• Sonuç bulunamadı

Büyük Devlet ya da Sosyal Refah Devleti

1929 bunalımının en önemli sonucu hükümetlerin piyasa süreçlerinden kendilerini uzak tutmasına dayalı politikaların yerini, müdahaleci politikalara bırakması ve bu yönde dünyanın birçok ülkesinde liberal hükümetler yerine müdahaleci-sosyal devletçi iktidarların kurulmasıdır. John M. Keynesin ekonomik bunalıma çözüm olarak ürettiği Keynesyen müdahaleci politikalar, piyasa başarısızlığı kavramına dayanmaktadır (Uzun, 2009: 224). Keynes piyasanın kendi başına düzeni ve dengeyi sağlayamayacağını, bunun ancak devletin müdahalesi ve yatırımları ile gerçekleşebileceğini savunmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonundaki yeniden yapılanma sürecinin bir ürünü olan refah devleti esas olarak egemen, güçlü, genişleyen ve nitelikleri sorgusuz sualsiz benimsenen bir devlettir (Demirel, 2006: 109). 1929–1930 ekonomik bunalımı ile pazar güçlerinin serbest bir ekonomide kaynakların optimum kullanılmasını sağlayacağı düşüncesi bütünüyle sona ermiş; devlet ekonomik yaşamla ilgili konularda kesin sorumluluğu üstlenmiştir. Refah devleti bu sorumluluk gereğince, gelişmiş ülkelerde çoğalmış bir ulusal gelirin daha iyi paylaşılmasını; sosyal güvenlik yasaları, sosyal sigortalar ve başka önlemlerle vatandaşlarına asgari bir yaşama düzeyi sağlayan devletleri niteleyen bir kavramdır (Uysal, 1992: 13). Sosyal Refah Devleti piyasadan güçlü ve her şeye kadir bir devlettir. Aslında piyasanın çöktüğü ve iki büyük dünya savaşının Avrupa ve Asya kıtalarını dibe vurdurduğu bir ortamda Avrupa’nın kurtuluş planıdır.

Refah devleti ya da sosyal refah devleti anlayışı sanayileşmiş ülkelerde kapitalizmin 1929’da yaşadığı Büyük Ekonomik Bunalımın bir sonucu olarak geçirdiği evrimle gelişmiştir. Her şeyden önce, toplumsal ve iktisadi yaşamda müdahaleci ve düzenleyici bir devlet anlayışını varsayan refah devleti bireylerin ekonomik güvenliğini sağlamaya yönelmiştir (Kara, 2004: 45-47). Dar anlamda refah devleti gelir transferleri ve sosyal hizmetler aracılığıyla yapılan sosyal iyileştirmeler anlamını taşımaktadır. Geniş anlamda ekonomiye yön verilmesinde devletin etkin rolüne ve politik ekonomiye işaret eder (Esping - Andersen, 1990: 2).Sosyal devlet piyasanın başarısızlığı teorisi üzerine kurulmuş bir teorinin sonucudur. Piyasanın kendisine ve topluma yeterince doyum sağlayamadığı ve ekonomik gelişimi yeterince

sürdüremediğini öne sürmektedir. Bunun çözümü olarak de devlet müdahalesi öngörülmektedir.

Keynesyen iktisatçılar piyasa başarısızlığı üzerinde durarak, devlet müdahalesini ve düzenlemelerini gerekli görmüşlerdir. Keynesyenlerin ortaya koyduğu politikalar çerçevesinde şekillenen sosyal refah devleti son yüzyılda demokrasi ile yönetilen ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanmış ve hakkını vermek gerekirse o günün koşulları içerisinde bir noktaya kadar çıkış yolu olmuştur.

1920’lerden sonra serbest ekonomik sistemde özellikle talep yönlü sorunlar başlamıştır. Talebin azlığı nedeniyle ürünlerini satamayan şirketler işçi çıkarmaya hatta üretimi durdurmaya başlamışlardır. Sonuçta 1929’da ekonomik buhran olarak adlandırılan kriz patlak vermiş ve devletin ekonomiye, üretime ve para piyasasına hiç karışmaması sorgulanmaya başlamıştır. Ayrıca 1. Dünya Savaşı’ndan çıkan ülkelerin fakirleşmesi ve eldeki kıt kaynaklar serbest ekonomi politikalarının uygulanmasını anlamsızlaştırmıştır. Örneğin; Türkiye’de 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmiş ve 1930’lu yıllara kadar liberal ekonomik politikalar uygulanmıştır. Ancak ülkenin sanayileşmemiş olması, üretimin çok yetersiz olması ve ekonomik kaynaklarının sınırlı olması ve özel sektörün olmaması liberal politikaların uygulanmasını anlamsızlaştırmıştır. Birçok alanda özel sektör şirketleri olmadığı için bu ürünlerin devlet tarafından desteklenmesi ve üretilmesini zorunlu hale getirmiştir. 1929 ekonomik buhranı ile ortaya çıkan işsizliği azaltmak ve yaşanan durgunluğu bitirmek için çözüm aranırken John Maynard Keynes’in hükümetlerin ekonomiye müdahalesi çözüm olarak birçok ülkede kabul görmüştür. Özellikle özel sektörün girmediği ya da başarılı olmadığı üretim alanlarına devlet ya bizzat girecek ya da bu alanlarda talebi artırıcı önlemler alacaktı. Böylece talep artırıcı önlemlerle istihdamın artırılması amaçlanmış ve işsizliğin azaltılmasıyla da ekonomik krizlerin olumsuz sonuçlarının devlet eliyle ortadan kaldırılması amaçlanmıştı (Çevik, 2009: 40-41).

Sosyal Refah Devleti sosyal refahın optimizasyonu amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören devlet anlayışıdır. Amaç; piyasanın başarısızlıklarını ve yetersizliklerini devlet eliyle ortadan kaldırmaktır. Refah devletinin genel olarak piyasaya müdahaleci, piyasayı yasal ve sosyal olarak düzenleyici, gelir dağıtımını düzenleyici, gerektiğinde girişimci, hak ve özgürlük dağıtıcı gibi özellikleri vardır (Aktan, 1995: 73-74).

Sosyal refah devleti öncesindeki kapitalist devlet formu olan Klasik liberal devlet, bireyleri kendi çıkarlarını gerçekleştirme yolunda tamamen serbest bırakırken, ekonomik alanda da tam bir özgürlük tanımayı en iyi politika olarak kabul eder. Bu devlet formunda siyasal düzenin amacı ve kaynağını birey oluştururken, ekonomik hayatın temelinde yer alan birey çıkarı, tüm ekonomik faaliyetlerin esasını meydana

getirir. Ayrıca, kazanç elde etme hakkının sınırsız olduğu düşünülür. Tüm ekonomik hayatın kendiliğinden oluşan doğal yasalara uygun olarak gelişeceğine inanıldığından, devlet ekonomik sorunların dışında kaldığı gibi, sosyal sorunlarla da ilgilenmeyecektir (Kerman, 2006: 4-5)

Liberal devlet ticaret, sanayi, bankacılık alanlarında gerçekleşen tekeller karşısında uzun süre tarafsız ve pasif kalamamış, tekelleri denetlemiştir. Bunlar ekonomik güçlerini kötüye kullandıkları zaman cezalandırma ya da yasaklama yoluna giden devlet, ekonomik yaşamın işleyişine müdahale etmiştir (Örnek: 1998, 33)

Doğal bir yapı olan toplum ve piyasa koşulları üzerinde geliştirilmiş bir sistem olan devlet otorite kurmayacak, sadece toplumun ve piyasanın güvenlik ihtiyacını karşılayacaktır. Ancak gelişen sektörel sistemler ve ekonomik sıkıntılar devletin piyasanın dışında kalmasını engellemiştir. Devlet fakirlerin ihtiyacını karşılama, halka ucuz mal ve hizmet sunma ve işsizlere iş bulma gibi görevler edinmiştir. Ayrıca özel sektörün gücünün yetmediği alanlarda gerekli adımların devlet tarafından atılması yoluna gidilmiştir.

Sosyal Refah Devletinin büyümesi, Keynesçi denklemin koruması altında gerçekleştirilmiştir. Keynes’in amacı, büyük bir işsizlik oranıyla tanımlanan bir ekonomi için, tam istihdam koşullarına geri dönüş kuramı meydana getirmektir

(Kerman, 2006: 6). Keynes’in öngörüde bulunduğu ortam gerçekleşmiş; ekonomide piyasa egemenliğine dayalı klasik liberal devlet başarısız olmuştur.

Devlet ekonomi içerisinde yer almaktan öte ekonomiyi yönetme görevini de üzerine almıştır. Piyasada rekabet koşullarını azaltmak pahasına üretimi, yatırımı ve tüketimi kontrol altında tutmaktadır. Hal böyle olunca üretmek, yatırım yaparak piyasayı genişletmek ve halkın daha fazla tüketmesi için önlemler almak için devlet kendi otoritesini kurmuştur.

Tarihsel sürece bakıldığında, uygulanan Keynesyen politikalar sonucunda, hükümetlerin yeniden seçilebilmek için popülist politikalar uygulayarak kamu harcamalarını sürekli arttırmalarının ve harcamaları borçlanma ve para basma yoluyla finanse etmelerinin kamu finansman dengesinin bozulmasına neden olduğu

görülmektedir (Acar ve Bilir, 2013: 88). Finansal dengenin bozulması ise sürekli bütçe açıkları, ekonomik krizler, enflasyon vb. sorunlar olarak toplumu ve piyasayı etkilemiştir.

Ne var ki 1970’li yıllara gelindiği zaman kamu sektörünün performansı, büyüklüğü ve işleyişi konusunda yoğun eleştiriler başladı. 1930’lardan başlayan sistemin genişliği ve 1970’lerin ortasında çıkan petrol krizinin büyük devlete verdiği zarar artık devletin küçültülmesini piyasaya yaptığı baskının ve vergi yükünün hafifletilmesini öngören yeni akımların başlamasına sebep oldu (Eryılmaz, 2012: 48-49). Devletin küçültülmesini ve işlevsel hale getirilmesini öngören öneriler ortaya çıkmaya başladı.

1970’li yılların sonundan beri egemen hale gelen yeni liberal anlayış işgücü piyasasının düzenlenmesi de dahil olmak üzere, devletin rolünü azaltmaya salık vermektedir. Düzenleme bir dengesizlik faktörü, pazarların iyi işleyişinin engeli ve büyüme, istihdam ve hatta gelir dağılımı konusunda performansların gerilemesinin bir nedeni olarak düşünülmüştür (Erdut, 2004: 17-18). Devlet piyasaya ne kadar az karışırsa piyasa o kadar sağlıklı işleyecek, istikrar korunacak ve ekonomi büyüyecektir. Aksi takdirde yüzyıldır yaşanan sorunlar yaşanmaya devam edecek, devletin oluşturduğu karmaşık, bozuk düzen ve onun ortay çıkardığı sorunlar katlanarak büyüyecektir.