• Sonuç bulunamadı

4. AHMED ŞUAYB’IN DEVLET FELSEFESİ VE ROUSSEAU ETKİSİ

4.7. Devlet/Hükümet Anlayışı

Ahmet Şuayb, halk üzerinde mutlaka bir devlet otoritesinin olmasından yanadır. Pratikte ortaya çıkan hükümetin bazı olumsuzlukları bulunsa bile hükümetsizlik tercih edilmemelidir. Evrimci toplum görüşüyle toplumu canlı bir organizma gibi kabul eden Şuayb, hükümetin vücuttaki beyin vazifesini gördüğünü ifade eder. Vücudun canlı olabilmesi için beyne ihtiyaç duyduğu gibi, toplum da bir devlet otoritesine ihtiyaç duyar. Eğer devlet otoritesi için gerekli koşullar oluşmazsa, cemiyet karışıklık içerinde yaşamaya başlar. Hükümet otoritesinin cemiyet eline geçmesi durumunda ibtidaî (doğal) duruma tekrar avdet edilmiş olur: “Bir hükümet ne kadar fena olsa da ondan daha fenası hükümetsizliktir. Hükümet bir herc ü merci-yi umuminin yerine memleketin zerrâtı beyninde bir aheng-i vifâk ve intizâm temini sayesindedir. Hükümet cemiyette zîhayat mahlukâtta olduğu gibi dimağ vazifesini ifâ eder. Ekseriya zalim, nâlâyık,

müsrif olmakla beraber iyiliği fenalığına gâlibdir. Zira vücudun ayakta durabilmesi yürümesi ve hatvâtını tanzimi hükümet iledir. Cemiyetin inhilâli ve eşhâsın infirâdı üzerine her adam hali vahşete tekrar avdet eder ve iktidâr muvakkat cemaatlerin eline geçer.”376

Tarihsel süreç içerisinde oluşmuş en eski hükümetlerin menşe incelendiğinde, insanların dış dünyanın ve düşmanların tehlikelerine karşı kendilerini savunmak için bir araya geldiğini, bu durumu “akd-i şirket” kelimesiyle ifade eden Şuayb, ilk zamanlarda dış dünyada gerçekleşen olayların insanlar için birer korku öğesi durumundadır ve insanlar hem kendi türünden hem de vahşi hayvanların saldırılarından korunmak istemişlerdir. İnsanların bir araya gelmesini Ahmet Şuayb zorunlu koşulların bir sonucu gereği görmekteydi.377

Her ortaklıkta ortaya çıkan zaruretler karşısında belli bir görev dağılımı vardır. Bu zorunluluk durumu ilkel toplumda hem dış dünyanın tehlikelerine hem de toplum içerisinde oluşabilecek olumsuz koşullara karşı bir savunmayı gerekli kılar. Tam bu noktada bir yönetici kuvvetin zorunluluğu ortaya çıkar. Bu yönetici güç, hükümet topluluğu bir düzen haline koymakta önemlidir. Ahmet Şuayb, bir yönetimin gerekliliği ve hükümetin menşeini ortaya koyarken Rousseau’yu eleştirir. Toplumun yönetimini belirlemek için insanların “mukavele” gerçekleştirmediğini söyler. Hükümeti tanzim eden kuvvettir. Topluluğun en akıllı, en mahir ve en kuvvetli olanı yönetim konusunda öne çıkmıştır: “Her şirkette o şirket-i tevlid eden zarurata muvafık tensikat mevcuttur. Bu zarurat ise cemiyât-ı ibtidâiyede iki nevidir: dalilen ve haricen âza-yı şirketi müdafaa etmek. İşte bu zarûret-i muzâ’afeden nâşi bir hükümet lazımdır ki sürünün kuvâsını tensîk ve tertib ederek hal-i tedâfüiye (savunma haline) soksun. Lakin bu zaruri olan hükümet Rousseau’nun yazdığı gibi sürünün azaları ve ormanın içinde toplanıp mukâvele-yi ictimâiye maddelerini bilmüzakere içlerinden birisini reis intihâb etmek suretiyle değildir. Çetenin en akıllı, en kuvvetli, en mahiri reis olmuştur. Her sürüde bir hükümet vücuda getirmeye bais olan zarûrat onun tensîkat ve salahiyet-i mülkiye ve askeriyesini tayin etmiştir.”378 Görüldüğü üzere yönetim gücünün ortaya çıkışında zorunlulukların etkisinden bahseden düşünürümüz, Rousseau’nun toplum sözleşme fikrini reddetmektedir. Evrimci bakış açısının gereği olarak yönetimi ortaya çıkaran ilkenin “güç” olduğunu savunmaktadır.

376 A. Şuayb, Fransız İhtilal-i Kebiri, C. 2, s. 327. 377 A. Şuayb, Devlet ve Cemiyet, C. 1. s. 44. 378 A. Şuayb, Devlet ve Cemiyet, C. 1, s. 44.

4.7.1. Devletin/ Hükümetin Dayandığı İlkeler

Ahmet Şuayb’ın, Rousseau’ya devletin ve toplumun kökenini sözleşme teorisine göre şekillendirdiği nedeniyle eleştiriler yönelttiğini ifade etmiştik. Burada değinmemiz gereken bir konu olarak Ahmet Şuayb’ın kendisi nasıl bir devlet organizasyonu öngörmektedir? Devletin dayanağı güç olduğuna göre hangi yönetim biçimleri imkânlı olabilir? Çalışmamızın bu kısmında Şuayb’ın yönetim hususunda bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.

İlk olarak Şuayb’ın, yönetimin belirlenmesi konusunda reel koşulları göz önüne aldığını dayandığını görmekteyiz. Ona göre her milletin siyasi kurumlarını belirlemede en önemli nokta, milletin ihtiyaçlarını keşfetmek ve dikkate almaktır. Çünkü medeniyet tarihi milletlerin siyasi yönetimlerini tayin etmede, ihtiyaçları dikkate almayı insanlığa ispat etmiştir. Aynı evrim basamağında özdeş olan kavimlerde aynı müessese örneklerini görmekteyiz. Tarihte müessesatını bir anda şiddetle değiştiren milletlerin olmadığını, bu durumun örnekleri varsa da bunun fetihler ve ihtilallerin zorlaması sonucu oluştuğunu ifade eder. Fransa ve İngiltere’yi bu noktada örnek veriyor; İngiltere’nin İrlanda’yı değiştiremediğini belirtmektedir. Siyasi kurumlar üzerinde milletin yaratılış özelliklerinin hâkim olduğunu belirtir: “Müessesât üzerinde milletin hilkat-i zatiye ve cibilliyet-i fıtrîyesi hâkimdir.”379

Yönetim üzerinde etkili olan sebepler üzerinde kafa yormaya devam eden düşünürümüz, hiçbir “kanun koyucunun” (vâzi’-i kanun) isteğine göre oluşturduğu kanunları halkına kabul ettiremediğini vurgulamaktadır. En etkili ihtilaller bile bu durumu geçici süreliğine koruyabilmiştir. Bir kavmin “ihtiyacatına” uymayan siyasal kurumlara sadece bir süreliğine mecbur edilebilir. Bir hayvana bile çok kısa bir süreliğine onun fıtratına ters düşen hareket yaptırabilir. Ancak zorlama (tazyik) bittiğinde geçmiş tekrar avdet eder. Şuayb görüşünü desteklemek için şöyle devam etmektedir: (tazyik ile oluşturulmaya çalışılan müessesat ile ilgili olarak) Lakin tazyik biter bitmez mazi tekrar avdet eder. Esâmi-yi cedide altında müessesât-ı kadime görünür ve bu suretle netice tebdil-i kelimât ve esamiden ibaret kalır, başka bir şey yapılmamış olur. Demek oluyor ki müessesât milletin ihtiyâcât ve hissiyâtının birer tercümanı olduğundan ancak bu ihtiyâcat ve hissiyâtın tebeddülü ile değişebilir.”380 Yönetimi

379 A. Şuayb, Devlet ve cemiyet, C. 1. s. 41-42. 380 A. Şuayb, Devlet ve Cemiyet, C. 1, s. 42.

halkların reel hayat şartlarıyla yakından ilişkilendirmesine rağmen Şuayb, milletlerin ihtiyaç seviyeleri farklılaştıkça yönetimlerinin değişebileceğini de ifade etmektedir.

Ahmet Şuayb, devletlerin kökenini meydana getiren etkilerden ikinci olarak doğal nedenlerden bahseder. Bu doğal nedenlerin başında çevrenin bulunduğu coğrafi konum ve iklimin etkisi gelmektedir: “Devletlerin teşekkül-ü tâbîisi meselesinde bir kere en ziyade hâiz- i ehemmiyet olan tesir ekâlimdir (iklimler). Muhitâta göre müessesat-ı siyasiye ve ictimâiye de tedebbül eder. Mesela mer’a mahallelerde yaşayan akvam biz-zârure hal-i bedâvette imrâr-ı hayat ederler. Onlarda hükümet-i merkeziyenin za’fına karşı kuvvetli bir nüfuz-i pederane vardır; kalplerinde istila-yı cihan arzusu uyanır. Bilakis ormanlık arazide sayd ü şikâr (av uğraşı) ile taayyüş eden akvâmda ise pek haşin bir hükümet-i müstebide-yi merkeziye ve pek zayıf bir nüfuz-i pederane vardır. Hiçbir ananât tanımadıkları gibi âlemi istilâ için de hiçbir emelleri yoktur.” 381

Devletin oluşumunu etkileyen söz konusu edebileceğimiz bir başka etmenlerden biri de “ırk” faktörüdür. Ahmet Şuayb’ın ırk teorisi evrimci bakış açısını yansıttığı önemli kavramlardan birisidir. Irk nazariyesini ise dergisinde yayınladığı “Avamil-i İctimâiye” isimli bir makale serisinde anlatmıştır. Çalışmamızda düşünürümüzün ırk teorisi hakkında yalnızca devletin dayanağı ilkeler açısından bizi ilgilendiren yönüyle bahsedeceğiz.

Ahmet Şuayb’a göre ırkı meydana getiren çeşitli etmenler bulunmaktadır. Çünkü ırkları meydana getiren bireyler bünye, dimağ ve ahlak itibariyle birbirlerinden ayrılırlar. Fakat görünüşte beliren bu farklılaşmalar altında ırkın ortak bir zihin yapısı ve karaktere sahip olduğu görülür. Bu ortak karakter ise değişmez, sabittir. Dünyaya gelen her şahıs aslında atalarından miras kalan bu karakteri de beraberinde getirmiştir. Tarihi ve toplumsal birçok önemli meselelerin kaynağında ırk faktörü etkilidir. Dolayısıyla, milletlerin mukadderatını, siyasi müesseselerini yönlendiren güç “ırkın ruhu”dur. 382

Irkları yalnızca fizyolojik özelliklerine göre taksim etmenin kaba bir sınıflandırma olacağını belirten Şuayb, çeşitli ırklar arasında farklılıkları açığa çıkaran özelliğin “şekl-i haricileri itibariyle faklı olsa bile aynı bünye-yi dimâğiyeye sahip olmasıdır” şeklinde ifade eder. Irkları meydana getiren özelliğin harici etmenlerden çok, psikolojik yönüyle aynı zihin yapısında olmalarıdır. 383 Irkî müşterekliğin etkisini Fransa üzerinden örneklendirilir. Fransa’yı

381 A. Şuayb, Devlet ve Cemiyet, C. 1, s. 44. 382 M.Korlaelçi, a.g.e, s. 250.

383 A. Şuayb, Avamil-i İctimaiye, Ulum-ı İktisadiye ve İctimaiye Mecmuası, C. 1, Edit: Mehmet Kanar, Doğu Kitabevi,

siyaset yönünden diğer devletlerden farklı kılan her şeyi devlet eliyle gerçekleştirme eğilimidir. Yönetimde kral, imparator ya da reis-i cumhur bulunması önemli değildir. Tüm Fransızların hedefi aynı yöndedir. Çünkü burada hakim olan “ruhun hissiyatı” dır: “Fransa’da fark-ı siyasetin kâffesi her şeyi devletin yapması fikrindedir. Makam-ı riyasette kral, imparator veya reis-i cumhur bulunması o derece haiz-i ehemmiyet değildir. Hepsinin hedef-i âmâli, gaye-yi maksudu birdir. Çünkü bu ruh ırkın hissiyatıdır. Fransızlar ekseriya tebdil-i kelimât ve esamiden başka bir şey yapmamışlardır… Kat’iyen iyi veya fena denilebilecek müessesât ve hükümet yoktur. En mühim nokta hükümet idare ettiği kavmin efkâr ve hissiyatına tercüman olmaktır.”384

Özetle ifade edersek, devletlerin teşekkülünde dayandığı ilkelerden ilk olarak Ahmet Şuayb; biyolojik indirgemecilikle bireyin bütün özelliklerinin, içinde yaşadığı toplumun ve ırkın miras yoluyla aktarılan özellikler olduğunu ifade eder. Her ırk da bir şekilde toplumun evrimleşme süreçlerinden geçmektedir. Dolayısıyla, evrimleşme sürecinde her ırkın oluşturduğu siyasal kurumlar bir milletin ruhî ve medenî halinin ifadesidir. Bir toplumun siyasi kurumları sadece mevcut şartlarını değil milletin geçirdiği yönetim aşamalarını da göstermektedir. Teorik olarak bize göre en iyi olan kurumları biz seçemeyiz. Tarihsel süreç bize, toplumun ihtiyaçlarını en doğru şekilde belirleyip ortaya koyan kanun koyucuların başarılı olduğunu göstermektedir. Bu sebeple toplumların yapısına ve ihtiyaçlarına uygun kurumlar meydana getirenler kalıcı ve verimli olabileceklerdir.385