• Sonuç bulunamadı

16. Sayıltılar

1.4. Sosyalleşme, Dini Sosyalleşme

1.4.7. Annenin Dinî Sosyalleşme Üzerindeki Etkisi

İnsanın doğduğu andan itibaren, annesine olan biyolojik ve psikolojik bağımlılığı, adeta onu hem pasif hem de aktif olarak annenin etkisine, tutum ve davranışlarına maruz kalmasına sebep olmaktadır. Anne etkisinin bu yoğunluğu çalışma konumuzu belirleme açısından da sürükleyici olmuştur. Yaşanan toplumsal değişimlerin ve zihinsel dönüşümlerin izinin sürüleceği en önemli yapı taşlarından biri olan ailedeki her bir bireyin yaşadığı süreçler, yaşanan değişimlerin, kırılmaların ve travmaların yönü konusunda bize yol gösterici olacağı kuşkusuzdur. Özellikle

çocukların yaşadığı ve yaşayacağı dini sosyalleşme süreçlerindeki “anne etkisi” şekillenecek olan toplum yapısı konusunda da belirleyici olacaktır. Maalesef yaşanan süreçte birçok anne sahip olduğu bu “etki düzeyinin” farkında olmadığı için çocuğu ile ilgili geliştireceği tutum ve davranışlar konusunda da ön görücü, bilinçli adımlar atamamaktadır.

Batıda yapılan araştırmalarda, annenin, çocukların dinî tutum ve davranışlarının oluşmasında, babaya oranla daha yoğun ve şiddetli bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Çocukların dinî inanç ve tutumlarının, babanınkilerden daha çok anneninkilerle benzer olduğu görülmüştür. Bu sonuçlar, bireyin dinî toplumsallaşma sürecinde annenin etkin rol oynadığına dair teoriyle paralellik arz etmektedir. (Çoştu, 2009: 174).

Baykara, tarihi süreçlerde çocuğun Türk kalmasını sağlayıcı temel bir unsur olarak, çocuğun annesinin yanında büyümesinin önemine vurgu yaparak; çocuğun bu şekilde, annesi ve nenelerinden, Türk örfünün temel özelliklerini kaptığını söyler. (Baykara, 1992: 206). Toplumumuzda fiiliyatta genellikle babanın çocuğun dinî terbiyesi konusunda ilgisiz kaldığı ve bu işin çocuğun yetişmesiyle fiilen meşgul olan kişiye yani çoğunlukla anneye veya büyükanneye düştüğü gözlemleyen Günay’a göre de ülkemizde çocuklara ilk dinî bilgi ve terbiyeyi veren kadınlardır. “Evin içinde çocuğun bakımından sorumlu olan kadın, daha konuşmaya başlamasından itibaren çocuğa bir takım dinî formülleri, duaları öğretmekte, yavaş yavaş temel dinî bilgileri vermekte; esasen, günlük hayatta pek çok defalar tekrarlanan dinî, mistik ve büyüsel davranışlar, jestler, konuşmalar, objeler ve olaylar, ayinler ve törenler çocuğun ilgisini çektiğinden yerine göre onlar hakkında sorular sormakta, büyüklerini taklit etmekte ve giderek toplumun dinî kültürünü kendi şahsiyetinde özdeşleştirmektedir” (Günay, 1981: 198). Erikson’a (1962) göre çocuğun, ailede -özellikle annenin ilgisi ölçüsünde edindiği temel güven ya da güvensizlik izlenimleri, onun Allah’a karşı duyduğu güven duygusunu da etkilemektedir. Söz konusu olumlu tecrübeyi yaşamayan çocuk, Allah sevgisini hissetmekte ve dolayısıyla dinî inanca sahip olmakta güçlük çekecektir (Kurt, 2009: 3). Aliya İzzetbegoviç’in “Babam da dindardı, namaz kılıyordu fakat ben dindarlığımı annemden aldım” sözünden hareketle çocuklarda dindarlığın oluşmasında annenin önemine dikkat çeken A. Arslan, evin, ailenin kadına ait bir alan

olduğunu, dolayısıyla annenin görevinin sadece yemek pişirmek değil, aynı zamanda İslam’ın değerlerini, değerler dünyasını çocuğa aktarmak olduğuna da vurgu yapmaktadır. Arslan’a göre, bizim ailemizde kadın, İslam hakkında çok bilgi aktarmaz ama bildiklerinin ışığında onu yaşar. Yaşadıkça da çocuk onlara şahit olur. Mahremiyeti bir bilgi olarak çocuklara aktarmanın bir faydası olmaz; ancak anne onu yaşadığında aktarmış olur. O yüzden anneler çocuklarıyla olan diyaloglarında çok daha yumuşaktır, bazen sert bile olsa bir kırılganlık yaratmaz (Arslan, 2016: 116-117).

İsmail Sağlam 7-14 yaş arası çocukların ibadet eğitimi üzerine yaptığı araştırmasında, düzenli ibadet yapan çocukların, annelerinin %64,3’ü, babalarının ise %33,3’ü düzenli ibadet yaptığını tespit etmiş. Bu sonuçtan hareketle de özellikle annenin düzenli ibadet hayatına sahip olmasının, ailede dinî hayatı canlı tutmada ve çocuklara ibadet davranışını kazandırmada önemli bir etken olduğu sonucuna ulaşmıştır (Sağlam, 2003:243). Bu da anne babanın dinî davranışlarının, çocuk tarafından modellenerek ya da özdeşim kurarak alındığını göstermektedir (Arslan, 2006: 78). Mevcut dinî sosyalleşme görünümünde anneler çocukların dinî sosyalleşmelerinde daha kritik görevler üstlenmekte ve babalara nispetle daha etkili görünmektedirler (Güngör, 113-114). Aile ve çocuk eğitiminde en doğal ve uygulayıcı varlığın "anne" olduğu; şefkati, merhameti, vicdanı, sevgiyi onun aşılayabildiği gerçeği ise Osmanlı toplumunda ancak İkinci Meşrutiyet döneminde yazılıp söylenmeye başlamıştır. Bu dönemde aydınları en çok "terbiye-i etfal" (çocukların eğitimi) üzerinde durmuşlardır. Temel yaklaşım ise milletin ilerlemesi için vatan çocuklarının, insanlığın en övünülecek niteliği olan eğitimden yararlandırılmalarıdır. Asıl görevleri eğitim olan ana ve babaların, çocuklarını bu haktan yoksun bıraktıklarının farkına varmayışları eleştirilmiştir ( Sakaoğlu, 1992: 358).

Kadını aile içinde yüklendiği roller arasında tartışmasız en önemli olanı annelik işlevidir. Annelik, geleneksel olsun modern olsun tüm toplumlarda bu işlevi yürüten kadınların toplumsal anlamdaki önemlerini perçinleyen en önemli faktör olmuştur (Nirun, 1994: 37). Kadın anne olarak, aile ve toplum arasındaki en sağlam köprüdür. Bir çocuğun, hayatının ilk altı yılında aldığı etkiler çok önemlidir. Şu halde, ilk eğitim ana kucağındaki ve daha sonra aile ocağındaki eğitimdir (Erkal, 2009: 374). Sosyologlar insan yavrusunun içtimai mahiyetli, ikinci ve hakiki insani doğumundan

söz ederler. Çocuğun bu doğumu aile çevresinde vuku buluyor ve burada esas rolü ana oynuyor. Bu surette bir çocuğu doğurup onu müsbet bir unsur haline getirerek cemiyete katmak için ananın ne kadar zaman ve enerji harcaması gerektiği üzerinde uzun uzun durulması gerektiği anlaşılıyor (Çağatay, 1990: 78).

Yapılan bir araştırma bulgularına göre, özellikle annenin çocuğa yönelik tutumu çocuğun akademik başarısı ile çok daha ilişkilidir. Bu sebeple çocuğun akademik gelişimi açısından annenin demokratik tutum sergilemesi daha önemli görülmektedir. Bu bağlamda ana-babaların çocuğun gelişimi ile ilgilenmesi, okul çalışmalarına destek olması ve çocuklarına yönelik demokratik davranışlar sergilemesi onların başarılarını artırmada önemli etkenlerden olduğu unutulmamalıdır (Erdoğdu, 2007: 44). Anneler rolleri gereği bakıcı ve besleyici olarak genellikle küçük çocuklarıyla babalarından daha fazla zaman geçirmektedirler. Böylece anneler çocuklarının sosyalleşmelerinin birincil kaynağı olmaktadırlar. Bu düzenli ve sürekli etkileşim yoluyla erkek çocuklar annelerin tutumlarının farkında oluyor; bu durum da onların davranışını etkileyebiliyor (Jennings, Axinn, Ghimirea, 2012: 929).

Bayan Toyoda’nın kendisine “savaş sonrasında sanayi devi haline gelen Japonya’nın bu mucizesinde kadınının rolü ne ölçüde etkindi” şeklinde soru soran gazeteciye “Japon mucizesinin arkasında kadının payı çok büyük olmuştur. Evet, belki erkeklerimiz bizden daha çok çalışmış, daha büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır; ama onlara bu enerjiyi sağlamada kadının yarattığı huzurun payı da göz ardı edilmemelidir. Ancak bütün bunların ötesinde Japon kadının, ülkenin kalkınmasını sürdürecek yeni nesillerin eğitimine gösterdiği özen, verdiği önem de vardır. Japon kadını, aile kavramını önde tutarak, çocuklarının eğitimine verdiği önemle bu kalkınmada etkin bir rol oynamıştır”(Karaman, 2005: 335) şeklinde verdiği cevap, anne tutum ve davranışlarının nesilleri yetiştirmede ne derece etkin olduğunu gösteriyor.