• Sonuç bulunamadı

Ayrım Duvarı’nın Neden Olduğu Uluslararası Hukuk İhlalleri ve Duvarın İnşasının Doğurduğu Hukuki Sonuçlar

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 103-107)

HUKUKİ STATÜSÜ VE FİLİSTİN HALKI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

M. Kürşad Özekin 1 & Selin Bingül 2

3. İsrail’in İnşa Ettiği Duvarın Uluslararası Hukuki Boyutu

3.4. Ayrım Duvarı’nın Neden Olduğu Uluslararası Hukuk İhlalleri ve Duvarın İnşasının Doğurduğu Hukuki Sonuçlar

Uluslararası Adalet Divanı, kendisine yapılan başvuru doğrultusunda duvar konusunda görüş verebileceği yönündeki yetkisini saptamıştır ve bunun ardından Divan duvarın uluslararası hukuka aykırılığını ilgili kural ve ilkeler çerçevesinde inceleyerek değerlendirmiştir (Civelek, 2015, s.71). Uluslararası Adalet Divanı, vermiş olduğu danışma görüşünde öncelikle duvarın durumu ve konumu hususunda mütalaada bulunmuştur. Bu çerçevede duvarın, esas olarak Doğu Kudüs’ü de kapsayan işgal altındaki Filistin topraklarında inşasının sürdüğünü ve bazı bölümlerinin İsrail’in egemenlik sahasındaki topraklarda bulunduğunu tespit etmiştir. Bu sebeple Uluslararası Adalet Divanı danışma görüşünü, duvarın Doğu Kudüs’ün de içinde bulunduğu işgal altındaki Filistin topraklarında inşa edilen bölümüne yönelik vermiş olduğunu ifade etmiştir.

Nitekim Genel Kurul da Divan’a yapmış olduğu başvuruda duvarın Filistin tarafındaki kısmı için görüş talebinde bulunmuştur. Divan, duvarın başvuruya konu olan kısmının yani duvarın Filistin topraklarında yer alan bölümün uluslararası hukuk açısından işgal altındaki topraklar statüsünde bulunduğunu ve bu açıdan İsrail’in de söz konusu bölgede işgalci bir güç olarak inşa faaliyeti gerçekleştirdiğini teyit etmiştir.

Nitekim Divan kararında bir anlamda 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası Batı Şeria ve Gazze şeridini İsrail’den ayıran Yeşil Hat sınırının geçerliliğini koruduğunu, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in bu bölgeleri işgal etmiş olmasının mevcut durumu değiştirmediğini yinelemiştir (Denk, 2004, s.161).

Dolayısıyla duvar Filistin’in egemenlik haklarını ihlal ederek halihazırda İsrail

yerleşim birimleri tarafından parçalanmış olan Batı Şeria’yı Filistin yerleşim bölgelerine bölmüş ve Filistin’in toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmıştır.

Duvarın evlerine ve geçim kaynaklarına verdiği zarar nedeniyle birçok Filistinli ikamet ettikleri yerlerden taşınmak zorunda kalmış ve doğrudan ve dolaylı olarak mülkiyet haklarından yoksun bırakılmışlardır. Filistinlileri yerlerinden eden duvar sadece kendi başına yasa dışı olmayıp aynı zamanda yollar, kapılar ve diğer kısıtlamalardan oluşan yasa dışı bir kontrol rejimi yaratarak Filistinlilerin hareket özgürlüklerini ihlal etmektedir (NRC, 2015, s.4). Filistin’in egemenlik hakları kapsamına giren toprak bütünlüğü ve kalıcı nüfus gibi asli unsurları ihlal eden duvar statükoyu ve siyasi sınırları değiştirerek gelecekte iki devletli bir çözümün uygulanmasını engellemektedir.

Bunun yanı sıra Divan, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2/4. Maddesini, 1970 yılındaki devletler arasında iyi ilişkiler ile iş birliğinin geliştirilmesini içeren BM Genel Kurul kararını ve Divan’ın Nikaragua davası sonucunda verdiği içtihadın göz önünde tutulmasını istemiştir. Buna bağlı olarak Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda belirtildiği üzere Divan, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biri sayılan kuvvet kullanma veya kuvvet kullanma tehdidi yoluyla toprak elde etmenin hukuk dışı bir eylem olduğunu açık bir şekilde ifade ederek duvarın inşasının hukuki açıdan meşruiyet taşımadığını ortaya koymuştur. Ayrıca Divan verdiği karar doğrultusunda self-determinasyon (kendi kaderini tayin) hakkı çerçevesince kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidi yolu ile toprak elde edilememesi ilkesinin henüz bir devlet yapısı oluşturamamış toplulukları da içerdiğini aşikardır (Folk, 2005, s.47). Buna yanı sıra, divan kararında ifade edildiği üzere self determinasyon ilkesinin mahiyeti gereği bu hakka herkes tarafından saygı duyulması gerektiği (erga omnes) gerekmektedir.

Uluslararası Adalet Divanı insani hukuk kapsamında kabul edilen La Haye sözleşmelerinin ve yine La Haye sözleşmelerinin devamı niteliğinde olan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin artık günümüz dünyasında teamül hukuku olarak bağlayıcılık taşıdığını ayrıca not etmiştir. Bu bağlamda İsrail, her kadar Cenevre Sözleşmesi’nin 2. Maddesini öne sürerek Filistin’in işgal öncesinde sözleşmenin tarafı olmadığını ve işgal altında bulunan ülke statüsünde bulunamayacağını iddia etse de işgal statüsünün olması için taraflar arasında fiili silahlı çatışmanın varlığı ve sözleşmeye taraf olsun ya da olmasın çatışma sonucunda başka bir topluma ait olan toprakların işgal edilmiş olması sebebiyle Filistin işgal edilmiş ülke statüsündedir. Nitekim, divanın almış olduğu karar da bu durumu teyit eder nitelikte olup Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olan devletler de sözleşmenin Filistin toprakları için geçerlilik taşıdığını kabul

etmektedir. Ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi de sözleşmenin işgal altındaki Filistin toprakları için uygulanabileceği yönünde görüş bildirmiştir.

Tüm bunlara rağmen İsrail, Filistin’in devlet olmadığını ve bu sebeple Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 2. Maddesi uyarınca sözleşmeye taraf kabul edilemeyeceğini ileri sürmüş ve tartışmaya konu olan toprakları 1967 yılında meşru savunma hakkı çerçevesince yaşanan bir savaş sonunda elde ettiği noktasında ısrarcı olmuştur. İsrail bu tutumu üzerine Uluslararası Adalet Divanı daha önce belirttiği gibi taraflar arasında yaşanan fiili çatışmanın savaş olduğunu ve İsrail’in Filistin’de elde ettiği topraklarda sözleşmenin uygulanabileceğini yinelemiştir (Civelek, 2015). İsrail’in bu konuda itirazlarını sürdürmesi üzerine Divan, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Cenevre Sözleşmesi’nin Filistin toprakları için de geçerli olduğuna yönelik vermiş olduğu yargı kararını anımsatmıştır (Denk, 2004, s.162). Tek başına bu karar bile İsrail’in bu hususta sürdürmekte olduğu itirazlarının hukuki dayanaktan mahrum olduğunu tespit etmesi bakımından önem taşımaktadır.

İsrail’in, insan hak ve hürriyetlerine ilişkin uluslararası sözleşmelerin, duvarın inşası kapsamında geçerli olamayacağı yönündeki itirazlarına Uluslararası Adalet Divanı ayrıca cevap vermiştir. İsrail yönetimi çatışma ya da savaş koşullarında ilgili sözleşmelerden doğacak yükümlülüklerin geçerliliğini yitirdiğini öne sürmüş ve bu sebeple değerlendirmeye alınamayacağı noktasında itirazda bulunmuştur. Lakin Divan’ın da ifade ettiği üzere insan haklarıyla ilgili temel uluslararası sözleşmelere riayet edilmesinin gerekliliği barış zamanında olduğu gibi savaş ve çatışma zamanını da kapsayan bir yükümlülüktür. Nitekim 1998 yılında Filistin’de inceleme yürüten insan hakları komitesi, 1966 Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi,1966 Ekonomik ve Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi ve 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yer alan hükümlere İsrail’in tabi olduğunu ve işgal altında tuttuğu Filistin topraklarda bu sözleşmelere uygun hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir (Denk, 2004, s.163).

Bu anlamda Divan vermiş olduğu görüşle, Doğu Kudüs ve işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail’in 1967 yılından beri izlediği yayılmacı politikanın temel insan hak ve hürriyetlerine ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu teyit etmiştir. Bunun yanı sıra Divan, inşası sürdürülen ayrım duvarının İsrail’in 1967 yılından günümüze benimsemiş olduğu Filistin topraklarını elde etme siyasetinin bir devamı olduğunu ayrıca not etmiştir. Esasında İsrail duvarın inşası ile Batı Şeria’yı fiziki olarak iki ayrı bölgeye ayırmış ve Doğu Kudüs’ü de tümüyle Filistin topraklarından kopararak bağımsız bir Filistin devletinin kurulabilmesi yönündeki çabaları adeta geçersiz kılmıştır (Civelek, 2015, s.72-73). Yapmış olduğu resmî açıklamalarda İsrail her ne kadar duvarı duvarın temel

insan hak ve hürriyetlerine saygı çerçevesinde ve güvenlik gerekçesiyle inşa ettiğini öne sürse de duvarın her halükârda İsrail’in kendi sınırları ve egemenlik sahası içinde inşa edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Divan’ın da belirttiği gibi duvarın inşası fiili bir ilhak olmanın ötesine geçmeyecektir. Nitekim Divan görüşünde duvarın işgal altındaki topraklarda bir oldu-bitti rejimi oluşturduğunu ve bu durumun da de facto anlamda ilhak sayılacağını ifade etmiştir.

Divan söz konusu bu durumun aynı zamanda Filistin halkının self-determinasyon hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir ki bu durum sadece Filistinlileri bağlayan bir hüküm olması ötesinde üçüncü taraflara ve uluslararası topluma da sorumluluklar yüklemektedir (Koury, 2005, s.60). Bu bağlamda, kendi kaderini tayin hakkı ve uluslararası insancıl hukukun belirli yükümlülükleri erga omnes olarak kabul edilir ki tüm devletlerin onları korunması noktasında yasal çıkarı ve sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmese bile tüm devletlerin duvarın inşasından kaynaklanan yasa dışı durumu tanımamak, müşterek ve münferit eylemler yoluyla Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkını gerçekleştirmesini teşvik etmek ve bu çerçevede BM’nin sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı olmak gibi yasal yükümlülükleri doğmaktadır (NRC, 2015, s.12). Uluslararası hukuktan doğan bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi münferit olarak ulusal düzeyde devletler tarafından gerçekleştirilebileceği gibi devletlerarası ve uluslararası kuruluşlarla yapılacak iş birlikleri ile sağlanabilir.

Divan vermiş olduğu görüşle, duvarın güvenlik amacıyla ve terör saldırılarına karşı inşa edildiği yönünde ileri sürülen tüm iddiaları çürütmenin yanı sıra İsrail’in bu hususta sergilediği ısrarcı tutumun insancıl hukuk ve temel insan hakları prensiplerine ters düşen bir eylem olduğunu tespit etmiştir (Civelek, 2015, s.73). İnsancıl hukuk ve insan hakları kapsamında değerlendirildiğinde İsrail’in inşa ettiği duvar, Filistinlileri çalışma hakkı, yerleşme hakkı, mülkiyet edinme hakkı, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim görme hakkı, sağlık hizmeti alma hakkı, iyi ve uygun yaşam koşullarında bir hayat sürebilme hakkı, seyahat özgürlüğü ve doğal kaynakları kullanılması gibi bazı temel hak ve özgürlüklerden mahrum ettiği açıktır (Denk, 2004, s.164-165). He ne kadar İsrail ülkesine yapılan saldırılara karşı meşru savunma ve karşılık verme hakkının bulunduğunu ve Filistin topraklarındaki durumun askeri gereklilik çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etse de öne sürülen bu iddiaların duvarın gayri meşru olduğu gerçeğini değiştirmediği ve durumun meşru müdafaa ve gereklilik kapsamında değerlendirilemeyeceği aşikardır (Denk, 2004; Folk, 2005; Watson, 2005). Netice itibariyle İsrail’in uluslararası hukuka ve temel insan hak ve hürriyetlerine uymak zorunda olduğunu ve ivedilikle duvarın

yapımına son verilmesi ve duvarın varlığından kaynaklı her türlü zararın da tanzim edilmesi gerektiği belirtilmelidir.

4. İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İsrail’in İnşa Ettiği Ayrım

Belgede Sosyal ve Beşeri Bilimler (sayfa 103-107)