• Sonuç bulunamadı

Darvinizm Mesleğinin Dinî ve Siyâsî Fikirler Üzerindeki Tesirleri

Mütemeddin memleketlerde binlerce sene zarfında inkişaf eden sınıflar sistemini Mihânikî inkılab mahv edip ʻadâlete müstenid bir nizâm-ı ictimâʻînin te’sîs ihtimalini insanların nazarı önünde canlandırʻırken, hissiyat-ı dîniye sahasında hiç olmazsa o derece derin bir tahavvül hâsıl oluyordu. Bu tahavvülünde sebebi fen fikrinin terâkkîsidir.

Bu kitabın başında (Taş devri) dediğimiz şey’i kâri’lerimizin nazar-ı dikkati önüne koymuştuk. O zamanlar hayat zaman ve fezanın henüz ihlal edilen na- mütenâhiliği içinde küçük bir idrâk aydınlığı idi. Fakat bugün insanlarda mahviyet hissi ile beraber ümit doğuran bu müthiş mazi on sekizinci ʻʻasrın nihayetlerine kadar beşerden gizlenmiştir. Sema, kuralların oynadığı küçük faciʻanın zeminini teşkîl ediyordu. İnsanlar kendi şahsî ihtirasları ile ve kinleri ile o kadar meşgûl idiler ki, her taraftan tezâhür eden parlak vaʻadlere nazar-ı dikkatlerini ʻatf edemediler.

İnsanlar feza içinde işgal ettikleri hakiki mevkiʻʻye zaman içinde ki hakiki mevkiʻʻlerini öğrenmeden çok zaman evvel vâkıf oldular.

Bundan evvel ki fasıllarda ilk hey’et-i şinaslardan bahs etmiş ve Galile’nin küre- i arzın güneş etrafında devr (s.163) ettiğine da’ir olan ifadesinden rücuʻa mecbur edildiğini anlatmış idik. Galile’yi sözünden rücuʻa kilise mecbur etmişti, kilise küre-i arzın merkez-i ka’inat olmadığına dâ’ir olan fikir ve kanaʻâtin Hıristiyanlık’ta ki kuvvet için bir tehlike olduğuna kâ’il idi.

Böyle bir mevzuʻ üzerine eser te’lif eden mü’errihin hem ihtiyatlı, hem de cür’etkar olması lazımdır. Böyle bir mü’errih ne güneşin ve ne de körü körüne bir fikir ü hizbe başlanmış olmamalıdır mü’errih vakıʻat sahasından ayrılmamalı ve kendi fikir ve mülahazasını büsbütün sükut ile geçiştirmesine imkan yoktur. İşte bunun için bu kitapların kâri’leri şunu bilmelidir ki mü’ellifin derin ve gâyet müsbet kanaʻâtleri vardır. Tarihen müsbetdir ki, Nâsıralı (Yesuʻ) telkînatı ibda ve mevcûdâne bir te’sir ika etmiştir, Yesuʻ saltanat-ı semaviye fikrini ileriye sürmüştü, bu saltanat hem insanların kalbinde, hem de yeryüzünde te’sîs olunacaktı. Müşarünileyh’in telkînatında terâkkîyât- ı atiye ile ne küre-i arzın tarihini ve ne de beşeriyetin tarihini yazacak olanların vâsıl olacağı neticede taʻarruz edilecek hiçbir şey’ yok idi. Fakat şu da ʻaynı derecede

doğrudur ki, Havariyûn’dan (Pavlus) ile halefleri, ʻİsâ’nın pek sade ve ihtilâlkarâne olan ʻakidesi yerine muʻâdil ve seyyal bir “necat” yaʻni kurtuluş nazariyesi ikame ettiler. Bu nazariyeye göre insanlar necatlarını, itiyatlarını yahut iş güçlerini esâslı bir sûretde taʻdil etmeden yalnız imanları ile ve baʻzı ibadetlerde bulunmağla istihsâl edebilirler. (Pavlus)’un şu nazariyeleri küre-i arzın ve beşerin tarihine â’id gâyet kuvvetli ʻitikâdlara müstenid idi. (Pavlus)’un eserlerinde tezâhür eden ve elde mevcûd dört incildeki esâslara pek az tevâfuk eyleyen resmî Hıristiyanlık, Hıristiyan dinini istikbâle doğru değil, maziye doğru bir istikamet verir. Resmî Hıristiyanlık nazarında isa yeni ve parlak bir âʻlemin mübeşşiri olmaktan ziyâde ilk ebeveynimizin yaʻni Âdem ve Havva’nın cennette iken irtikab ettikleri günah, refʻ ve izak için ihtiyar ile can ve kanını feda eden bir kurbandır. Bir ʻakide olarak Hıristiyanlık, Nâsıralı Yesuʻnun hareket ve ihbaratından ziyâde tarihi bir vakıʻa ʻad edilen bu cennette ki günah ve ʻisyan hakkında ki kanaʻât ve iman üzerine bina olunmuştur.

Dünyanın yaratılması Adem ve Havvanın günah işlemesi ve yîʻlânın onları iğva ve izlal etmesi hikayesinin Babil zamanından ve belkide hatta (Sümerîler) zamanından kalma bir hikaye olduğunu ve bu eski efsanenin Yahudilerin mukaddes kitapları vasıtâsıyla Hıristiyanlığa idhal edilmiş olduğunu yukarıda izah etmiştik. Hıristiyanlık kendi mukadderatını bu efsanenin mukadderatıyla birleştirmiştir. Bundan yüz sene evvel Hıristiyan âʻleminin hey’et-i ʻumûmiyesi kâ’inâtın taraf-ı İlahiyeden sâdır olan bir sözle altı gün zarfında halk edilmiş olduğuna inanmasına mecbur idi ve buna inanır idi. O zaman câri olan ʻitikada göre dünyanın halkı bir kaç bin sene evveline ve baş papaz (user ) tahminince kable’l-milâd 4004 senesine â’id ve râciʻ bir vâkı’ʻ idi. Londra kitapçılarından müteşekkil bir heyʻetin 1779 senesinde neşretdiği ʻumûmi bir tarihin hilkât-ı ʻâlemin ilk gününün kable’l-Milâd 4004 senesi Mart’ının yirmi birine mi müsadif olduğunu kemal-i ciddîyetle münakaşa ediyorlar ve Eylül’ün yirmi biri tarihini kabule daha ziyâde mütamayül görünüyorlar idi. Garb dinlerinin bütün binası hep bu tarihi nazariyeye ibtina ediyor ve halbuki bütün âʻlem tepeleriyle, dağlarıyla, deltalarıyla, denizleriyle bu nazariyenin bâtılarını bir değil bin delil ile isbat ediyordu. Büyük milletlerin kendi hayatı her ne kadar gâyet samimi ve kuvvetli olsa da kum kadar metanet ve salabetten ari esâslara istinâd ediyor (s.164) demektir. Şurasını tesbît etmeliyiz ki Eski Yunan ve Roma eserlerinde hilkat alanı dâ’ir daha maʻkûl bir çok nazariyeler vardır. Yunan hâkimi Aristoteles bugünki tabakatü’l-arz (jeoloji ) ʻilminin esâslarına vâkıf idi Latin şâʻiri felsefî farziyelerini bu esâslardan mülhem olarak bina

etti Yukarda gördüğümüz vechle Leonardo da Vinci 1452-1519 müstahazaların mevcûdiyetini pek sûrette izah etti Fransalı Dekart 1250-1596 küre-i arzın evvelce nasr- ı Beyza halinde bulunmuş olduğuna dâ’ir cür’etkârane bir nazariye meydana koydu ve Danimarkalı (Ston) 1631-1687 müstehatları tasnif ve tabakat-ı arziye tedkik etmeye başladı fakat ancak on sekizinci ʻʻasrın sonlarına doğrudur ki tabakat-i arza olan tedkikat (Sumeri)’lerden geçen kadim hikayeye karşı olan ʻitimadı sarsacak bir dereceyi bulmuştur yukarda zikri geçen tarih-i ʻumûmiyle beraber ʻaynı zamanda bulunan Fransız tarihi (s.165) tabîʻ ʻâʻlemi (Bufon) tabiʻatın edvarı nâmıyla bir eser neşr ediyor ve hilkat- i ʻâlemi yetmiş bin yahut yetmiş bin sene evveline ircaʻ ediyordu müşarü’l-ileyh ʻʻasrını hilkat-i âʻlemin devam ettiği altı güne tevafuk etmek üzere altı devreye taksîm etmişti Bufon hilkat-i âʻlem için taʻyîn edilen altı günden ancak mecazi monanin kast olunduğunu ve hakikat-i halde günlerin her birinin uzun bir müddet teşkîl ettiğini ileriye sürüyordu.

Yeni tabakatü’l-arz ʻilmi ʻumûmiyetle bu nokta-ı nazarı kabul ve böylece resmi Hıristiyanlık ile bir uzlaşma kayd etti bu uzlaşma on dokuzuncu ʻasrın ortasına kadar devam etmiştir

“Huton’’ Profesör Charls ile Fransalı Lamark Dö Goyy gibi imlanın buradan ancak isimlerini zikr edebiliriz garp aʻlimi şu iki hayret-engiz vakaʻyı pek beti olarak idrâk etti jeoloji ʻilmi bize isbat ediyor ki hayatın inkişafı hilkat-i âʻlem için taʻyîn edilen altı günden gösterilen tertip ve sıraya göre vâkiʻ olmamıştır.

İkinci vakʻa ise şudur ki her hayvan cinsinin ayrı olarak yaratıldığını söyleyen Tevrat’ın ifadesi halife olarak insanda dâhil olduğu halde bütün hayatlar birbirinden neşat ve ta’sib etmiştir vahlete anlamışlar ki şu hakikat Hıristiyanlığın istinâd ettiği nazariyeye kâmilen çürütmüştür madem ki insan uzun bir hayvan silsilesinden neş’et etmiştir tabiʻatıyla ilk beyni yaʻni Adem ve Havva cennet bahçesi ve sükut yoktur sükut da olmayınca bidayette bir günah işlendiği ve bu günahın izalesi lazım geleceği nazariyesine istinâd eden tarihi Hıristiyanlıkta kağıttan yapılmış bir şato gibi dağılıverdi

Dindar olmakla beraber hulus-ı samimiyet sahibi bir çok adamlar işte bunun içindir ki büyük İngiliz tarihi tabiʻi âʻlimi Darwin 1809-1882’in mesaʻisini hemen hemen tedhiş ederek taʻkîb ettiler bu zevat 1859 senesinde ʻasrımızın üçünçü faslında muhtasar şerh ettiğimiz tekamül nazariyesinin kuvvetli ve payidar bir izahı olan izafen tabiʻi ile cinslerin menşeʻʻi ʻunvanlı eserini neşr etti ondan on iki sene sonrada ilk eserini insanın

kadim icadı adlı eseri ile ikmal etti bu ikinci eserle insan hayatının tekamülü hakkındaki ʻumûmi plan dâhiline katiʻ sûrette dâhil oldu.

Biyoloji ve jeoloji ʻulemasının Hıristiyanlıkta hilkat-ı aʻleme dâ’ir mevcûd nazariye yerine kendilerinin muzaffer olmuş nazariyelerini ikame ettikleri zaman garb âʻleminde bir çok zeki adamların duçâr olduğu hazin ve futuri hatırlayan erkek ve kadınlara bugün hala tesadüf olunur bu zeki adamların bir çoğu sırf sevk-i tabiʻi ile vazıhâne bir muhâkemede bulunmaksızın yeni fennin verdiği hükümleri kabuldan imtinaʻ etmişlerdir bunların bütün ahlak sistemi yanlış bir hikayeye istinâd ediyordu kendileri ise bu ahlak sistemini yeni esâslar üzerine tekrar bana edemeyecek kadar yaşlı ve yorgun idiler. Bundan başka kendi ahlakı îʻtikadlarının ʻameli bir kıymet olduğuna emin idiler halbuki fennin tekevvün ettiği yeni hakikat bu ahlakî ʻitidatlarla kabul-i te’lif değildi bunlar şu kanaʻatde idiler (s.166) Darwin nazariyesinin kabul etmekle dünyanın ahlakı alt üst olmasına sebebiyet vereceklerdi fakat bunlar Darwin nazariyetinin kabulden imtinaʻ etmekle başka türlü bir ahlakî inhidama sebep oldular te’sîsleri zamanından beri papas zümresinin te’siri altında kalmış olan İngiliz darü’l- fununları bütün kuvvetleriyle tekâmül nazariyetine muhalefet ettiler.

1860 tarihinden 1890 tarihine kadar bütün garp âʻleminde bu nazariyeleri etrafında gâyet şiddetli bir münâkaşa cereyan etti. 1860 tarihinde İngiltere’de “British Education” tarafından ibda edilen bir ictimaʻda “Wilberfors” psikoposu Darwin nazariyelerinin başlıca müdâfi’i olan tarih-i tabiʻi aʻlimi “Hoksely” şiddetle hücum etmişti bu ictimaʻ da’ir Hekt namındaki mü’ellifin ‘‘komon plisburg’’ ünvanıyla eserinde verdiği tefsilat mevzuʻ-ı bahs münakaşaların derecesi vakaʻya saliklerinin ne kadar kötü bir cehalet içinde bulundukları hakkında bize bir fikir verebilir.

Viberfors psikoposu bu ictimaʻda ‘‘Hukseley’’ küstahane bir tebessümle bakarak ‘‘hukseley’’ dedesi vasıtâsıyla mı, yoksa nenesi vasıtâsıyla mı maymundan neşʻet ettiğini öğrenmek istediğini söyledi. O zaman’’ hukselay’’ yanda oturan adama dönüp ona Cenab-ı Hak onu benim ellerime teslim etti dedikten sonra ayağa kalktı ve şu müthiş sözleri söyledi ‘‘Ceddimin bir maymun olmasından utanmam fakat kendisindeki meziyetleri hakikati örtmek için istiʻmâl eden bir adama eğer karâbetim olsa idi utanır idim” hazırûna büyük bir te’sir-i heyecan arz oldu orda bulunan kadınlardan birinin bayılmış olduğu ‘‘Hakit’’hikaye eder Darwinizm resmi Hıristiyanlığı eğer taʻbiri câ’izse pek gafil avladı. Darwin neşriyatından sonra tahkik etmişti ki Hıristiyanlık ʻakidesi ancak bir yanlışa istinâd ediyordu Hıristiyan ilahiyat ʻuleması yaʻni hakikatı kabul

edecek kendi formüllerini değiştirecek ve şimdiye kadar bu formüllerle ifade olunabilen zi-hayat büyük şanyet (realite mukâbildir)’ler hiçbir şey’in ihlal edemiyeceğini isbat edecek kadar ʻakıllı ve diplomat davranmadılar insanın aşağıdaki cinslerden neşʻet ettiği hakkındaki keşif fi’l-hakika “saltanatı semâviye’’ fikrinin kıymetini bir vechile tenkîs etmez böyle olduğu halde papazlar ve piskoposlar (Darwin)’e şiddetle hücum ettiler ve Darwin nazariyesiyle meşbû’ kitapların elden ele gezmesini menʻ etmeye tekamül nazariyesi taraftarlarını nazardan düşürmeye çalıştılar din ile ʻilim arasında tezattan çok bahs ettiler ve bu hususta söylenen sözler ekseriyetle yanlıştır her devirde Hıristiyanlığa karşı şüphe ve itinatsızlık gösteren adamlar görülmüştür İmparator İkinci (Frederik)’in bu adamlardan biri olduğu muhakkaktır on sekizinci ʻasırda (Gibbon) ile (Vavloter) açıkdan açığa Hıristiyanlık ʻaleyhinde idiler bunlar te’lifleriyle bir çok kâri’lerin üzerinde te’sîr icrâ ettiler fakat bu gibi mes’eleler mahdûddur Darwinizm meydana çıktıktan sonra ise şüphe itimatsızlık bütün Hıristiyanlık ʻilminin hey’eti mecmuʻasına sariʻ oldu. Darwin nazariyesi etrafında ki münakaşa okumak ve dinlemek kâbiliyetine hâ’iz olan her kimseye ʻʻalâkadar ediyor idi yeni bir nesil meydana geldi ki onun nazarında Hıristiyanlık müdafaʻaları daʻvalarını isbat için bir takım batıl deliller ikame eden ve adeta kudurmuş gibi bir hiddet olan bir takım kimseler idi tenin yeni keşifleri ancak Ortodoks ʻakideye müte’essir oluyordu. Fakat pek ziyâde tahvir eden ʻîʻlân ʻuleması müte’essir olanın dinin kendisi olduğunu ʻîʻlân ediyordu.

Nihayet insanlar kendisini nazariyet sargılarından kurtulunca dinin daha ziyâde parıldayacağını keşf etmeliydi. Fakat gençlik için din ile ʻilim arasında bir mücadele olmuş ve bu mücadeleden din mağlup çıkmış gibi görünüyordu garpta tahsîl görmüş sınıfların fikirleri ve bunların taʻkîb ettikleri ʻusulleri üzerinde bu uzun münakaşanın der-ʻakib hâsıl ettiği te’sirler pek fena oldu hayat ilmi (Biyoloji) eski ahlak kaʻidelerinin yerini tutacak hiçbir fikir getirmiyordu bundan dolayı ahlak-ı ʻumûmiye çok bozuldu mevzuʻ-ı bahs sınıfların hayatının maddi şeraʻiti yirminci ʻasrın başlangıcında on yedinci ʻasra nisbetten nokta-i nazarından sınıflarda şimdi vardı on yedinci ʻasırda bir mevkiʻʻ sahibi olan insanlar arasında bir kaçı dinsiz idi. Fakat hulus ile ibadet eden muntezam muhasebe-i nefsde bulunan ve ʻaynı zamanda hükümran bildikleri bir gâye uğrunda ızdırap çekmeye hazır olan insanların nisbeti o zaman daha ehemmiyetli idi. 1859 senesinden sonra iman ve iʻtikatda bir teneddi görüldü ve Darwinizm mahrif şeklinden başka bir şey’ olmayan kaba bir nazariye on dokuzuncu ʻasrın nihayetine doğru tahsîl-i terbiye görmüş bir çok adamlarda esâslı iʻtikat halini aldı. Eskeden krallar iş başında

bulunanlar ve zenginler kendi ellerindeki kudretin irade-i ilahiye eseri olduğuna samimi sûrette kâniʻ idiler. Onlar Cenab-ı Hak’tan (s.167) cidden korkarlar. Ve Cenab-ı Hakk’ın etaf ve ʻinayetini kendilerini celbe papazları me’mûr ederler. Günah işledikleri zamanlar Cenâb-ı Hakkın mevcûdiyetini unutmaya çalışırlardı hükümdarların ve iş başında bulunanların kadim iman ve iʻtikadı yirminci ʻasırın başlangıcından ʻilim ve fene müstenid tahlil ve tenkid ile karşılaşarak söndü gitti. Zenginle vaz-ı kudret olanlar on dokuzuncu ʻasrın nihayetlerinde samimi sûrette şuna kaniʻ oldular ki kendileri kavilerin ve hile kullanmasını bilenlerin zayıflar ve safdil kimseler üzerine galebesini te’mîn eden mücadele-i hayat sayesinde muzaffer olmuşlardır. Bunlar şuna da kanaʻât getirdiler ki enerji göstermeye merhametsiz davranmaya ve pratik olmaya mecburlardır. Onların nazarında Allah ölmüştü. Belki de hiçbir zaman mevcûd olmamıştı. Bu nazariye yeni fennin bir vechle haklı gösteremediği bir nokta-i nazardır. O kimseler diğer bir noktada Darvinizmden çok ileriye giderek dediler ki: insan tabiʻki Hindistan’da o ulumakta kullanılan köpek gibi içtimaʻi bir hayvandır. Hakikat-i halde insan çok faʻik bir mahluktur. Fakat bunlar o kimseler bunun farkına varamadılar. O kimseler bundan başka şuna da kâ’il oldular ki hayvanların teşkîl ettiği bir sürede en genç ve en zayıf hayvanları cebr ve şiddetle boyunduruk altına almak zarûrî olduğu gibi insan sürüsünde iri köpeklerin diğerlerini cebr ve şiddetle kendi hükümleri altına almalarıda hak ve ʻadâlete makrundur. On dokuzuncu ʻasırda revaç bulan demokrasi fikirlerinin istihfaf edilmesi kuru merhametsiz de olsa alkışlaması işte bundan dolayıdır.

Mister Kipelinik’in yüksek ve orta İngiliz halkının çocuklarına Hindistan’ın Çengelistan [Jungle] denilen yabani ormanları hakkında ve oraların “kânunu” öğrenmek için merak ve “ʻalâka uyandırmaya çalışması zamanın pek karakteristik hadisesi idi. Bu muharrem Stalky and Co kitabında maksatlarını belli etmeden bir bahane ile ellerini ayaklarını bağladıkları iki çocuğa üç çocuğun yaptıkları işkencinin takdirkarâne bir lisânla tasvir edilmesi de böyleydi.

Stalky and Co’daki bu vakʻa küçük bir dikkat-ı ʻatıf edilmeye değer. Çünkü bu on dokuzuncu ʻasrın sonlarındaki İngiliz imparatorluğunun siyâsî psikolojisinin tek canlı bir sûrette tenvir eder. Son yarım ʻasrın tarihi bu hikayenin nûmûnesinin verdiği ruhî haleti anlaşılmadıkça layıkıyla idrâk edilemez. İşkenceye uğrayan iki çocuk ‘‘kabadayı’’ derler. Ve işkence yapanlarda işte bunu için mazûrdurlar. Bundan başka bu hareketlerini tahrîk ve teşvîk eden de bir papazdır. Onları ve (Mister Kipeliki) bu işe sevk eden hususî zevki (gusto) hiçbir şey’’i te’hîr edemez. İşkenceye girişmeden evvel

verilen dersi nazarî yalnız hareketi haklı gösterecek ahlakî bir nefret vesilesinin mevcûdiyeti yapılan îʻzanın meşru’iyeti için kâfidir. Artık ne yapılsa iyidir. Eğer maddî ve ma’nevî otoriteler sizin tarafınızda ise sizi kimse taʻkîb ve tecrîm edemez. Bu tipik emperyalistin basit maddesi görünüşü nazaran bundan ʻibârettir. Lakin beşeri hayatın şuʻûrlu bir zâlim mertebesine erecek bir zekaya nâ’il olmasında biri her kabadayı (Bully) nin bütün gayreti ile taʻkîb ettiğide yine o ʻumdedir. Hikayede diğer bir noktada pek ziyâde maʻnâlıdır. Mektebin müdîri ile muʻâvini olan papaz her ikiside vakaʻda hususî bir vazʻiyet sahibi olarak gösterilmiştir. İşkenceye uğrayan çocukların (kabadayılık) etmeleri onlarca matlûb imiş. Bu hareket üzerine müdür ve muʻâvini kendi otoritelerini kullanacaklarına diğer üç çocuğu Mister Kipelinik kahramanlarını kullanıyorlar. Ve kabadayıları onları cezalandırıyorlar. Müdür ile papaz mütellim bir ʻanʻaneni şikayetlerine kulak bile vermiyorlar. Ve bütün bunları (s.168) Mister Kipelenik en şayan-ı arzu halleri olmak üzere gösteriyor işte modern emperyalizme a’it en çʻırkin en yeni ve en helâk-avar fikrin yeni kânun ile gayr-ı kânun teʻadînin zamana birleşerek pusu kurması fikrinin inahatlarını bunda buluyoruz nasıl Çarlık Yahudileri çara düşman farz edilen diğer insanları katliʻâm eden ‘‘Karayüzler’’ (Black Hunddereds)’i el altından teşvîk etmek sûretiyle ʻakıbet kendi başını yediyse tabiʻki bunun İngiliz İmparatorluğu’nun iyi şöhreti de “Bunner” Harbi’nden evvel Transival’a gayr-ı kânuni tecavüzlerde bulunan Doktor Ceymis ve İrlanda da biraz aşağıda bahsettiğimiz bir takım sergüzeştlere atîʻlân Sir Edvard Korsan’ın hareketleri ve “feyn sin” tecavüzlerinin, mütecaʻsirlerine veya mütecaʻsire ʻad olunan kimselere karşı İrlanda’da sâdık olanlar tarafından yapılan “balmasal mukâbilde” fâʻillerine Britanya hükümetinin zımmî müsamâhası yüzünden lekelenmiş ve hala lekelidir.

Kendi tâbiʻlerine karşı yaptığı bu hiyanetlerle imparatorluklar kendi kendilerini tahrîb ederler. Hükümdarların ve imparatorlukların hakîki kuvvetleri ne ordularında nede donanmalarındadır. Belki onların müreddicesine açık doğru ve kânuni oldukları hakkında herkes de yaşayan imandadır. Bir hükümet insanların bu imanını ga’ib ettirdiği gibi artık “re’iskara geçmiş bir çene”dir. Gemisine iner ve günleri sayılı olur.