• Sonuç bulunamadı

Batıda Deizm

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 185-189)

DEİZM VE DEİST YÖNELİMLER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

3. Batıda Deizm

Deizmin kökleri ilkçağda stoa felsefesine kadar uzanır. Bu felsefeye göre göre din tanrıdan gelen vahyin değil, aksine insan aklının bir ürünüdür. Nitekim stoa felsefesinde tabiat ile akıl aynı anlamı içerirler. Dolayısıyla stoacılar ve takipçileri “doğa” ya da “doğal ışık” kavramıyla aklı kastetmektedirler. Buna göre “doğal din” akıl dini ve aklın ışığı ile ulaşılan din demektir (Gökberk, 1985, s. 206).

Deizmin düşünsel köklerinden birini de Aristo felsefesine dayandığını söyleyebiliriz. Aristo tanrı hakkındaki görüşleriyle deist anlayışa en çok sahip olan filozoflardan biri sayılır. Onun felsefi sistemindeki “ilk muharrik”

fikri, deistik tanrı tasavvuruyla bire bir örtüşmese de evrenden ayrı ve evreni harekete geçiren ilk hareket ettirici ama evrene müdahil olmayan güç şeklindeki

anlayışı deizmle benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla deizmin temel düşünsel köklerinden birinin de Aristoteles felsefesi olduğu söylenebilir (Peker, 2018, s.21).

Bu doğrultudaki din anlayışını Rönesans döneminin sonlarında yetişen iki tipik düşünür sürdürmüştür Bunlardan biri Fransız Jean Bodin, diğeri de İngiliz ve Herbert of Cherbury’dir (Gökberk, 1985, s. 206)

Yediler Konuşması adlı kitabında Bodin her biri farklı dinden olan yedi kişiyi aralarında konuşturarak bazı sonuçlar çıkarır. Bodin’e göre her din göreceli olarak doğrudur. Mutluluğa ermek için sadece akıl ve tabiat kanunları yeterlidir. Bunun için ne pagan dinlerin ne de vahyi dinlerin doğmalarına ihtiyaç vardır. Aslında bütün dinler yaratılıştan gelen ve tüm insanlarda bulunan tek tabii dinin türevleridir. Bu dinin esasları şunlardır: Tanrının birliği, ahlak bilinci, özgürlük ölümsüzlük, öte dünyada bir karşılığa inanış. Bütün bunlar tüm insan ve toplumlarda zaten tabii olarak vardır. (Gökberk, 1985, s. 207). Dolayısıyla da bu yaklaşıma göre kurumsal dinlerin öğretilerine ihtiyaç yoktur.

Herbert of Cherbury’de Doğruluk Üzerine adlı eserinde doğal din anlayışını geliştir ve dinin özünün doğal dinde bulunduğunu söyler. Ona göre ise vahiy aklın ilkelerine tabi olmalıdır. Çünkü akıl din alanında bağımsızlığını koruyan tek güçtür. O’na göre her dinin temelinde şu beş önerme bulunmalıdır:

1.En yüce varlık olarak bir tanrı vardır. 2. Bu tanrıya tapılmalıdır. 3.Tapınmanın amacı erdemli bir dindarlık olmalıdır 4. Suç ve günahın cezası pişmanlık duyarak ödenmelidir. 5. Öbür dünyada bir ceza ve ödül beklenmelidir. Dinlerde bu ilkelere uygun ve bu ilkelere aykırı olmayan inanışlar kabul görmelidir.

Ancak ona göre tarihi dinler dinin özünü zedelemiş, akla ve doğal olana aykırı tasarımlar geliştirmişledir (Gökberk, 1985, s.207).

Deizm Avrupa’da en çok İngiltere’de yayılmıştır İngiltere’de deizmin kurucusu olarak kabul edilen Herbert of Cherbury Tanrı ve âhirete inanmış ancak kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular ortaya koymuş ve din adamlığı kurumuna şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. Ayrıca O insanın herhangi bir dine ihtiyaç duymaksızın aklıyla evrensel gerçekleri kavrayabileceği görüşündedir.. O’nu takip eden Charles Blount bir deist olduğunu açıkça ifade eden ilk düşünür olarak bilinmektedir. Ölümünden sonra sonra yayımlanan Summary Account of the Deist’s Religion adlı eseri deist anlayışın yayılmasında büyük bir rol oynamıştır. Daha sonra John Toland Christianity Not Mysterious ve Matthew Tindal, Christianity as Old as the Creation adlı eserleriyle deizmi yaymaya çalışmışlardır. Bu ve benzeri eserlerde bazı farklılıklar görülse de vurgulanan ortak noktalar vardır. Mucize gibi olayları reddederek Hristiyanlığı rasyonelleştirme ve deizme yaklaştırma çabaları, kutsal metinlerin doğruluğu

konusunda ciddi şüpheler ve yoğun eleştiriler getirme, din adamlarının ruhanî otoritesini kabul etmeme, aklın apriori olarak tanrı fikrine ulaşabileceği ve kurtuluşu sağlayan ahlâk kurallarını koyabileceği iddiası bunların en başta gelenleridir. Ayrıca William Wollaston, Thomas Woolston, Thomas Morgan, Thomas Chubb gibi Hristiyanlığa inanan ve “ hristiyan deistler” olarak tanınan kişiler, aklın da dini gerçeklere ulaşabileceği ve Hristiyanlık ile akıl arasında hiçbir çatışma bulunmadığı görüşler öne sürmüşlerdir. Konuya böyle bakıldığında deizm akıldışı ve hurafe olarak görülen unsurlardan Hristiyanlığın arındırılması gerektiğini öne süren bir dini eleştiri hareketi olmaktadır. Burada kutsal metinleri yorumlama yetkisine sahip sadece din adamları olmadığı, aklın tüm insanlar için ortak ve evrensel bir kriter olduğu ve bu akıl kriteriyle gerçek Hıristiyanlığa ulaşılabileceği iddiası gündeme getirilmiştir (Erdem,1994, s.110).

Bu bağlamda İngiliz teolog ve düşünürü Samuel Clarke deizmin tanrısını inayetle ilişkisi olamayan , ahlaki özellikleri bulunmayan dünyada ilahi inayeti temsil eden ahirette ise iyilik ve kötülüğü yargılayan vahiy ve tabiatüstüyle ilişkisi olamayan bir yaratıcı şeklinde kavramsallaştırır. Böylece Clark’ın Hristiyanlığı tabiî din ölçeğinde temellendirmek istediğini görüyoruz. O’na göre bu yönüyle de iyi ve kötü göreceli kavramlar değil, tabiî birer gerçeklerdir (Kıllıoğlu, 1990, s. 312).

Hristiyanlığa ve onun kutsal metinlere tam bir teslimiyetle bağlı bir kişi olarak bilinen Newton ortaya koyduğu yeni fizik ve doğa yasaları fikri ile deizmden çok Hristiyanlığa koruyucu bir kalkan olma işlevi görmüştür.

Bu durum Kıta Avrupası ve özellikle Fransa’da ise deizm lehine bir gelişme göstermiştir. Burada deizmin önemli temsilcilerinden biri olan Voltaire Newton fiziği ve doğa yasalarından hareketle tabii din olan deizmi savunmuştur. Voltaire burada tanrının yaratıcılığının sürekli olması ile tabiattaki doğal süreklilik fikrini çelişkili gördüğü için deizme yönelmiştir. Bu bağlamda Voltaire’ın Hristiyanlığa ait kutsal metinleri ironik bir şekilde eleştirdiği görülmektedir. O’na göre insanda doğuştan bir iyilik ve adalet duygusu bulunmaktadır. Ama bu duygular zamanla kötülüğe ve adaletsizliğe dönüşebilmektedir. Ancak insan doğasında var olan ışık sayesinde tekrar yanlıştan dönüp doğruyu bulabilmektedir. Bu yaklaşımı ile Voltaire’ın Hristiyanlığın “asli günah” ve kilisenin yol gösterici rolüne aykırı düştüğü görülmektedir (Erdem, 1994, s.110).

Hristiyanlığı ve deizmi birlikte benimseyen düşünürlerden biri de Kant’tır.

Kant bir yandan tanrının varlığını teorik akılla kanıtlanmayacağını iddia ederken diğer yandan tanrı ahlak gibi manevi konuların pratik akıl yoluyla açıklanabileceğini öne sürmüştür. Başka bir ifadeyle Kant bir taraftan dinsel inançların akıl yoluyla kavranamayacağını söyleyerek akıl ve imanın arasını

ayırmış, diğer taraftan pratik akılla dini ve ahlaki tecrübeyi temellendirmeye çalışmıştır. Bu durum Kant’ı aklın sınırları içinde din fikrine götürmüş O’nu bu kapsamda hem Hristiyan ve hem de deist yapmıştır. (Erdem, 1994, s. 110).

Kanta göre deizm ahlaki özellikleri olamayan bir ilk nedenin ve mutlak varlığın; teizm ise bu dünyada kaza ve kaderi tayin eden ahirette adaleti sağlayan kişisel bir tanrının kabul edilmesidir (Kıllıoğlu, 1990, s. 312). Bununla birlikte tarihte deist olarak bilinen Voltaire ve Russu gibi düşünürlerin bu ikinci anlayışı benimsedikleri görülmektedir. Bu durum, benimsedikleri görüşler dinlerin görüşlerine yakın da olsa, uzak da olsa deizmin tamamen felsefi bir din olduğu ve vahye karşı çıktığı gerçeğini değiştirmez (Kıllıoğlu, 1990, s. 312-313).

Günümüzde deizmim toplumların geniş kesimlerine yeterli bir yankı bulduğu söylenemez. Kimi kesimlerde ateizmin daha çok etkili olduğu görülmektedir. Ancak deizmin dinsel teolojinin ve dinsel otoritelerin dışında konuların tartışılmasına imkan sağlaması bakımından belli bir etki bıraktığı söylenebilir. (Erdem, 1994, s.110).

Batı tandaslı bir hareket olarak deizmin kimi halk kesimlerinde yankı bulmasının arka planında hiristiyan teolojisinde akla aykırı olarak görülen ve hurafelere karşı çıkış önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında din adamlarının kurumsal yapılardan güç devşirerek bilim adamlarına karşı şiddet uygulaması ve halk üzerinde baskı uygulaması da etkili olmuştur. Bu anlamda kimi halk kesimleri bir kurtarıcı olarak deizme sarılmıştır (Peker, 2018, s. 22).

Aydınlanma ve modernite çoğu kez dinin aşılması veya din karşıtı bir düşünce olarak görülmüştür. Hatta Aydınlanma dininin deizm olduğu kabul edilmiştir. Aydınlanmanın din karşıtlığı daha çok Fransız aydınlanmasındaki katı tutumla ilişkili olarak görülebilir (Köktaş, 2017, s.144). Bu tutum din toplum ilişkileri çerçevesinde kilisenin hegemonik otoritesine karşı geliştirilmiştir.

Bu tutum deistlerin tanrının müdahale etmediği bir evren görüşü ortaya koymalarında etkili olmuştur. Çünkü tanrının evrene müdahil olması ancak kilise aracılığı ile mümkün olacaktı. Başka bir deyişle kilise tanrı adına evrene ve insan ilişkilerine yön verecekti. Bu durum kilisenin toplum üzerindeki gücünü artırması, hem dinsel ve hem de siyasal açıdan kurduğu hegemonyanın sürdürülmesini kaçınılmaz hale getirmekteydi (Köktaş, 2017, s. 152).

Kilisenin bu müdahalesine ve toplum üzerinde kurduğu hegemonyaya karşılık aydınlanma döneminin düşünürleri insanların ahlaki davranış geliştirmelerinde ve toplumsal hayatın işleyişinde dinin önemini göz ardı etmemişlerdir. Hatta bu dönemde kurumsal dine pek çok eleştir getiren düşünürler bile Hristiyanlığın ahlaki davranıştaki önemine vurgu yapmaktan geri durmamışlardır. Bunlar arasında Hume ve Voltaire gibi din karşıtlığı ile bilinen

filozoflar da bulunmaktadır. Gerek Hume ve gerekse Voltaire dinin bireysel ve toplumsal yaşamdaki önemine vurgu yapmaktan geri durmamışlardır. Hume’a göre hurafelere bezenmiş ve yozlaşmış olsa da bir dinin olması yokluğundan daha iyidir. Çünkü din insanların iç dünyalarını düzene sokar, davranışlarını daha insancıl hale getirir ve toplumsal yaşamda ılımlı düzenli ve itaatkar bir yapı oluştur. Bu bağlamda Voltaire ise Hristiyanlığın getirdiği ahlaki değerlerin önemine vurgu yapar. (Köktaş, 2017, s. 155).

Bütün bu yaklaşımlarla birlikte bir deist tiplemesi olması ve deist bir tavrı ifade etmesi bakımından Amerikalı deistlerin öncüsü kabul edilen Thomas Paine’in şu sözünü aktarmakta yarar vardır:

“Ben Tanrı’ya inanıyorum ve bunun ötesi yok. Bu hayatın ötesinde mutluluklar diliyorum. Ben bir akidenin Yahudi Havrası, Roma kilisesi, Yunan kilisesi, Türk (Müslüman) Camisi, Protestan kilisesi ya da herhangi bir kilise tarafından konulacağına inanmıyorum. Benim kendi aklım benim kilisemdir. Bütün kiliseler, gerek Yahudi gerek Hıristiyan ya da Türk, bana göre insan aklının ürünü gibi geliyor” (Thomas Paine, 1974’den naklen Gündoğar ve Yürgüç, 2019, s. 650).

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 185-189)