• Sonuç bulunamadı

16. Sayıltılar

1.2. Çalışan Annelerin Karşılaştığı Çeşitli Sorunlar ve Yaklaşımlar

Çalışan anne konusu, birçok farklı sorun ve yaklaşımları barındırma potansiyeline sahip bir alan iken, maalesef bu konuda alana inilip, belirli sorular eşliğinde somut çalışmalar yapan araştırmalar çok azınlıkta kalmaktadır. Annelerin çalışması ile ilgili sorunları köşesinde konu edinen birçok yazar olmasının yanı sıra,

üzerinde konuşulan ve yazılan birçok araştırma konusu, alana inilip araştırılmamış; tabiri caizse askıda bırakılmıştır. Çalışan annenin, gerek ailevi olsun gerekse mesleki olsun, yaşadığı her türden olumsuzluk, çatışma ve huzursuzluğun evvelemirde çocukların yaşamış olduğu dini sosyalleşme süreçlerine de negatif etki edebileceği hususu önem arz etmektedir.

İş hayatına entegrasyon, özellikle de erkek egemen yapının hakim olduğu Türkiye gibi toplumlarda, kadın açısından aşılması gereken duvarları da beraberinde getirmiş; kadın çalışma hayatına atılsa da toplumun ondan beklediği eş ve anne sorumluluklarında bir değişim olmamış, kadının çalışma hayatı ile aile hayatını dengeleyebilmesi sorunu karşımıza çıkmıştır (Günsel, Köroğlu ,Demirci,2015: 77). “Stres Kaynaklarının Çalışan Kadınlar Üzerindeki Etkileri” üzerine çalışan Kırel, çalışan kadınlardaki belli başlı gerilim ve stres unsurlarını şu şekilde özetlemeye çalışmıştır: “Çalışan kadınlarda en büyük gerilim kaynaklardan birini ailesi ile ilgili olumsuz ilişkiler oluşturmuştur. Yapılan araştırma sonuçları, çalışan kadınların kendilerini öncelikle anne ve eş olarak düşündüklerini, aile görevlerinin onlar için daha önemli olduğunu, işlerini ekonomik güvence nedeni ile zorunlu olarak bırakamadıklarını göstermiştir. Aile ve ev sorumluluklarının çok fazla oluşu ve ev çalışma yaşamı uyumunun her zaman kolaylıkla sağlanamaması, kadınların rol çatışması içerisinde olduklarını göstermektedir. Çok rollü bir fonksiyona sahip olan kadının da, bu rollerinden birini aksatması kaçınılmazdır” ( Kırel, 1991: 184).

Kadınlar bir taraftan toplum tarafından kendilerine biçilen geleneksel eş ve annelik rollerini yerine getirmeye çalışırken, diğer taraftan da meslek yaşamlarında erkek rakipleri ile yarışarak iki misli sorumluluk üstlenmektedir (Bedük, 2005: 23). Özellikle de ekonomik yetersizlikler nedeniyle çalışan kadınlar, hem ev kadını olarak hem anne olarak birçok zorlukla karşılaşmakta, çalışma koşullarının olumsuzluğu, toplumsal baskıların etkisi ile birleştiğinde çalışan kadınlar çok fazla sorumluluk taşımaktadır (Aytaç, 2005: 27). Bu noktada, mesai saatlerinin fazlalığı ve özellikle annelere yönelik yasa ve yönetmeliklerin hem yetersizliği hem de uygulamadaki eksiklikler nedeniyle kadın özel hayat-iş hayatı dengesini sağlamada zorlanmakta, mutsuz olmaktadır (Günsel, Köroğlu, Demirci,2015: 81). A. Çarkoğlu ve E. Kalaycıoğlu’nun yapmış olduğu “Türkiye'de Aile, İş ve Toplumsal Cinsiyet” başlıklı

araştırmada da benzer yönler vurgulanmış; Türkiye’de çalışan kadınlar için iş ve ev işleri dengesini kurmanın fevkalade zor olduğu ve bu kadınların omuzlarında müthiş bir yük taşıdıkları belirtilmiştir (Çarkoğlu&Kalaycıoğlu, 2013: 61). Yeliz Uzun, yaptığı araştırmada, çift gelirli ailelerinin yaşadığı iş aile çatışmasının, iş stresinin ve işten ayrılma niyeti düzeylerinin, tek gelirli ailelerin yaşadığı iş aile çatışması, iş stresi ve işten ayrılma düzeylerinden daha fazla olduğu sonucuna varmış; çift gelirli ailelerde eşlerin her ikisinin de sahip olduğu sorumluluklar artacağından yaşanan çatışma düzeyinin de fazlalaşabileceği ihtimalini belirtmiştir (Uzun, 2013: 69). İşyerinde gergin bir ortamda çalışan kadının eve geldiğinde dinlenememesi, gerginliğini bir kat daha arttırabilecektir. Sonuçta ailesi ile arasında problemler ve geçimsizlikler ortaya çıkabilecektir. Aşırı yorgunluk, sinir sistemini etkileyebileceğinden aile arasındaki tartışmalar da kaçınılmaz olacaktır (Kırel, 1991: 167). Bu durumdan çocukların dini sosyalleşme süreçlerinin olumsuz etkilenmemesi düşünülemez.

Batı'da başka aile tiplerinin, cinsler arasındaki eşitliği kurmakta ideal çekirdek aile görünümüne daha yaklaştığı söylenebilir. Örneğin; çift kariyerli ailede karı-koca hem çalışmakta hem de ev işlerini bölüşerek yerine getirmektedirler. Fakat bu tip ailede çocuğun sosyalleşmesi konusundaki başarı derecesinin, geleneksel öğeler taşıyan çekirdek aileler kadar olup olmayacağı henüz tartışma konusudur (Bıehler, 1980; akt. Güler,2008:73). Aşağıda Bingölçe’den yapılan alıntı, kapitalizmin, zaten ataerkil ilişkilerin yükünü sırtlanmış olan kadına, bir de acımasız kapitalist piyasa ekonomisinin yükünü nasıl yüklediğini göstermesi açısından önemli:

Ekonomi sahnesinin ve refah ekonomilerinin isimsiz kahramanları çalışan kadınlar, zaman zaman iş yerlerinde, çoğu zamanda evlerinde durmaksızın emek harcayarak, üreterek, bir hayale doğru koşuyorlar minicik bedenleriyle. Ataerkil ilişkileri sırtlandıkları gibi koskoca kapitalist ekonomileri de sırtlanmış götürüyorlar. Süper zor altında, giderek artan oranda, zorlandıkları, ekonomik engelleri aşarken; yıprandıkları, belirsizlikler, riskler ve esnek piyasa beklentileri altında savruldukları açık... (Bingölçe, 2010: 15).

Annenin çalışma hayatına dâhil olması sayesinde edindiği “çalışan” kimliğiyle ortaya çıkan yeni “çalışan anne” kimliğini çeşitli yönleriyle incelemek, bireyin her iki kimliği birden taşımasının zor olduğu görüşünü sorgulamaya yardımcı olması açısından da önemlidir (Seçer, 2010: 22-23).

Annelerin yaşamış olduğu vicdani durumu ve yaşadıkları ev-iş çatışmalarını aktaran Uslu’ya göre anneler, iş hayatı ve ev hayatı arasında kendilerini sıkışıp kalmış hissetmektedirler. İş hayatına atılma yanlarında özellikle şehir hayatında dört duvar arasında çocuklar, temizlik, bulaşık, ütü, çamaşır gibi ev işleri içinde kaybolduğuna tanık oluyoruz. Bunun neticesi olarak da annelerin evlatlarına gerçek bir annelik yapamamanın eksikliğini derinden derine yaşamaktalar. Bununla birlikte babanın ortalıkta görünmemesinin boşluğunu doldurmaya çalışmakta ve çocuk için kurallar koyup uygulama görevini de yerine getirmeye çalışmaktadır (Uslu, 2012: 233).

Nazife Şişman, kadın ve çalışma meselesini problemli hale getiren iki husus belirtir: 1. Her şeyin değerinin ekonomik olarak ölçülmesi 2. Ev ve işin birbirinden ayrılması. Bu durum tarih boyunca çalışan, ama daha esnek mesailerle çalışan kadının, annelik, ev içi roller ve iş hayatı arasında bir gerilim yaşamasına yol açar (Şişman, 2008: 31). Eskiden erkeğin ev dışında kadının ev içinde üstlendiği görev ve sorumluluklar birbiriyle iç içe girerek rol karmaşasına dönüşmüştür. Kadının iş hayatına atılmasıyla beraber kadın hem çalışan hem kariyer yapan hem eş hem anne hem de gelin ve evlat olma gibi birçok rolleri üstlenerek ağır bir yükün altına girmiş bulunmaktadır. Eve gelip yeni rollerini kocasının desteğini almadan uygulamaya çalışan kadının tüm bu görevlere yetebilmesi mümkün olmadığı gibi, bu kadının mutluluk ortamının gelişmesine katkı yapması da mümkün görülmemektedir. Bu yüzden evli bir çiftte kadın ve erkeğin güçlerine, yaşlarına, cinslerine, sağlıklarına ve bireysel farklılıklarına uygun rollerin verilerek desteklenmesi dengeli bir aile ortamı oluşturmanın bir gereğidir ( Yıldırım&Yıldırım, 2013: 146).

Kadının çalışma yaşamına katılması, eşler arası ilişkilerin değişmesine, geleneksel kadın ve erkek rolleri ve dolayısıyla sorumluluklarına ilişkin kavramların anlamlarını yitirmesine yol açmakla birlikte, bu konuda yapılan araştırmalar evle ilgili faaliyetlerin çoğunun hala kadınlar tarafından yerine getirildiğini veya esas sorumluluğun kadına ait olduğunu göstermektedir (Kaşık, 2008: 181). Genelde, çalışan kadının iki dünyası birbirinden ayrıdır ve evde ücretli emek kullanamıyorsa evdeki rollerinin hiçbirinden vazgeçemez. Bu durumda, geleneksel kadın rollerinin değişmesi ya da bunlara erkeklerin katılması için daha epey zaman geçmesi gerekmektedir (Kıray, 1984: 72). Kandiyoti’nin benzer tespitleri de yapılan

değerlendirmeleri destekler mahiyettedir: “Kadınların, büyüyen sayılarla ücretli iş gücüne katılımı ise, hem bu örgütlenme biçimlerini, hem de ailede cinsiyetler arasındaki işbölümü konusunu gündeme getirmiştir. Kadınların iş gücüne özellikle gereksinmesi olan sosyalist ekonomilerde, bu sorun, aileye yardımcı kurumların (kreşler, yuvalar, ucuz kafeteryalar vb.) öngörülmesi ve ev işlerinin geniş ölçüde toplumca üstlenilmesi yoluyla çözülmeye çalışılmıştır. Böylece kadınlar ve erkekler iş gücüne eşit sayılabilecek koşullarda katılmış olacaklardı. Oysa gerek zaman bütçesi çalışmaları gerekse cinsiyetlerin meslek gruplarına dağılımıyla ilgili çalışmalar bunun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Çalışan kadınlar hem çift yük taşımakta, hem de gerek iş seçimi gerekse işte yükselme şartları açısından olumsuz bir konumda bulunmaktadır. Kaldı ki, ev işlerinin sosyalleşmesi ile ilgili yatırımlar hep az öncelik taşıyan yatırım alanları olagelmiştir”(Kandiyoti, 1984: 28).

Müslüman toplumların değerler silsilesinde evrendeki çeşitliliğin bir harmoni içinde bütünlüğü yansıtması gibi, aile de farklılıkları içinde barındıran harmonik bir bütündür. Modern zamanların en büyük zaafiyeti ise, bu farklılığı dikkate almadan aileye, kadına ve erkeğe yüklenen sorumluluklar ve fazladan içerimlerdir. Bu ise, son tahlilde kadına aşırı bir yük yüklemektedir (Tekin, 2008: 49). Hem özel hem de iş yaşamlarında zorluklarla mücadele eden çiftler bu iki önemli yaşam alanı arasında hassas bir denge kurmak zorundadırlar. Taşımak zorunda kaldıkları ağır sorumluluk nedeniyle çocuk sahibi olma konusunda çekinceli davrandıkları gözlenen çift kariyerli ailelerin, çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde ise tek çocuk üzerinde planlama yaptıkları görülmektedir. Bu türden bulgular, çift kariyerli ailelerin “çocuksuz” olma yönünde bir dönemece girdiklerinin göstergesi olarak da yorumlanabilir (Yılmaz, 2009:123). Tabakoğlu’na göre “sanayi devrimiyle birlikte üretim ilişkilerindeki değişim, kadın ile erkek ve ebeveynle çocuklar arasındaki ilişkilere de yansımıştı. (Tabakoğlu, 2005: 195).

Şişmana göre: “Ev kadını fabrikada çalışmaya başlayıp ücret aldığında da adalet gerçekleşmedi. Çünkü ayrımcılık, hem ücret eşitsizliği şeklinde gösterdi kendisini; hem de ev ve işte çalışmak şeklinde iki katı iş olarak yansıdı kadına” (Şişman, 2008: 30). İngiltere’de çalışan kadınlar arasında yapılan bir araştırma, "Mecbur kalmasam çalışmazdım” diyen kadınların çoğunlukta olduğunu

göstermektedir. Başta endüstrileşmiş toplumlarda olmak üzere annelik konusundaki kriz de babalık konusundaki krizden aşağı değildir. Bugün gelişmiş toplumlarda mevcut iş gücünün neredeyse yarıya yakını kadınlar tarafından yürütülmektedir. Bu kadınlar da bir taraftan çalışırken, bir taraftan da çocuklarına bakmak durumundadırlar (Köylü, 2010: 231). Kırel, çalışan kadınlarla ilgili çalışmasında, gece vardiyasına ya da fazla mesaiye kalan kadınların, en çok, yorulduklarından ve de ev düzenlerinin bozulduğundan şikâyet ettiklerini, kadınların çoğunun özellikle gece vardiyasından, gündüz vardiyasına geçtiklerinde uzun bir süre yorgunluğu üzerinden atamadıklarından şikâyetçi olduklarını belirttikten sonra, bu durumun nedeni olarak: "gündüz vardiyasından geceye ya da gece vardiyasından gündüze geçen iş görenlerde, günlük ritmin uzun bir süre sağlanamamasından kaynaklanabilir. Çalışanların uzun bir süre uyum stresini yaşadıkları söylenebilir” tespitini yapmaktadır. (Kırel, 1991: 141). A. Bahadır, çalışan kadınların karşılaştıkları problemlerle ilgili olarak yapılan araştırmaların sonuçlarını genel ve aile içi ilişkilerde ortaya çıkan muhtemel aksaklıklar adı altında iki başlıkta toplamış:

1- Genel sorunlar:

- Çalıştığı işin zorlayıcı şartları altında stres ve bunalım.

- Sorumlulukların üstesinden gelememe endişesi nedeniyle aşırı ruhsal yüklemeler.

- Psikolojik alanda ortaya çıkan rahatsızlıklar nedeniyle bedensel güç ve direnç kaybı.

- Sosyal ilişkilerde gerilme ve kopma

2- Aile –içi ilişkilerde ortaya çıkan muhtemel aksaklıklar:

- Eşine yeterince vakit ayıramama, ilgi ve sevgi kaybı. - Aile-içi sorumluluklarda zayıflama ve ters tepki.

- Eş ve çocuklarla olan ilişkilerde uyumsuzluk ve yetersizlik.

- Aile bireyleri arasında tahammülsüzlük ve ferdileşme tehlikesi ( Bahadır, 2008, 116).