• Sonuç bulunamadı

Halk Bilimi ile İlgili Yazılar

4. BÖLÜM: DOĞUŞ DERGİSİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRMESİ

4.6. Edebiyat, Halk Bilimi ve Ürünleri ile İlgili Yazılar

4.6.3. Halk Bilimi ile İlgili Yazılar

Halk kavramının tarihi süreçte nasıl tanımlandığından başlayarak, Halk edebiyatı ve özellikleri, Halk Bilimi, Halk Biliminin Türkiye’deki öncüleri, halk bilimi çalışmaları saz şairleri hakkında bilgiler verildiği görülmektedir. Osmanlı’nın bazı dönemlerinde Anadolu Türklerinin kabalığın ve bayağılığın simgesi haline getirildiği iddia edilmiş, Osmanlı’nın zaman için Türkler tarafından kurulduğunu unutmuş gibi davrandığı söylenmiştir. Tarihin bir yansıması olarak, Rusların, Kars’ı işgali sırasında halkın yaşadıklarını anlatan şiirlerden örnekler verilmiştir. Türk kültürü için önemli bir isim olan Nasrettin Hoca hakkında bilgiler verilen yazılarda, onun Türk ırkının karakteristik özelliklerini dünyaya yansıtan ender isimlerden olduğu ve sadece Türk dünyasında değil, diğer milletler üzerinde de etkisi olduğu belirtilmiştir.

“Halk Edebiyatının Mana ve Mahiyeti” başlığıyla yayınlanan Nesib Yağmurdereli’nin kaleme aldığı yazı dizisinin birinci bölümünde halk kavramı üzerinde durulmuş, demokratik devlet yönetimine geçilmeden önce kavramın sürüden başka bir şeyi ifade etmediği söylenmiştir. Aristokrat zümrenin kendinden aşığı gördükleri halk tabakasını ve onun dili ve geleneklerini küçük gördüklerini belirten Yağmurdereli, halk dilini ve kültürünü halk şairlerinin yaşattıklarını ifade etmiştir. Osmanlı Devleti’nin bazı dönemlerinde sarayın dejenere olduğunu, Anadolu Türkünü kabalığın, bayağılığın simgesi haline getirildiğini söylemiş, “Kapını Türk’e, sırtını kürke alıştırma.” sözünü duruma örnek olarak göstermiştir. Yazısının devamında Yağmurdereli, Arapça ve Farsçaya gereğinden fazla önem verilip, Türkçenin ihmal edilmesine ve morfolojisinin bozulduğunu belirterek durumu eleştirmiştir (Yağmurdereli, 1938: 6-9).

Yukarıda belirtilen başlık altında 40. sayısında yayınlanan yazının sonraki bölümünde Yağmurdereli, Türklüğün ve Türk dilinin hakir görüldüğü konusundaki

fikirlerini anlatmaya devam etmiş, bu konuda yükselen feryatlardan en yanığının Âşık Paşa’nın olduğunu söyleyerek, onun şu mısralarını paylaşmıştır:

“Türk diline kimseler bakmaz idi Türklere herkes gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri İnce yolu ol ulu kandilleri”

Yazının devamında Halk edebiyatı üzerinde durulmuş, onun hakkında genel bilgiler verilmiştir. Halk edebiyatının, günümüze kadar hep halkı düşündüğünü ve konusunu halktan aldığını söyleyen Yağmurdereli, saz şairlerinin milli varlığı harekete geçiren en ufak olayı işlediğini belirtmiştir. İslamiyet’ten önce halk şairlerine “baksi” ve “ozan” dendiği, Anadolu’ya göçle beraber bölgede “vahdet-i vücut” denilen tasavvuf akımının etkisine girerek bu şairlerin “âşık” adını aldıkları bilgisi verilmiştir.

Yazının devamında günümüz halk edebiyatıyla ilgili yeterli bilgi olmadığı, bunun nedeninin ise halk şairlerinin ve ürünlerinin derlenmemesi olduğu belirtilmiştir. Daha sonra Yağmurdereli, folklor kavramı üzerinde durmuş, İngilizce olan “folk (halk)” ve “lore (bilgi)” kelimelerinden meydana geldiğini ve dilimize “halkiyat” olarak girdiğini söylemiştir (Yağmurdereli, 1938: 7-9).

Derginin 41. sayısında yazının 3. Bölümü yayınlamış, saz şairlerinin milli varlıkla ilgili her olayı konu ettikleri, şiirlerine kendi ruhlarından heyecan kattıkları ifade edilmiş, yüzyıllarca halk kütlesinin şiir ve musiki zevkini tatmin ettikleri belirtilmiştir. Yazıda kıt’a örnekleri verildiği görülmüştür (Yağmurdereli, 1938: 1-3). “Nasreddin Hoca’da Beşerîlik” başlıklı yazısında Hikmet Özdemir, halk ruhuna nüfuz etmiş insanların gerçek kişiliklerinin yanında efsanevi kişiliklerinin de olduğunu, halk tarafından asıl belirtilen ikinci karakterlerinin tanındığını belirtmiştir. Buna “Battal Gazi” ve Danışmentnamedeki “Ahmet Gazi”yi örnek gösteren yazar bu durumun en tipik örneğinin Nasreddin Hoca olduğunu ifade etmiştir.

Nasreddin Hoca’nın hayatı ile ilgili elde kesin bilgilerin olmadığını söyleyen Özdemir, halk arasındaki rivayetlerden, Timur ile ilgili fıkralarından anlaşıldığı

kadar 13. Yüzyılda yaşadığının anlaşıldığını, bunu Fuad Köprülü’nün de bu rivayeti kabul ettiğini belirtmiştir.

Hoca’nın Türk ırkının bazı özelliklerini dünyaya tanıtan ender isimlerden olduğu vurgulanmış, etkisinin sadece Türkler arasında değil; Yunanlılar, Romenler ve Sırplar arasında da yayıldığını söylemiştir. Edmond Sauussey’in, Hoca’nın fıkraları ve beşerliyi hakkında düşündükleri şöyledir: “Esasen süratli bir tetkik dahi bunların hemen hepsini âlemşümul temlere irca etmek için kâfidir.”

Nasrettin Hoca’nın realistliği ve özellikle mizahi yönü ele alınmış, imkânsızlıklar içinde pratik çözümler üretmedeki yeteneğine değinilmiştir. Halkın psikolojisini çok iyi bilen Hoca’nın ahlâk vaizliği yapmadığı, zahitlere ve ham sofulara çattığı anlatılmıştır. Yazını sonunda, Nasreddin Hoca ve fıkraları ile ilgili çalışmaların azlığını eleştiren Özdemir, Hoca’nın milletimiz için önemli bir insan olduğunu ve unutulmaması gerektiğini belirtmiştir (Özdemir, 1940: 21-24).

“Saz Şairleri” başlıklı yazısında Nesib Yağmurdereli, Halk edebiyatı ile ilgili bilginin az olduğunu bunun da nedeninin bu konuda çalışma yapan kimse bulunmaması olduğunu söylemiştir. Geçmişte Arap ve Acem etkisinde kalan Divan edebiyatının Türk milletinin duygularını yansıtmadığını ve toplum tarafından benimsenmediğini belirten Yağmurdereli, halk şairlerinin yurdu gezerek halk ürünlerini yaydıklarını, halkı yaşattıklarını ifade etmiştir.

Saz şairleri menşeinin çok eski olduğunu söyleyen yazar, Türklerin Müslümanlığı kabul ettikten sonra Anadolu’ya geldikten sonra millî edebiyatlarını unutmadıklarını, uzun süre hece vezniyle türkü, destan okuduklarını, o dönem Anadolu’da hâkim olan “Vahdet-i Vücut” akımından etkilendikleri ve eskiden “Ozan” denilen halk şairlerine bu dönemle birlikte “Âşık” denmeye başlandığını belirtmiştir (Yağmurdereli, 1938: 1-2).

“Folklör” başlıklı yazısında Ali Reşat Özdemir, Folklor kelimesin İngilizce kökenli olduğunu ve dilimizdeki anlamının halk bilimi olduğunu söylemiş, terimi bizde bu anlamda kullanan ilk ismin Ziya Gökalp olduğunu belirtmiştir. Bizde Halk Bilimi çalışmalarının geç başladığı söyleyen Özdemir, konu ile ilgili hareketlerin 1908 inkılabından sonra, Türk edebiyatında millî akımın etkili olmasıyla

hızlandığına değinmiştir. Edebiyattaki bu millileşme sürecini kısaca anlatan yazar, bu dil ve edebiyat hareketinin temelinin Şinasi ve Ziya Paşa ile atıldığını, Namık Kemal ile hızlanıp Ziya Gökalp ile yepyeni bir şekil aldığını belirtmiştir. Daha sonra Halk edebiyatı ve halk biliminin önemine değinilmiş, önemli halk şairlerinden örnekler verilmiştir (Özdemir, 1947: 9-10).

“Karsın “Karagünler”inde Halk Edebiyatında Ulusal Ruh” başlıklı yazısında K. Kırzı, 135 yıldan beri Kars ve çevresinde bulunan halk şairlerinin bütün millî destanlarda, azılı düşmanlara karşı; özellikle yaptıkları zulümler nedeniyle Ruslara duyulan öfkeyi dile getirdiklerini ifade etmiştir. Bu âşıklardan birinin de “Ardahanlı Mazlumi” olduğunu söyleyen Kırzı, şairin, Nikola Destanı’nın Rus idaresinin en ezici döneminde söylendiğinden, bu konuda iyi fikir vereceğini belirtmiştir. Yazının sonunda Mazlumi’nin “Nikola Destanı” da verilmiştir (Kırzı, 1939: 22-24).

“Karsda Edebiyattan” başlıklı yazısında M. F. Arpaçay, Kars’ın tanınmamış birçok şairinin bulunduğunu söylemiş, yanlış tanıtılmasından dolayı üzüntüsünü belirterek buranın yeniden ve doğru bir şekilde tanınmaya muhtaç olduğunu dile getirmiştir. Arpaçay, Evliya Camisi mütevellisi olan dedesi Yemen Halfe oğlu Molla Muhiddin Efendinin mecmualarından elde ettiği şiirlerden örnekler vermiştir (Arpaçay, 1933: 3-5).

“Halk Şiirleri” başlıklı yazısında Nesib Yağmurdereli, halk türkülerindeki hasretin, Anadolu köylüsünün ruhundan doğduğu, halkiyat(halk bilimi)ın bir bilim dalı olduğunu ifade etmiştir. “Türk Halk Bilgisi Derneği”nin Türk halkçılığına önemli eserler kazandırdığını söyleyen Yağmurdereli, bunlar arasında 25 şiirden oluşmuş “Seçme Memleket Şiirleri” ve “ 5 şiirden oluşmuş “Seçme Halk Şiirleri” gibi eserlerin bulunduğunu söylemiştir. Bu yazıda sadece Halk Biliminin şiir kısmı üzerinde duracağını söyleyen yazar, şiire dair halk bilimini şu kısımlar üzerine topladığını belirtmiştir:

“1- Vatana hasret türküleri: (Halk şairlerinin gurbetlerde, doğdukları yere dair olan şiirleri.) 2- Gerami şiirler (Sevgiliye dair koşmalar, mayalar, karşılıklı deyişler, maniler.)

3- Kahramanlık türküleri (Efe türküleri, dadaş türküleri, isyan türküleri.)

5- Gülünç türküler (Zem destanları, taşlamalar, atife-er tekerlemeleri.)

6- Aile hayatına dair türküler(Düğünlerde, çocuk oyunlarında söylenen türküler, ninniler.) 7- Mersiyeler

8- Dindarene şiirler (Münacat, Nât, ilahi.)”

Halk edebiyatı ürünlerini oluşturan türkü, destan, koşma, mani türlerinin birilerinin aynı olduğunu ancak bestelerinin; söylenişlerinin farklı olduğunu belirten yazar, sadece koşma ve maninin daha kısa vezinlere sahip olduğu belirtmiştir. Yazıda verilen, Faruk Nafiz’in halk diliyle yazılmış bir koşması şöyledir:

“Kirpiğine sürme çek, Kına yak parmağına: Bu yıl yaşın girecek, Kız gelinlik çağına!

Anlatıyor duruşum, Ben sana vurulmuşum; Ko; düşsün gönül kuşum Saçların ağına,

Yaş olsam gözlerden akmam Göz olsam gayre bakmam,

Vatanımsın bırakmam

Elleri kucağına.”(Yağmurdereli, 1938: 14-16).

Nesib Yağmurdereli, “Halk Şiirleri” başlıklı yazısına derginin 35. sayısında devam ettiği görülmektedir. Bu bölümde halk şairlerinin hasretlerinden bahsedilmiş, Zihni’nin memleket hasretini anlattığı bir destanına, Kerem ile Aslı hikâyesinin bir bölümüne yer verilmiştir (Yağmurdereli, 1938: 10-14). Derginin 36. sayısında bulunan yazının diğer bölümünde, şairin sevgisine karşılık veremeyen sevgili için

yazılan şiirlerden örnekler sunulmuştur. Erzurumlu Emrah’ın aruz ve hece vezniyle birçok şiirinin olduğu belirtilmiş, sevgili için yazdığı iki koşmasına yer verilmiştir (Yağmurdereli, 1938: 13-15).

“Halk Edebiyatı Etrafında ve Kağızmanlı Hıfzı” başlıklı yazısında Çetinel, edebiyatımızda yükselmenin halk edebiyatını temel alarak olabileceğini belirtmiş, halk edebiyatının önemine ilişkin görüşlerini ifade etmiştir. Yazının sonunda Çetinel, o yılın yazında Fahrettin Çelik’in Kağızman’a derleme yapmak için gittiğini söylemiş, halk şairi Hıfzı hakkındaki bilgilere yer vermiştir (Çetinel, 1941: 21-23).

“İç Oğuz Yahut Kars Eli” başlıklı yazısında Karsaklı, Dede Korkut Kitabında geçen bazı yer adları hakkında bilgiler vermiştir. Yazıda, yer adlarının yönlerine göre şöyle sıralanmıştır:

“Doğuda-Berde, Gence, Gökçedağ, Gökdeniz (Gökçegöl). Kuzeyde-Tumanın, Akhisar (Ahılkelek), Aksıka (Ahıska), Başlaçık (Kütayüs bölgesi). Batıda-Demirkapı (Şavşette), Dizimert (Rize?), Trabuzan, Karadeniz, Parasarın Bayburt Hisarı (Bayburt). Güneyde-Karadere Ağzı (Erzurum kuzeyinde ve Karasu kaynağındaki Gürcü Boğazı?), Karuneli (Erzurum), Pasın, Avni, Aladağ, Alınca Kalesi (Ordubat-Nahçıvan arasında) Adlarını sıraladığımız bu yerlerin arasında kalan bölge OĞUZ ELLERİ dir.”

Yazının devamında Kars’ın Ön Asya’ya gelen ilk Oğuzlara yurt olduğu ifade edilmiş, Kars’ın kasaba ve köylerinde “Uğuz” sözünün “saf ve evsene” anlamında kullanıldığı, ancak eski Uğuzlarda keramet olduğuna inanıldığı belirtilmiştir. Karsaklı yazısının sonunda, Dede Korkut hikâyelerinde görülen ibare, benzetme ve kelimelerin Kars ve çevresinde hâlâ kullanılmakta olduğunu söylemiştir (Karsaklı, 1939: 20-21).

4.6.4. Halk Bilimi Ürünleri