• Sonuç bulunamadı

Dünya çapında yaşanan ekonomik krizlerin ortaya çıkarmış olduğu tabloda tartışmalar özellikle devletin yapısı ve rolleri üzerinde olmuştur. Bu bağlamda kimi dönemlerde devletin piyasaya bizzat müdahale etmesinin faziletleri üzerinde durulurken kimi zamanlarda da bu yaklaşımın tam tersine devletin piyasaya hiç karışmaması gerektiği savunulmuştur. 1970’lerden sonra bütün dünyada yaşanan ekonomik kriz bu konuyu yeniden gündeme taşımış ve yeniden liberal düşünceler çerçevesinde devletin örgütlenmesinin gerekliliği belirtilmiştir (Arslan, 2010: 21).

İngiltere ve ABD’de 1980 itibarı ile iş başına gelen siyasilerle müdahaleci sosyal devlet düşüncesinde değişim ivme kazanmış ve yeni liberal ve muhafazakâr politikalar belirlenerek devletin küçültülmesi düşüncesi ortaya çıkmıştır (Çevik, 2009: 42). Yaşanan ekonomik sıkıntılar (stagflasyon, issizlik, küresel gelir kayıpları), refah devleti kavramının terk edilerek yeni liberal anlayışa uygun olarak devletin yeniden yapılanmasına neden olmuştur. Temel düşünce devletin sınırlandırılmasının gerekliliği ve devletin müdahalesinin bireyin özgürlüklerini sınırladığı varsayımıdır. Ekonomik alanda bireye serbestlik sağlanmalı devletin bireyin yapacağı faaliyet alanlarından elini çekmelidir (Yayman, 2000: 144). Devlet ekonomiye müdahale etmek yerine piyasanın kurallarını sağlam işlemesi için tarafsız bir koruyucu olmalıdır. Bunun için ilk önce yapılması gereken devletin kendisinin ekonomik bir taraf olmaktan çıkarılarak, her boyutuyla küçültülmesi gerekmektedir.

Devlet hizmetlerinin sunumunda ikili bir sınıflandırmaya gidilmektedir. Birinci grupta yer alan hizmetler, teknik olarak bölünemediği için, bu hizmetin kullanımından tüketiciler dışlanamamaktadır. Bu çeşit hizmetlerin, kamu sektöründe üretilmesi ve kamusal arz yöntemiyle topluma sunulması, neo-klasik iktisadın temel kamu maliyesi teorisi yaklaşımında ifadesini bulmaktadır. Günümüzde, asli devlet işlevleri olarak anılan bu hizmetler, teknik nedenlerle, özel arz sistemiyle topluma sunulamazlar. Bütçede ikinci grup harcamalar ise, teknik olarak bölünebilir niteliktedir. Bu tür hizmetlerin finansmanına katılmayanlar sistemden dışlanabilir. Bu nedenle, ikinci grup hizmetlerin kamusal arz alanına alınması, teknik olmaktan çok politik bir karar niteliği taşır. Genelde, sosyal nitelikli olarak görülen bu tür harcamaların, bütçe içine alınması ve genel gelirlerden finanse edilmesi, sosyal devlet ilkesinin uygulanmasıyla ilgili görülmektedir. Sosyal devlet ilke ve politikalarının uygulamaya konulması, sonuçta bütçeyi büyüterek, yarı kamusal nitelikli, hatta özel dahi sayılabilecek hizmetlerin kamusal arzına yol açabilmektedir (Kerman, 2006: 66-67).

1970’ler itibariyle devletin küçültülmesi yoluyla faaliyet alanının sınırlanması gerektiği inancı öne çıkmıştır. Bu bağlamda devletin mümkün olduğu kadar doğrudan kamu hizmeti sağlamaması ama kamu hizmeti niteliği olan her alanı düzenlemesi ve denetlemesi gerekmektedir (Çevik, 2009: 42). Aksi takdirde devlet büyümeye devam edecek ve en sonunda bu büyük organizasyonu besleyemediği için çökecektir. Açık açık gelen bu çöküşü engellemenin yegâne yolu devleti küçültmektir.

Devletin rolü iç güvenlik, dış güvenlik ve adalet hizmetlerini sağlamak olarak belirlendiğinde, dolayısıyla önceki dönemde bunlara ilaveten birçok görevi olan, hatta bunları bizzat kendisi üreterek topluma sunan devletin daraltılması söz konusu olacaktır. Bu daraltma, devletin hakim olduğu alanlardan özel sektör lehine çekilme biçiminde gerçekleşecektir. Küçültme sağlanırken birçok özelleştirme yöntemi kullanılacaktır. Devlet, hizmeti bizzat kendisi sunarken yapmış olduğu bir takım personel ve yatırım harcamalarından kurtulmayı hedefleyecektir. Geri kalan faaliyet alanlarında hizmet sunumunun daha etkin sağlanabilmesi için bazı idari reform çalışmaları yapılacaktır. Böylece, rolü belirlenen ve bu doğrultuda daraltılan devletin etkili ve verimli bir hizmet sunabileceği kamu yönetimi yapısı kurulacaktır (Kerman, 2006: 71).

Wagner Kanununa göre kamu lüks bir maldır ve kamunun büyüklüğü ile reel gelir düzeyi arasında pozitif bir ilişki vardır. Bu nedenle kamu, gelir arttıkça artan bir oranla büyür, diğer bir deyişle kamunun büyüme hızı gelirin büyüme hızından daha yüksektir (www.tez.org, ET: 14.04.2014).

Devletin özellikle ekonomik faaliyet alanlarından çekilmesi ve örgütlerini kamu işletmeciliği anlayışı etrafında yapılandırması, klasik liberal ilkelere dönüşü öngören yeni sağın kamu ekonomisine yansımalarıdır. Kamu örgütleri işletmeselleştirilmiş bir başka deyişle, politik-sosyal boyutlarından soyutlanarak örgüt-işletme boyutuna indirgenmiştir. Doğası gereği kaynakları verimsiz kullanan devletinin ekonomik faaliyetlerinden özelleştirme aracılığıyla çekilmesi, tekel konumunu bırakması ve faaliyet alanlarını daraltması gerekmektedir (Yılmaz, ET: 12.12.2014). Devletin görevi vatandaşı mutlu etmek değil vatandaşın mutlu olacağı ortamların ortaya çıkması için uygun zemini hazırlamaktır.

Devletin ekonomik girişimleri yapılırken kâr-zarar durumunun göz önüne alınması ve bir işletme anlayışı içerisinde yönetilmesi gerektiği anlayışı yerleşmiştir. Devletin küçültülmesi tartışması ile klasik liberal devletin özellikleri de yeniden etkinlik kazanmaya başlamıştır.

Piyasada ürün ve hizmet mübadelesini kendi kendine düzenleyen bir mekanizma tercih edilmektedir. Söz konusu mekanizma piyasa ekonomisine sahip toplumlarda maddi yaşamın ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Bu ilke uyarınca, düzene kavuşturma amacı taşısa da, üçüncü bir gücün piyasa mekanizmalarının işleyişine müdahale etmesi istenmemektedir (Erdut, 2004: 17-18). Liberallerin tanımını yaptığı devlet adeta bir gece bekçisidir. Ancak devletin kuruluş amaçlarının dışına çıkması ve toplumsal ilişkilere müdahale etmesi liberallerce tasvip edilmez (Söğütlü, 2012: 61). Bu nedenle devlet oyunun kurallarına önce kendisi uymalı sonrada piyasadaki her birimin uyacağını teminat altına almalıdır.

Devletin piyasaya karışmaması, yalnızca oyunun kurallarını koyması, uygulamaya hakem olması ama oyuna katılmaması istenmektedir. Bunun asıl amacı ekonomik etkinliklerin örgütlenmiş siyasal güçten alınması, böylece toplumda güç yoğunlaşmasının engellenmesi, ekonomik gücün siyasal gücü denetlemesidir.Aksi halde özgürlük, adalet ve verimlilik arasında bir denge kurma aracı olması gereken devlet her üçünü de tehdit eder bir hale gelmektedir (Uysal, Sezer, 1992; 21).

Klasik liberalizmin temel amacı; devletin güvenlik, adalet ve savunma gibi hizmetler dışında devletin mümkün olduğu kadar iktisadi sisteme müdahale etmemesidir. Dolayısıyla liberalizm devletin hiçbir şekilde ekonomiye, topluma ve bireye müdahale etmemesi gerektiğine inanır ve minimal düzeyde rol oynamasını arzular (Çevik, 2009: 40).

Friedman devletin temel görevleri dışında çok kısıtlı olarak aksak rekabeti önlemek, rekabet alt yapısını sağlamak, acizleri korumak gibi görevleri de üstlenmesi gerektiğini savunur (Friedman, 1962: 1980).

Günümüzde kamu kesiminin boyutları da dikkate alındığında, bu kesimden piyasaya gelen taleplerin özel kesim için ne denli büyük bir pazar oluşturduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Dolayısıyla, kamu kesiminin bazı alanlardan çekilmesinin, özellikle de gelir dağılımının çok bozuk olduğu ekonomilerde piyasa talebini ciddi şekilde etkilemekte olduğu görülmüştür. Bu durum karşısında günümüzde kamu kesiminin küçültülmesi tezi, mutlak olarak uygulanmaya konulmaktan vazgeçilmiştir. Onun yerine, kamusal finansmana izin verilerek, hizmet üretiminin özel kesime devri önerilmiştir. Böylece, finansmanın kamusal olması ilkesi korunurken, kamunun bu hizmeti özel kesimden alması teklif edilmiştir (Türk-İş, ?: 14).

Yukarıda belirtilen görüşler genel olarak devletin küçülmesini iki yönden ele almıştır. Bunlardan birincisi, devlet temel görevlerinin konusu olan faaliyetler dışındaki faaliyetlerden çekilmelidir. Eğer bu kollarda hizmet sağlayacaksa da hizmeti özel sektörden satın almalıdır. İkinci olarak, devletin faaliyetlerini sınırlamak devletin küçülmesini sağlamanın yoludur. Devletin topluma ve ekonomiye olan müdahalelerinin çerçevesi kanunla çizilmeli ve siyasi iktidarlar bu kanunlara sıkı sıkıya bağlı kalmalıdır.