• Sonuç bulunamadı

Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Bireysel Faktörler

3.3 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Faktörler

3.3.3 Örgütsel Yabancılaşmaya Neden Olan Bireysel Faktörler

Bireyin bazı özellikleri örgütte yabancılaşmaya neden olabilmektedir. Bu özellikleri, aile, eğitim, kültür, kişilik özellikleri, çalışanın anlamsızlığı ve güçsüzlüğü olarak sıralayabiliriz.

156

3.3.3.1. Aile

Bireylerin yabancılaşmasına neden olan bireysel faktörlerden biri aile olarak belirtilmektedir. Bireyin toplumda varolmasının ilk evresi aileden geçmektedir. Birey ilk eğitimini aileden alır ve belirli bir kültürle yetişir. Birey gelenekleri-görenekleri, dini, ilkeleri, ahlak felsefeleri aileden öğrenir. Bu öğretilerden doğan bireyin inaçları, değerleri ve normları ilk olarak aile içinde biçimlenir. Birey edinmiş olduğu bu inanç ve değerlerle toplum içinde varlık gösterir. “Genelde aile de yetersiz olarak görülmüş ve özgür seçim yapması kısıtlanmış bireylerde baskıcı ve kısıtlayıcı davranış kalıpları oluşmaktadır. Bu şekilde yetişmiş bireyler, çocuklarınıda bu tarz yaklaşımlarla eğitirler. Böylece ailenin vermiş olduğu eğitim toplumun devamlılığı açısından önemli bir unsurdur. Toplumda baskıcı bireylerin yetişmesi, insanın gerçek benliğine yabanılaşmasına neden olur” (Oktik vd., 2003, 1-19).

Eren’e (1993) göre, aile yaşamlarında mesut olmayan kişiler genellikle işe karsı isteksiz ve kayıtsızdırlar. Bu tür insanların mevcut olacakları örgüt yapılarında yabancılaşmaları diğer bireylere göre daha fazladır.

Aileyi toplumsal yapıyı oluşturduğu gibi toplumsal olaylardan gelişmelerden de etkilenen bir yapı olarak açıklayan Doğan’a (2007) göre, özellikle teknolojinin tüm yaşantının içine yerleşmesiyle aile yapısında da değişiklikler getirmektedir. Doğan geleneksel yapının dışında, içinde bireyselliklerin ön plana çıktığı aile yapılarına rastlamanın mümkün olduğu ifade eder ve kendi içindeki çeşitli bölünme ve değişmelere rağmen geleneksel özellikleri ağır basan ailenin, sahip olduğu değerlerin muhafazası ile yeni değerlerin benimsenmesi açısından sosyo-kültürel değişimin doğasına uygun çatışmalara konu olduğunu vurgular. Doğan’a göre bu çatışmanın aile üyeleri arasındaki sahip olduğu farklı etkileri sebebiyledir.

Çünkü Doğan’a göre aynı çatı altındaki farklı kuşaklar aynı zamanda farklı çabalar, ilgiler ve değerler demektir ve Doğan yabancılaşmanın aile

157

planındaki görünümlerinin böyle bir farklılaşma olgusuna bağlı olarak geliştiği söyler (Doğan, 2007:444).

3.3.3.2. Eğitim ve Kültür

Bireyin eğitim durumu onun toplum ve örgüt içinde yabancılaşmasında aktif rol almaktadır. Eğitim bireyin ailesinden sonra içinde bulunduğu diğer topluluktur. Bu nedenle bireyin sosyalleşmesi bakımından eğitimin ayrı bir önemi olduğu vurgusu yapılmaktadır.

Durkheim’in “Moral Education” adlı çalışmasına göre, eğitimin sağladığı çok önemli sosyal fayda bulunmaktadır. Bunlar, “sosyalleşmeyi sağlayarak fertte disiplin ruhunu yaratmak ve hareketlerinin sınırlarını belirlemek, ikinci olarak bir gruba dahil olma, bağlanmayı geliştirmek ve son olarak da kontrollü ve şuurlu bir otonom tavırla kendi geleceğini tayin edici özellikleri geliştirmektir. Bu son nokta, ferdin şuurlu bir yaratıcılığa yönelmesinde yardımcı olabilir” (Durkheim, 1996’den Akt: Erkal, 2009:128). Eğitimin sosyal fonksiyonu arasında sayılan kültürün aktarılması da aynı zamanda cemiyetlerin devamlılığını sağlayan bir sosyal fonksiyon olarak kabul edilmektedir. Fert sadece cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla cemiyetin içinde değildir. Bizzat cemiyet de ferdin içindedir. Fert, cemiyetin kültüründen pay almaktadır ve sosyal mirası taşıyan bir elemanıdır. Bir görüşe göre, fert, cemiyetin adeta büyüyen perspektifidir (Musgrave,1971’den Akt: Erkal, 2009:136).

Erkal (2009) eğitimde fırsat eşitliğine vurgu yapmaktadır. Erkal’ a göre eğitimde fırsat eşitliği de oldukça önemlidir. Çünkü, “sosyal sınıflar piramidinde alt tabakaların eğitim yoluyla hareketlilik kazanmaları ve yükselebilmeleri eğitimde fırsat eşitliği konusunda önem kazandırmaktadır.

Günümüzde, fertlere sosyal hareketlilik sağlayarak cemiyet içinde bir tabakadan diğer bir tabakaya yükselmelerini eğitim gerçekleştirmektedir”

(Erkal, 2009:128). Kişi böylece eğitim sayesinde kendine yabancı gördüğü belli bir sınıf ve zümrenin üyesi olarak kendini görebilmektedir.

158

Eğitimli birey aynı zamanda birçok yeti ve beceri kazanır, meslek edinirler. Kişiler kazandıkları bu yeti ve beceri sayesinde üretimin bir parçası haline gelir. Bireyi değerli kılan şeyde üretimin bizzat içerisinde olmasıdır. Yetenekleri ile varolan insan kendisiyle ve toplumla her zaman barışık durumdadır. Nitekim, Tekin (2012) çalışmasında, eğitim düzeyi ile yabancılaşma arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Tekin’ e göre lise mezunlarının yabancılaşma alt boyutu olan güçsüzlük seviyeleri üniversite mezunlarına oranla daha yüksektir. Tekin’e göre, bu fark eğitimli personelin sahip olduğu eğitim donanımı nedeniyle işe olan hakimiyetinin yüksek olmasının payı vardır.

Eğitim bireye statü kazandırır. Birey eğitim sayesinde kazandığı statü ile toplumda kendine bir yer edinebilmeyi başarır. Bu statü ona aynı zaman toplum içinde kabul görmeyi ve saygınlık kazanmayı sağlar ve bireyi yabancılaştırmaktan uzaklaştırır. Bu nedenle eğitimin bireyin topluma entegre olmasında itici bir gücü bulunmaktadır.

3.3.3.3. Kişilik Özellikleri

Kişilik, “bireyin kendi açısından, fizyolojik zihinsel ve ruhsal özellikleri hakkındaki bilgisidir. İnsanın başkaları açısından kişiliği, onun toplum içinde belirli özelliklere ve rollere (göreve) sahip olmasıdır” (Eren, 2000:67). Eren (2000) toplum içinde büyümenin başka bir ifade ile, toplumsal çerçeve içinde sıkışıp kalmanın çok ızdıraplı bir şey olduğunu vurgular ve uyuma yönelmek isteyen kişinin karakterini büyük ölçüde diğer insanların karakterlerinin etkileyeceğinin altını çizer. Eren, her seferinde kişinin kendi öz karakterinden fedakarlıkta bulunarak çok sıkıntı çekeceğini, fakat ne var ki, insanın, sosyal yaşama alışmak zorunda olan bir varlık olduğunu ifade eder. Eren’e göre, kişisel arzular, çok defa toplumsal geleneklerle çatışma halinde bulunur. Bununla birlikte, toplumsal gelenekler kişi bilincinin (ya da kişinin süperego’sunun) parçası haline gelince, bu çatışma onu fedakarlıklarda bulunmaya itecek ve hatta onun içine işleyerek

159

kişiliğinin bir parçası haline gelecektir (Eren, 2000:76-77). Aksi bir durumda ise kişi kendini ait olduğu toplumda yabancılaşmış hissedecektir.

Fromm kişilikte birey tiplerini alıcı yönlenme, sömürücü yönlenme, istifçi yönlenme ve pazarlayıcı yönlenme olarak sınıflandırmıştır. Alıcı yönlenmede kişi, “tüm iyiliklerin kaynağının” dışarda olduğunu hisseder ve istediği şeyi-bu ister özdeksel bir şey, isterse duygulanım, sevgi, bilgi, haz olsun-elde etmenin biricik yolunun bu dış kaynaktan almakta olduğuna inanır. Bu yönlenmede sevgi sorunu bir sevme sorunu olmayıp hemen hemen yalnızca bir “sevilme” sorunudur. Bu tipte kişiler yalnız bilgi ve yardım için yetkelere bağımlı olmakla kalmazlar; genelde her türden destek için hep başkalarına bağımlıdırlar. Yalnız kaldıklarında ise kendilerini yitmiş hissederler. Sömürücü yönlenmenin de temel öncülü, alıcı yönlenme gibi, tüm iyiliklerin kaynağının dışarda olduğu ve insanın ne elde etmek isterse onu dışarda araması gerektiği; insanın kendi başına hiçbirşey üretemeyeceği duygusudur. Ama, bu iki yönlenme arasındaki ayrım, sömürücü tipin bazı şeyleri başkalarından armağan olarak almayı beklememesi; onları zor kullanarak ya da hilekarlıkla elde etmesidir. İstifçi yönlenme bu iki yönlendirmeden de farklıdır. İstifçi yönlenme insanların dış dünyadan elde edebilecekleri yeni şeylere çok az güvenmelerine neden olur.

Bu gibilerin güvenliği, istifleme ve biriktirmeye dayanır. Onlar harcamanın kendileri için bir tehlike olduğunu düşünürler. (Fromm, 1996:70-77).

Tekin (2012) tarafından yapılan, yabancılaşma ve beş faktör kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmasında, yabancılaşma ile beş faktör kişilik özellikleri arasındaki ilişkiye yönelik çarpıcı sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmada yabancılaşma alt boyutlarından toplumsal yabancılaşma, kendine yabancılaşma, güçsüzlük boyutları ile duygusal dengesizlik kişilik özelliği arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmıştır.

Tekin’e (2012) göre; duygusal anlamda dengesinde olumsuz gelişmeler olan bireyin hem içinde yaşadığı topluma hem de kendisine karşı bir yabancılaşma sürecine girmesinin anlamlıdır. Birey, toplumsal yaşantıda kendi duygularına bir karşılık bulamamaktadır. Bu karşılıksızlık hali,

160

bireyin kendisini yalnız hissetmesine sebebiyet verebilmektedir. Öte yandan birey, zamanla değişen kendisini de kabullenmekte zorlanabilmektedir, böyle bir durum da bireyin kendisine yabancılaşmasına neden olabilmektedir.