• Sonuç bulunamadı

İsmet Kür’e göre Devlet her şeyden önce çocukları korumakla yükümlüdür. Onların suça itildiği, şiddet gördüğü, temel insan haklarından mahrum bırakıldığı durumlarda çocukları bu ortamdan uzaklaştırıp güvenliklerini sağlamak devletin sorumluluğudur.

Özellikle suçlu çocuklarla ilgili çalışmalar yapmış olan İsmet Kür, 1969 yılında 23 Nisan sebebiyle kaleme aldığı bir yazısında devletin bu görevlerini ve o gün itibariyle ülkemizdeki durumu şöyle dile getirmiştir:

“Eğer bir ülkenin korunmaya muhtaç çocukları için yıllar önce çıkan kanun bir türlü uygulamaya konulamıyorsa; eğer ülkede bir tek bile çocuk mahkemesi yoksa eğer bir ülkenin suçlu ya da suç zanlısı çocukları azılı haydutlarla bir arada geçiriyorsa tutukluluk günlerini; eğer bir ülkenin sokaklarını sakatlaştırılmış dilenci çocuklar dolduruyorsa; eğer bir ülkede her çocuğa eşit okuma şansı tanınmıyorsa; eğer bir ülkenin sayısı bir milyonu geçen geri zekâlı, intibaksız, tedirgin çocukları için devletin özel okulları yoksa o ülkede çocuklar hiçe sayılıyor demektir” (Kür, 23 Nisan 1969: 5).

İsmet Kür’e göre, çocukları korumaya yönelik bu görevlerinin yanında, anne- baba eğitimi için kurslar açmak, böylece çocuğun daha iyi şartlarda yetişmesine ve ailede uygun bir eğitim almasına katkıda bulunmak da devletin görevleri arasındadır. Yazar bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

“Ana-babanın önemini olduğu gibi bilen pek çok uygar ülkede, bir aile çocukları olacağını hissedince, devletin genç ana-babalar için hazırladığı kurslara devama başlarlar. Annelerin beden ve ruh sağlıkları kontrol altına alınır. Bilindiği gibi, ana karnına düştüğü günden itibaren çocuğun sağlığı, bir anlamda geleceği annenin sağlığına sıkı sıkıya bağlıdır” (Kür, 15 Mayıs 1972: 2).

Ailelerin eğitilmesiyle başlayan süreç devlet eliyle oluşturulan yaygın ve etkin bir okul öncesi eğitimle desteklenmelidir. Yazar, özellikle örgün eğitimde devletin rolü üzerinde durmuştur. Gerekli sayıda ve nitelikte öğretmen yetiştirmek, yeterli sayıda okul yapmak ve bunların eğitim öğretim için uygun hale getirmek devletin bu konudaki görevlerindendir. Ayrıca, okullarda anlatılacak müfredatı, uygulanacak sınav sistemini, not ve sınıf geçme sistemini yani millî eğitim politikasını belirleyecek olan Millî Eğitim

Bakanlığı’dır. Bu durumda bir ülkede eğitim konusunda en büyük görev bizzat devletin kendisine düşmektedir (Kür, 29 Eylül 1969: 2).

İsmet Kür, devletin bu görevlerini yazılarında sık sık hatırlatmıştır. Ülkemizde bu görevlerin ne kadar yerine getirilebildiğini de 1969 yılında kaleme aldığı bir yazısında şöyle dile getirmiştir:

“Bizim ailelerimiz, bizim çocuklarımız neden tedirginlik denen korkunç ruh haliyle karşılarlar yeni ders yılını?... Bu tedirginliğin yıllar boyu hiç değişmemiş olmasının sebeplerini şöyle sıralayabiliriz: Bizi öğrencilerimiz her ders yılına başlarken,

A- Çoğu kez o ders yılında hangi ders kitabının okutulacağını bilmez ama hangisini okursa okusun sonucun aşağı yukarı aynı olacağını, yani gözlerinin bozulacağını, dersleri anlamakta zorluk çekeceğini, az-çok yanlış bilgiler alacağını ve kitabın birkaç aydan fazla dayanmayacağını,

B- Bu kitaplara sahip olabilmek için aile bütçesinin şiddetle bunalacağını bu yüzden ailesiyle öğretmeni arasında kalarak şiddetle bunalıp ezileceğini,

C- Eğer 3–5 büyük kentin birinde yaşamıyorsa parası olsa bile bu kitapları bulmakta zorluk çekeceğini,

D- Sınıfının tıklım tıklım dolu olacağını bu yüzden öğretmen tarafından tanınmak şansının çok az olduğunu,

E- Gene 3–5 büyük kentin birinde oturmuyorsa sık sık öğretmensiz kalacağını, F- Kalmadığı zaman da bu öğretmenlerin çoğunun gerçek olmayıp, çeşitli devlet dairelerinden ya da evlerinden devşirilen insanlar oldukları için yeterli olmayacaklarını,

G- Asıl öğretmenlerin de geçim kaygısı, ders yılı ortası falan denmeden; nakledilme, bakanlık emrine alınma gibi kuşkularından ötürü kendilerini gerektiği kadar öğrencilerine veremeyeceklerini,

H- Sınıf geçme koşullarının politik havaya göre, ders yılının sonuna dek birkaç kez değişebileceğini bilir” (Kür, 29 Eylül 1969: 2).

Görüldüğü gibi İsmet Kür, 1969 yılı itibarîyle ülkemizde millî eğitimde yaşanan sorunları tablolaştırmıştır. İsmet Kür, bir türlü düzeltilemeyen bu sıkıntıların altında Cumhuriyet’in kuruluşundan beri gelip giden hükümetlere, bakanlara, değişen politik şartlara göre değişmeyen, sürekli aynı çizgide yürütülen bir millî eğitim politikamızın

yaşanan sorunları çözmek yerine, eğitim hayatımıza sürekli yeni sorunlar eklemesi doğaldır. İsmet Kür ayrıca, eğitim işlerinin başında bulunan insanların muhakkak bu işin önemini takdir eden ve ülkemizin gerçeklerini çok iyi anlamış eğitimcilerden oluşması gerektiğini de vurgulamıştır (Kür, 29 Eylül 1969: 2).

İsmet Kür, ülkemizdeki “öğretmen politikaları” nı da eleştirmiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirmiştir:

“Cumhuriyetimizin ilk yılları dışında bizim Millî Eğitimimizin bir “öğretmen politikası” olmamıştır. Olmuş olsaydı bu gün yeterince öğretmene sahip olur; sahip olduğumuz öğretmenlere değerince önem verir, onların yaşama koşullarını da gereğince düzeltmiş bulunurduk” (Kür, 29 Eylül 1969: 2).

Yazar, eğitim politikalarımızda görülen bütün bu aksaklıkların, sadece okullarımızı değil ülkemizde yaşanan bütün ekonomik, siyasî ve sosyal olayları etkilediği görüşündedir:

“Bir Millî Eğitim politikamız olsaydı, Cumhuriyetin 46. yıl dönümünü kutlayacağımız şu günlerde, ortalığı böyle türlü çeşitli yobazlar sarmaz; böyle birbirine düşman, birbirini tüketmeye çalışan gençlik grupları yaratan bir politik ortam olmazdı memlekette…

Sağlam bir Millî Eğitim politikasına sahip olsaydık, memleket ekonomisi böyle yabancıların, çıkarcıların elinde bulunmazdı… Gerçekten karnı tok, sırtı pek kişilerin yaşadığı yer olurdu Türkiye… Ne topraklarımızı kiraya verir ne de zenginliklerimizi düşmana kaptırır ne de yüzyılların besleyip bu güne getirdiği millî gururumuzdan bir damla yitirirdik” (Kür, 29 Eylül 1969: 2).

İsmet Kür, ülkemizde yaşanan problemlerin çözümü için öncelikle eğitimin düzeltilip rayına oturtulması gerektiği görüşündedir. Eğitim politikasında demokrasiye yer vermek, böylece uygulamalara işlerlik kazandırmak ve okullarda demokrasiyi yerleştirmek de devletin görevleri arasındadır. Fakat eğitimde demokrasi çok geniş ve farklı kişilerce çok farklı yorumlanan bir konudur. Bu yorumların başında okullarda müfredat programına bile gerek olmadığını ileri sürenler vardır. Onlara göre öğretmen ne anlatması gerektiğini herkesten iyi bilir. Okul müdürleri ve müfettişler de çoğunluğu oluşturan öğretmenler tarafından seçilmeli ve bu seçim her yıl tekrarlanmalıdır. Bu görüşün tam karşısında olanlar ise : “Öğretmenlerin salt çoğunlukta oldukları için

yöneticileri kalabalığın gürültüsüyle iradeleri altına almalarının; istenmeyen, yararlı olmayan sonuçlar vereceğini söyleyip, asıl demokrasinin yönetimi sesi, böyle gereksiz, çok yükselenlerden kurtarmak olduğunu savunurlar” (Kür, 22 Eylül 1969: 2).

İsmet Kür bu iki görüşe de tam olarak katılmaz. Ona göre öğretmenler zaten, ana hatlarıyla bile olsa, ellerinde bir müfredat programının bulunmasını isterler. Ayrıca, okula personel alımı ya da okulun alım-satım işlerine karışmak öğretmenin görevleri değildir. Fakat işini hakkıyla yapabilmesi için devletin öğretmene kimi özgürlük ve hakları tanıması da gereklidir. İsmet Kür bu konudaki düşüncelerini şu cümlelerle dile getirmektedir:

“Fakat (öğretmenler), müfredat programını yorumlamak ve uygulamak konusunda sıkı bir çember içine alınmamalarına; okullarda kendi çalışmalarıyla ilgili kararların, kendilerine sorulmadan alınmasına karşıdırlar” (Kür, 22 Eylül 1969: 2).

Öğretmenin kendi fikri alınmadan verilmiş kararlara ve yapılmış düzenlemelere uymaya zorlanması eğitim sisteminde demokrasiye hiçbir şekilde yer verilmediği anlamına gelir. Bu durumun yaratacağı sıkıntıları İsmet Kür şöyle açıklamıştır:

“Böyle hallerde öğretmenin kişilik ve okul içinde bir varlık olduğu inkâr ediliyor demektir ki bu tutumun gerçek bir öğretmeni sinirlendirmesi ve de olumsuz bir ruh hali içine düşürmesi çok doğaldır. Genellikle her yönetimde tepeden gelen karar ve buyrukların, çoğu kez onandırıcı yönü noksandır. Bu kararları uygulayacak olanlar bunların gereğine inanmazlarsa, uygulamalarında elbette içten ve başarılı olmayacaklardır…. Oysa aynı kararların uygulayıcıların fikirlerine başvurularak, tartışmalarına sunularak hem daha olumlu hem daha verimli hale getirilmeleri mümkündür… Ve akıllı bir yönetici, özellikle okullarla ilgili bir yönetici ise, bu ince noktayı asla gözden kaçırmayacaktır” (Kür, 22 Eylül 1969: 2).

Yazara göre demokratik bir eğitim sisteminin oturtulması için öğretmenin müfredatların ve yeni düzenlemelerin oluşturulmasında rol oynamaları elbette gereklidir, fakat tek başına yeterli değildir. Devletin bu konudaki görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi için eğitimin ana unsuru olan öğrencinin de okul içinde belli ölçülerde söz sahibi olması sağlanmalıdır. İsmet Kür, bu konudaki görüşlerini şöyle kaydetmektedir:

“Demokratik bir düzen içinde yaşayan toplumların okullarında, sadece öğretmenlerin değil, öğrencilerin de fikri alınarak uygulanabilecek pek çok iş bulunmak gerekir. Öğrencilerin, okul yönetiminde görev alarak, kendilerinin de bu düzen içinde bir varlık olduklarını hissetmeleri gelecekte iyi vatandaş olmalarını sağlayacak bir başlangıçtır. Bu başlangıç ne kadar erkene alınırsa başarı oranı da o kadar yükselecektir” (Kür, 22 Eylül 1969: 2).

Yukarıdaki cümlelerden anlaşılacağı üzere devletin eğitimdeki rolü çocuk henüz doğmadan başlar ve bütün eğitim aşamalarınsa devam eder. İsmet Kür, yazılarında bu görevleri tanımlamış ve ülkemizde ne kadar yerine getirilebildiklerini sorgulamıştır. Yazara göre, ülkemizde ne yazık ki devlet eğitim görevlerini gerektiği kadar titizlikle yerine getirememektedir. Bunun sonucu olan aksaklıkları toplumun bütün kademelerinde görmek mümkündür.