığı, araştırdığı ve açıkladığı şeyleri seçtim. Ben kendime şu şartı koştum: Sadece onun sanatıyla ilgileneceğim, hakikat ve anlamları üzerinde anlaştığımız ifadeler hakkında inatlaşmayacağım. Bu nedenle asla cedelci bir mütekellim(Kelâmcı) ya da inatçı bir sofist olmayacağım. Bu yüzden onun metinlerindeki ifadelerde lafız ve anlam bakımından bulunan çelişkilerini açıklayarak başlayacağım. Ben madde ve suret olarak onun ispat metinlerindeki hata mahallerini keşfetme yolunu izleyeceğim.” bk. Şehristânî, Musâra’a, s.3.

Şehristânî’nin ikinci ifadesinde “Ben kendime şu şartı koştum…” diye başlayan cümlesiyle de, benimsediği usulün inceliklerini açıkladığı görülmektedir. Mütekellim burada İbn Sînâ’nın görüşlerini eleştirmek üzere giriştiği işi icra ederken, filozofa, yine onun sanatıyla/onun kullandığı metotla mukabele edeceği üzerinde durmaktadır. Mütekellim bu bölümde hakkında şüphe olmayan ve hakikat kabul edilen hususlar üzerinde onunla tartışmaya girmeyeceğini, inatlaşmaktan kaçınacağını eserinin başında açıkça dile getirmektedir. Bu tavrı da mütekellimin, İbn Sînâ’nın görüşlerini topyekûn halinde reddetmediği, kabul ettiği fikirlerinin de bulunduğu ve eleştireceği hususlar hakkında da yıkıcı ve dışlayıcı bir yaklaşım izlemekten uzak duracağı izlenimi vermektedir.

Mütekellim bu bölümde kendisine koymuş olduğu şartı “Bu nedenle asla cedelci bir

mütekellim(Kelâmcı) ya da inatçı bir sofist olmayacağım.” cümlesiyle açıklamaya

devam etmektedir. Böylece Şehristânî, sadece İbn Sînâ’nın sanatıyla, kendisine karşılık verme şartının içini doldurmuş görünmektedir.

Şehristânî’nin, aynı bölümdeki “onun ispat metinlerindeki hata mahallerini keşfetme

yolunu izleyeceğim.” cümlesi ise aslında kendisinin İbn Sînâ’nın ispat metodu ile bu

ispatlamaların metinleri üzerinde oluştuğunu düşündüğü hataları ortaya çıkarma hedefine dönük bir yöntem izleyeceği yönündedir. Şehristânî’nin ifadelerinde geçen şekliyle “lafız” ve “anlam” yönlerine işaret edişi de, bu açıdan değerlendirilmeye müsaittir. Buradan hareketle Şehristânî’nin İbn Sînâ’nın metodunu reddetmediği fakat onun ispatlamak istediği meseleler için yöntem konusunda yanlış bir tercihte bulunduğunu düşündüğü görülmektedir. Çünkü Şehristânî’ye göre felsefî ilimler için burhan doğru bir delillendirme olmakla birlikte, İlâhiyât meseleleri için geçerli kabul edilebilecek bir yöntem konumunda değildir.340

Eserine yazdığı giriş bölümünde, amacı ve metodu hakkında bu açıklamaları yaptıktan sonra, ortaya koyduğu eleştirileri karşısında, bu konuların bilgisine vakıf olan meclisin hakkaniyet ve doğruluk üzere hüküm verebileceğini söyleyen Şehristânî, bu meclis karşısında kendisi ve İbn Sînâ’yı iki münazaracı ve rakip olarak

340

nitelemektedir.341 Şehristânî hükme varmasını istediği meclise şöyle seslenir; “Ben

ilimde iki büyük noktaya ulaştım ve o benim şanımı küçümsemesin ki kişi, iki küçük şeyle kişidir. O anlasın ki ben taklit alçaklığından tahkik ve teslim mertebesine yükseldim ve içeriği tensim olan bir kâse ile peygamberlik kaynağından kanarak içtim. Denizin derinliklerine dalanlar, karaya çıkmayı arzulamazlar, yetkinlik zirvesine tırmananlar da düşmekten korkmazlar.”342

Bu cümlelerinden Şehristânî’nin kendisi hakkındaki kanaatleri en net şekilde görülmektedir. Objektif bakış açısı ve etik değerlere önem verdiği görülen Şehristânî, burada son derece kendine güvenen ve İbn Sînâ’ya adeta meydan okuyan bir duruş ortaya koymaktadır. Fakat onun bu üslubu kullanmasında, yaşadığı dönemin genel anlamda ilmi çevrelerinde ve toplumun çoğunluğunda filozoflar ve İbn Sînâ’ya dair sarsılmaz nitelikteki kanaatlerin ve kabullerin etkili olduğu düşünülebilir.

Mütekellim giriş yazısının son kısmında, mücadele edeceği alanların mantık, tabiat ve İlâhiyâtın yetmiş küsur konusundan seçtiği yedi İlâhiyât meselesinden oluştuğunu haber vermektedir. Bunun ardından Şehristânî, az önce değinilen uslubunu sürdürerek, kendisi açısından eserinde ortaya koyduğunu düşündüğü başarısını, İbn Sînâ’ya yönelik kullandığı “Ben onun boğazını sıktım ve onun akıl yürütmeleriyle

ilgili oklarını geri attım. Ben onu kendi çukuruna geri ittim ve onun kafasını kendi çukuruna gömdüm.”343cümleleriyle sunmaktadır.

Şehristânî’nin bu ifadelerinin yanında, metodu açısından üzerinde durulabilecek bir diğer önemli konunun da, kendisinin en hassas kabul edilen hususlarda dahî, açıklayıcı, düzeltici ve birleştirici bir tutum sergilemesidir. Bu durumun en açık örneklerinden birisi ise Şehristânî’nin üçüncü mesele olarak belirlediği “Zorunlu

Varlığın Birliği” başlığı altında İbn Sînâ’nın görüşleri üzerinden kendi

değerlendirmelerini açıklamaya başladığı bölümdeki cümlelerinde görülmektedir.

Mütekellim bu başlık içinde İbn Siya’ya karşı İslâm itikadının en hassas konularından biri olan tevhid esasına dair eleştirilerini sunmaktadır. Hatta

341 Şehristânî, Musâra’a, s.3. 342 Şehristânî, Musâra’a, s.4. 343 Şehristânî, Musâra’a, s.4.

mütekellimin eserindeki bölümler bu anlamda incelendiğinde, Şehristânî’nin yönelttiği eleştirilerinin içerik bakımından en ağırlarından birini de bu bölümün oluşturduğuyla karşılaşılmaktadır.344

Fakat Şehristânî’nin bu konuda da uzlaştırıcı bir yaklaşım içinde olduğu, onun bu meseleyi incelerken kurduğu “O’na (İbn Sînâ)

yönelik itirazlar, meselenin hükmü bakımından değil de sözlerindeki çelişkiler ve bölümlemelerindeki eksiklikler bakımındandır; zira tevhid(monoteizm), üzerinde ittifak edilmiş bir hükümdür.”345

cümlesiyle ifadesini bulmaktadır.

Şehristânî yukarıdaki cümleleriyle, İbn Sînâ’nın bu konudaki görüşlerinin imani konuların temelini teşkil eden tevhid inancına aykırı olmadığı ve inanç esaslarının dışında kabul edilmediği gibi bir izlenim ortaya koymaktadır. Fakat Şehristânî bu yaklaşımda bulunmakla birlikte, eserinin bir diğer meselesi içinde de filozofların tevhide aykırı bulduğu görüşlerinin altını en kalın şekilde çizmektedir.346

Mütekellimin bu yaklaşımını Musâra’a’nın ikinci meselesi olarak belirlediği

“Zorunlu Varlığın Varlığı” başlığı altında ele aldığı görülmektedir.

Mütekellim bu eleştirilerini eserinin ikinci meselesi içinde sunmaktadır. Burada onun incelediği konunun İbn Sînâ’nın varlık tasnifi hakkında olduğu görülmektedir. Şehristânî bu eleştirilerinde Zorunlu Varlık’a Zâtı’nın gereği ait olan zorunluluğun, mümkün varlıklar için de geçerli kılındığı üzerinde durmaktadır. Mütekellime göre bu durum tevhide aykırıdır.

Şehristânî’nin daha sonraki üçüncü mesele içinde ise İbn Sînâ’nın Zorunlu Varlık’ı, ‘Akıl, Akil ve Makul’ olarak nitelemesi üzerinden eleştirdiği görülmektedir. Mütekellime göre İbn Sînâ’nın bu yaklaşımıyla Hristiyanların teslis kabulleri arasında fark bulunmamaktadır. Konuyu ele alışı sırasında bu yaklaşım içindeki Şehristânî, daha sonraki ifadelerinde ise bu görüşlerini açıklamaktadır. Buna göre mütekellimin bu ifadelerindeki amacı İbn Sînâ’nın görüşlerinin yanlış bir bağlamda anlaşılmasının önüne geçmektedir. Böylece mütekellim, İbn Sînâ ile aralarında üçüncü mesele bağlamında tevhid konusunda bir ayrılık olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca mütekellim her meselenin sonunda kendisi açısından doğru kabul ettiği

344

Şehristânî’nin bu eleştirileri hakkında bk. Şehristânî, Musâra’a, s.47-48.

345

Şehristânî, Musâra’a, s.30.

346

görüşlere de yer vermektedir. Bu anlamda onun ikinci meselenin sonunda şirk ve tevhid hakkındaki ayetleri sunması ise dikkat çekici bir husustur.347

Fakat bu yaklaşımı hakkında Şehristânî’nin asıl üzerinde durulabilecek tutumunun eserinde filozoflarla ilgili vardığı kanaati açıkça ortaya koyduktan sonra, verilecek hükmü okuyucusuna bırakıyor olmasında gösterdiği sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre Şehristânî’nin, kendi bakış açısıyla konuyu tartıştığı, hatalı ve eksik bulduğu hususları tespit ettiği, bunları ayrıntılı olarak okuyucusuna açıkladığı görülmektedir. Bütün bunlarla birlikte Şehristânî, kendisinde oluşan kanaati açıkça ifade etmekte ise de bu görüşlerini kabul edilmesi gerekli kesin bir hüküm olarak sunmamaktadır.