• Sonuç bulunamadı

Devletin Küçültülmesi Kavramının Ortaya Çıkışı

1960’lı yılların sonlarına doğru kapitalizmin genişleyici dalgası Şiddetini yitirmeye başlayarak yeni bir kriz sürecine girmiştir. Bu krizde bilhassa kamu harcamalarının aşırı boyutlarda genişletilmiş olması, verimlilik / üretkenlik artışındaki yavaşlamayla ortalama kâr hadlerinin düşmesi ve fordist birikim modelinin tıkanması, refah devletinin iktisadi süreçlere müdahalesinin üretim faktörlerinin etkinliğini azaltması etkili olmuştur. Ayrıca diğer ülkelerin Bretton Woods anlaşmasıyla öngörülen doları altına dönüştürme talebinin ABD’den altın çıkışına sebep olması krizi derinleştirmiştir (Aydın, 2003: 53). 1971 yılında doların altın cinsinden tanımladığı Bretton Woods sistemi çökmüştür ve 1974 yılında petrol fiyatlarında meydana gelen yükselmeyle kriz dünya genelinde etkili hale gelmiştir. Refah devletinin bu krizi kalkınmanın yokluğundan kaynaklanmamaktadır (Esping – Andersen, 1996: 1-2)

1970'li yıllara gelindiğinde, Keynesyen ekonomilerin istikrara ulaşması olanaksız olarak görülmeye başlandı. Petrol krizleri sonucunda büyümenin ve gelişmenin motoru durumundaki ağır endüstrilerde kullanılan enerjinin astronomik oranlarda artması, devletin ağır sanayi kuruluşlarının büyük bir miktarını elinde tutmasından ve özel girişimcilerin zarar etmelerinden dolayı vergi verememeleri neticesinde, devlet büyük bir gelir kabına uğradı. Öte taraftan, refah devleti de çok pahalı bir tercihi yansıtıyordu (Kutlu, 2008: 144). Vatandaşların gittikçe daha eğitimli, hakkını arayan ve siyasi otoriteye daha az itaatkâr bir hal alması, insanların kamu yönetiminden ve yöneticilerinden beklentilerin farklılaşmasına ve daha nitelikli hizmet sunumu talep edilmesine neden olmuştur (Kurt ve Uğurlu, 2007: 83). Dünya kriz üzerine kriz yaşamakta, piyasa ve toplum refah devletinin olumsuz etkilerini sona erdirmek istemektedir. Kimileri çarenin yine devlet babadan geleceğini savunurken kimileri devletin küçültülmesi ve yetkilerinin kısıtlanmasını önermiştir. Özellikle Anayasal İktisatçıların başı çektiği yeni liberaller daha küçük, daha etkili ve daha tarafsız bir devlet yapılanmasının oluşturulmasını salık vermiştir.

1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin baslarında globalleşme projesinin oluşumu ile devletin rolü artan eleştiriler doğrultusunda yeniden tanımladığında, gelişmenin belirleyici unsurunun devlet aygıtı olduğu düşüncesi terk edilmiştir. Oysa 1940’lar ve 1970’ler arasında ortaya çıkan sosyal devletin taşıdığı ama gün yüzüne

çıkmayan çelişkiler, globalleşme projesinin yükselme bağlamı içinde refah devletine yönelik meydan okumalarla gün yüzüne çıkmaktadır. Bu durum karşısında devletin ekonomik ve toplumsal yaşamda üstlendiği fonksiyonların azaltılması ile sorunların çözüleceği öngörüldü (Özalp, 2008:111).

Yeni sağın temel aldığı devlet yapılanması fonksiyonel görevlerle toplumun denetimini, yönlendirilmesini sağlayan, adalet, içişleri, güvenlik gibi asli görevleri esas alan sınırlı, gece bekçisi bir devlettir. Bu tip bir devlet yapılanmasının oluşumunda yaşanan ekonomik krizler ve sıkıntılar kadar toplumsal beklentilerde rol almıştır (Demirel, 2012: 3). 1973 Petrol Krizi’yle birlikte ekonomide yaşanan enflasyon ve durgunluk durumunun tüm dünya ekonomilerini olumsuz etkilemesi nedeniyle Keynesgil politikalara ve Refah Devletine ağır eleştirilerde bulunulmuştur (Demirel, 2006: 105). Bu süreçte mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması için korumacı politikaların terk edilmesi gerekmiştir. Devlet müdahalesine, girişimciliğine ve düzenleyiciliğine sanayi, ticaret, bankacılık ve finans sektörlerinde son verilmesi önerilmiştir. Hızlı bir özelleştirme gündeme oturmuştur (Berksoy, 1995: 598).

İlk defa İngiltere’de Thatcher ile başlayan muhafazakâr iktidarların kamu sektörünün yapısı, işleyişi ve hizmet yöntemlerine getirdikleri eleştiriler, kamunun küçültülmesi ve yönetim anlayışının değiştirilmesinde önemli bir rol oynayarak, özelleştirme ve alternatif hizmet sunum yöntemleri ile devletin rolünün sınırlandırılması düşüncesinin yerleşmesini sağlamıştır (Kurt ve Uğurlu, 2007: 83). Artık hizmetleri sunan değil hizmetlerin sunulmasını sağlayan, piyasayı koruyan ama müdahale etmeyen, optimal bir devlet fikri benimsenmiştir. Bu süreçte öncelikli olarak kamu yönetiminin ve kamu faaliyet alanının özellikle ekonomik nitelikli olanlarından başlanarak küçültülmesi, daraltılması ve daraltılan bu alanda genelde kamu faaliyetlerinin özelde de kamu örgütlerinin kamu isletmeciliği anlayışı etrafında yapılandırılması ve isletilmesi icin caba sarf edilmistir (Aksoy, 1995: 166-167).

1920’li yılların sonlarına doğru ortaya çıkan serbest piyasa krizi sonucunda oluşturulan Sosyal Refah Devleti bu krizi aşmayı başarmıştır. Ancak bu devlet yapısı 1970’li yılların petrol krizinin bizatihi sorumlusu olarak gösterilmiştir. Bunu aşmak içinse milli sermaye ile bütünleştirilmiş bir küresel sermayenin piyasaya girmesi öngörülmüştür. Bunun içinse bu kez devletin işlevsellik alanının daraltılması ve çerçeve bir sistem yani sınırlandırılmış bir devlet oluşturulması tezi ortaya atılmıştır

(Aksoy, 1998: 133-114). Devletin faaliyet sahası rekabeti mümkün olduğu kadar tesirli kılacak şartları yaratmak ve rekabetin etkili olmadığı yerlerde onun yerine başka şey ikame ederek hiçbir ferdin veya küçük topluluğun üstlenemeyeceği mahiyetteki hizmetleri ifa etmekle sınırlıdır. Plânlamacılığı ve kolektiviteyi esas alan bir sistem ferde ihtiyaçları hususunda bireysel bir seçim yapma imkânı vermez (Hayek, 2004: 53-125).

Yenidünya düzeninin önde gelen önermelerinden biri olan “minimal devlet”, refah devletinin ciddi ölçekte daraltılmasını ifade etmektedir. Devletin küçülmesi ile birlikte hem dünya zenginliklerinden daha fazla yararlanılacağı hem de baskıcı-otoriter bürokratik iktidarlar çağının kapanacağı ileri sürülmektedir. Devlet eliyle kullanılan kamu gücünün topluma devredilmesinin “yönetme-yönetilme” ilişkisini tarihe mal edecek olan “yönetişim ilkesi” ile sağlanacağı, karar verme ve uygulama gücünün seçilmiş ve atanmışlar yerine hizmeti alanlar tarafından kullanılacağı, sistemin kurucu unsurlarının, ”sivil toplum kuruluşları” olacağı savunulmuştur. Devletin; piyasa mekanizmalarının önünü açmak ve rekabeti güvence altına almak üzere düzenlemeler yaparak, piyasaların gereksinim duyduğu yatırımları gerçekleştirmek, doğal olarak da kamu huzur ve güvenini sağlamakla yükümlü kılınması gerektiği ileri sürülmüştür (DPT, 2000: 29).

Yeni liberal düşünce, hantal, hiyerarşik, bürokratik olmakla suçlanan Refah Devletine karşı konumlandığı için yeni sağ düşünceden kaynaklanan politikaların ekseni devleti küçültmek olmuştur. Bunun için özelleştirme, yerelleş(tir)me, bürokrasiyi çözme çabası politikalarının ideolojik kaynağı olarak yeniden klasik liberal ilkelere başvurulmuştur (Özalp, 2008: 11-112).

John Locke toplumun kendi mal ve can güvenliği için siyasal toplumu, yani devleti oluşturduğunu ve bazı hak ve özgürlüklerin kullanımını bizzat kendilerinin sınırlandırdığını ifade eder. Ancak, siyasal gücü elinde bulunduran devlet yöneticilerinin güç ve yetkilerinin mutlaka sınırlanmış olması gerekir. Aksi halde, yöneticiler sahip oldukları güç ve yetkilerini kötüye kullanabilirler (Aktan; 2005: 7). Liberalizme göre bireyin özgürlüğüne yönelebilecek en büyük tehdit devlettir. Devletin bireylerin özgürlüğünü hiçe sayan, yok eden bir despot olması önlenmelidir. Bunun da yolu devletin birey için var olduğuna inanmak ve onu sınırlamaktır. Hiç kimse-ne tek tek kişiler, ne kilise, ne de devlet- insanların mallarına ve sivil haklarına tecavüz etme yetkisine sahip değildir (Locke, 1998: 28).Locke’nin söyleminden yola çıkarak 1980 sonrası oluşturulan yeni devlet sınırlı ve sorumlu bir devlettir. Devleti yönetenlerin erdemli davranacağını beklemek yerine erdemli davranmaya zorlamak için ellerindeki yetkileri sınırlamak en doğru hareket olacaktır.