• Sonuç bulunamadı

Duvar İnşası Fikrinin Tarihsel Arka Planı

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 90-93)

HUKUKİ STATÜSÜ VE FİLİSTİN HALKI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

M. Kürşad Özekin 1 & Selin Bingül 2

2. Ayrım Duvarının İnşası

2.1. Duvar İnşası Fikrinin Tarihsel Arka Planı

Duvar inşası fikri her ne kadar İsrailli yetkililerce İkinci İntifada sonrası Filistinli eylemcilerden korunmak ve İsrail’e yönelik sızmaları engellemek adına 2002 yılında ortaya çıktığı iddia edilse de esasında yeni doğmuş bir fikir değildir. Tarihsel temelleri 1930’lu yıllara kadar giden duvar inşası düşüncesi İsrail devletinin 1967 yılından günümüze devam eden demografik temelli işgal, çevreleme ve tecrit politikasının ayrılmaz bir parçası olmuştur (Usher, 2005;

Koury, 2005, s.49). 1937 yılında Filistin direniş hareketinin zayıflatılması için İngiliz uzmanlarca kuzeyde Lübnan sınırından başlayarak Beerşeba’ya uzanan ana yol güzergâhı üzerinde bir duvar inşa edilmesi planlanmış ve uzunluğu 80 km, yüksekliği 2 metre olan dört tabakadan oluşan bir duvar inşa edilmiştir (Yadak, 2014, s.170). Duvarın kontrol ve güvenliği ise İngiliz Manda yönetimince Yahudilerin yasal olmayan yollarla Filistin’e getirilmesi ve Yahudi yerleşimlerin korunması noktasında faaliyet gösteren Yahudi paramiliter örgütü Haganah’a verilmiştir. Her ne kadar bu duvar daha sonra bölgede yaşayan Araplar tarafından yıkılmış olsa da iki toplum arasında ayırma işlevi gören bir duvar örme düşüncesinin ilk somut örneğini teşkil etmektedir.

1967 Haziran Savaşı’nda, Batı Şeria ve Gazze şeridini işgal eden İsrail yıllar boyunca Filistinlilerin hareket özgürlüğünü sınırlayan kısıtlamalar getirmiş ve Filistin toplumunu bir dizi parçalanmış takımadalara bölerek tecrit ve işgal stratejisi izlemiştir. 1967 savaşın ardından İsrail, Doğu Kudüs’ü ilhak etmiş ve Doğu Kudüs ve çevresindeki köylerde bulunan 70.000 Filistinliye mavi kimlik kartı vermiştir (Dana, 2017, s.890). İsrail devletinin vermiş oldu mavi kart Doğu

Kudüs’te yaşayan Filistinlilere İsrail vatandaşlığı vermese de sahiplerine “İsrail içinde özgürce yaşama ve hareket etme hakkı” tanımıştır. İşgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi sakinlerine ise turuncu ve yeşil renkli kimlik kartları verilerek tarihsel Filistin toprakları üzerindeki hareket özgürlükleri sınırlandırılmış adeta bir Apartheid (apartayt) rejimine tabi tutulmuşlardır. Bunun yanı sıra İsrail, 1967 savaşı sonrasında işgal altında bulundurduğu Filistin topraklarında Yahudi yerleşimleri inşa etmeye başlamıştır (Lustick, 1981). Günümüzde de inşası devam edilen Yahudi yerleşimleri İsrail’in Filistin topraklarını kendi egemenlik alanına dahil etmek için yürüttüğü ilhak politikasının önemli bir parçası olmuştur. 1967 yılından günümüze Batı Şeria topraklarındaki Yahudi yerleşim alanları İsrail’in sistemli ve bilinçli devlet politikasıyla her geçen yıl artış göstermiştir (Balcı, 2012). Yahudi yerleşimleri, Filistin sorununa yönelik bir çözümün söz konusu olabilmesi açısından önemli unsurlardan biridir. İşgal altındaki Batı Şeria topraklarında Yahudi yerleşimlerinin oluşturulmaya devam etmesi durumunda tam anlamıyla bağımsız olan bir Filistin devletinin var olması güçleşmektedir.

Batı Şeria’da oluşturulan Yahudi yerleşimlerinin ulaşımını, günlük yaşamını ve güvenliğini, gözetmek ve kontrol altında tutmak için bölgeye İsrail askerleri yerleştirilmiştir. Yahudi yerleşim alanlarının ulaşım ve güvenliğini korumak amacıyla bölgede bulunduğu söylenen İsrail askerleri tarafından oluşturulan kontrol noktaları Filistin halkını parçalara ayırmanın yanı sıra Filistin’in siyasi egemenliğine de gölge düşürmüştür. Yahudi yerleşimlerinin güvenliği bahane edilerek Batı Şeria topraklarının sürekli denetim altında tutulmasıyla Filistinliler adeta fiziki bir duvarlar olmaksızın tecrit edilerek ve kontrol altına alınmıştır.

Aslında bakıldığında İsrail Yahudi yerleşimleri vasıtasıyla bu bölgeleri kendi egemenlik alanına katmak ve nihayetinde sınırlarını genişletmeyi amaçlamaktadır. Esasında İsrail devletinin 1948 yılında kurulmasından önce Yahudi yerleşimleri oluşturarak tarihi Filistin topraklarının tedrici bir işgale maruz bırakıldığı bilinmektedir (Balcı, 2012). Ancak Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimleri 1970’li yılların sonlarına doğru meydana gelen bir dizi gelişme ile ciddi bir sorun haline dönüşmüştür. Bu dönemde Mısır ile İsrail arasındaki Camp David görüşmeleri başlamış, yine aynı dönem içerisinde İsrail Lübnan’a yönelik operasyonlar gerçekleştirmiştir. Bir yandan bunlar yaşanırken, iktidarda bulunan Likud partisi, Batı Şeria’da büyük ölçekte bir yerleşim faaliyeti başlatmıştır. Likud yönetimi 1977-1981 yılları boyunca Filistin’in işgal altındaki topraklarındaki 5.000 olan Yahudi yerleşimci sayısını 18.500’e çıkarmıştır (Lustick, 1981, s.557). Bunun yanında Arap nüfusunun yoğun olarak bulunduğu bölgelerde 20’yi aşkın yeni yerleşim alanı oluşturmuştur (Lustick, 1991, s.557). İsrail’in eylemlerine yönelik olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik

Konseyi 1979 yılında 446 sayılı kararını almıştır. Karar çerçevesinde İsrail’in yeni yerleşim alanları oluşturmaya yönelik izlemiş olduğu politikanın yasal zeminden mahrum olduğu ve işgal altındaki Filistin topraklarına yeni Yahudi yerleşim birimlerinin inşasına son verilmesi gerektiği belirtilmiştir (UN Security Council Resolution 446, 1979).

Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararına rağmen İsrail yönetimi tarihi Filistin topraklarının demografik yapısının İsrail lehine dönüştürmeye devam etmiştir.

1987 yılına gelindiğinde işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan Yahudi yerleşimcilerin sayısını 67.000’e çıkarken toplam yerleşim birimlerin sayısı ise 143’e yükselmiştir (Balcı, 2012, s.70). Gelinen bu süreçte işgal altındaki topraklarda nüfusun Yahudi yerleşimciler lehine dönüştürülmesi, yeni yerleşim birimlerinin inşası ve aynı zamanda İsrail silahlı kuvvetlerinin denetiminde yeni kontrol noktalarının oluşturulması Birinci Filistin intifadasının patlak vermesine neden olmuştur. Birinci intifada ile Filistin direnişinin askeri bir nitelik kazanması ve şiddetlenmesi Israil’in güvenliğini tehdit eden bir durum olarak ortaya çıkmıştır. İsrail yönetimi artan güvenlik tehdidini bertaraf etmek adına Batı Şeria ve 48 ayrı bölge arasında ilk ayırma işlemlerini başlatmış ve başta Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler olmak üzere tüm Filistin halkının İsrail’e girişlerini izne tabi tutmuştur (Balcı, 2012).Nitekim izin uygulaması fiili olarak 2002 yılında inşa edilecek duvarın fikri temelini oluşturan ilk adımı olarak değerlendirilebilir.

1990’lı yıllar boyunca Filistinlilere yönelik ayrım ve tecrit politikası yeni Yahudi yerleşim birimlerinin kurulmasıyla eş zamanlı olarak uygulanmıştır.Oslo Barış Sürecinin başladığı 1992 yıllında Yahudi yerleşimci sayısı 100.000 iken bu sayının barış sürecinin son bulduğu 2000 yılında iki katına çıkmış ve işgal altındaki topraklarda 30 yeni yerleşim alanı açılarak 18.330’u aşkın yeni bina inşa edilmiştir (Balcı, 2012, s.70). Bunun yanı sıra Yahudiler ile Filistinlileri fiziksel bir engel vasıtası ile ayırma düşüncesi Israil eski başbakanı İzhak Rabin tarafından ilk kez resmi olarak 1992 yılında ifade edilmiştir. Bu doğrultuda ilk fiziki ayrım duvarı 1993 yılında İzhak Rabin’in başbakanlığı döneminde Gazze Şeridi’ni kuzey ve doğu yönleri boyunca çevreleyen 55 kilometrelik yeşil hat üzerinde inşa edilmiştir (Yaşar, Özcan ve Kor, 2011, s.128-129).

Gazze’deki yerleşim yerlerini çevreleyen bu duvar kapıları bulunan ve bir metre yüksekliğinde elektrikli tellerle çevrili basit bir yapıya sahip olmuştur.

1999 yılında ise dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak tarafından İsrail ve Batı Şeria’yı da bir duvar aracılığıyla ayırmayı içeren plan açıklanmıştır (Yadak, 2010, s.57-58). 2000 yılı başında Oslo barış sürecinin yarattığı göreceli olumlu hava yerini artan şiddet eylemlerine ve isyan hakaretine bırakmasıyla İkinci

İntifada meydana gelmiş ve İsrail hükümeti isyanın getirdiği şiddet dalgasını durdurmak adına 2002 yılında Batı Şeria’yı çevrelen ve tamamlanmasıyla 790 kilometre uzunluğunda olması planlanan ayrım duvarını inşa etmeye başlamıştır.

Bu noktadan bakıldığında bugün Filistin ve İsrailliler tarafından farklı şekillerde isimlendirilen duvar kökeni 1930 yıllara kadar uzanan tarihsel ve fikri bir sürecin eseri olarak vücut bulmuştur.

2.2. Tarafların Duvara Yönelik Değişen Algılamaları ve Adlandırmaları

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 90-93)