• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: DOĞUŞ DERGİSİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ

4.6. Edebiyat, Halk Bilimi ve Ürünleri ile İlgili Yazılar

4.6.1. Edebiyat ile İlgili Yazılar

Doğuş Dergisinde, edebi türler hakkında gelen bilgilere, romancılık ile ilgili sorunlara, edebiyat tarihi konusundaki yetersizliğe değinilmiş, Yahya Kemal’in şiirimize getirdiği yenilikler anlatılmış, 1828-1829 Türk-Rus Savaşı sırasında yazılan şiirlerden örnekler verilmiştir. Divan edebiyatı ile Halk edebiyatı arasındaki farklara değinildiği görülmüş, Türk edebiyatının bir bütün halinde incelenip, öğrenilmesi gerektiği görüşü savunulmuştur. Bu bölümde, yukarıda belirttiğimiz düşünceleri açıklamak amacıyla konuyla ilgili yazılar incelenecektir.

“İki Türlü Edebiyat” başlıklı yazısında Nesib Yağmurdereli, edebiyatımızın “Divan edebiyatı” ve “Halk edebiyatı” olarak iki bölümde değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş, iki edebiyat arasındaki farklara değinmiştir. Aydınlar arasında rağbet gören Divan edebiyatının Türk unsurlar içermediğini belirten Yağmurdereli, bunun aydınların halktan kopukluğunu gösteren bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Halk edebiyatınınsa Türk milletinin duygularını, Türk dilinin özelliklerini yansıttığını belirtmiş, bu düşüncesini desteklemek için Nefi’ye ait bir kasideyi ve Âşık Hasan adında bir saz şairinin şiirini örnek göstermiştir (Yağmurdereli, 1938: 2- 5).

“Tenkit Nedir” başlıklı yazısında Nesib Yağmurdereli, Tenkit’in kültür hayatımıza Tanzimat ile beraber girdiğini söylemiş, ancak bir türlü doğru anlaşılamadığını dile getirmiştir. Divan edebiyatında Tenkit’in tamamen yanlış anlaşıldığını ifade eden Yağmurdereli, “Hiciv” adı altında kişilerin birbirlerine yüz kızartıcı ifadeler kullandıklarını belirtmiştir. Hâlbuki Tenkit’in fikirlerin anlaşılmasına, karanlıkta kalan noktaların aydınlatılmasında önemli bir tür olduğunu söyleyen yazar, Tenkit işini ehline bırakmak gerektiğini ifade ederek yazısına son vermiştir (Yağmurdereli, 1938: 1-2).

“Edebiyatta Şöhret ve Taassup” başlıklı yazıda, şöhretin yalancı bir etiket olduğunu belirtmiş, eserlerin kendisine değil, kimin yazdığının önemli görülmesini eleştirmiştir. Başından geçen bir olayı anlatarak durumu örneklendiren yazar, eski kişilere saplanıp kalınmamasını; yeni isimlere de önem verilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Sağnak, 1938: 8).

“Romancılığımız Neden Kısırdır?” başlıklı yazısında Fahri Güntay, yazmanın konu ve hayal gücü ile ilgili olduğunu söylemiş, Türk edebiyatında yapılan yanlışlıklara değinmiştir. Bozuk bir üslûpla gereksiz yere doldurulan sayfaları hayretle karşıladığını belirten Güntay, eserlerin halktan uzak olduğunu iddia etmiştir. Yazarların Anadolu’yu ihmâl ettiğini, sürekli İstanbul’da geçen eserler verdiklerini ifade etmiştir. Dönemde konusu Anadolu’da geçen ve milli duygularla yazılan ender eserlerden birinin Yaşar Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı olduğunu belirtmiş, eserin ilgi gördüğünü ifade etmiştir. Yazısının devamında Batı edebiyatıyla Türk edebiyatının kıyaslamasını yaparak aradaki farkı anlatmaya çalışan Güntay, okuyucunun artık eserlerde heyecan, değişiklik, gezmek istediğini söyleyerek yazısına son vermiştir (Güntay, 1939: 31-35).

“Yahya Kemal ve Şiir” başlıklı yazısında Hikmet Dizdaroğlu, şiirin derinlik gerektirdiğini belirtmiş, kimi şairin fildişi kulelerde duygudan yoksun şekilde realiteye mahkûm olduğunu, kimi şairin ise melankolide eridiğini söylemiştir. Yahya Kemal’in ise eserlerinde bütün unsurları kullandığını, orijinalitesini olduğunu ifade etmiştir. Yahya Kemal’in şiirde yaptığı yeniliklerden bahsederken, neo-klasizm yaptığını, eski şekil altında yeni bir ruh oluşturduğunu söyleyen Dizdaroğlu, onun eski kelimelere yeni anlamlar kazandırdığı düşüncesinden bahsetmiştir. Yahya

Kemal’in “Şeref Âbid” adlı şiirinden parçalar veren yazar, onun şiirlerinde İstanbul’un özel bir yeri olduğunu sözlerine eklemiştir (Dizdaroğlu, 1940: 16-20). Derginin 54. sayısında aynı başlık altında yazıya devam edilmiş, Namık Kemal’in şiirlerinde örnekler verilerek onun anlam dünyasının zenginliği gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca yazıda Namık Kemal ile Ahmet Hâşim karşılaştırılmış birbirlerinden farklı yönleri sunulmuştur (Dizdaroğlu, 1940: 5-11).

“1828-1829 Türk Rus Savaşı Sıralarına Ait Şiirler” başlıklı yazıda Mora İsyanını fırsat bilen Rusların Türklere açtığı savaş hakkında kısa bir bilgi verilmiş, o günlerde yaşanan acıların ve gerilememizin nedenlerini gördüğü belirtilen Erzurum’da bulunan müderris Nâtikî’nin millî duygularla yazdığı şiirlerinden her üç Divan nüshasında bulunan 5 önemli parça görüldüğü belirtilmektedir. Yazının ardından Nâkitî’nin el yazısı olan divanlarından örnek sayfaların fotoğrafları verilmiştir (İmzasız, 1941: 31-32).

“Edebiyat Tarihi İhtiyacı” başlıklı yazısında A. Şevket Bohça, bizdeki edebiyat tarihlerinin incelendiğinde ciddiyetten uzak, fikirden mahrum, edebi zevkle alâkası olmayan eserler olduğunu söylemiştir. Edebiyat tarihinin, ne şahıslar listesi ne eserler grafiği ne de doğum ölüm tarihleri dergileri olmadığını söyleyen Bohça, sanatçının şahsiyetinin bir aynası olması gerektiğini belirtmiştir. Yazar, bizde sanatçılarının bir insan olarak kabul edilmeyip onların olağanüstü bir hale getirilmeye çalışılmalarını eleştirmiştir. Son olarak önemli önemsiz her kişi ve eserin edebiyat tarihinde yazılıp eserlerin içinin boşaltılmasına karşı çıkan Bohça, bütün saydığı nedenlerden dolayı ciddi bir edebiyat tarihine ve edebiyat tarihçilerine muhtaç olduğumuzu ifade etmiştir (Bohça, 1947: 12-14).

Yaşar Nâbi’ye cevap olduğu belirtilen, “Edebiyat Tedrisâtı” başlıklı yazısında A. Şevket Bohça, Yaşar Nabi’nin 1937 yılında yazdığı “Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri” adlı kitabını okuduğunu, orada belirtilen birkaç husus konusunda kendi görüşlerini belirteceğini söylemiştir. Belirtilen kitapta, divan edebiyatının okutulmasının gereksiz olduğu yönündeki ifadeyi eleştiren Bohça, edebiyatımızı layıkıyla anlayabilmemiz için her dönemine hâkim olmamamız gerektiğini, divan edebiyatını yok saymamız halinde 9-10 yüzyıllık bir tarihi de inkâr ediyor hale geleceğimizi söylemiştir. Edebiyatın doruklarını görebilmek için onun bir bütün

halinde ele alınması gerektiği üzerinde duran Bohçacı, Türk edebiyatının Doğu’yu ve Batı’yı iyi tanıyıp anlayan nesiller elinde yükselebileceğini sözlerine eklemiştir (Bohçacı, 1947: 8-11).