• Sonuç bulunamadı

DOĞU BATI SORUNSALI EKSENİNDE TÜRKİYE’DE SOSYAL BİLİMLERİN GELİŞİMİ

İÇİNDEKİLER

DOĞU BATI SORUNSALI EKSENİNDE TÜRKİYE’DE SOSYAL BİLİMLERİN GELİŞİMİ

Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişimi üzerine düşünüldüğünde ilk dönem sosyal bilimcilerinin belli bir alanda derinleşmekten ziyade değişik sosyal bilim dallarıyla ilgilendiklerini görmek mümkün. Artık 1950’li yıllardan itibaren uzmanlaşmanın çok daha belirgin olarak öne geçtiği görülüyor. Bu durum zaman içinde her sosyal bilimin kendi içine kapanmasını getirip sosyal gerçeğin bütünlüklü olarak anlaşılmasının önünde bariz bir engel oluşturuyor. Türkiye’nin ülke sorunlarına duyarlı ve de /ya da aktüel siyasete yatkın akademisyenleri bu nedenle kendi dar uzmanlık alanlarını aşıp başka sosyal bilim dallarının konuları üzerinde de düşünce belirtiyorlar. Bir noktanın ötesinde bu durum sosyal bilimcilerin kendi uzmanlık alanlarını değiştirip başka bir sosyal bilim dalı içinde düşünülmelerini gerektiriyor. Bu anlamda 1960’lı yılların siyaset bilimcileri ve iktisatçılarının 1980’li yıllarda yaygın bir şekilde tarihçi ve sosyoloğa dönüştüğü görülmektedir. Aslında bu değişme süreci sadece önemsenen sosyal bilim alanlarının farklılaşmasını değil aynı zamanda düşünsel anlamdaki değişikliği de beraberinde getirmiştir. Fakat bu değişime karşın uzmanlık konusundaki hassasiyet farklılaşmamıştır. Düşüncelerinde ısrarlı olan, düşünsel istikrarı olan akademisyenler genellikle uzmanlık alanları konusunda değişiklik yaşamayan akademisyen ve aydınlardır. Bunlar arasında, en istikrarlı olanlar arasında öncelikle Doğan Ergun ve Baykan Sezer gelmektedir. 1990’lı yılların sonlarından itibaren uzmanlığın abartılmasının tehlikeli olduğu düşünüldüğü için de interdisipliner yaklaşımın tercih edilmesi, ona yönelinmesi gerektiği şeklinde bir kanaat oluşmuştur. Bu kanaatin oluşmasında 1995 yılında Türkçesi yayınlanan Sosyal

Bilimleri Açın kitabının belirleyici etkisi olmuştur. Bunun etkisinin nedenlerinin

başında sözü edilen metni hazırlayanlar arasında Immanuel Wallerstein’in olması gelmektedir. I. Wallerstein o dönmede Türkiye’deki düşünsel ortam üzerinde merkezi etkisi olan bir entelektüeldir. Sosyal Bilimleri Açın metninin tetiklediği tartışma sonrasında gerçekleştirilen sempozyum interdisipliner yaklaşımın gereğinin altını çizmenin ötesinde Türkiye’de sahici olarak nitelenebilecek sosyal bilim çalışmalarının önünü açmamıştır. Bunun nedenlerinin başında da konu üzerinde tartışma gereksinmesinin Türk sosyal bilimcilerinin sahici toplumsal sorunlar konusundaki

I. INTERNATIONAL POLITICS AND SOCIAL SCIENCE SYMPOSIUM (IPSSS) I. ULUSLARARASI SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER SEMPOZYUMU (USSBS)

10-12 EKİM/OCTOBER 2018 ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ

www.ardahan.edu.tr/ipsss

20

duyarlılıkları dolayısıyla çıkmamış olmasıdır. Nitekim 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’deki sosyal bilim çalışmalarının içsel dinamiklerle gelişmesi sürecinin sonuna gelindiği düşünülmelidir.

Türkiye’nin Cumhuriyet öncesi döneminde ve hemen sonrasında ciddi genellemeler yapan ciddi entelektüller vardır. Bunların arasında öncelikle de edebiyatçıları anmak gerekmektedir. Aslında edebiyatçılara da pür edebiyatçı olarak bakmamak gerekmektedir. Nitekim entelektüel düzeyi belirgin metinler yazan edebiyatçılar da vardır. Hatta herhangi bir edebi metni entelektüel metin olarak da anlamak mümkündür. Bir de erken dönemlerde, 1930’lu, 1940’lı yıllarda sayıları sınırlı da olsa ciddi interdisipliner metinler, akademik düzeyi yüksek metinler yazan akademisyenler de vardır. Bunları, birbirlerine göre konumunu belirtmek gerekmkeden anmak anlamlı olabilir. Bunlardan biri Hilmi Ziya Ülken diğeri de Tarık Zafer Tunaya’dır. Haliyle Hilmi Ziya Ülken’in metinleri daha bir interdisipliner mahiyet arz etmektedir. Tarık Zafer Tunaya’nın da anayasa hukuku, siyaset bilimi ve düşünce tarihi alanlarında ciddi metinleri vardır. Hilmi Ziya hem düşünsel olarak hem de inceleme alanları bakımından sonraki dönemlerde ciddiyeti fark edilmiş bir entelektüel değildir. Şerif Mardin dışında ve çağdaşları sayılabilecek Muzaffer Şerif Başoğlu ve Behice Boran haricinde Hilmi Ziya Ülken’i ciddiye alan herhangi bir sosyal bilimci yoktur. Tarık Zafer Tunaya’nın çalışmaları da Şerif Mardin’in çalışmaları gibi – aslında benzerliği tersinden kurmak gerekse de - makro tahlillerden, mikro tahlillere, hele Tarık Zafer söz konusu olduğunda mikro bulgulara kadar giden bir süreç izlemiştir. Tarık Zafer’in takipçileri olarak görülenler, daha doğrusu kendilerini öyle görenler, onun paltosundan çıktıklarını düşünenler genellikle mikro alanlara yönelen akademisyenlerdir. Bunların hiçbirinden Türkiye’de İslamcılık Cereyanı (1962) ve

Türkiye’de Siyasi Partiler (1952) gibi kitaplar çıkmamıştır. Onların bir anlamda temel

rehberleri Türkiye’de Siyasal Partiler kitabının ayrıntılandırılmış biçimleridir. Sözü

edilen iki entelektüelin sonraki yıllarda düşüncelerinin özü itibariyle

önemsenmemeleri de Türkiye’de en az yirmişer yıllık dönemlerle düşünce dünyasının bariz bir biçimde değiştiğini göstermektedir.

Zaman içinde değişen bir başka husus da ilk dönemlerde düşünce üretme çabasının daha yoğun olması ve zaman içinde gitgide artan bir biçimde düşünce aktarmasının daha başat hale gelmesidir. Dolayısıyla ilk dönemlerde Batılı düşünsel metinlere yönelik olarak tahlil ve eleştiri denemesinin varlığından söz etmek gerekmektedir. Sonraki dönemler belirleyici Batılı entelektüellerin düşünceleri anlaşıldığı şekilde kabullenilmektedir. Daha doğrusu ilk dönemlerin konusudur Doğu/Batı mücadeleleri, Doğu/Batı çatışması. Sonraki dönemlerde Doğu/Batı ilişkileri üzerinde durmaya değmeyecek tek yönlü ilişkiler ağı olarak anlaşılmaktadır. 1960’lı yılların Doğu/Batı meselesinin altını çizen entelektüeller hem yoğun olarak geçmişle ilgilenmekte, geçmiş üzerine yoğunlaşmakta, hem de toplumun, bu coğrafyanın

I. INTERNATIONAL POLITICS AND SOCIAL SCIENCE SYMPOSIUM (IPSSS) I. ULUSLARARASI SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER SEMPOZYUMU (USSBS)

10-12 EKİM/OCTOBER 2018 ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ

www.ardahan.edu.tr/ipsss

21

farklılığı doğrultusunda düşünce beyan etmektedirler. Bu durum aynı zamanda farklı düşünceler belirtenlerin sürekli bir tartışma içinde olmalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de düşünsel anlamda tartışma belki de düşünsel dinamiğin en gelişkin olduğu dönemleri işaretlemektedir. Bunun arka planının daha doğru/dürüst oluşturulmasının yolu da bu coğrafyanın, hatta ondan öte dünyanın düşünsel topoğrafyasını ortaya çıkarmaktan geçer. Türkiye’ye açısından yakın dönem söz konusu olduğunda bunun göstergesi Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi’dir (1966). Tartışmanın olmaması düşünsel dinamiği kurutur. Belki de içtihat kapısının kapanmasıyla karşılaştırmak gerek bunu. Tartışma deyince ağırlıklı olarak 1960’lı yılları düşünmek gerekmektedir. Bu anlamda 1960’lı yıllar düşünsel dinamizm bakımından Türkiye’nin en parlak yıllarıdır. Tartışma biçimleri incelendiğinde bu savın daha doğru olduğu net olarak görülebilir. Aslında bu tür tartışmaların öncesinin ve sonrasının hiçbir biçimde olmadığı da düşünülmemelidir. Daha sonraki yıllarda bu tarz düşüncelerin bir biçimde sonlandırıldığı düşünülmüştür. Daha doğrusu tartışmaların üstlerinin örtüldüğü sanılmıştır.

Dönemin en belirgin tartışması Osmanlı toplumsal yapısı üzerinde olmuştur. Bir yönü itibariyle Osmanlı toplumunun yapısal farklılığı üzerinde durulmuştur. Önceki dönemde de bu tartışma yapılmıştır. Ancak 1960’lı yıllarda bu konuda tartışmanın kökeninin geçmişte olduğu düşünülmüştür. Bu dönemin farklılığının temelinde Marks’tan esinlenen ATÜT kavramının bulunduğu düşünülmüştür. Aslında Osmanlı tartışılırken Türkiye de tartışıldığı için geniş bir katılımla mesele üzerinde durulmuştur. Belki de tarihle ilgili olmayanların bile tarihe yönelmelerine yol açılmıştır. Meseleyi bu bağlamda tartışmayan Hikmet Kıvılcımlı ve Niyazi Berkes gibi entelektüeller bile sorunla ilgilenmiştir. Bu vesileyle Osmanlı tarihçilerinin metinleri de tartışmanın merkezine çekilmiş, hatta Osmanlı tarihçilerinin konu hakkındaki düşünceleri de gündeme gelmiştir. Sencer Divitçioğlu’ndan Muzaffer Sencer’e kadar değişik uzmanlık alanındaki akademisyenler konuyu ciddi düzeyde incelemişlerdir. Dönemin en kritik sorunlarını derinlikli olarak tartışan Doğan Avcıoğlu da ATÜT eksenli tartışmaların en ayrıntılı noktalarına kadar girmiştir. Dönemin en temel sorunlarını ciddi bir şekilde tartışan Doğan Avcıoğlu, sonunda tartışma konusunun merkezine yerleşen Türkiye’nin Düzeni (1968) kitabını kaleme almıştır. Bu vesileyle Türk toplumunun yakın dönemdeki toplumsal yapısı da tartışılmıştır. Tartışmanın boyutu Orhan Türkdoğan’ın Türkiye’nin Düzeni üzerinde bir kitap yazmasına kadar varmıştır. Tartışmanın 1980’li yılların sonlarına kadar sürdüğü, Halil Berktay’ın “Tarih Çalışmaları” başlıklı makalesi de dahil olarak, oldukça uzun sürdüğü görülmektedir. Mihri Belli ve Behice Boran gibi önemli politik figürler de bu tartışmaya ciddi düzeyde katılmışlardır. Dönem hakikaten konuyu aşan bir genellikte meseleyi değerlendiren Kemal Tahir ve İdris Küçükömer gibi entelektüellerin Türk toplumu hakkında ciddi tahlillerine yol açmıştır. Döneminde meseleye yeniden dönmeseler de daha 1938 yılından itibaren konuyu 1960’lı yılların zihniyetiyle bağlantılı ve onu inceleyecek bir

I. INTERNATIONAL POLITICS AND SOCIAL SCIENCE SYMPOSIUM (IPSSS) I. ULUSLARARASI SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER SEMPOZYUMU (USSBS)

10-12 EKİM/OCTOBER 2018 ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ

www.ardahan.edu.tr/ipsss

22

şekilde yaklaşan Hilmi Ziya Ülken gibi entelektüeller de vardır. Tartışma değişik veçheleri itibariyle Türkiye’nin düşünce dünyası üzerinde derin izler bırakmıştır. 1980’li yıllarda İdris Küçükömer üzerinde odaklaşan sağlı sollu incelemeler doğal olarak burada işaret edilen tartışmalardan da beslenmiştir.

Dönemin en ciddi tartışmalarından biri de gene hemen hemen aynı tarihte beliren sosyalizm ve İslamiyet ilişkisine dairdir. Bu ilişkinin tartışılması Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’nin Roger Garaudy’nin Sosyalizm ve İslamiyet başlığı altında bir metnini çevirmesiyle başlamıştır. O dönem sosyalizmin daha yeni yeni Türkiye’nin tartışma gündemine girmeye başladığı yıllardır. Aslında metni çevirenler bir islam ülkesinde sosyalizmin gerçekleşmesinin ne tür problemler uyandıracağını düşünmüşlerdir. Bu konu bir yılı aşkın bir süre zarfında Yön dergisinin sütunlarında tartışılmış ve hatta başka düşünce çevrelerinde de yankı bulmuştur. Hatta bu nedenle Mustafa Sıbai’nin İslam Sosyalizmi kitabı da Türkçeye çevrilmiştir. Dönemin bu tartışması daha sonraki Medine Vesikası ve Sol İlahiyat tartışmalarından çok daha fazla bu topluma değen bir tartışma olarak tezahür etmiştir. Aslında daha sonraki diyaloğun, diyalogların taraflarından çok daha fazla medeni cesaret sahibidir ilk dönemin tarafları. Aynı zaman ilk dönemde daha yaratıcı düşünceler oluşturulmasına rağmen sonraki dönemlerdeki tartışmalar çok daha kitabi boyutta seyretmiştir.

Kökenleri 1960’lı yıllarda olsa da biraz daha geç başlayan tartışma İbn Haldun üzerine odaklanmıştır. Osmanlı aydınları arasında da yoğun sayılabilecek bir İbn Haldun ilgisi vardır. Hatta onların İbn Haldun ilgisinin Cumhuriyet dönemi aydınlarına göre çok daha yoğun ve çok daha olumlu olduğu söylenebilir. Biraz erken, ancak gene de 1960’lı yıllarda Hikmet Kıvılcımlı, Niyazi Berkes ve Cemil Meriç İbn Haldun’u olumlayan düşünceler telaffuz ermişlerdir. Hikmet Kıvılcımlı İbn Haldun’u İslam Marksı olarak toplumunun değişim sürecini teorilerinin açıklayabileceğini düşünmüş, Cemil Meriç de Saint Simon kitabından bir anlamda vazgeçerek İbn Haldun’u ilk sosyalist ve ilk sosyolog olarak nitelemiştir. Sözü edilen düşünce adamlarından belli ölçüde, belki de bütünüyle demek gerekmektedir, etkilenerek Ümit Hassan ve Erol Kozak İbn Haldun kitapları yazmışlardır. Başka tarzda bir etki süreci sonrasında da Ahmet Arslan’ın İbn Haldun metni yayınlanmıştır. Bu alandaki tartışma da bir tür Doğu/Batı meselesi olarak anlaşılabilir. Döneminde İbn Haldun üzerine odaklanılması onun temel metni Mukaddime’nin yeniden çevrilmesine yönelinmesini sağlamıştır. Birisi tamamlanmamış olmasa da ilgi Turan Dursun ve Süleyman Uludağ’ın Mukaddime tercümeleri yapmalarına sebep olmuştur. Bundan sonra üzerinde durulacak konu daha ağırlıklı olarak tartışmanın daha yoğun olarak Batılı metinlerin tetiklediği tartışma olmasıyla sonuçlanmıştır. Onu da kapsayacak şekilde 1960’lı yılların başlattığı ve 1980’li yıllara kadar izleri süren tartışmalar karşısında tartışmaların hepsi ortaya çıkmadan önce Niyazi Berkes’in itiraz sesi kısa boyutlu bir makaleyle yükselmiştir: “Doğuculuk Modası” O dönemin tartışma konuları açısından

I. INTERNATIONAL POLITICS AND SOCIAL SCIENCE SYMPOSIUM (IPSSS) I. ULUSLARARASI SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER SEMPOZYUMU (USSBS)

10-12 EKİM/OCTOBER 2018 ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ

www.ardahan.edu.tr/ipsss

23

bakıldığı zaman Batılı metinlere en uzak entelektüelin Niyazi Berkes olduğu rahatlıkla görülebilir. Hatta bu konuda Doğan Avcıoğlu’nun önemsediği Sınıf Açısından

Azgelişmişlik metnine yönelttiği eleştiri öğretici mahiyettedir. Doğan Avcıoğlu’nun

tavrının çok net bir şekilde çeviri metinlere yönelik çözümleyici ve eleştirel olduğu fark edilmektedir.

Türkiye’de edebiyat çalışmaları da dahil olmak üzere sosyal bilim araştırmaları üzerindeki en bariz etki Edward Said’in Orientalism (1978) metni olmuştur. Bunun etkisini 1980 yılı sonrası Türkiye’nin düşünsel ortamını hesaba katarak değerlendirmek anlamlı olabilir. Belki de daha doğru olan budur. Türkiye bariz bir biçimde Batıya açılırken batılı bakış açısının sorgulanmasının gündeme girmesi çelişkili bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Orientalizm meselesini öne çıkaranların en büyük problemi Edward Said’in her türlü iktidardan uzak durması gerektiğine işaret ettiği entelektüel niteliğinden hepten uzak olmalarıdır. Belki de bu nedenle Batılı oryantalistlere yönelik eleştiri ve incelemelerin belli bir sınırda kalıp, çok daha fazla olarak bu coğrafyanın entelektüelleri ve bu coğrafyadaki siyasal akımlara yönelik eleştiriler üzerinde odaklanılmaktadır. Batılı önemsenen entelektüellerin düşüncelerinde oryantalist izler görmek, fark etmek gibi bir dertleri yoktur. Batıya tepki olarak beliren ve Batılı yaklaşımları aşan ATÜT tahlilleri rahatlıkla Batılı mehazlara bakarak, o da sınırlı kaynaklara bakarak oryantalist olarak nitelenmektedir. Belki de Erdward Said’in çalışmasının tam da Türkiye’de düşünsel olarak Batıya açılma, bütünüyle açılma dönemine rastgelmesi böyle bir sonuca yol açmaktadır. Türk düşüncesinin geçmişiyle ilgilenmeme ve ondan beslenmeme böyle bir iklime, böylesi bir atmosferin oluşmasına sebep olmaktadır. Batı karşısında Doğu’nun savunulması da çoğu zaman Batılı metinlere yaslanmaktadır.

Türkiye’de sosyal bilim metinleri bu coğrafyanın geçmişiyle, erken dönem sosyal bilim metinleriyle barıştıkça ve hesaplaştıkça bu mecrada yol almayı mümkün kılacak gibi görünmektedir. Aksi halde Batı sosyal bilimlerine yönelik direnmenin merkezi temelde roman ve sanat olacaktır. Bu noktada Kemal Tahir romanlarıyla Doğu/Batı çatışması konusunda yazılan akademik metinler arasındaki farklara dikkat etmek meseleyi daha doğru anlamayı sağlar. Belki de bir toplumun ruh halini sanatın daha iyi yansıtması bu konuda umutvar olmayı mümkün kılmaktadır. Doğu/Batı çalışması konusundaki teorik akademik metinler bu toplumun sosyal ve kültürel gerçeğine fazlasıyla teğet geçer görünmektedir.

I. INTERNATIONAL POLITICS AND SOCIAL SCIENCE SYMPOSIUM (IPSSS) I. ULUSLARARASI SİYASET VE SOSYAL BİLİMLER SEMPOZYUMU (USSBS)

10-12 EKİM/OCTOBER 2018 ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ

www.ardahan.edu.tr/ipsss

24

FİYAT İSTİKRARI VE GENİŞ PARA ARZINA İLİŞKİN YÜZDE K-KURALI: