• Sonuç bulunamadı

16. Sayıltılar

1.1. Değişim ve Süreklilik Ekseninde Aile ve Çalışan Kadın

Modern toplumun doğuşuyla birlikte sosyologlar aile kurumunda yaşanan değişimlerle ilgilenmeye başlamıştır. Aile kurumundaki değişimleri sistematik olarak inceleyen ilk sosyolog olan Le Play, toplumda kentleşme ve endüstrileşmeyle yaşanan değişimin aile kurumunun incelenmesiyle anlaşılabileceğini savunmuştur (Gönç, 2017: 159). Çünkü, “aile yapısındaki değişim, toplumsal değişim sürecinin aileyi nasıl etkilediğini göstermekle kalmaz, toplumsal değişimin niteliği ve niceliği hakkında bilgi verir” (Dikeçligil, 2014: 16). Aile modernleşme ile beraber, modern zamanların yaşadığı değişmelerin etkisi altında biçimlenmektedir. Modern ilişkiler ağı, aileyi yeni bir bağlama yerleştirmiştir; işte bu yeni bağlama yerleşme çabasına, “ailenin modernleşmesi” demek mümkündür. Bu çerçevede aile, tarım üretiminin maddi örgütlenme yapısından uzaklaşmaya başlayarak, sanayi üretim tarzının ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir (Yıldırım, 2013: 123).

Bora, aile kurumuna makro düzeyde üç temel sosyolojik yaklaşımı şu şekilde özetlemektedir: “İşlevselci yaklaşım, çatışmacı yaklaşım, feminist yaklaşım. Bunların üçü de ailenin toplumsal organizasyonundaki yerine ilişkin makro düzeyde analizler yaparlar. İşlevselci yaklaşım, ailenin işlevlerine odaklanır ve bunların tarihsel olarak nasıl değiştiğini tartışır. Çatışmacı yaklaşım, ailenin özel mülkiyetin miras bırakılmasını garanti altına almak üzere ortaya çıkan bir kurum olduğunu iddia eder. Bu yaklaşıma göre, kapitalist düzende ailenin rolü, eşitsizlikleri hafifletmek, emek gücünün yeniden üretimini sağlamaktır. Feminist yaklaşımın diğerlerinden temel farkı, aileyi bir bütün olarak ele almayıp içindeki ilişkilere, eşitsizliklere ve çatışmalara odaklanmasıdır” (Bora, 2017: 99).

Kapitalizm öncesi toplumlarda ailenin, bireylerin fizyolojik, toplumsal ve psikolojik tüm gereksinimlerini karşılayan, toplum açısından, üretim, üreme, ailenin ve toplumun yeniden üretilmesini sağlayan tek ve bağımsız bir kurum olduğunu aktaran Özbay’a göre “aile, birey ile toplum arasındaki ilişkileri düzenleyen, sürdüren

ve denetleyen bir kurum olarak toplumun temeli ve vazgeçilmez unsurudur” (Özbay, 1984: 36). Kıray’ın işyeri ile konut arasındaki mesafenin açılmasına yaptığı Weber’den mülhem vurgusu, ailedeki değişimin somutlaştırılması açısından önemli. Geleneksel toplumda hemen hiç farklılaşmamış bir biçimde birçok işlevi kendinde toplayan aile, büyük kent yaşamında temelden değişmeye yönelmektedir. Büyük kent, örgütlü iş yerlerinde ücret karşılığı çalışmayı gerektiren, iş yerinin konuttan uzakta olduğu, ailenin eskiden kendi içinde hallettiği birçok iş ve faaliyet için özel kurumlar, örgütler oluşturduğu bir çevredir (Kıray, 1984: 69). Özbay’a göre ailenin toplumdaki rolünün sarsılmasında etken olan önemli olay üretimin ailenin tekelinden çıkarak, daha büyük, kar amaçlı işletme birimlerinde yapılmaya başlanmasıdır. Böylece, toplumda aile işletmeleri ile büyük çapta rekabet edebilecek kapitalist işletmelerin varlığı, aile ile toplum arasındaki ‘olumlu’ ilişkileri bozmuş, çatışma ortamını yaratmıştır. Aile, varlığını ve üyelerinin gereksinimlerini karşılayabilmek için, düzeninde ve işlevlerin de değişime giderek toplumsal koşullara uyum sağlamaya çalışan bir kurum haline dönüşmüş, yapısal değişmeler ve uygulanan politikalar, kimi zaman aileyi destekler, kimi zaman tehdit eder durumlar yaratmıştır (Özbay, 1984: 36 ). Nazife Şişman’ın modernleşme perspektifinden bakışı, yukarıda geçen kapitalizmle ilgili süreçleri de kapsaması açısından önemlidir. Şişman’a göre: modernleşme her toplumsal kurum gibi elbette aileyi de etkilemiştir. Bu etkilerden en önemlisi ailenin fonksiyonlarındaki azalmadır. Daha önceleri ekonomik, siyasi, eğitsel, dinî pek çok işlevi olan ailenin bu işlevleri modern toplumda kurumlara devredilir. Üretim işlevi fabrikalara, eğitim işlevi okullara, siyasi ve dinî işlevleri devlet kurumlarına devredilir. Aile artık ağırlıklı olarak bir tüketim birimi haline gelir ( Şişman, 2008: 27).

Konuya tarihsel süreç açısından bakıldığında Ortaylı’ya göre “Türk ailesini Osmanlı döneminden ayıran en belirgin çizgi, sanayi ve aile bireylerinin ücretli emektar (veya sermaye sahibi) olarak çalışma hayatına girmesidir. Bu doğumların oranını (düşme yönünde) etkilediği gibi, aile içi ilişkileri, bireylerin eğitim kurumları ve ikincil gruplarla ilişkilerini de etkilemekte ve biçimlendirmektedir. Türkiye’de bu maddi gelişmenin hukuki temelleri 19. asra dayanmaktadır” (Ortaylı, 2013: 218). Aytaç’a göre, “Türk modernleşmesi için kadınlık durumunun yeniden düzenlenmesi hayati bir önem taşımaktaydı. Yani, kadın sadece anne olarak değil, bir eş, yurttaş ya

da ekonomik bir aktör olarak da önem kazanmaktadır” (Aytaç, 2012: 140-141). Tanzimat’la birlikte devam edegelen kadınları toplumsal hayatta daha fazla görünür kılma iradesi, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte adeta resmi bir söyleme dönüşerek; toplumsal -kamusal- hayatın bütün birimlerine kadınları aktif şekilde katma ve özellikle çalışmaya teşvik etme şeklinde hız kazanmıştır. “Cumhuriyet’in ilanının 50. yılında “Çalışma Alanlarında Türk Kadını” adlı eserde, Bedia Muvahhit kendisinin Ata’nın arzusu ve izniyle sahneye çıkan ilk Türk kadını olduğunu ve Atatürk’ün bu olayı İzmir havalisini dolaşarak etrafa yaymasını istediğini söylerken; Atatürk’ün kendisinden sahneye çıkarken başı açık çıkmamasını, giydiği elbisenin renginde bir türban takarak çıkmasını ve böylece halkı yavaş yavaş alıştırmasını emrettiğini de ekler (Muvahhit, 1974: 87). Farklı alanlarda Bedia Muvahhit benzeri kadınlar öne çıkarılarak, Türk kadını, sosyo-ekonomik düzlemde daha görünür ve aktif hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu isimlere örnek olarak ilk kadın pilot Sabiha Gökçen, ilk güzellik kraliçesi Feriha Tevfik, ilk dünya güzeli Keriman Halis, ilk kadın muhtar Gül Esin, ilk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu vb. birçok isim eklenebilir. Bu dönemde amaç, kadınların yüksek oranda çalışma hayatına girebilmesini sağlamak olduğu için, yapılan çalışmalar da daha çok kadınların hangi sektörlerde, ne kadar yer aldığını gösteren istatistiki bilgi ve dökümlerden ibarettir diyebiliriz. Yani kadınların ve çalışan annelerin karşılaştıkları sorunları tespit ve analiz eden çalışmalar, görebildiğimiz kadarıyla henüz yapılmamıştır. Bundan başka Türk modernleşmesinin erken dönemlerinin bir “milli dava “ etrafında şekillenmesinde kadınların katkısıyla birlikte gerçekleşecek olan bir aile odaklı modernleşme olduğuna vurgu yapan Serpil Sancar, modern Türk ailesinin, ulusun kurucu unsuru olarak görevler üstlenen, ulusun inşasına katılan bir “modernleş(tiril)me aracı” olduğu tespitini yapar (Sancar, 2014: 208-209). 1950’lerden sonra Türkiye hızlı bir ekonomik bir toplumsal değişme sürecine girmiştir. Bu değişme toplum yapısını ve bütün toplumsal kurumlar gibi aileyi de etkilemiştir (Erder,1984: 9). Topçuoğlu’na göre 1950’li yıllarda Amerikalıların Türkiye’ye verdiği Marshall yardımı, Türkiye’deki tarımın yapısını ve çehresini değiştirmiştir. Tarıma makineleşmenin girmesini sağlamış. Arkasından kırdan kente doğru artan göçle beraber şehirde, şehirleşme problemleri başlamış. 1970’li yıllara kadar bu durum, bazı taşları yerinden oynatmıştır. Bu taşlardan bir tanesi de “aile” taşıdır. 1980 sonrası kuşak ise teknolojik değişim, apartmanlaşma, geleneksel mahalle

anlayışının yok oluşu, komşuluk ilişkilerinin zayıflaması, iletişim, ulaşım imkânlarının artması gibi birçok faktörün etkisi altında bugünlere ulaşılmıştır (Topçuoğlu, 2008: 14).

Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllar ile 1950 ve 1980 yıllarını kapsayan periyotta aile kurumuna sosyolojik bir ilgi olmasının yanında, maalesef modernleşme sürecinde geçirdiği kırılmaları ve savrulmaları, neden ve sonuçları ile birlikte inceleyecek kapsayıcı çalışmalar yapılmamıştır. Yapılan çalışmalar genelde istatiksel bulguların ortaya konmasından öteye geçmemiştir. 1980 sonrası yıllarda Başbakanlık Aile Araştırmalar Kurumu tarafından “Sosyokültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi” araştırma dizisi ve “Aile Yazıları” serileri ile bu alandaki açık, bir nebze de olsun kapatılabilmiştir. Takip eden yıllarda TÜİK ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yapmış olduğu dönemsel TAYA (Türk Aile Yapısı Araştırmaları) yaşanan birçok sorunu istatistiklerle ortaya koymuştur. Yüksek lisans seviyesinde yapılan çeşitli araştırmalar, çift gelirli aile yapılarını ve farklı meslek gruplarında çalışan kadınların karşılaştıkları çeşitli sorunları, iş–aile arasındaki rol çatışmalarını ve iş verimliliklerinin azalması gibi konulara ağırlık vermekte fakat sorunsalın merkezine inerek, özellikle çocuklarla ilgili boyutları, neden ve sonuçları ile tam olarak ortaya koyamamaktadırlar. Konumuzla yakından ilgili olması açısından İ. Güllü’ nün, Karaman OSB’de yapmış olduğu, işçi kadınların sosyal ve dini hayatlarını incelediği çalışmasında farklı olarak, dini durum ve dindarlık algısı ile ilgili çalışmalar yaparak bir nebze de olsa konunun gündeme gelmesine katkı sağlamıştır. (Güllü,2014)

Kentleşme, sanayileşme ve kapitalistleşme süreci içinde hemen tüm toplumlarda benzer işlevleri olduğu kabul edilen ailenin önemli bir değişime uğradığı, işlevlerinin pek çoğunu yitirerek toplumun temel kurumu olma özelliğini yitirdiği görüşü yaygın bir biçimde tartışılmaktadır (Özbay, 1984: 36). Endüstrileşme ile başlayan modern kent hayatı, ailenin geleneksel fonksiyonlarını değerlerini, rollerini ve anlam dünyasını köklü bir biçimde değiştirdi. Aile üyeleri ihtiyaçları olan hizmetleri ve araçları alabilmek için ev dışında çalışmak zorundadırlar. Aile, büyük oranda bir tüketim alanına dönüşmektedir ( Yıldırım, 2013: 131). Ailenin geçiminin nakit olarak evden uzakta kazanılması, hem kazancın tarzı, hem de üyelerin ev içindeki ilişkileri bakımından eskisi ile kıyaslandığında, büyük farklılıklar ve kaçınılmaz

yenilikler getirmektedir. Çalışma düzeni bakımından da, konut mahallelerinden ötede, ulaşımın araçlarla sağlandığı iş alanları ve sanayi bölgeleri de geleneksel aile ile büyük kent ailesinin en önemli farkını mekânsal olarak vurgular (Kıray, 1984: 70).

Başta hızlı kentleşme, göç ve sanayi devriminin dayattığı yeni yaşam biçimleri ve değerleri, aile müessesesini bir parçalanma ve dağılma sürecine itmiş ve böylece aile; temel fonksiyonlarını yerine getiremeyecek derecede zayıflamıştır. (Kaşık, 2008: 177). Günümüzde ailenin gelenekselden moderne şeklinde tanımlanan değişimin en bariz görüldüğü alanlardan biri, kadının annelik rolü çerçevesinde yaşanan değişim ve bu rolle çalışma hayatı arasındaki gerilimli ilişki olduğunu söyleyen Şişman, bu gerilimli ilişkinin arka planında “sanayi devriminin” yer aldığı tespitini yapar. Sanayi devrimi ile birlikte işin, üretimin organizasyonu tamamen değiştiğini, geçim ekonomisinden kapitalist ekonomiye geçişin, en fazla kadınların hayatını etkilediğinin altını çizer; “çünkü belirlenen mesai tanımı, ev ile iş arasında keskin bir sınır çizmiştir” ( Şişman, 2008: 30). Ailenin gelenekselden moderne doğru geçirmekte olduğu dönüşümünün hala devam etmekte olduğunu vurgulayan Tekin, bu dönüşümün bir ayağını şehirleşme diğer ayağının şehirleşmeye bağlı olarak ailenin küçülmesi ve akrabalık ilişkilerinin azalması olduğu tespitini de yapmaktadır. Tekin’ e göre şehirleşme, yeni tip evleri ve aile ilişkilerini de dikte etmiştir; yaşlılar evden çıkmış, çocuk sayısı da giderek azalmıştır (Tekin, 2008: 50).

Modern toplumda aile kurumu ve yapısının köklü bir değişime uğraması, doğal olarak toplumsal ilişki sistemimize olduğu kadar pek çok alanda etkilerini göstermiştir. Bir anlamda kaçınılmaz gibi görünen bu sonuçlar karşısında, bireyi ve toplumu yeni ve sağlıklı bir ilişki sistemi içinde korumak ve geliştirmek için yeni sosyal politikaların geliştirilmesi, özellikle aile kurumunu iyileştirici düzenlemelerin yapılması bir zorunluluk olarak gözükmektedir (Akgül, 2004: 54).