• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: ERZURUM VE KARS HALKEVLERİ

3.4. Edebiyat, Halk Bilimi ve Ürünleri İle İlgili Yazılar

3.4.2 Edebiyat Ürünleri

Bu bölümde, dergide yer alan, hikâye, çeviri, makale, piyes, mektup gibi edebiyat ürünlerine yer verilecektir.

3.4.2.1. Hikâye ve Çeviri

Maupassant’ın hikâyesi olan “Bahar Gelince”, Fethi ülkü tarafından çevrilmiştir. Yazarı ağzından anlatılan, Fransa’da geçen hikâyede ilkbaharın gelmesiyle çevrenin nasıl olduğu betimlenmiş, mevsimin insanda uyandırdığı duygulara değinilmiştir. İnsanda uyanan duygulardan en çok aşk üzerinde durulmuş, bir vapur yolculuğunda bir kadına duyulan hisler dile getirilmiş, yazarın beğendiği kadına tam da açılacağı zaman bilinmeyen bir adamın buna engel olduğu ve yazara kadınlara güvenilmemesi gerektiği öğüdünü verdiği görülür. Kişi daha önce aynı o güne benzer bir havada bir kadını sevdiğini ve kısa zamanda yaptığı evlilikte aşık olduğu kadının değiştiğini; mutluluğun yerini artık mutsuzluğu aldığını anlatır. Yazar, hoşlandığı kadının vapurdan indiği görüp peşinden gitmek istediğinde söz edilen kişi onu engeller ve yazara iyilik yaptığını söyler (Ülkü, 1944: 21-24)

Fethi Ülkü’nün çevirisini yaptığı, “İlk Kar” adlı Maupassant’a ait hikâyede, Cannes’te hasta, ölüme yakın ancak bulunduğu yerde olmaktan mutlu bir kadının bu duruma nasıl geldiği anlatılmaktadır.

Ailesi tarafından zengin olduğu için bir adamla evlendirilen kadının, ilk başlarda mutlu olduğu ancak daha sonra bulunduğu yere alışamaması sadece kendini düşünen kocasının, kadın üşüdüğü halde eve kalorifer taktırmaması, kadının sonunda kocasının ilgisini hastalanırsa çekeceğini düşünerek kendini hasta etmesi ve bir türlü akciğerlerinin düzelmemesi üzerine Cannes’e gitmesiyle amacına ulaştığı anlatılır. Hikâyenin sonunda, kadın isteklerini yerine getirmenin ve olmak istediği yerde olmanın huzuruyla hayatını kaybetmektedir (Ülkü, 1944: 26-30).

“Köşedeki Beyaz Ev” başlıklı hikâyesinde Afif Yasâri, on sekiz yaşındaki genç bir erkeğin her zaman uzaktan gördüğü beyaz evin içinde neler olduğunu, evde kimlerin yaşadığı konusunda hayaller kurduğunu anlatmıştır. Hikâyenin sonunda, evi

polislerin basıp evdeki kişileri götürmeleriyle düşündüğü gibi bir yer olmadığını anladığını görüyoruz (Yasâri, 1944: 54).

3.4.2.2. Makale

“Penbe Görmek” başlıklı yazısında Halûk Nihat Pepeyi, her olayı olumsuz olsa da pembe göstermeyi ve görmeyi bir hastalık olarak ifade etmiş, bu durumu bir şeytan işine benzetmiştir. Cemiyette aktif görev alan kişilerin bu hastalığa tutulmasının çok tehlikeli olduğunu, yüzyıllardan beri pembe görme alışkanlığımızın sürdüğünü ve bu durumdan kurtulup her şeyi olduğu gibi görmeye, göstermeye başlamanın zor bir süreçten sonra olabileceğini belirtmiştir.

Pepeyi, pembeliğe inanların da inandıranlar kadar suçlu olduğunu, artık masal değil gerçekleri aramız gerektiğini, bu zehre alışmamamız gerektiğini söylemiştir (Pepeyi, 1944: 9).

“Rudyard Kipling ve Adam Olmak” başlıklı yazısında Faruk Ülkü, İngiliz yazar Kipling hakkında kısaca bilgi vermiş ve onun, nasıl gerçek bir insan olunacağı ile ilgili görüşlerini paylaşmıştır. Kipling’in insanın hayvandan hangi özellikleriyle ayrıldığını ifade ettiği sözleri şöyledir:

“… İşte egoizmle sınırlanmamış olan idrak, mantık, vicdan, henüz insanlık duygularına kadar varamayan, ham devreden kalma karakterleri seçebilmek ve onları asgarî hadde indirip vicdanî hareket dediğimiz adamlık duygularına hayat vermek vasıtası oldukları için azizdirler. Biz onlara tasarrufumuz nisbetinde hayvandan uzağız ve ancak bunlarla tüfeyli bir mikrop olmaktan kurtuluruz.”(Ülkü, 1946: 14-16).

3.4.2.3. Piyes

Muvaffak Sami Onan’ın kaleme aldığı, “Serv-Lozan” başlıklı tiyatro oyunu iki bölümden oluşmaktadır. Oyunda geçen şahıslar şöyle belirtilmiştir:

“1- Serv (siyah elbiseli) 2- Konferans (gri elbiseli) 3- Damat Ferit (siyah elbiseli) 4- Türk milleti (kırmızı-beyaz elbiseli) 5- Adalet (yeşil elbiseli)”

Oyunun birinci bölümünde Serv, Konferans ve Damat Ferit arasındaki konuşmalara yer verilmiştir. Konuşmalarda, Türk milletinin yok edilmek istediği, dönemin Osmanlı Devleti yöneticilerinin bu duruma kayıtsız kaldığı ve teslimiyetçi bir tavır sergiledikleri görüşü hâkimdir.

Oyunun ikinci bölümünde Türk milleti ve Adalet arasında geçen konuşmalar yer almaktadır. Türk milleti, Adalet’e seslenerek, kendisine yapılan zulümleri ve haksızlıkları anlatır. Adalet ise Türk milletine ayağa kalkarak şu cevabı verir:

“Duydum bütün sözünü, (Türk Milleti) dinledim; Istırabın, acının en çoğuyla inledim.

Nasıl kağnın koştuysa daha çok teyyareden, Nasıl kale yerine göğsünü açtınsa sen (Adâlet) de ardından sessizce koştu durdu, Adâletin kalbi de senin kalbinle vurdu. Artık haydi Lozan’a, kurtuluş ufkuna koş; Haydi artık durma koş, haydi artık durma coş. Ufuklardan ufuga koş, Serv’i boğmak için. Ne dağ gelirse bekle, ne şimşek önünde dur; (Muhtaç olduğun kudret damarlarında mevcuttur) (Çok yüksek ve heyecanlı bir sesle)

Al hakkını, hıncını; döktüğün kanları al; Yürü ey (Türk milleti) başında GAZİ KEMAL Çiz hartanı yeniden korkma olsa da çetin; Haydi bu altın kalem elindedir İSMET’in”

Cevabın ardından “Dağ başını duman almış” marşının okunduğu belirtilerek metin son bulur (Onat, 1944: 21-25).

“Bir Başarı Karşısında” başlıklı yazısında Cemalettin Server, “Sadî Tek Tiyatrosu”nun Erzurum Halkevinde sahnelediği oyun üzerine, Anadolu’nun yetenekli gençlerine yeterli ilgi ve imkânlar sağlanmamasına rağmen onların en iyi

şekilde görevlerini yaptıklarını belirtmiş, “Biz, ne yazık ki yalnız yerin altındaki işlenmemiş madenleri değil üstündeki değerleri de bilmiyoruz” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir (Server, 1946: 17-18)

“Evimizde Bir Temsil Hadisesi” başlıklı yazısında Cemalettin Server, oyunculuğun bir yetenek işi olduğunu belirtmiş, konservatuvarların yeteneği genişletecek yerler olduğunu söylemiştir. Okulsuz yetişen başarılı oyunculardan örnekler vermiştir. Efe Tiyatrosu’nun başarılarından, sadece yerli oyunlara yer verdiklerinden bahsetmiş, on beş gün içerisinden sahneledikleri oyunların adlarını sıralamıştır. Tiyatro’nun imkânsızlıklarından, sorunlarından söz etmiş, içinde olduğu olumsuz koşullara rağmen çaba gösterilip başarılı olunduğunu ifade etmiştir (Server, 1946: 27-30).

Yaşadığı bu durumla oluşan prensipleri sonucunda “Karakterler” adlı eseri ortaya çıktığı ve yazarın eserinin ilk bölümünün 1888’de çıktığı belirtilmiştir. Eserlerindeki portrelerin cemiyetten daha çok onu oluşturan fertlere ait olduğu, her sınıftan insanı yansıttığı söylenmiştir.

Ülkü daha sonra, Karakterler hakkında fikir sahibi olunması için eserden, 11. Kısım (İnsan Hakkında), 6. Kısım (Servet H.), 2. Kısım (Şahsi Liyakat) çevirilerini vermiştir (Ülkü, 1944: 44-46).

3.4.2.4. Mektup

“Bir Bacıya Mektup” başlıklı mektubunda Fethi Ülkü, kardeşi gibi gördüğü Türk kadınlarına “bacı” diyerek seslenmiş, namuslarına dikkat etmeleri, hayattaki kötü insanlara kanmamaları, kendilerini bu tür kişilerden korumaları gerektiği öğüdünü vermiştir. Yazısının sonunda, yeni evlenip vefat etmiş bir gelinin ardından, temiz bir şekilde gelin olup yine temiz bir şekilde hayata veda ettiği için uğruna kurban kestiren bir babanın hikâyesini anlatarak Türk geleneklerinin ahlaki değerini gösteren yaşanmış bir örnek aktarmıştır (Ülkü, 1946: 38-39).