• Sonuç bulunamadı

3.4. Vergi Davalarının Artış Nedenleri

3.4.3. Diğer Nedenler

Vergi uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasında yasama organından kaynaklanan nedenler de yer almaktadır. Önceki bölümde ayrıntılı olarak değinildiği üzere, katma değer vergisi, özel tüketim vergisi gibi vergilendirme adaletini bozan dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının yüksek olması vergisel uyuşmazlıklarını doğrudan ve dava sayısını da dolaylı olarak artırmaktadır. Edirne Vergi Mahkemesi'nde 2010 ila 2015 yılları arasında yapılan incelemede en fazla davanın, dolaylı bir vergi olan katma değer vergisine karşı açılmış olmasına, katma değer vergisinin uygulama alanının fazla olması kadar dolaylı vergilerin vergilendirmede adalet ilkesini bozucu etkisinin neden olduğu değerlendirilmektedir.

Yasama organından kaynaklanan ve vergi dava sayısını arttırdığı değerlendirilen diğer bir uygulama da ülkemizde ortalama 3 yılda bir yapılan mali af düzenlemeleridir. Edirne Vergi Mahkemesi örneğinde yapılan incelemede, söz konusu mali af düzenlemelerinin kısa vadede vergi uyuşmazlıklarını azaltıcı yönde etki yapmakla birlikte uzun vadede mükellefleri vergisel yükümlülüklerini yerine getirmemeleri konusunda teşvik etmek suretiyle vergi uyuşmazlıklarını arttırdıklarını ortaya koymuştuk.

Vergi uyuşmazlıklarının artmasına neden olan yasama organından kaynaklanan bir diğer neden de, vergi mevzuatının son derece dağınık olması, çok fazla teknik kavramlar içermesi ve sık sık değişikliğe uğramasıdır. Bu durum, gerek vergi idaresinin gerekse mükellefin mevzuat hükümlerini yorumlama konusunda

hataya düşmelerine dolayısıyla uyuşmazlıkların artmasına neden olmaktadır. Vergi kanunlarında yapılan değişiklikler incelendiğinde ise, değişikliklerin genel itibariyle madde bazında yapıldığı ve kanunların genel mantığında köklü bir revizyona gidilmediği görülmektedir. Örneğin vergilendirme sisteminin temel kanunları olarak görülen ve 1961 yılında yürürlüğe giren 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun günümüze kadar maddeler özelinde yüzlerce defa değişikliğe uğradığı ancak söz konusu kanunların genel mantığının korunarak 55 yıldır varlıklarını sürdürdüğü görülmektedir. Diğer kanunlar için de durumun aynı olduğu görülmektedir. Örneğin 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu 1953'te, 7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu 1959’da, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu 1964’te, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu 1985’te yürürlüğe girmesine rağmen günümüze kadar varlıklarını korumuş, söz konusu kanunlar köklü bir revizyona tabi tutulmamış ve sadece maddeler özelinde yüzlerce defa değişikliğe uğramışlardır. Öte yandan vergi mevzuatın dilinin çok ağır olması, çok sayıda teknik kavramlar içermesi ve anlaşılır olmaması uyuşmazlıkları arttıran başka bir sorundur. Bu sorunu aşmak için vergi idaresi tarafından vergi kanunlarının uygulanmasına yön vermek ve tartışmalı konuları açıklığa kavuşturmak adına binlerce adet genel tebliğ, iç genelge, özelge, sirküler yayımlandığı bu durumun da vergi mevzuatının çok dağınık olmasına yol açtığı görülmektedir.

Gelinen noktada vergi mevzuatının köklü bir revizyona ihtiyaç duyduğu açık olup öncelikle mevzuatın dilinin sadeleştirilmesi, mevzuatın açık, anlaşılabilir olması ve mevzuattaki mevcut dağınıklığın giderilerek derli toplu bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Öte yandan, bu sorunun çözümü noktasında yasama organı tarafından bir takım çalışmalar yapıldığı, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarını birleştiren ve bu kanunlarda köklü bir revizyonu amaçlayan Gelir Vergisi Kanun Tasarısı’nın 2015 yılında TBMM’ye sunulduğu ancak bu tasarının yıl içerisinde yasalaştırılamayarak kadük olduğu ve 2016 yılında yasalaşmasının hedeflendiği, öte yandan yeni bir vergi usul kanunu çalışmasının yapıldığı görülmektedir.

Vergi uyuşmazlıklarını arttıran diğer bir neden de yargısal etkenlerdir.Vergi davalarının uzun yıllar sürmesi, yargı organlarınca tartışmalı konularda içtihat

üretilememesi veya aynı konularda farklı içtihatların varlığı vergi dava sayısını arttırmaktadır. Nitekim uyuşmazlıkların makul sürelerde çözüme kavuşamaması ve yargı organlarınca tartışmalı konularda yeterince içtihat üretilememesi veya aynı konularda gerek bölge idare mahkemeleri ile Danıştay arasında gerekse de Danıştay'ın farklı daireleri arasında içtihat birliğinin sağlanamaması, vergi idaresine tesis edeceği işlemlerde kısa vadede yol gösterici bir perspektif sunamadığı gibi, vergi mükelleflerin de haklarında tesis edilen işlemlerin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirebilmeleri noktasında yeterince yardımcı olamamaktadır.

Öte yandan, yargısal aşamada yaşanan yukarıda bahsi geçen sorunların çözümü noktasında bir takım güncel çalışmaların yapıldığı gözlemlenmektedir.6545 sayılı Kanunla getirilen istinaf mahkemelerinin 20 Temmuz 2016 tarihinde göreve başlaması öngörülmektedir. Yapılan değişikliklerle vergi yargılamasında iki dereceli olan(vergi mahkemesi ve bölge idare mahkemesi veya Danıştay) yapının üç dereceye çıkartılarak istinaf mahkemelerinin vergi mahkemeleri ile Danıştay arasında konumlandırılması planlanmaktadır. Söz konusu değişikliklerle, Danıştay'ın iş yükünün önemli oranda azaltılması sonucu içtihat mahkemesi olma rolünün güçlendirilmesinin ve uyuşmazlıkların karara bağlanma süresinin kısaltılmasının amaçlandığı belirtilmektedir.

Getirilen değişiklikler, ''makul sürede yargılama'' ilkesi kapsamında değerlendirildiğinde, Danıştay’ın iş yükünün azalması sonucunda içtihat mahkemesi rolünün güçleneceği söylenebilir.Nitekim söz konusu değişikliklerle, uyuşmazlıkların önemli bir kısmının istinaf mercii olarak bölge idare mahkemelerinde kesinleşmesi öngörülmekte ve eski sistemde genel kanun yolu olan temyizin yerini, yapılan değişikliklerle istinaf kanun yolu almaktadır.Ancak Danıştay’ın iş yükünün azalmasına paralel olarak getirilen istinaf sistemiyle ülkenin yedi ayrı bölgesinde “mini Danıştay’lar’’ oluşması ve yedi ayrı bölgede ağır iş yüküyle boğuşan istinaf mahkemelerinin hayata geçmesi muhtemeldir. Öte yandan, yapılan değişikliklerle vergi mahkemelerinin 5.000-TL’ye kadar olan uyuşmazlıklarda verdikleri kararların kesin olması ve vergi mahkemelerince uyuşmazlık hakkında karar verildikten sonra kural olarak dosyanın bir daha yeni

uyuşmazlık olarak önüne gelmemesi öngörüldüğünden, söz konusu düzenlemelerle, vergi mahkemesinin iş yükünün de azalacağı değerlendirilmektedir.

Dolayısıyla ilk derece mahkemeleri ve Danıştay açısından ''makul sürede yargılama'' ilkesinin hayata geçebileceği söylenebilir. Ancak istinaf mercii olarak görev alanı önemli ölçüde genişletilen bölge idare mahkemelerinde “ makul sürede yargılama“ ilkesinin hayata geçebilmesi zor görünmektedir. Sonuç olarak, değişiklik sonrasında uyuşmazlıkların büyük kısmının bölge idare mahkemesinde kesinleşeceği hususu da dikkate alındığında yapılan düzenlemelerin, ‘Danıştay’daki iş yükünün bölge idare mahkemelerine transferi’ şeklinde tezahür edeceği ve esasen uyuşmazlıkların yargı mercii önüne gelmesini azaltan yapısal reformlar yapılmadıkça da bu sorunun çözülemeyeceği değerlendirilmektedir.

Öte yandan, yeni düzenlemeyle kural olarak, istinaf mahkemelerince verilen kararların kesin olduğu ve istinaf mercii olarak bölge idare mahkemelerince verilen kararların 2577 sayılı Yasanın 46. maddesinde sayılan konularla sınırlı olarak Danıştay nezdinde temyiz yoluna tabi olduğu öngörüldüğünden yeni yapılandırılan ve Danıştay'ın içtihat birikimine sahip olmayan yedi farklı bölge idare mahkemesi arasında içtihat birliğinin sağlanması açısından önemli sorunlar yaşanabileceği de açıktır.