• Sonuç bulunamadı

Okul ve aile aynı amaca hizmet eden iki müessesedir. Her ikisi de çocuğun mümkün olduğu kadar iyi bir insan olması için çalışan, hattâ bunun için ortaya çıkmış müesseselerdir. Bu durumda çocuğun eğitim sürecinde bu iki kurumun el ele vermesi ve çocuk için birlikte çalışmaları çok doğaldır. Ailelerin bu konuda her şeyden önce yapması gereken okula ve öğretmene güvenmektir. Ebeveynler, iyi niyetle de olsa çocuklarının eğitiminde kimi yanlışlara düşmüş olabilirler ve çoğunlukla öğretmenin de onların bu tavrını devam ettirmesini isterler. Bu durum aile ve öğretmen arasında anlaşmazlıklara sebep olabilir. Yazar, (1989: 32) okul ve aile arasında doğabilecek bu tip anlaşmazlıkların sebeplerini “Aşırı şefkatin etkisi, ya da yeni öğretim, eğitim metotlarıyla ilgilenmemiş olmak aileyi öğretmeni anlamamak durumuna düşürür” şeklinde açıklamıştır. Bu anlaşmazlıklar sonucunda olacakları ise şu cümlelerle ortaya koymaktadır:

“O zaman ana- baba öğretmeni, okul yöneticilerini gereği kadar şefkatli olmamakla, çocukları anlamakla, idaresizlikle, bir şey öğretememekle hattâ bilgisizlikle suçlamaya kalkarlar… Bu suçlamalar başlayınca da öğretmen aileler tarafından gerçekten yetkisiz hale getirilmiş olur” (Kür, 1989: 32).

Aile ve okul arasındaki bu tip bir anlaşmazlığın asıl kurbanı yazara göre bizzat çocuktur. Çocuğun eğitimi için el ele vermesi gereken bu iki kurum karşı karşıya gelince ister istemez çocuğun kafası karışır. Böyle bir durumun çocuğun eğitimine verdiği zararı yazar şöyle anlatmıştır:

“Eğitilebilmesi için çocuğun okula, öğretmene inanması gerekir. Öğrenmenin de, eğitilmenin de birinci şartı, inanmak ve güvenmektir. Okulla aile arasındaki anlaşmazlıklar, özellikle bu anlaşmazlıkların çocuk yanında söz konusu edilmesi, çocuğun öğretmenine olan saygı ve inancını yitirmesine sebep olacağı için çok tehlikelidir. Hem de çocuk bir defa büyüğe saygı göstermemeğe alışmaya görsün… Bir alıştı mı, bundan, her bakımdan zarar görecek olan gene anne- baba olacaktır” (Kür, 1989: 33).

ana-baba, çocuğunun yanında öğretmenin aleyhinde konuşmamaya, hattâ çocuğun içine kuşku düşürecek bir söz söylememeye pek çok dikkat etmelidir.

Yukarıda söylediğimiz türlü nedenlerden ötürü velî, öğretmenin tutumunu beğenmeyebilir. Bu durumda yapılacak şey, öğretmene başvurarak anlaşılmayan konu üstünde açıklama rica etmektir.

Mademki okul ve aile, aynı amaca varmanın arzu ve kaygısı içinde bulunan iki temel müessesedir, o halde birbirlerini sevmeleri, anlamaları ve her bakımdan iş birliği yapmaları gerekir” cümleleriyle işaret etmektedir.

Bu şartlar halinde ailenin ilk yapması gereken okula ve öğretmene güven duymaktır. Yazar, çocuğu okula başlayan ailenin okula karşı nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini şu cümlelerle anlatmıştır:

“Şöyle ki; eskiler, çocuğu mektebe götürüp ve hocaya teslim ederken, ‘Hoca eti senin, kemiği benim.’ Derlermiş…

Öğretmene çocuğunu, ‘ Eti senin, kemiği benim’ diyerek teslim eden velî

‘Çocuk üzerinde senin de benim kadar hakkın var, sana kayıtsız, şartsız inanıyorum.’ demek istemektedir ki bu davranış çocuk için okul hayatının en önemli yönünü teşkil eder” (Kür, 1989: 33).

Elbette okul ve aile arasındaki ilişki sadece karşılıklı güven duymaktan ibaret olmamalıdır. Büyük bir güvenle çocuğunu okula teslim eden aile sadece bununla yetinirse görevini yapmış değil çocuğun bütün sorumluluğunu öğretmene yüklemiş olur. Çocuğun eğitiminin gerektiği gibi olması için okul ve aile arasında sürekli iletişim olması da şarttır. Yazar, bu iletişimi sağlamak için aileye, öğretmene, okul yönetimine ve devlete düşen görevler üzerinde durmuştur.

Çocuğu tanımak, anlamak ve ona en iyi şekilde eğitim vermek öğretmenin en önemli görevidir. Fakat o bunu sadece sınıf içerisinde çocuğu gözlemleyerek yapamaz. Çocuğu eğitebilmek için “Onun doğmadan önce başlayan yaşam serüvenini, bu gün içinde bulunduğu sorunlarını” (Kür, 1989: 9) öğrenmeye ihtiyaç duyan öğretmen bu aşamada mutlaka aileyle iş birliği yapmalıdır. Öğretmenin çocuğu anlamak için neler yapması gerektiğini İsmet Kür şöyle anlatmıştır:

Her anne, çocuğun zor ya da kolay doğduğunu, hamileyken geçirdiği hastalıkları, hamilelik süresinin sakin ya da sinirli geçtiğini, ayrıca çocuğunun geçirdiği hastalıkları,

ailenin kaçıncı çocuğu olduğunu bilir kuşkusuz. Ne var ki bunların, çocuğun genel sağlığı, zekâ düzeyi, ruh yapısı, kişilik gelişimi üzerindeki etkilerini bilen ailelerin sayısı çok azdır.

Eğer öğretmen bunları ve çocuğun aile sorunlarını araştırıp öğrenirse; bunların çocukta ne gibi izler bırakmış olabileceğini ve bunları giderme yollarını ailelere de anlatabilirse… Eğitim sorunu çözümlenmiş sayılabilir” (Kür, 1989: 9).

Elbette ki ailenin yardımı ve iş birliği olmadan öğretmenin bütün bunları tek başına yapması mümkün değildir. Bu konuda aileye de düşen görevler vardır. İsmet Kür, çeşitli gazetelerde hazırladığı eğitim köşelerinde kendisine çocuğuyla ilgili akıl danışanları sürekli bu konuda uyarmıştır. Örneğin, çocuğu sürekli okuldan kaçan ve derslerinde başarısız olan bir babanın mektubunu cevaplarken yazar şunları söylemiştir:

“Sayın baba keşke bu akıl danışmayı yıllar önce, çocuğu okuldan ilk kaçtığı günlerde, yani derslere çalışmamayı, okuldan kaçmayı alışkanlık haline getirmediği günlerde yapmış olsaydı… Gidip çocuğun öğretmeniyle sıkı bir ilişki kursaydı, beraber çare arasaydılar bu hallere… Durum sorun haline gelmemiş olurdu” (Kür, 12 Haziran1972: 2).

Yazar, sadece çocukta görülen bir sorunu çözmek için değil, onun eğitimiyle ilgili bir karar alırken de ailenin muhakkak öğretmenle görüşmesi gerektiği kanaatindedir. Örneğin, okulda kimi derslerde başarısız olan bir öğrenciye özel ders aldırmak isteyen aile önce mutlaka bu konuyu çocuğun öğretmeniyle konuşmalı, onun ya da okul yönetiminin tavsiye edeceği bir öğretmenle çalışmayı tercih etmelidir (Kür, 16 Mayıs 1973: 5).

Ayrıca yazara göre çocukta hiçbir sıkıntı olmasa ya da öğretmenden bu konuda bir istek gelmese bile, çocuğu hakkında bildiklerini öğretmene anlatmak ve onun görüşlerini almak ailenin görevlerinden biridir (Kür, 1989: 9).

Elbette bütün ailelerin, bu görevleri yerine getirecek kadar eğitimli ve bilinçli olmalarını beklemek yanlış olur. Onları bu konuda bilinçlendirmek de okul yönetimi ve devletin görevidir.

Yazara göre okul yönetimi, hem öğrencileri hem ana- babaları her yıl birkaç hafta sürecek kurslarla aydınlatmalıdır. Bu kurslar okul tarafından hazırlandığı için aileler

ve çok uzun bir zaman devam etmeyeceğinden okul yönetimi için de öğretmen için de büyük külfet olmayacaktır. Çok fazla çaba gerektirmeyen böyle bir kursun hem aileler hem de öğretmen açısından faydası ise çok büyük olacaktır (Kür, 1989: 9).

Devletse bu konuda okullara destek olmalı gerekirse televizyon ve radyo aracılığıyla ailelerin eğitilmesine katkıda bulunmalıdır (Kür, 1989: 9).

Aile, okul ve devlet üzerine düşeni yaptığı takdirde okul ve aile arasında gerekli iletişimin sağlanmaması için hiçbir sebep yoktur. Öğretmen ve aile arasındaki ilişkinin açık ve sağlam olması en çok çocuğun menfaatine olacaktır.