• Sonuç bulunamadı

3.3 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Faktörler

3.3.2 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Çevresel Faktörler

3.3.2.1 Ekonomik ve Teknolojik Yapı

Sanayi devriminden sonra gerek ekonomik alandaki sert çekişmeler gerekse teknolojinin getirdiği yenilik ve gelişmeler iş yaşamına olumsuz yansımalarını beraberinde getirmiştir. Fabrikaların çoğalması, sınırlı üretimden seri üretime geçilmesi, kitle üretiminin artması, kapitalist düzenin oluşmasını sağlamış bu kapitalist yaklaşım ise insanın emeğinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Marx ekonomik ve felsefi el yazmalarında emeği insanın kendi kendini gerçekleştiren özü olarak tanımlamaktadır.

“Yabancılaşma ise insanlığın emeğin yarattığı bir dünyada adım adım bir yabancıya dönüştüğü bir süreç haline gelir. Kapitalizm insanlığı kendi faaliyetlerinden, emeğin ürününü yabancı bir nesneye çevirerek kendi emeğinin ürününden yabancılaştırır” (Doğan, 2007:434). Fakat Fromm’a göre insan, şimdiye değin hiçbir zaman, üretme ve yaratma çabasından vazgeçmemiştir. Fromm bunun sebebini üreticilik, gücün, özgürlüğün ve mutluluğun kaynağı olarak açıklamaktadır (Fromm, 1996:150).

Ülke ekonomilerinde yaşanan ağır krizler birçok toplumsal sorunları da beraberinde getirmektedir. Özellikle işsizliğin artması ile birlikte işçilerin her ne şartta olursa olsun çalışma koşularını aramaksızın çalışmalarına neden olmuştur. Ekonomik buhranın getirdiği bu ağır bunalımdan kurtulmak isteyen birey ağır çalışma şartlarını kabul ederek emeğini ucuza satmış bulunmakta ve emeğine yabancılaşmanın yolunu açmış olmaktadır. Aynı zamanda bu işsizlik riski ile çalışan devamlı olarak işten çıkarılma riski ile karşı karşıya gelme durumunda kalmıştır. Böylece, Marx’ın deyimiyle “İşçi yaşamını nesne haline getirmiş ve yaşamı artık kendisine değil nesneye ait olmuştur”. İnsana özgü bir faaliyet biçimi olan çalışma, baskıcı bir zorunluluğa, bireyin kendisini ancak çalışma dışındaki boş zamanlarında ya da ailesiyle beraberken hissettiği, yabancı, harici bir faaliyete dönüşmüştür (Doğan, 2007:436).

144

Taş’a (2007) göre ikiyüzlülük, uygulanan ekonomik sistemle ve bunun politikada anlam bulması ile iyice artmaktadır. Taş, zenginleşmenin küçük yüzdeli bir toplum kesiminde fahiş bir oranda artarken, büyük bir kesimde tam tersi bir seyir izlediğini dile getirir. Taş’a göre bugün uygulanan ekonomik politika, dijital kapitalizm (yaratılan teknolojiden yararlanarak, paranın, emeğin 24 saat aralıksız olarak kullanılması, bireyin bir an olsun bile nefes almasına fırsat verilmeden sömürülmesi, alıcının ve satıcının birbirini tanımaması, bilmemesi, ticaretin ve ekonomik yapının sanal ortamda yaygınlaşması), toplumun büyük bir çoğunluğunu sadece aptallaştırmakla, yoksullaştırmakla kalmıyor, onların benliklerini de yok etmektedir (Taş, 2007:96). Ayrıca, ekonomik sistem, varlığını devam ettirebilmek için, bir yandan büyük ölçekte üretime, öte yandan da bu üretim mallarının tüketilmesine, yani “boş zaman ve tüketim eğiliminin artmasına ihtiyaç gösterir” (Fromm, 1990:23). Fromm, yirminci yüzyılın refah toplumunun insanının “tüketen insan” (homo consumens) olarak tanımlamaktadır. Fromm tüketen insanın dininin tüketim, mabetlerinin ise büyük alış-veriş mağzaları olduğunu belirtir. Bunun yanısıra Fromm çağdaş insan kendisi ile baş başa kalmaktan korktuğunu bunun içinde ya işle ya da eğlence ile meşgul olduğunu dile getirir. Fromm’a göre birey her iki durumda da ekonomik bir eylemde bulunmakta, işi yaparken üretmekte, eğlenirken tüketmektedir. Aynı zamanda da çağdaş insan için eğlencenin tüketim olduğu ileri sürülmüştür. Bireyin eğlenceden aldığı zevk harcamış olduğu para ile ölçülebilmektedir (Fromm, 1996:19’dan Akt: Özyurt, 2008:234).

Ekonomik sistemin getirdiği yabancılaşmanın yanında teknolojik gelişmelerde insanlarda bir takım yabancılaşma olgusunu oluşturmuştur.

Teknolojinin meydana getirdiği yabancılaşma; “teknolojinin hızının dakikliğin ve devamlılığın cazibesiyle bireylerin kendilerini tanıma ve anlama yeteneklerinin körleşmesi ve insan ilişkilerinin mekanik ilişkilere dönüşüp, duygulardan arınmasının meydana getirdiği pasiflik, çaresizlik, çözümsüzlük ve ümitsizlik hali olarak” tanımlanmıştır (Yeniçeri, 1987:81).

145

Pappenheim, teknoloji ve yabancılaşma ilişkisinde iki farklı görüşün bulunduğunu söylemektedir. Birinci görüşe göre teknoloji gelişim anlamına gelmekte ve insanoğlunun kurtuluşuna katkıda bulunmaktadır. Günümüzde bu görüşü savunanlar teknolojinin hizmet ettiği amaçlar açısından tarafsız ve kayıtsız olduğunu söylemektedirler. İkinci görüşe göre ise teknoloji insani değerleri öldürmekte, kontrolün insandan makineye geçmesine neden olmaktadır. Bu görüşü savunanlar ise, insan ruhu ve teknoloji arasında bir uyuşmazlık bulunduğuna, aşılması mümkün olmayan bir boşluk olduğuna inanmaktadır. Bunun sonucunda da insan, teknolojinin kazandığı, buna karşılık insanlığın kaybettiği bir gelişmenin kurbanı haline gelmektedir (Pappenheim, 2002:30’dan Akt: Büyükyılmaz, 2007:56). Çünkü işgücünün, teknolojinin tasarımlarının bir parçası küçük bir unsuru haline dönüşmesine neden olan makineleşme hala yabancılaşmanın odak noktası olarak görülmektedir (Giddens, 2000:228).

Fromm (1990), teknolojik gelişmeler sayesinde insanın edilgen, makinaların ise, etken bir konuma geldiğini; bir taraftan insanlar gibi makine yapmaya çılaşırken diğer yandan insanların robotlaştırıldığını belirtmektedir. Fromm’un makinaların insan yaşamının zenginleşmesine katkıda bulunacağı fikrine katılmasına rağmen, onların insanın yerine geçmesi fikini günümüz patolojisinin ve ölüm sevgisinin bir dışavurumu olarak gördüğü belirtilmiştir (Özyurt, 2008:228).

Tolan (1996) teknolojik gelişmeye bağlı olarak gelişen yeni üretim örgütlenmesi biçimi ve bunun sonucunda toplumsal düzeydeki örgütlenmenin ve düzenlemelerin, ayrıca insanları kurulu düzenin bir dişlisi biçimine indirgemiş bulunduğunu ileri sürmektedir. Tolan’a göre bunun sonucu insani etkinliklerini kendi dışındaki güçlerin yönlendirmesine ve denetimine terk etmek zorunda kalan bireyler giderek yalnızlaşmaktadır.

Tüm özgürlüklere ve demokratik görünümlere karşın insan, yığınlar içinde kendisini yalnız hissetmekte ve yabancılaşmaktadır (Tolan, 1996:282).

146

Fromm’a göre teknoloji toplumun temel niteliği, insanın teknolojiyi denetleyemez duruma gelmesidir. Bunun yerine teknoloji insanı denetlemeye başlamış olduğu belirten Fromm bilgisayarlar insanlar adına karar almaya başladığını ve insan ekonomik faktöre indirgenerek üretici ve tüketiciliğinin ötesindeki insansı vasıflarının kaybolduğunu ileri sürmektedir. Fromm’a göre insan amaçsızlaşmış, karar verme sorumluluğundan yoksun bırakılmış, tamamen edilgen bir durumdadır.

İnsanlık artık bir tinsel ölüme doğru sürüklenmektedir. Bedensel olarak da, nükleer silahlar tarafından yok edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır. İnsanlık teknik sayesinde doğaya karşı uzun sürmeyen bir zafer kazanmıştır. Şimdi ise, teknolojiye karşı yenik duruma gelmiştir (Fromm, 1990:15-16’dan Akt:

Özyurt, 2008:226).

Vega ve Brennan’a (2000) göre de teknoloji, günümüzde işgörenin iş üzerinde kontrol sağlamasına izin vermemektedir. İş üzerindeki kontrolünü kaybeden işgören de kendisini yaptığı işte güçsüz hissetmektedir. Vega ve Brennan işgörenin kendisini işinde güçsüz hissetmesinin verim düşüklüğüne ve strese neden olabileceğini söylemektedir. Öyle ki yüksek sesli çalışma ortamı, kendisine rasgele yaptırılan işler veya düzensiz çalışma saatleri, işgöreni güçsüzlük duygusuna göre daha az etkilemektedir. Vega ve Brennan’a göre “işçi her türlü olumsuz çalışma şartına katlanabilir, yeter ki makine üzerinde kontrolün kendisinde olduğunu bilsin ve tek bir düğmeye basarak tüm bu gürültüyü durdurabileceğine inanmış olsun” (Büyükyılmaz, 2007:56).

Teknolojinin yıkıcı etkisinin “modern toplum” adı altında bastırılması, bireyin içsel dünyasında yaşadığı parçalanmanın şiddetlenmesine ve Şok’larla tanışmasına neden olmaktadır. Yaşamın şok’ları insan bilincinin derinlemesine nüfuz edemesin diye, insanın kendisi, yaşamı bütünlüğü olan bir süreç olarak algılamaktan ve onun anlamını kavramaktan kaçınmakta; yeni dönemin yaşamını, bölük pörçük ve şöylece yaşanıp geçiliveren bölüntüler olarak yaşamaya yönelmektedir. Benjamin’e göre, bu nedenledir ki, modern dönemle birlikte, yaşamın insanın kendisi

147

tarafından bir bütünlük içinde anlamlandırılacak bir tümlüklü yaşam (Erfahrung) olarak değil de, bölük-pörçük ve şöylece yaşanıp geçiliveren bir yaşantıya (Erlebnis) dönüşmesi de, aslında modern dönemin getirdiği yaşama karşı insanın bilinçli bir savunma yapmakta oluşundadır (Benjamin, 1995: 156’den Akt: Taş, 2007: 93-94).

Fromm’a (1990) göre eğer bir önlem alınmazsa ‘teknoloji toplumu’

geleceğin bir dizgesi haline dönüşebilir. Teknoloji toplumu iki ilke üzerine kurulacaktır (Fromm, 1990’dan Akt: Özyurt, 2008:227);

1) Teknik açıdan mümkün olan her şey, tekniğin yapabilirliğini ispatlamak için mutlaka yapılmalıdır. Nükleer silahları yapmak olanaklıysa, bütün insanlığın ortadan kaldırma tehlikesini beraberinde getirmesine rağmen yapılmalıdır. Uzayda herhangi bir gezegene gitmek olanaklıysa, yeryüzünde yerine getirilmeyen pek çok gereksinimler pahasına gidilmelidir. Teknolojinin mümkün kıldığı herşeyin yapılması ilkesi, insancı geleneğin geliştirmiş olduğu bütün değerlerin yadsınması anlamına gelir.

Böylelikle teknolojik gelişme de geçerli ahlak anlayışının temeli haline gelir.

2) Teknoloji toplumu en üst düzeyde yetkinlik ve verimlilik ister. Bu da en alt düzeyde bireysellik istenmesine yol açar. Bireyler kişilikleri aşındırılmış, işçi kartlarında dile getirilen, niceliği ölçülebilir, soyutlaşmış birimlere indirgenir. Fromm bu birimlerin sorun çıkarmadıkları, çatışma yaratmadıkları için daha kolay yönetilebilir olduğunu ve bu sonucu ulaşmak için de insanların bireyselliklerinden arındırılarak, kimliğini kendinde değil de, işinde bulur hale getirebileceğini belirtir