• Sonuç bulunamadı

16. Sayıltılar

1.3. Annesi Çalışan Çocuklarla İlgili Çeşitli Sorun ve Yaklaşımlar

Sosyo-ekonomik seviyelerin farklılaşmasına bağlı olarak değişen “ev ve çocuklarla ilgili sorumluluklar ve giyim tarzı” “çocukların gündüz bakımının sorumluluğu” “amca/teyze/dayı/hala ve komşularla görüşme” “eğlence tarzı ile yemek ve ev düzeni alışkanlığı” gibi durumlar, bir bütün olarak ele alındığında ailede yaşanan dini sosyalleşme süreçlerini de etkileyebilecek bir potansiyele sahip oldukları görülür.

Çocukların sağlıklı bir dini sosyalleşmeden geçmesi ebeveynin çeşitli stres ve çatışma unsurlarına maruz kalıp kalmaması ile de yakından ilgilidir. Bir taraftan çalışan ailelerin çocuklarına yeteri derecede vakit ayıramaması, diğer taraftan çocuk ve ebeveyn arasındaki kültür farklılığı, diğer taraftan da aile büyüklerinin kendilerinin yeniden dinî sosyalleşme içinde olmaları ve dinî sosyalleşmeye kendilerinin ihtiyaç duyması sebebiyle, çoğu zaman aileler çocuklarının dinî sosyalleşmelerini camilere veya dinî gruplara emanet etmektedirler. Bu durumda da ailenin yerine getiremediği sosyalleştirme görevini dinî topluluk karşılamaktadır (Güngör, 2012: 113-114). Güngör’ün araştırması yurtdışında yapıldığı için “cami” kavramı, orada yetişen nesillerin bütün bir yıl boyunca dini sosyalleşmelerini sürdürdükleri önemli bir mekân olarak belirmektedir.

Kaşık’a göre: “Yoğun çalışan ebeveynlerin çocuk eğitimindeki etkileri azaldığından, onların model olmadaki eksiklikleri başka kurumlarca doldurulmaya çalışılmaktadır. Ne yazık ki bu kurumlar, yeni nesillerin güven duyarak yaşamalarına, cinsel kimliklerine uygun modelleri zamanında kazanmalarına, sosyal yaşama sağlıklı bir insan olarak katılmalarına, televizyon ve internet bağımlılığına karşı bir bilinç geliştirebilmelerine yetmemektedir” ( Kaşık, 2008: 182). Ailenin genel olarak yaşadığı en köklü yapısal değişmelerin başında, çocukların ve büyüklerin bakımının aile dışı kurumlara bırakılmasının geldiği belirten Yıldırım’a göre: “Çocuklar, kreş, anaokulu, bakıcı aile ( care family ), yetiştirme evi, çocuk esirgeme kurumları gibi kurumlara bırakılırken, büyükler de huzur evlerine terk edilmektedir” (Yıldırım, 2013: 127). Çalışan kadın nüfusunun artmasıyla da annelerin çocuklarla ilgilenme oranlarının düşmesi, çocuklar açısından ciddi bir olumsuzluk olarak görülmektedir. Özellikle annelerin üzerinde durulmasının sebebi onun yerinin bir başkası tarafından doldurulamaması gerçeğidir. Modern psikiyatrinin de çocuğun ana kucağından

mahrumiyetini en temel depresyon sebeplerinden birisi olarak tespiti bu gerçekliği bilimsel anlamda ispat eden bir husustur (Köse, 2010: 171).

Çalışan kadınların çocuğa bakımı ve onu eğitmesi güçleşmektedir. Aynı zamanda annelerin çocukla duygusal ilişkileri, sevgide bulunma gibi davranışları da aksamaktadır. Okullar yönünden de çalışan kadınların sorunları artmaktadır. Okul tatil olduğu zaman çocuğa kim bakacak? Kadın sabah işine çocuktan önce gidiyorsa çocuğu okula kim hazırlayacak? Akşam eve çocuktan sonra dönüyorsa yine çocukla kim ilgilenecek? (Tezcan,1999: 157). Sıralanan bu sorunlardan en az biri ya da birkaçı bütün çalışan annelerin kafasını meşgul etmiştir. Bu sorunların içinde çocukların dini sosyalleşmelerini düşünmek ya da buna kafa yormak için zaman ayırmak maalesef birçok anne için “fazla lüks” olarak addedilebilmektedir.

Çalışan annelerin çocukları üzerine, ülkemizde yapılan çalışmaların ilklerinden diyebileceğimiz “Çalışan Kadın ve Problemli Çocuklar” adlı çalışmada Psikiyatr Dr. Saygılı ve Pedagog Çankırılı, kendilerine gelen çocuk vakalarından, anneleri çalışanlarla ilgili özel bir çalışma yaparak konunun önemine dikkat çekmişlerdir.

Çalışan kadınlar içinde en çok yıprananı annelerdir… En büyük problemleri de “çocuk eğitimi”dir. Çocuklarına ayıracak yeterli zamanları olmadığından onlarla sıcak bir bağ kuramıyorlar. Çocuklar, yabancı elinde büyüyor. Çocuk annesinin çalışmak zorunda olduğunu anlayamadığından “ onun kendisini sevmediği için başkalarına bıraktığını zannediyor. Annesinden yeterli sevgi, ilgi ve şefkat alamadığından “güven duygusu” yerleşmiyor. Sevgi ve güven duygusu ancak yaşanarak kazanılan ruhsal gıdalardır. Bu gıdalardan yoksun yetişen çocuk, ruh sağlığı yönüyle gerekli olgunluğa erişemiyor. Atalarımız bunu “Anasız kuzu melemez” sözüyle çok güzel ifade etmişlerdir (Saygılı&Çankırılı, 1992: 5-6).

Çocuğun dini sosyalleşme sürecinin önemli yönlerinden biri olan iman, güven, sabır vb. kazanımları da bu sevgi ve güven duygusu temelinde gelişim göstermektedir. Annenin çalışmasının çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini inceleyenler şu hususlara değinmişlerdir:

* Annenin çalışması, çocuğun gelişmesinde aksaklıklar yaratır. * Çocukta uyum ve davranış bozukluklarına yol açar.

Kırel’in araştırması boyunca yaptığı görüşmelerde, özellikle evli olanların, çocuklarıyla yeterince ilgilenememekten ve ev işlerine yeterince zaman ayıramadıklarından söz etmişlerdir “Kadınlar fazla mesaiye kaldıklarında çocuklarının bakımının aksadığını ve ev düzenlerinin bozulduğunu belirtmişlerdir. Aşırı yorgunluk sonucu eve gittiklerinde de işle uğraşabilecek enerjilerinin kalmadığını, hemen yatıp uyuma ihtiyacı duyduklarını ifade etmişlerdir” (Kırel,1991:137). S. Hıdıroğlu “Sağlık İş Kolunda Çalışan Kadınların Çalışma Yaşamları İle İlgili Sorunların Değerlendirilmesi” başlıklı doktora tez araştırmasında görüştüğü annelerin, çocuklarıyla ilgili yaşadıkları olaylar ve saydıkları bir takım sorunlar, annelerin çalışmasının olumsuz sonuçlarından öncelikle çocukların etkilenebileceğini göstermesi açısından önemlidir. İlgili çalışmada annelerin sıraladığı belli başlı sorunlar şu şekilde geçmektedir:

“Çocuk agresif birisi oluyor, sevgi eksikliği, uyku düzeni bozuluyor. Hasta olduğunda izin alamıyorum, yeterli bakımın yapılamadığına inandım, iyi bakıcı bulmak zor, çocuğa yeteri zaman ayıramama, gece uykusuzluğu, yemek yememe, az kilo alması, hijyen, eğitim, çocuk güvenliği, bakıcıya alışamama, maddi ve manevi, her şey problemdi. Çocuğa duygusal olarak yaklaşamadım, bakıcıların yeterli eğitiminin olmaması, sevgiyle bakmadılar ücret aldıkları için baktılar, işime ve çocuğuma adapte olamadım, çocukların hırpalanması, psikolojik sorunlar ve enfeksiyon hastalıklar sık görüldü, çok bakıcı değiştirdim, çocuk beni tanımıyordu, az ilgi ve alaka, ben işe giderken çok ağlıyordu, çok fazla, hep aklım çocukta kaldı, üzerimde hep yük oldu.” (Hıdıroğlu, 2006: 71)

Nazlı’nın yaptığı araştırmaya göre çalışan bir anne olmanın, çocuklarla olan ilişkileri ve annelik rollerinin nasıl etkilendiği sorgulandığında çalışan kadınların çocuklarıyla olan ilişkilerini “sorunlu” şeklinde niteledikleri görülmüştür. Çalışan kadınlara göre çocukların büyük bir çoğunluğu annelerinin çalışmasını; kreşe/anaokuluna gitmeyi istememektedirler. Çocuklar kendilerini, anneleri çalışmayan arkadaşları ile karşılaştırmakta ve annelerinin de onlarınki gibi her zaman yanlarında olmalarını beklemektedirler (Nazlı, 2005: 80). Yoğun çalışma şartları içerisinde aile, çocuğu sosyalleştirme işlevini zamanla kaybetmeye başlamıştır. Çalışan annelerin çocuklarının bakım kalitesi, bir ailede konuşulan en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Ailenin sosyalleştirme işlevi, zaman içerisinde yerini diğer toplumsal eğitim kurumlarına bırakmıştır (Alp: 2007, 39)

Gençlerin daha çocuk yaşlarda aile dışındaki kurumlarda özel eğitim görmeleri, ailenin sosyalizasyonla ilgili işlevini göreli olarak zayıflatmaktadır. Aile, toplumsal değerleri genç kuşaklara aktararak toplumun yeniden üretilmesinde ki önemli rolünü başka kurumlarla (okul gibi) paylaşmak durumunda kalmaktadır (Özbay, 1984: 38). Eğitimle öğretimin farkına dikkat Topçuoğlu, bugün bütün ebeveynlerin, gelecek umutlarını biçimsel eğitim kurumlarına bağlamış durumda olduğunu; dolayısıyla mevcut eğitim kurumları gözden geçirildiğinde bu eğitim kurumlarının eğitim değil, öğretim yaptığının çok rahatlıkla görüleceğini belirtir. “Aile kolaya kaçarak eğitim işlevini okula devretmişti. Eğitim boşta kaldı. Ailenin eğitim işlevi boşta kaldı” (Topçuoğlu, 2008: 16).

“Çalışan anneler ve babalar çocuklarına para, okul, servisi, bakıcı vs. sağladıklarını ve sorumluluklarını yerine getirdiklerini düşünmektedir. Oysa çocuklar anne babalarından sevgi, ilgi ve şefkat beklemektedir. Böyle bir aile yapısı içerisinde yetişen çocuğun psiko-sosyal ve dinî gelişiminde anne babaların bıraktığı boşluğu giderme yolunda gençlerin başka arayışlar içerisine girmesi kaçınılmazdır. Bu durumda cemaatçi yapılarıyla kendilerini “alternatif aile birlikleri" olarak tanımlayan yeni dinî hareketlere yönelmek çok zor olmayacaktır. (K.Mathur ve Roberts’ten aktaran: Kirman, 2010: 245) Kirman’ın, Bisin, Topa ve Verdier’in çalışmalarından hareketle yaptığı tespit çok önemlidir: “yapılan araştırmalar, ailede doğrudan ve sağlıklı bir sosyalleşme sürecinden geçmeyen çocukların daha sık din değiştirdiğini ortaya koymaktadır”(Kirman, 2010: 245).

Çalışan ebeveynlerin zaman sorunu yaşamalarından dolayı, fastfood ve dondurulmuş yiyeceklere ilgi artmakta. Bu yiyeceklerle beslenen çocuklar obezite gibi beslenme sorunları yaşamaktadır (Özyurt, 2013: 167). Çocuk, anne babasına kendisini anlatamadığı için, kendisini dinleyecek birisini bulamadığı için işi şiddete yöneltiyor. Çünkü bizim birbirimizi dinlemeye tahammülümüz yok. Çocuklarımızla ilgili projelerimiz var ama çocuklarımız, bundan anlamazlar! Bu durum çocukta hırçınlık, bıkkınlık şeklinde tezahür ediyor (Topçuoğlu, 2008: 17). Bahadır’a göre: çalışan kadınların çocuklarında ortaya çıkan sorunlar:

- Saldırganlık, ölüm duygusu ve suçluluk duygularında artış. - Ebeveyne yönelik aşırı bağımlılıklar.

- Ebeveynin birlikteliğini kıskanma.

- Kendine güven eksikliği ve içe dönüklük. - Bedensel ve ruhsal gerileme.

- Ebeveynle ilişkilerde uyumsuzluk ( Bahadır, 2008: 116)

Çocuğuna sunabildiği tüketim imkânıyla iyi anneliği ölçen bir yaklaşım gittikçe yükseliyor. Ve bu fedakârlık, çocuğunun hayatını bir projeye dönüştürme, bir ürün gibi bu hayatı yönetmeye kadar varıyor. Sadece kendi çocuğunun annesi olan, bütün duygusal yatırımını çocuğu üzerine yapan, atalarımızın dediğinin hilafına, çocuğuna hem taht hem de baht hazırlamaya çalışan patolojik bir anne tipi yaygınlaşıyor ( Şişman, 2008: 33). Çocukla zamanı paylaşmak çok önemlidir. Ancak burada zamanın niceliksel fazlalığından ziyade niteliksel boyutu önemlidir. Özellikle sanayileşmenin getirdiği çalışma biçimiyle beraber, çocuklara ayrılan zaman oldukça azalmıştır. Örneğin bir gün içinde çocuğun baba ile harcadığı zaman tablosu dünyadaki bazı ülkelerde şöyledir. Belçika’da 30 dakika, Çin’de 54 dakika, Almanya’da 36 dakika, İspanya’da 18 dakika, Tayland’da 12 dakika ve ABD’de 42 dakikadır ( Yıldırım&Yıldırım, 2013: 151).

Topçuoğlu, göçle ortaya çıkan “ilgisiz aile” tipinden bahseder. Yani şehrin aşırı yoğunluğuyla baş edemeyen, o keşmekeşin içinde iş kaygısı, para kazanma, yer yurt tutunma derdiyle uğraşan ailelerde ortaya çıkan aşırı ilgisiz aile (Topçuoğlu, 2008: 18). Kent toplumunun bu dağınıklığı içinde bizim sekülerleşme eğilimi diyebileceğimiz başka bir olguya dikkat çeken Kıray, kentsel ailenin konumunu doğrudan belirleyen iş ve gelirden öte, dolaylı belirleyen sembolik davranışların da değiştiğini, bunların başında, itibar sağlayan gösterişçi tüketimin kazandığı önemin geldiğini vurgular (Kıray, 1984: 77). Sosyo-ekonomik seviyeyi yükseltme yolunda babalarla birlikte annelerin de artan oranda çalışma ortamlarına girmesi, beraberinde bir takım ailevi sorumlulukların, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin de düşüşünü getirmiştir.

Nazife Şişman’ın, yeni dünya düzeninde oluşturulan yeni kimlikler ve yeni haklarla yüzleşmeden, bütün sorunları sadece kadının çalışmasına bağlamanın da bir çözüm olmadığı tespiti çok önemlidir. Küreselleşen dünyada genç, yaşlı, çocuk, kadın gibi yeni kimliklerle ve bu kimlikler üzerinden tanımlanan yeni haklarla karşı karşıyayız. Bu kimlik ve hakları değerlendirme çerçevemize katarak ve dahi kendi

inancımızda temellenen önceliklerimizi belirleyerek “ailede bozulma”, “ailede yozlaşma” şeklindeki sübjektif tanımlamaları aşan ve hem fıtratı hem de yeni koşulları dikkate alan tespitler tahliller yapabiliriz ( Şişman, 2008: 45). Her toplumda ailenin hiç kaybolmayan, gizli ya da açık, sürüp giden işlevi üyelerine güvence sağlamasıdır. Büyük kent yaşamında bu işlev hala sürüp gitmektedir (Kıray, 1984: 78).