• Sonuç bulunamadı

1. ROUSSEAU’NUN YETİŞTİĞİ ORTAM VE ESERLERİ

1.7. Egemenlik

Genel irade kavramıyla birlikte bahsedilen egemenlik, genel iradenin kullanılması anlamına gelmektedir. Rousseau’ya göre, siyasal bütünün ya da devletin var olabilmesi egemenlikle bezenmiş olmasına bağlıdır: Bir devlette mutlak üstün bir gücün, her şeyin ona bağlı bulunduğu merkezin, her şeyin ondan kaynaklandığı bir ilkenin, her şeyi yapabilen bir egemenin olması gerekir.139

Rousseau’nun, Toplum Sözleşmesi’nde egemenlik kavramını belirlemesinden önce, egemenlik anlayışı, bazı düşünürler tarafından güce, kudrete ve imparatorluğa bağlanmış, yurttaşların özgürlüğünü kanıksamak yerine, genel olarak hükümdarların kulları üzerinden elde ettiği hâkimiyet ile irtibatlandırılmıştı. Özellikle – Rousseau’dan önce mutlak egemenlik savunucuları olarak tanınmış – Bodin ve Hobbes’un görüşü, yöneticinin mutlak gücünün vurgulanmasıydı. Buna karşılık Rousseau’ya göre, egemenlik düşüncesi esasında, yönetilenler ile yani kulların kendileri ile en üst otorite olarak özdeşleştirilmiş ve güç ya da kudret yerine, irade ve hak anlayışları ile bağlantılıdır.140

137 L. H. Monk, a.g.e, s. 232. 138 M.A. Ağaoğulları, a.g.e, s. 99. 139 M.A. Ağaoğulları, a.g.e, s. 99. 140 R. Wokler, a.g.e, s. 96-97.

Rousseau, Toplum Sözleşmesi’nde, egemenlik kavramının mahiyetini tanımlamıştır: Üyelerinin bir araya gelmesiyle kurulmuş tüzel kişiliğe sahip devlet veya site adını verdiğimiz siyasal yapının en önemli işi kendi varlığını korumaktır. Bu sebeple her bir parçayı bütüne uygun bir biçimde işletip kullanmak genel ve zorlu bir güç ister. Doğa insana nasıl organları üzerinde kesin bir yetki tanırsa politik bütün de kendi organları üzerinde kesin bir yetki verir. Bu yetki, genel iradenin yönetimi altında olursa “egemenlik” adını alır. 141

Rousseau, egemen varlık ile sözleşmeyi özdeşleştirmiştir. Egemen varlık, sözleşmeye ontolojik temelde bağlanmış görünmektedir. Rousseau’ya göre; egemen varlık, meşruiyetini sözleşmenin kutsallığından aldığı için sözleşmeye aykırı davranışlar sergilememelidir, başkasını da buna zorlamamalıdır. Sözleşme gereği bir başka egemen varlığın buyruğuna giremez. Çünkü varlığını borçlu olduğu sözleşmeyi yok saymak demek temelde kendi varlığını yok saymak anlamına gelmektedir. 142 Rousseau yine egemen varlığı kendini meydana getiren bireylerle eş kıldığı için, egemen varlığın bireylerin çıkarlarına aykırı davranmasını aklen mümkün görmemektedir. Rousseau egemen varlığa bu noktada güveni tamdır ve egemen varlığın uyruklarına güvence göstermesi gerekmediğini söylemektedir. Çünkü bütünün uyruklarına zarar vermeyi aklından geçirmesi düşünülemez. Rousseau, Egemen varlığı, bulunduğu konum dolayısıyla her zaman ne olması gerekiyorsa o şekilde olması gerektiği biçiminde zorlayıcılık bağlamında tanımlamaktadır: “Egemen varlık, egemen olmak dolayısıyla, ne olması gerekse, her zaman odur.”143

Rousseau, egemenliğin tüm yurttaşları aynı derecede, eşit olarak bağladığını, toplumsal sözleşmeyle özdeşleştirerek kapsamını açıklar. Eşitliğin siyasal düzlemde nasıl gerçekleşeceğine açıklık getirir. Bunun gereği olarak toplum sözleşmesi, yurttaşlar arasında aynı koşullar altında ve aynı haklardan yararlandığı bir eşitlik kurar. Egemenlik işlemi yurttaşları eşit derecede yararlandırır ya da kayırır. Egemen varlık bağlı olduğu ulusun bütününü tanımakla yükümlüdür.144

Egemenlik işleminin ne olduğu ve nasıl yürürlüğe konulacağı Rousseau açısından sözleşme kavramıyla birebir ilgidir. Egemenlik sözleşmeye dayanmalıdır, yasal olmalıdır ve hak duygusuna dayalı şekilde işlemelidir: “Öyleyse egemenlik işlemi nedir? Bu, üst olanın astla değil, bütünün kendi üyelerinden her biriyle yaptığı bir sözleşmedir. Yasaya uygun bir

141 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 28. 142 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 16. 143 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 17. 144 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 30.

sözleşmedir bu, çünkü temeli toplum anlaşmasıdır; hak duygusuna dayanan bir sözleşmedir, çünkü ortak bir sözleşmedir; yararlı bir sözleşmedir, çünkü kamunun iyiliğinden başka bir amacı olamaz; sağlamdır; çünkü güvencesini devlet gücünden ve egemenlikten almaktadır.”145 Rousseau’ya göre egemen varlık, kendisini yaratmış olanlarla birlikte var olur. İnsanlar varlıklarını ve haklarını bir parçası oldukları egemen varlığa devrederler. Diğer bir ifadeyle, böylece onlar kendilerini aynı ve eşit koşullara yurttaşlar, yani egemen varlığın birer üyesi olarak getirirler. Eşitlik yurttaşlıkla özdeşleştiği için insanlar eşit konuma sahip olurlar. İnsanlar bu şekilde, yani egemenliğin birer üyesi haline gelerek, genel iradeye katılarak, külli bir iradeye boyun eğmek suretiyle eşit bir statü kazanırlar.146

Egemen ile halkın bir olduğu bir ülkede doğmak istediğini belirten Rousseau, bunun formülünü demokratik yönelimde görmektedir. Egemenliği kayıtsız şartsız halkın sahip olduğu bir hak olarak belirleyen düşünür için egemenlik halkın iradesinin yani genel iradenin işleyişidir. Egemenlik ile genel irade arasındaki bu ilişki, egemenliğin özeliklerini de büyük ölçüde belirler.147

Rousseaucu egemen güç kavramı, monarşi rejiminin en yüce ve tek otorite olarak kabul edilmesinin reddini içermektedir. Buna karşılık da onun düşüncesi, halkı kendi gücüyle var olan tek egemen güç ve hükümran olduğudur. Dolayısıyla, devlet ve halkı ilgilendiren kararlar sadece taban tarafından alınabilir. Bu halk kavramını öngörür. Rousseau’nun siyasal görüşlerine bakılırsa, onun merkeze yerleştirdiği iktidar sahibi olarak halk, kendisine devredilen ve onu kullanmakla görevlendirilen egemen varlık, elindeki yetkileri yasama gücü ile kullanır. Yasalar da genel iradenin birer yansıması olduğuna göre, devlet genel iradenin şekillendirdiği doğrultuda hareket imkânına sahiptir. Bu ise, bireylerin eşit ölçüde her şeyden yararlandığı ve haklarının aynı oranda korunduğu bir yönetim anlamına gelmektedir.148

1.7.1. Egemenlik ve Devredilemez Oluşu

Rousseau’nun söz konusu ettiği politik hak anlayışı, politik otoritenin ve dolayısıyla, gerçek egemenliğin kaynağı bir bütün olarak halkta bulunmak durumunda olduğu sürece, özünde veya esas itibariyle demokratik bir anlayışı ifade eder. Politik hayatın ilkesi ve özgürlüğün temeli olarak egemenlik, Rousseau’ya göre dahası devredilemez, yani kendinden

145 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 30.

146 A. Cevizci, Aydınlanma Felsefesi Tarihi, s. 300. 147 M. Ağaoğulları, a.g.e, s. 99.

vazgeçilemez bir şeydir. Çünkü özgürlüğünden vaz geçen bir insanın insanlığından vazgeçmesi gibi, özgürlük egemenlik tarafından teminat altına alındığı için, egemenliğinden vazgeçen halk da halk olmaktan çıkmış demektir.149

Rousseau, egemenliğin devredilemez özelliğini “Halk açıkça boyun eğeceğine söz verirse, bu davranışıyla kendi kendini dağıtıp halk olmaktan çıkar. Ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye bir şey kalmaz, politik bütün de artık yok olup gider.”150 şeklinde ifade eder.

1.7.2. Egemenlik ve Temsil Edilemez Oluşu

Rousseau’ya göre, egemen kolektif bir varlık olduğundan, ancak kendisi tarafından temsil edilebilir. Egemenlik hangi nedenlerden dolayı devredilemezse, yine aynı nedenlerle temsil de edilemez; egemenlik başlıca genel iradeden oluşur, genel irade de kesinlikle temsil olunamaz; ya kendisidir ya da başka bir şey; ikisinin ortası olamaz. Halkın kendisine temsilciler seçmesi, kendisini, halk adına konuştuğu varsayılan, ama gerçekte kişisel (özel) iradesini ortaya koyup herkesi buna bağımlı hale getiren bir kişinin, kısaca bir efendinin hükmü altına sokması demektir. Bu durumda genel iradenin yerini özel bir irade almış olur ki, bu da halkın özgürlüğünü yitirdiğini, dolayısıyla halk egemenliğinin kalktığı anlamına gelir. Kısacası, Rousseau kendisine temsilciler edinen bir halkın artık özgür olmadığını hatta yok olduğunu ifade eder. Ancak burada açıklanması gereken genel irade, dolayısıyla egemenlik ortak ya da genel olanı kapsadığından, halkın temsil edilememesi ilkesi yasama alanına ilişkindir; buna karşılık yürütme gücü düzeyinde halkın temsil edilebilir olduğudur.151

1.7.3. Egemenlik ve Bölünemez Oluşu

Egemenlik bir kez kurulduğunda aktarılamaz olduğu gibi bölünemez bir özelliğe de sahiptir. Bu durum istemin genel olduğu; aykırı bir sesin olmayacağı bütünlüklü bir yapının kurulması için gereklidir. Yasayı da bu yapı kuracaktır. Düşünür şöyle der: “Egemenlik hangi nedenden ötürü aktarılamazsa, aynı nedenden ötürü bölünemez. Çünkü istem ya geneldir ya değildir. Birinci durumda bu ortaya konulan istem bir egemenlik edimidir ve yasayı kurar. İkinci durumda yalnızca o özel bir istemden başka bir şey değildir ya da yüksek yönetimle ilgili bir edimdir; olsa olsa o bir buyruktur.”152

149 A. Cevizci, a.g.e, s. 303.

150 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s. 24. 151 M. Ağaoğulları, a.g.e, s. 101. 152 Ali Timuçin, a.g.e, s. 124.

Rousseau, bu bağlamda “erkler ayrımı” anlayışına karşı olduğu söylenebilir ya da daha doğrusu iktidar düzleminde ortaya çıkan farklı kuvvetlerin, farklı yetki alanlarının egemenliğin bölünmesi anlamına gelmediğini dile getirir. Ona göre, egemenlik ilke düzeyinde bölünemediği için konu düzeyinde bölmeye uğraşan çeşitli siyasal filozoflar, egemenliği, güç ve irade; yasama kuvveti ve yürütme kuvveti; vergi, adalet ve savaş hakları; iç yönetim ve dış yönetim gibi kısımlara bölerler. Bu parçalar, kimi zaman birbirine karıştırılmakta, kimi zaman birbirinden ayrıştırılmaktadır. Sonuç olarak egemen varlık, ayrı ayrı parçalardan eklenerek oluşturulan fantastik bir varlık gibi düşünülmektedir. Oysa egemenliğin parçalarını oluşturduğu sanılan tüm bu kuvvetler ya da erkler, egemenlikte içkindirler ve egemene aittirler. Bunların bazılarının, (yasama) egemenin işlemleri olmasına karşılık, diğerleri (yürütme) egemenin belirtileridir denilebilir.153

Sonuçta Rousseau’ya göre, egemenlik tektir, bir bütündür, onun parçaları olan bazı yetki kullanım alanları yine egemenden bağımsız düşülemez, egemenin parçaları da onun belirtileri ya da işlevi durumundadır.