• Sonuç bulunamadı

1. ROUSSEAU’NUN YETİŞTİĞİ ORTAM VE ESERLERİ

1.4. Rousseau’nun Toplum Ve Devlet Anlayışı

1.4.4. Doğal Durumun Bozuluşu

Doğa durumunda her insan eşit koşullarda yaşamaktaydı. Doğal insan, toplumsal-etik koşullardan bağımsız bir durumda yer alıyordu, kendi türünden diğer canlılarla iletişimi sınırlıydı. İnsanın doğanın kendisinde sınırlı koşullar içerisinde diğer canlılardan yetkinleşebilirlik özelliğiyle ayrılmaktaydı. “Ama bu eşit insan-hayvanlar, kendilerini öbür hayvanlardan üstün kılan bir avantaja sahiptir: Yetkinleşebilirlik, zamanla gelişme olanağı ve bu, eşitsizliğin nedeni olmuştur.”91 Diğer tüm canlı türleri bugün nasıl yaşıyorsa bin yıl sonra da öyle olacaktır, ancak sadece insan kendini geliştirebilecek potansiyele; yetkinleşmek özelliğine sahiptir. Bu özelliği sayesinde insan doğal durumdan yavaş yavaş çıkmaya başlamış, değişime yönelmiştir.92 İnsanın potansiyel olarak gelişme yeteneğine sahip olması, aynı koşullara sahip olan doğal insanın yaşamını sürdürdüğü eşit şartların da değişmeye başladığı görülür. Doğal durumda kendi halinde yaşayan, yabanıl ama saldırgan olmayan, başıboş bir özgürlükle yaşamını sürdüren insan bu durumdan yavaş yavaş kopmağa başlar.

Doğal durumdan kopuş evresinin hazırlanmasının ardından doğal durumun kendine özgü özgürlüğün ve eşitliğinin yok olmasıyla eş zamanlı gerçekleşen bir gelişme meydana gelir; mülkiyet kurumu ortaya çıkar. Rousseau, mülkiyeti şöyle açıklar: “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Bu, bana aittir!’ diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine ‘Bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız! Meyvelerin

90 Ali Timuçin, a.g.e, s. 79-80. 91 Rousseau, a.g.e, s. 53.

herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını unutursanız, mahvolursunuz!’ diye

haykıracak olan kişi, insan türünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu!” Rousseau devam ederek mülkiyetin ortaya çıkmasının zorunlu bir sonuç olduğunu ifade eder. Artık işler, bugüne kadar sürüp gidemeyecekleri bir noktaya dayanmıştır. Ancak mülkiyet fikrinin oluşumu da anlık bir hadiseye dayanmamaktadır. Mülkiyetin insan aklında teşekkül süreci insanlığın doğa durumunun son sınırına varmadan önce birtakım beceri ve hünerlerin elde edilmesiyle meydana gelmiştir. 93

Yukarıda belirtildiği gibi Rousseau, mülkiyet fikrinin ortaya çıkmasından önce bazı hazırlayıcı gelişmelerin meydana geldiğini ifade eder. Mülkiyet öncesi insan, bu ara dönemde bir takım zorunlulukların sonucu veyahut ilerlemeyle birlikte bazı kazanımlar elde etmiştir. Doğal insanın uygarlaşmış topluma veya politik devletin kuruluşuna doğru olan hareketi, her şeyden önce onun üzerinde kalıcı etkiler bırakan birtakım öngörülemez olayların sonucu gerçekleştiğini görmekteyiz; başka bir deyişle, doğa durumundaki insan, yıldırım düşmesi, yanardağ patlaması benzeri birtakım doğal felaketlerin sonucu olarak başka insanlarla bir araya gelmek zorunda kalmıştır. Yine insanın toplumsallaşma tarihinin devamında, onun “ilk devrim” diyerek nitelediği teknik gelişmeler yer alır. Rousseau, insan türünün düşünceyi teşvik eden ve bu düşünceyle beraber, işbirliği ve bu sırada barışçıl ortamı bozucu çatışmaya eğilim gösteren bazı zorluklarla karşılaştığını düşünür. Topraktan elde ettiği ürünleri vahşi hayvanlardan ve diğer insanlardan korumak, ürünlerin elde edilmesiyle ortaya çıkan rekabet, insanın bu tür zorlukların üstesinden nasıl gelebileceği konusunda düşünmesine yol açmıştır. Dolayısıyla bu şartlar aletlerin keşfine ve bireysel olarak başarılamayacak işlerin üstesinden gelebilmek için başka insanlarla birlikte hareket etme zorunluluğu anlamına gelir.94

Yine Rousseau’ya göre mülkiyetin çıkışı öncesi önemli diğer unsur madencilik ve tarımın gelişmesidir. “Metalürji ve tarımın icadı büyük devrimi meydana getiren iki zanaattır: İnsanları uygarlaştıran ve insan türünü bozan şey ozana göre altın ve gümüş, ama filozofa göre ise demir ve buğdaydır.”95 Devrimin yaşandığı bu evrede, düşünürümüz karamsardır ve her şeyin kötüye gitmeye başladığını, insanların madenleri işlemeye, toprağı ekip biçmeye başlamasıyla doğal işbölümünden toplumsal işbölümüne geçildiğini ve insanların tükettiklerinden daha fazlasını ürettiğini ifade eder. Başka bir deyişle, işbölümünün ortaya

93 Rousseau, a.g.e, s. 133. 94 A. Cevizci, a.g.e, s. 281. 95 Rousseau, a.g.e, s. 53.

çıkmasıyla üretim niceliksel ve niteliksel olarak çeşitlenmiş, birçok yapay/gereksiz ihtiyacın doğuşuna sebep olmuştur. Aynı zamanda işbölümü uzmanlaşmayı da beraberinde getirir ve bağımlılığı daha çok artırır. Nihayetinde işbölümü doğal eşitsizliklerin önemli bir rol oynamasına, daha güçlü, daha zeki ve daha becerikli insanların daha çok üretip daha çok kazanmalarına neden olur. Artık ekonomik eşitsizliğin ve özel mülkiyetin ortaya çıkışı için gerekli koşullar sağlanmıştır.96

Mülkiyetin kurulmasıyla beraber Rousseau, mülkiyetin olumsuz etki ve sonuçlarının, toplumda yarattığı yansımalarından bahseder. Mülkiyetin doğuşuyla beraber insanın yetileri üst düzeyde gelişmiştir. Bellek ve hayal etme yetisi işler durumdadır, kendi varlığını korumada özsaygı bilinci kazanmış olan bireyin akıl ve zekâsı artık tek etkendir. Zekâ varabileceği yetkinlik sınırına ulaşmıştır. Bütün bu niteliklerle beraber insanın kaderi işe yaram, zarar verme ya da mallarının çokluğuyla değil; zekâ potansiyeli ölçüsünde beceri ve yeteneklerine göre belirlenir. Bu nitelikler saygı ve dikkat çekici başat özelikler haline geldiği için insan bu niteliklere yalnızca sahip olmayı aslında sahip olmuş gibi görünmeyi istemektedir. “Olmak” ve “görünmek” birbirinden tamamen farklı iki şey olmuştur. Birey kendi öz varlığından toplumun yapay arzularıyla uzaklaşmıştır. Dolayısıyla bu ayrımdan yalnızca gösteriş, aldatma ve türlü ahlaki bozukluklar ortaya çıkmıştır. Mülkiyetin bir diğer olumsuz sonucu; insanın özgürlüğünü kısıtlayıcı yönüdür. Öncesinde bağımsız olan doğal insan gereksinimleri nedeniyle hemcinslerine boyun eğmek zorunda kalır. İnsanın bu noktada efendi olması bile ona özgürlüğünü veremez. Çünkü zenginse onların hizmetine, fakirse başkalarının yardımına bağlıdır. Orta halli ise sürekli başkalarına bağımlıdır. Dolayısıyla insan sürekli kendi çıkarlarını kollama peşinde, bencilce tutumlara başlar. Bu durum da onun erdem yönünden değersizleşmesi demektir. Mülkiyetin bir diğer kötü yanı, bütün bu etkenler içerisinde birey sürekli yükselme ve hırs sebebiyle kıskançlık duygusuyla yaşamaya başlar. Daha kötü olanı gücünü artırabilmek için aslında karanlık eğilimleri içinde “iyi dilek ve iç yakınlığı maskesini takınır.” Özetle bir yanda rekabet duygusu diğer yanda “kendi çıkarlarının peşinde koşma ve hep kendi çıkarını başkalarının zararına sağlama gizli arzusu.”97 Mülkiyeti doğuşuyla beraber, doğal durumda insanlar arasında var olan eşitlik de yitirilmiştir. Doğa durumunda sınırlı gereksinme ve isteklerini kontrol edebilen doğal insan, sahip olma yetisinin gelişmesiyle, tutku ve arzuları da değişmeye ve çeşitlenmeye başlamıştır. Doğa durumundaki fiziki gücün öne

96 A. Cevizci, a.g.e, s. 282. 97 Rousseau, a.g.e, s. 148-149.

çıktığı koşullarda artık, insanın gelişen zekâsı, hüner ve ustalığı ön plana çıktığı görülür. Bu şartlar, eşitsizliğin ortaya çıkışında önemli rol oynamıştır.

Toprak mülkiyetinin ortaya çıkması ile insanlar yavaş yavaş yerleşik düzene geçmişlerdir. Buna bağlı olarak, bir insanın başka bir insana ihtiyaç duyacağı durum ve şartlar oluşmaya başlamıştır. Bir kişi iki kişiye yetecek kadar mülke sahip olmaya, mülk edinemeyenler de diğeri için çalışmaya başlamış, bunun da kimileri için bir imkân oluşturduğu anlaşılınca eşitlik kalkmış ve başkası için zorunlu çalışma ortaya çıkmıştır.

Mülkiyet kurumunun ortaya çıkması, bu kurumun işler halde olması için hukuk kurallarının da varlık kazanmasını gerektirmiş, yoksul- zengin ayrışması sonucu başlayan çatışma durumunda, yoksullar varlıklılara saldırmış, nihayetinde yoksullar ve bu çatışmadan bezmiş kimseler bir araya gelerek bir üstün iktidarı oluşturmuşlardır.98

Rousseau’ya göre, insanların güçlerini birleştirerek, kendilerini üst bir otoriteye devretmeleri, onların aynı zamanda özgürlüklerinin yitimi anlamına geliyordu. “ Hepsi, özgürlüklerini güven altına aldıklarına inanarak zincirlerine koştular; çünkü politik bir kuruluşun üstünlüklerini, yararlarını sezecek kadar akıllı oldukları halde bunun getireceği tehlikeleri görecek kadar deneye sahip değildiler.”99

Doğal durumun kendi içinde huzurlu, karmaşık tutkulardan uzak yalın insanı, bu noktadan itibaren eşit ve özgür olmaktan uzaklaşmıştı. İşte bu süreçten sonra insan, kaybettiği özgürlüğünü tekrar nasıl elde edebilirdi, özgürlük olanaklarından bahsedilebilir miydi? Rousseau, siyasal çözümler ürettiği, insanın kendisi dışında hiçbir otoriteye boyun eğmeden yaşayabileceği, iradesini gerçekleştireceği, yine özgür kalabileceği bir ortaklık biçimi ortaya koymuştur. Bu ortaklık biçimi, devlet kavramında varlık kazanabilirdi. Rousseau’ya göre bu duruma, aklı çerçevesinde çözüm arayan insanlar, artık doğa durumuna dönüş mümkün olmadığı için, bir toplum sözleşmesi ihdas ederek devleti oluşturmuşlardır. İnsanlar, toplumdaki savaş durumuna son vermek, herkesin şahsı ve mallarının ortak bir güç tarafından korunmasını sağlamak amacıyla bir sosyal sözleşme yaparak devleti ihdas etmişlerdir. 100

98 Ç. Yetkin, a.g.e, s. 575. 99 Rousseau, a.g.e, s. 153.

100 Nazan Arslanel, Ertuğrul Eryücel, Modern Devlet Anlayışının Felsefi Temelleri, AÜSBE Dergisi, C. 15, S. 2,