• Sonuç bulunamadı

3.3 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Faktörler

3.3.1 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Örgütsel Faktörler….…

3.3.1.4 Üretim Biçimi ve İş Bölümü

Bilimsel yönetim yaklaşımının öncülerinden Taylor’un öne sürmüş olduğu uzmanlaşma ve iş bölümü daha sonraki yıllarda çalışanı yabancılaştırdığı konusunda eleştiriler almıştır. Çünkü birçok düşünüre göre işbölümü ile çalışan emeğine ve kendine yabancılaşmanın başlamasına neden olmuştur. Daha önce emeğin üretkenliğinin arttırılmasında rol oynayan en önemli etmenlerden biri olarak tespit edilen, işlemlerin basitliği, özel zihinsel nitelikler gerektirmediğinden ve ayrıca zihinsel gelişme belirli bir meslek çerçevesinde mümkün olduğundan, iş bölümü giderek insan yeteneklerinin körelmesine yol açtığı düşünülmektedir. Tüm yaşamını az sayıda ve basit işlemleri yerine getirerek geçirme zorunluluğu olan birey, daha karmaşık uğraşılarda ortaya çıkan zorlukları aşabilmek için kendi buluş yeteneğini gerçekleştirme fırsatlarına uzak kaldığı gibi, belirli bir topluluğun aktif bir üyesi olduğunu da unutarak, bu topluluğun çıkarlarına ilgisiz kalıp, dışardan olabilecek saldırılara karşı topluluğu korumakta aciz kalmaktadır (Esin, 1982:17). Weber’e (1968) göre iş bölümünün büroktarikleşmesi “işçinin maddi üretim araçlarından, yıkımdan, yönetimden, akademik araştırmadan ve genelde modern devletin siyasi, kültürel ve askeri alanlarında ve özel kapitalist ekonmimin temeli olan finans olayından “koparılmasında” yatmaktadır (Weber, 1968:1381-1394:Giddens, 1996:27).

138

İş bölümü, bir unsur olarak çeşitli çelişkileri içinde barındırdığı ileri sürülmektedir. İş bölümü aynı zamanda toplumun birbirine karşıt ailelere ayrılışında yatan, aynı zamanda işin ve ürünlerinin paylaştırılmasını, aslında nicelik bakımından olduğu kadar, nitelik bakımından da eşit olmayan dağılımı içerdiği düşünülmektedir. Bu durumda ise iş bölümünün ilk biçimi, kadının ve çocukların erkeğin kölesi oldukları aile içinde bulunan mülkiyet olarak görülmüştür. Bu aile içindeki, henüz çok ilkel ve gizli olan kölelik ilk mülkiyet ayrıca modern iktisatçıların tanımlamasına uymakta olduğu ve bu tanıma göre mülkiyetin, başkasının işgücünden serbestçe yararlanma yetkisi olarak açıklandığı görülmektedir (Marx ve Engels, 1999: 57’den Akt:Taş, 2007:105). Bununla beraber Marx’a göre, sermaye birimi iş bölümünü artırır, iş bölümü de işçi sayısını artırır. Bununla ters yönlü bir süreç de, iş bölümünün sermaye birikimini artırmasıdır. Marx, bir yandan iş bölümünün, bir yandan sermaye birikiminin gelişmesiyle, işçinin emeğe gittikçe bağımlandığını, üstelik emeğin özel, son derece tek-yanlı mekanik bir tarzına bağımlandığını savunur. Böylelikle çalışan fiziksel ve manevi baskı altında makinalaşır ve insan olmaktan çıkar. Bu nedenle Marx’da iş bölümü kavramı toplumun zenginliğini ve inceliğini artıran, emeğin üretici gücünü yükseltirken, işçiyi yoksullaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkar (Marx, 2009:21-24).

Fromm’a göre kapitalizm öncesi toplumlarda iş bölümü hep olmakla birlikte bu toplumlarda iş bölümü ekonomik alanlar arasında kalmaktaydı.

Fromm, kapitalizm öncesinde bir marangozun bir mobilyanın tamamını yapabilmekteyken, kapitalizm sonrası toplumlarda diğer bir deyişle çağdaş sanayi kuruluşlarında (örneğin bir otomobil fabrikasında) ise, işçi hiçbir ürünün tamamı ile ilişki içinde olmadığını ifade etmektedir (Fromm, 1990:127). Bu nedenle, çalışanın işi, “uzmanlaşmış veya görevlendirilmiş olduğu alanla sınırlıdır. Çağdaş sanayide işçinin işlevi, henüz makinalaştırılmayan ya da makine çalıştırmanın insan emeğinden pahalı olduğu alanlarda ‘makina gibi’ çalışmaktır” (Özyurt, 2008:231).

139

Sabuncuoğlu ve Tüz’de (1995) iş bölümü ve yabancılaşma olgusuna değinmişlerdir. Sabuncuoğlu ve Tüz’e göre büyük örgütlerde görülen aşırı iş bölümü, çoğu kez çalışanın yaptığı işin neye yaradığını görememesine ve çalışmasında amacın kaybolmasına yol açmaktadır. Böylece kendi küçük evreninde yaşamak zorunda kalan iş görenin, çok geçmeden yaptığı işin anlamını yitirerek, örgüte ve topluma katkısının ne olduğunu göremez duruma geldiğini ileri sürmüşlerdir. Sabuncuoğlu ve Tüz’e göre, bu uygulama, örgütlerde amaçsız, yönetimin bütün norm ve isteklerine olduğu gibi uyan, yönetilmek ve denetlenmek gereksinmesi duyan, yaratıcılıktan yoksun bir “örgütsel insan” örneğinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Örgütte kendilerini etkileyen kararların alınmasında söz hakkına sahip olmayan ve başkalarının amaçlarına katkıda bulunan, bir araç niteliği taşıyan örgütsel insanın, kendi kendisine, örgüte ve giderek topluma yabancılaşan bir insan konumuna geldiği belirtilmiştir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1995:206).

İş bölümü, ayrıca, tek bireyin ya da tek bir ailenin çıkarı ile aralarında karşılıklı ilişki içinde bulunan bütün bireylerin kolektif çıkarı arasındaki çelişkiyi de içerdiği ileri sürülmüştür. “Kaldı ki, bu kolektif çıkar, genel çıkar olarak yalnızca hayali olarak değil, her şeyden önce, işin aralarında paylaşıldığı bireylerin karşılıklı bağımlılığı biçiminde gerçek olarak da mevcuttur. İşte asıl bu çelişki, özel çıkar ile kolektif çıkar arasındaki çelişkidir ki, devlet sıfatıyla, bireyin ve topluluğun gerçek çıkarlarından ayrılmış bağımsız bir biçim almaya ve aynı zamanda her zaman aile yığışımında mevcut olan, kan, dil, geniş bir ölçüde işbölümü bağları ve öteki çıkarlar gibi bağların somut temeli üzerinde ama aldatıcı bir görünüm alır ve sonuçta sınıf çıkarları bulunur” (Marx ve Engels, 1999:58’den Akt: Taş, 2007:105).

Örgütsel yabancılaşmaya neden olan faktörlerden diğeri ise üretim şeklidir. Örgütlerin veya işletmelerin üretim şekli, çalışanların birbirleriyle veya örgütle yabancılaşmasını artırıcı veya azaltıcı bir etken olduğu ileri sürülmüştür. “Örneğin; birim imalat yapan işyerlerinde çalışan, birim olarak

140

ürettiği ürünlerden parasını alacak ve bu da çalışanın ürün üzerinde el emeğinin katkısını görmesini sağlayarak, çalışanın yabancılaşma düzeyinin düşük olmasını sağlayacaktır. Seri imalat yapan bir işletmede ise, yaptığı işin bütüne katkısını göremeyen, kişisel yeteneklerini görme fırsatı bulamayan birey monoton bir yapı içerisinde işiyle ve örgütüyle yabancılaşmış bir hale gelecektir” (Soysal, 1997:71; Tekin, 2012:56).

Teknolojinin gelişmesiyle iş yaşamında makinenin ağırlık kazanması otomasyon sistemi üretim şeklini gündeme getirdiği ileri sürülmektedir.

“Otomasyona geçerken, insanın yerini makinenin almasıyla benzer işleri yineleyen insanın yabancılaşmasının engelleneceği düşünülmüştür. Oysa insan makinenin ritmine uymak zorunda kalarak kendi ritmine yabancılaşmıştır”. Erikson, otomasyonun bireye getirdiği zorluk ve zararları şu şekilde sıralamaktadır (Erikson, 1986:1-8’den Akt: Tekin, 2012:56):

 Otomasyon, el becerisi, görme keskinliği ve refleks çabukluğu gerektirir, malzemeye hâkim olma ve muhakeme yapabilmeyi engeller.

 Bilgisayarlı makineler insanın kontrolü dışında çalışır, insanın makineyi kendi üstünde algılamasına sebep olur.

 Otomatik işlerde el işi ile zihin işi birbirinden ayrıdır, işgörenin yalnızca el işi yapması istenir.

 Otomasyonda sürekli aynı hareketler yinelendiğinden sürekli kas gerilimi gerektirir.

 Otomasyon, işte makineye bağımlılık oluşturur, makine olmayınca insan hiçbir işe yaramaz, bu da insanın kendini değersiz hissetmesine neden olur.

 Otomasyonda çalışan hep aynı maddeyi görür ve dokunur, iş tümüyle monotonluk içindedir.

141

 Otomasyon olan işyerlerinde aşırı kontrol vardır, çalışanlar kendilerini sürekli denetim altında hissederler.

İnsanın günlük gücünün önemli bir kısmını otomasyonun alması, özel yaşamına pek bir şey bırakmaz.

Marx’a göre, işçi ne kadar çok servet üretse, üretiminin gücü ve kapsamı ne kadar artsa, kendisi de o kadar yoksullaşır ve ne kadar çok meta yaratırsa kendisi de bir meta olarak o kadar ucuzlar. Marx, şeyler dünyasının artan değeriyle doğrudan doğruya orantılı olarak insanların dünyasının değersizleştiğini savunmaktadır. Ona göre, emek yalnız meta üretmez;

kendini ve bir meta olarak işçiye de üretir ve bunu meta ürettiği oranda gerçekleştirir. Marx’a göre, bu olgu göstermektedir ki emeğin ürettiği nesne-emeğin ürünü- emeğin karşısına yabancı bir şey, kendini üretenden bağımsız bir güç olarak dikilir. Emeğin ürünü ise bir nesneye aktarılmış, maddeleşmiş emek şeklinde açıklamıştır. Yani emeğin nesneleştirilmesidir (Marx, 2009:75).