• Sonuç bulunamadı

1. İDARENİN SORUMLULUĞU

1.8. İDARE ALEYHİNE AÇILAN TAZMİNAT DAVALARI

1.8.3. Dava Açma Süresi

Tazminat davasının idare aleyhine açılması halinde dava açma süresi, İYUK’da öngörülen kurallara göre belirlenir. Ancak, İYUK’un 28. maddesinde ademi infaz sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini için özel bir dava açma süresi öngörülmemiştir. Kanunda ayrıca bir süre öngörülmediğinden bu tür taleplere ilişkin davaların 2577 sayılı Kanunun idari yargıda açılacak davalara ilişkin süreleri düzenleyen 7. maddesinde belirtilen sürelere tabi olması doğaldır. Asıl önemli olan sürenin hangi tarihte başlayacağıdır.

Uygulamada, ilgililerin kararların yerine getirilmesi için, kararın kendilerine tebliğinden itibaren on yıllık genel zamanaşımı süresi içinde kararın gereklerini yerine getirmeyen idareye başvurabilecekleri, idarelerce taleplerinin açıkça reddedilmesi halinde ret işleminin tebliğini izleyen günden itibaren genel dava açma süresi olan altmış gün içinde, taleplerinin cevap verilmeyerek zımnen reddedilmiş sayılması halinde zımnen ret için gerekli olan altmışıncı günü izleyen günden itibaren altmış gün içinde dava açılacağı kabul edilmektedir.

İdari yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle açılacak davalara ilişkin süre hususunda özel bir düzenleme bulunmaması nedeniyle dava açma süresinin başlangıcı konusunda Danıştay daireleri arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

yerinin Danıştay olduğunda kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu durumda, idare mahkemesince görev yönünden davanın görev yönünden reddine karar verilerek dosyanın Danıştay’a gönderilmesi gerekirken uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.” şeklindeki Danıştay 5. D, T.04.12.1997, E:1997/2385, K:1997/2883, www.danistay.gov.tr , Erişim Tarihi, 23.10.2011

Danıştay daireleri arasındaki yargı kararlarının uygulanmaması halinde açılacak davaların süreleri ile ilgili görüş ayrılıkları devam ederken, Danıştay 6. Dairesinin 25.9.1995 günlü ve E:1995/276, K:1995/3322 sayılı kararı ile Danıştay Sekizinci Dairesinin 17.5.1989 günlü ve E:1988/808, K:1989/395 sayılı kararı arasındaki içtihat farklılığının giderilmesi istemi üzerine gidilen Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun kararında383

yargı kararlarının uygulanmamasından kaynaklanan zararların kesinleşme aşamasında ayniyet sağlanması mümkün bulunmadığı, zararın kesinleşmesi safhasının her somut olaya göre değişkenlik gösterdiği, 2577 sayılı Kanunun 28. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen sürede işlem tesis etmeyen veya eylemde bulunmayan veya eylemde bulunmayan idarelere karşı açılacak tazminat davalarında içtihat birliğine varılamayacağı ifade edilerek, içtihadı birleştirme talebi reddedilmiştir.

Kurul kararında içtihat birliğine varılamayacağını belirtmiş olsa da, idari yargı kararlarının uygulanmaması neticesinde açılacak tazminat davalarını klasik tam yargı davası olarak kabul ederek ve de biraz da kendine özgü taraflarının olduğunu varsayılarak 13. maddede belirtilen 1. ve 5 yıllık sürelerden ayrı olarak ve de 10 yıllık sürede dahil herhangi bir süreye tabi tutmamak gerekir. Çünkü buradaki zarar, idarenin herhangi bir eylem ve işleminden kaynaklanan bir zarar olmayıp, idari yargı yerlerince verilen bir kararın uygulanmaması veya gereği gibi uygulanmamasından kaynaklanan bir zarar söz konusudur.

2577 Sayılı Yasa’nın 28. maddesi gereğince mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle idare aleyhine açılacak tazminat davalarında idareye başvurma süresi ile dava süresinin ne olduğu belirlenmemiştir. Bu sürenin 60 gün, 5 yıl, 10 yıl ve süresiz olduğuna ilişkin Danıştay Daireleri arasında içtihat farklılıkları olmasına rağmen bu aykırılığın Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunca da giderilememesi nedeniyle, aynı mahkemenin bu konuda gideceği daireye göre farklı karar vermesi, taraflarca anlaşılamamasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle yargı

383

kararının uygulanmaması dolayısıyla açılacak davaların süresinin yasa hükmü olarak belirlenmesi gerekir384.

2.KAMU GÖREVLİSİNİN SORUMLULUĞU

2.1. SORUMLULUĞA İLİŞKİN YASAL MEVZUAT

1982 Anayasası, devletin ve kamu görevlilerinin sorumluluğu konusu ile ilgili

olarak iki önemli düzenleme getirmiştir. Anayasa’nın, “Görev Ve Sorumlulukları, Disiplin Kovuşturulmasında Güvence” kenar başlıklı 129/5.maddesinde, “Memurlar ve

diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm ile,

kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kişisel kusurları sebebiyle üçüncü kişilere verdikleri zararları tazmin için, ancak idare aleyhine dava açılabileceğini hüküm altına alarak bu konuda genel bir kural koymuştur. Burada üzerinde durulması gereken bir başka nokta, idare aleyhine açılan tazminat davalarının kamu görevlilerinin sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağıdır. Rücu kurumu ile kamu görevlisinin, kusurlu eylem ve/veya işlemi ile sebebiyle verdiği zararlardan, zarar görene karşı değil; fakat, zararı tazmin eden idareye karşı sorumluluğu devam etmektedir.

Uyuşmazlık Mahkemesi bir kararında bu Anayasal düzenlemenin (m. 129/5) anlamını şu şekilde belirlemiştir: “memur veya diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken yaptıkları işlerden dolayı, haklı haksız yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan görülmesini sağlamak ve aynı zamanda mağdur olan kişiyi de kamu görevlisine nazaran ödeme gücü daha yüksek bir sorumluya muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.”385

129.madde 5. fıkra metni, kişisel kusur-hizmet kusuru ifadesi kullanmadan, "yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan" bahsetmiş ve bunlardan kaynaklanan

384

Yet, Orhun. İdari Yargının Etkinliğine İlişkin Sorunlar, Danıştay 2000 Yılı İdari Yargı Sempozyumu, www.danistay.gov.tr, Erişim Tarihi, 25.10.2011

385

tazminat davalarının idare aleyhine açılabileceğini belirtmiştir. Madde metninde, memurların tüm kusurlarından değil de "yetkilerini kullanırken" işledikleri kusurlardan söz edilmesi önemli bir noktadır. Buradan yola çıkarak, kamu görevlilerinin "yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar" dışında kalan kusurlarından doğan zararların giderilmesi için açılacak tazminat davalarının, idare aleyhine değil de adli yargıda ve kamu görevlisi aleyhine açılabilmesine cevaz verildiği, yorumu yapılabilir. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi de 1986 yılında verdiği bir kararda386, 129/5 maddesinin yetkilerin kullanılması sırasında

işlenen kusurla sınırlı bir koruma sağladığını ifade etmiştir. Buna göre, kamu görevlisinin her türlü kusurundan dolayı sadece idare aleyhine dava açılmalıdır, demek doğru olmaz. Anayasa’nın 40/3. maddesine göre, “Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” Söz konusu hükümde, kişisel

kusurdan söz etmek bir yana, üçüncü kişilerin idareden zarar görmeleri durumunda sadece idareye karşı dava açabilecekleri belirtilmekte, sorumluluğun temelinin hizmet kusuruna dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla, 1982 Anayasası'nda kişisel kusurdan değil hizmet kusurundan söz edilebilir. Yani, kişisel kusurdan dolayı adli yargıda kamu görevlisi aleyhine dava açılamaz. Ancak idareye karşı açılan tazminat davalarında idare, isterse kamu görevlisine karşı rücu hakkına sahiptir. Öte yandan bu maddede, sorumluluk ve ödemenin kanunla düzenleneceği dile getirilmektedir.

Kamu görevlilerinin sorumluluğuna ilişkin yasa maddeleri ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 12. ve 13. maddelerinde yer almaktadır. 12.maddede, “Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim

edilen devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadır. Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır” hükmü yer almaktadır. Burada memurların idareye karşı

mali sorumlulukları genel olarak düzenlenmiştir. Üçüncü kişilerin idarenin eylem ve

386 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T.13.05.1986, E:1986/1995, K:1986/4064, Yargıtay Kararlar Dergisi,

işlemlerinden zarar görmeleri değil, memurun bizzat idareye zarar vermesi durumundaki kişisel sorumluluğundan söz edilmektedir.

DMK'nın 13. maddesinde ise kamu görevlilerinin üçüncü kişilere vermiş oldukları zarar yer almaktadır. Buna göre, “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili

olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar… Kurumun, genel hükümlere göre personele rücu hakkı saklıdır.” Burada, kişilerin, kamu görevlerinden dolayı, kamu görevlilerine

karşı doğrudan doğruya dava açmaları önlenmek istenmiştir. Maddenin konuluş amacına bakıldığında, kişiler, ancak, kamu görevlilerinin görevleri ile ilgili olmayan, tamamen hizmet dışında, ya da hizmet içinde olmakla birlikte, hizmetle bağdaşmayan kişisel kusurlarından doğan zararların giderilmesi için kamu görevlilerine karşı adliye mahkemelerinde dava açabileceklerdir387

.

Hem Anayasa hem de yasaya baktığımızda idarenin üçüncü kişilere verdiği zarardan dolayı “kişisel kusur”dan söz edilmemekte ve sadece idarenin sorumlu tutulabileceği sonucu çıkarılabilmektedir. Ancak, zararı tazminden sonraki aşamada, ödediği zararın tazmini için idareye, kamu görevlisine rücu hakkı tanınmaktadır.

Görev kusuru nedeniyle üçüncü şahıslara zarar veren personelin bağlı bulunduğu idare aleyhine görevli yargı yerinde dava açılacaktır. İdare, açılan davada personelin görev kusuru nedeniyle tazminat ödemişse ve bu tazminatın ödenmesinde personeli “kusurlu” görüyorsa personeline “rücu” edebilecektir388

.

Kamu görevlisinin hizmetle ilgili konularda, kusurlu davranışlarına bağlı olarak kendilerine karşı “kişisel kusur” gerekçesiyle adli yargıda dava açılması durumunda kamu görevlisi, 657 sayılı Kanun’un 13. maddesini gerekçe göstererek, davanın idareye karşı açılması gerektiği savunmasında bulunabilir389

.

Devlet Memurları Kanununun 13. maddesi ile iki türlü teminat getirilmiştir. Birincisi, idare edilenler lehine bir teminat söz konusudur. İdare edilenler, idarenin yapmış olduğu eylem ve işlemlerden dolayı kendilerine verilmiş olan zararlardan,

387 Gözübüyük, Yönetsel Yargı, Yargı, s. 297 388 Düren, İdare Hukuku, s. 305

389

doğrudan doğruya idari işlem ya da eylemi gerçekleştiren idare aleyhine dava açabilecekler ve böylece asıl ödeme kabiliyeti olan bir davalı bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, özellikle uğradıkları büyük zararlar bakımından, davayı kazansalar bile, ödeme kabiliyeti olmayan bir memurla karşı karşıya kalmaları mümkündür. İkinci teminat ise, kamu görevlisi lehine getirilmiştir. Kamu görevlileri, görevlerini yerine getirirken, daimi bir tazminat tehdidi altında kalmayacaklar ve dolayısıyla kamu hizmetlerinin çok ağır görülmesi gibi bir sakıncayla karşılaşılmayacaktır. Ancak, bu teminat kamu görevlilerinin tamamıyla sorumsuz hareket edebilecekleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira kamu görevlileri, mütemadiyen mahkemelerde kendi aleyhine açılmış davalarla uğraşmaktan korunmuştur ancak, görevleri dolayısıyla idareye vermiş oldukları zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu 12. madde kapsamında devam etmektedir.