• Sonuç bulunamadı

Cemahir-i Müttehide-i Kânûn-ı Esâsîsinin İlk Metinleri

Evvelki fasılların birisinde Roma cumhûriyetinin evsâf-ı mahsûsasından bir kısmını irâ’e etmiş ve bu cumhûriyetde asrîliğin ibtidâ’î vahşet devrine â’îd hesler ve en müzellem i’tikâdât-ı bâtile ile ne tarzda birleştiğini göstermişdik. Neandertal (Neanderthal) tipindeki insâna nisbetle bugünkü insân ne mevki’de ise bu Roma cumhûriyeti de zamânımızdaki [s. 73] demokrat devlete nazaran aynı vaz’iyetdedir. Belkide zekâ-yı beşerin Amerika siyâsi mâkinesinde Neolitique Neolitik insânın mu’amelât ve âlâtının mu’âdilini göreceği bir zamân da gelecekdir. Bu mâkine vazîfesini ifâ etdi, ve onun sâyesinde müttehide-i Amerika beşeriyetin şimdiye kadar ma’lûmu olan en mütemeddin ve en kavi cem’iyetlerinden birisini teşkil eyledi. Fakat Amerika teşkilât-ı esâsîyesinin Nevyork’un bazı câddeleri üzerine gölgesi düşen heva’î demiryolu şebekesinden veya Filadelfiya’da hâlen ekseriyeti teşkîl eden sâde ve muhkem evlerden daha kat’î ve mu’ayyen bir şekle mâlik olduğunu zan etmek için hîç bir sebeb yokdur. Bu eserlerde ihdâslarıyla istihdâf edilmiş olan gâyeleri te’mîn etmişdir. Ancak onların da noksânları mevcûd ve ıslâhları mümkündür. Siyâsi ihtirâ’larımızda beytî ve mihaniki keşfiyâtımız gibi zekâmız inkişâf ve ma’lûmâtımız tezâyüd eyledikçe ta’dîl olunmağa muhtâcdır.

Amerika kânûn-ı esâsîsinin ihzâr eylediği zamândan beri târîhe müteallik telakkîlerimiz ve cemiyet rûhiyâtına â’id vukûfumuz pek ziyâde terakkî etmişdir. Hükûmet keyfiyeti bize on sekizinci asırdaki insânlara nazaran çok daha mu’dil

görünmektedir. Ve onlar, bu vâdîde ne kadar cesâret göstermiş olursa olsun, arz üzerinde yalnız irâdeleriyle yekdiğerine merbût medenî insânlardan mürekkeb büyük bir cem’iyetin te’essüsü arzû edildiği takdîrde, biz onlardan daha ileri gitmek lâzım olduğunu his ediyoruz. Bizim bugün en ciddî bir tenkîd-i ilmîye tâbi’ tutulmaya muhtâç gördüğümüz hakâyıkı onlar isbât edilmiş add ediyorlardı. Onlar mektebler ve dârü’l- fünûnlar ihdâsını ve vâridât te’mîn edecek arâzî tahsîsinden sonra bu mü’esselerin kendi hâllerine terk edilmesini kâfî görüyorlardı. Fakat irfân her hângi bir toprak üzerinde neşv ü nemâ bulan bir nebât değildir. O kolaylıkla bozulan ve tebdîl-i mâhiyet eyleyen nâzik bir otdur. Bugün gayr-ı kâfî bir derecede inkişâf etmiş olan darü’l-fünûnların ve terbiye sistemlerinin, tazammür etmiş beyin ve sinirler gibi, ictimâ’î teşekküllerin tenevvü’ünü te’hîr eylediğini biliyoruz. Avrupa’ya ve şimdiye kadar yekdiğerini velî eden devletlere nisbetle tahsîl seviyesi şübhesiz yüksek olmakla berâber Amerika vâsıl olması icâb eden seviyeye nazaran henüz tahsîlden mahrûm bir hâlde bulunmaktadır. Müttehide-i Amerika’nın mü’esseseleri halkın tamâmen tenevvürü için matbû’âta mutlak bir hürriyet vermek kifâyet edeceğini zannediyorlardı. Neşriyât ile yaşayan serbest matbû’âtın, serî’an kâbil-i iştirâ bir hâle düşeceğini ve büyük gazete sâhiblerinin sür’atle efkâr-ı umûmiyeyi tahrîk, asîlâne teşebbüsleri akâmete sevk eden bir unsur hâline inkılâb edeceğini anlamıyorlardı. Ve nihâyet intihâbât san’atının mu’ziliyetinden bî-haber bulunuyor, yalnız kâbil-i nakl-i re’y tarzının mütehassıs bir tâkım teşekküller tarafından re’ylerin sû-i isti’mâl edilmemesini men’ edebilecek yegâne âmil olduğunu idrâk edemiyorlardı; ibtidâ’î ve şedîd usûller kabûl eylediler. Amerika’da demokrasisini hürriyetlerinin yarısından mahrûm bırakan ve bu demokrasinin rûhunu öldüren büyük fırkaların bütün teşkîlât-ı siyâsiyeye hâkim olmasına sebebiyet verdiler. Amerika’da siyâset bir ticâret, en müstekreh bir ticâret hâlini aldı; kahramanlık devrinden sonra milletin zeki ve şâyân-ı hürmet efrâdının kâffesi siyâseti terk ederek “işlerle” meşgûl olmayı tercîh eyledi. “Devlet fikri” inhitâta uğradı, ve yalnız menfa’at-ı umûmiyenin hâkim olması icâb eden yerlerde teşebbüsât-ı husûsiye galebe etdi: Fî’l-hakîka siyâsî ahlâksızlık her türlü müşterek teşebbüsâtı imkânsız bırakıyordu.

Ma’mâfîh ihtilâl devrindeki Amerikalılar tarafından ihdâs edilen büyük siyâsî sistemin kusûrları derhal tezâhür etmedi. Bir çok nesiller esnâsında müttehide-i Amerika, dünya târîhinde bir misâli daha görülmemiş bir derecede, serî’ bir sa’y ve bir inkişâf, mebzûl bir bahtiyârlık devri geçirdi. Hatta son nısf asır zarfında, adem-i müsâvât ve cehâlet vâdisinde geriye doğru atılan müte’addid hatvelere rağmen, [s. 74]

Amerika’nın vaz’iyeti her hângi bir memlekete nisbetle daha çok parlak ve nâmûskârâne idi.

Müttehide-i Amerika’nın te’essüsüne müte’allik olan bu muhtasar îzâhâtda, târîhin revşini değiştiren büyük adâmlardan yalnız bir kaçının ismi zikr ile iktifâya mecbûr olduk. Tom Payn (Tohm Paine), Benjamin Franklin (Benjamain Franklin), Patrik Hanri (Patrick Henry), Tomas Cefarson (Thomas Jefferson), Adam Madison (Adam Madison), Aleksandır Hamilton (Alexandre Hamilton), Corc Vashington (George Wachington) ilk safda parlayan ricâldendir. Târîhin bu devresini şöhretlendiren insânları diğer bir devrin ziyneti müşâbesinde bulunan kimselerle mukâyese etmek güçdür. Ba’zı muharrirler, hatta Amerikalılar, Avrupa devletlerinin serî’ü’z-zevâl ihtişâmının, bir İkinci Frederik veya bir Büyük Katerina’nın mübâlağalı ve mefsedetle mâlî, münâfînin te’sîri altında kalarak, Amerika’yı te’essüs eden zevâtın burjuvasciyelerini fenâ görmeğe temâyül eylemişlerdir. Uzun saçları, âmiyâne bir tarzda biçilmiş elbiseleri ve sâfiyâne etvârı ile Benjamin Franklin’i On Altıncı Lui’nin sarâyında zarâfetden mahrûm buluyorlar. Fakat muhteşem elbisesinden tecrîd edildiği zamân On Altıncı Lui ancak Frankli’nin uşâğı vazîfesini görebiliyordu. Büyüklük sınıf ve ziynet ile takarrür eden bir şey ise, büyük Aleksandır’ın azamet-i beşeriyenin üç bâlâsında bulunduğu şübhesizdir. Fakat aceba hakîkî büyüklük bu mu büyük adâm, yüksek bir mevki’de iken veya vehîm zamânlarda hemcinsine kemâl-i tevâzu’yla yârdım eden kimse değimlidir ? ihtilâl devresindeki Amerikalılardan büyük bir kısmının menfa’at-ı şahsiye peşinde koşmadıkları ve umûmî gâyeye fevk’al-âde merbût bulundukları mertebe-i sübûta vâsıl olmuşdur. Kâbiliyetlerinin mahdûd olduğu ve hatâ edebilecekleri şübhesizdir; meselâ Vashington kayıdsız bir adâmdı; fakat, hey’et-i umûmiye i’tibârıyla, bu adâmlar [s. 75] te’sîs eyledikleri cem’iyetin menfa’atlerini kendi ihtirâslarının veya şahsî gurûrlarının fevkinde tutuyorlardı.

Ma’lûmâtları ve sâha-ı rü’yetleri, bi’z-zât kendi devreleri gibi, mahdûd idi. Hîç birisi bir insân-ı kâmil değildi. İtâ’at eyledikleri sâ’ikler, her birimiz için olduğu gibi, çok muhtelifdi; mefkûrelerinden âlîcenâbâne fikirler sâdır olmasına ve kalblerinin asîlâne feverânlarla methîc bulunmasına rağmen onlarda kıskânç, tenbel, inâdcı, tama’kâr ve fenâ ahlâklı olabilirlerdi.

Müttehide-i Amerika’nın menşe’leri hakkında doğru bir târîh yazmak istenildiği takdîrde bu işe, nefîs bir muzhike için olduğu gibi, merhamet ve neş’e ile çalışmak icâb

eyler. Bu târîhin çok insânî, mufassal ve aucaclı mâhiyeti esâret mes’elesinde çok açık bir sûretde tezâhür eder. Bu mes’ele Amerika rûhunun mihenk tâşı olmuşdur.

Amerika’da esâret Avrupalıların bu kıt’aya ayak basmalarından biraz sonra başlamış olduğu gibi Avrupa milletlerinden hîç birisinin de bu husûsda mes’ûliyetden kurtulmasına imkân yokdur. Hatta Amerika’da Almanların bütün diğer milletlerden daha temeyyüz bir sûretde hareket eylediklerini de teslîm etmeliyiz. Esîr ticâretine karşı ilk sarîh şikâyet Pansilvanya’daki Alman müste’mirleri tarafından serd edilmişdir. Ma’mâfîh Alman müste’mirinin zira’iyât mıntıkasının çok şimâlinde, mu’tedil bir iklîmde, serbest ameleler istihdâm eylediğini de nazar-ı dikkate almak lâzımdır; bu i’tibârla Alman müste’miri büyük Hosa’nın zebûnî değil idi. Fi’ilen Amerika’da esâret, yerliler tâkım hâlinde ma’denler de ve büyük zirâ’at işlerinde çalışmaya icbâr edildikleri zamân başlamış idi; Las Kazas (Las Casas) gibi gâyet hassâs ve iyi kalıblı bir zâtın himâye eylediği yerlileri meşakkatden kurtarmak için Amerika’ya zencîlerin idhâlini taleb etmiş olması garîbdir. Garbî ve cenûbî Amerika’daki zirâ’at mıntıkalarında amele ihtiyâcı çok mücbir bir mâhiyet irâ’e eylediği gibi yerlilerden alınan esîrler kifâyet etmediği zamân yalnız zencî idhâl edenlere değil Avrupa’daki habishâne ve dârü’l- acezelerde mürâca’at olunmuşdur.

1620 senesinde bir tarafdan misyonerler yeni İngiltere’de Palimont şehrine muvâsalat ederken diğer tarafdan da bir Hollanda kroveti zencîlerden mürekkeb olan hamûlesini Virjinya’da Caymis Tavn şehrine ihrâc eyliyordu. Zencî esâreti yeni İngiltere kadar kadîm idi; istiklâl harbî başladığı zamân bir buçuk asırdanberi Amerika mü’essesâtı meyânına dâhil olmuş bulunuyor idi. Bu esâret on dokuzuncu asrın büyük bir kısmında dahi müdâfa’a edildi.

Ma’mâfîh müstemlekelerdeki mütefekkir insânların vicdânı bundan müte’essir oluyor ve Tomas Cefarson tarafından İngiltere saltanatı ile lordlarına karşı serd edilen ithâmlardan en mühimini müste’mirlerin esîr ticâretini insânî bir şekle ifrâğ etmek [s.

76] için masrûf olan mesâ’îsinin ana vatandaki büyük arâzî sâhibleri tarafından ikâmete

ma’rûz bırakılması teşkîl ediyordu.

1766 târîhinde Lord Dertmas (Dartmouth) millet için bu kadar fâ’ideli olan bir ticâretin müste’mirler tarafından duçâr-ı ye’s ve mevâni’ eylemelerine müsâ’ade edilmeyeceğini yazıyordu.

İhtilâlin inkişâf ettirdiği fikri ve ahlâkı mâyâ sâyesinde zencî esâreti mes’elesi vicdân-ı âmmeyi işgâl eden mesâ’ilin birinci sınıfında ahz-ı mevki’ etti. Amerika’da

sâkin iki unsur arasındaki tezâdı görmemek imkânsızdı. Virjinya’da hukûk-ı âmme kânûnu “bütün insânların fıtraten müsâvî ve hür olduklarını” i’lân ediyordu; fakat orada, kızgın güneşde, amele başlarının kırbâcı altında, zencî esîr her türlü meşâkka ma’rûzdu.

Bu vicdânî tedkîk bârbârların tazyîk altında Roma imparatorluğunun arz-ı teslimiyet eylediği târîhden beri insânların efkârında hâsıl olan derî tahavvülün yeni bir delîlini teşkîl eylemekdedir. İstihsâlin, sanâyi’ ve zirâ’atin şerâ’iti uzun bir müddet üserâ bölüklerinin yeniden teşkîlini imkânsız kılmışdı. Fakat yeni devir geliyor ve cem’iyeti sevk ve idâre eden sınıflar orman, me’âdin, ve mu’azzam nâfi’a umûru için olmuş zan edilen bu teşkîlâtın arz eylediği büyük fâ’ideleri fark etmeğe başlıyorlar. Binâen-aleyh çok şiddetli bir muhâlefete rağmen bu teşkîlâtın yeniden canlandığı görüldü. Fakat bidâyetden i’tibâren i’tirâzlar yükseldi ve bu i’tirâzların şiddeti gittikçe artdı. Beşeriyetin yeni vicdânı bilâ-tereddüd bu hâdiseden ıztırâb his ediyordu. Bu yeni esâret edvâr-ı kadîmenin ma’lûmu olan esâretden bir çok cihetlerce daha fena idi. Garbî Afrika’da tertîb olunan zencî avlarını ve zencîlerin bahr-ı muhîtte seyâhatlerinin elîm şerâ’itini tasavvur ederken büyük bir nefret ve ıztırâb his etmemek imkânsızdı. Bu zavâllı mahlûklar gayr-ı kâfî gıdâ ve su ile, her türlü ihtimâm ve ilâcdan mahrûm bir hâlde, gemilerin anbârlarına tıkılıyorlardı. Başlıca üç Avrupa devleti bu ticâretle meşgûldü. Büyük Biritanya, İspanya ve Portekiz. Fî’l-hakîka Amerika’daki arâzînin başlıca sâhibi onlardı. Diğer Avrupa devletlerinin bu husûsdaki nisbî ma’sûmiyetlerinin yegâne sebebi onların bu husûsda his eyledikleri ihtiyâcın daha az olmasıdır. Fakat aynı zihniyetde olan bu devletlerin de müsâvî şerâ’it altında aynı sûretle hareket etmeleri tabî’î bulunuyordu.

On sekizinci asrın evâsıtına doğru İngiltere’de ve müttehide-i Amerika’da zencî esâretine karşı büyük bir teheyyücün inkişâf ettiği görüldü. 1770 târîhinde Büyük Biritanya’da ekserîsi garbî Amerika ile Virjinca’dan idhâl edilmiş on beş bin zencî esîr bulunduğu tahmîn edilmektedir. 1771 târîhinde İngiltere’de bu mes’ele salâhiyetdâr makâmâtı bu husûsda itâ-yı re’ye mecbûr edecek bir sûretde mevzû’ bahs oldu. Caymes Sommersat isminde bir zencîye sâhibi Virjinya’dan İngiltere’ye getirmişdi. Esîr kaçdı; yakalandıktan sonra yeniden Virjinya’ya gönderilmek üzere cebren mâl sâhibinin gemisine götürüldü. Fakat mahkeme bir masûniyet-ı şahsiye emirnâmesi ısdâr etdi; firârî esîr yeniden karaya çıkarıldı ve hâkim Lord Manesfild şâyân-ı nefret bir mü’essese olan esâretin İngiliz kânûnu tarafından tasdîk edilmediğini beyân ile maznûnun serbest bırakılmasını emr etdi.

1780 târîhli Masacoset kânûn-ı esâsîsi bütün insânların hür olarak doğduklarını i’lân ediyordu. Kako isminde bir zencî 1783 târîhinde bu hakdan istifâde etmek istemiş, ve o târîhden i’tibâren Masacoset esâreti ilgâ etmişdi; bu hükûmetin arâzîsi üzerine ayak basan bir adam hür oluyordu.

Ma’mâfîh Amerika ittihâdına dâhil bulunan hükûmetlerden hîç birisi bu devrede Masacoset’in tarz-ı hareketini ta’kîb etmedi.

[s. 77] Virjinya’da efkâr-ı umûmiyenin vaz’iyeti cidden câlib-i dikkat bulunuyor,

ve cenûb devletlerinin ma’rûz bulunduğu müşkilâtı sûret-i mahsûsada tenvîr ediyordu. Virjinya’daki büyük devlet adâmları, Vashington ve Cefarson, esâret usûlünü menfûr görüyorlar. Ma’mâfîh hezmetlerini başka türlü te’mîn etmek imkânsızlığına binâen Vaşington’un esîrleri vardı. Virjinya’da esîrlerin hürriyetini iltizâm eden kuvvetli bir fırka mevcûd idi. Fakat bu fırkanın a’zâları hürriyetlerini iktisâb eden esîrlerin memleketi terk etmesini taleb ve bunun hilâfına hareket edenleri hâric ez-kânûn i’lân ediyorlardı. Onlar Virjinya’da insân eti yemek an’anesini vahşiyet aver merâsim-i dîniyelerini muhâfaza eden hür bir zencî cem’iyetinin te’essüsünden fevka’l-âde endîşe ediyorlardı. Bu nokta-ı nazara göre Virjinyalılardan bir çoğunun ne için esîrler üzerinde kudretlerini muhâfaza etmek ve onları esâret hâlinde yaşatmak istedikleri ve aynı zamânda zencî esîr ticâretine ve yeni Afrika unsurlarının idhâline ne sebeble mümâna’at eyledikleri kolaylıkla anlaşılır.

Hürriyetlerini iktisâb eden zencîler serî’an huzûr-ı âmmeyi selb eden bir unsur hâlini alacaklardı; Masacoset hükûmet ihrâznesi derhâl onlara hudûdu sed etmemişdi; edvâr-ı kadîmede aynı ırkdan insânlar arasında bir teşkîlât mes’elesi hâlinde müşâhede olunan esâret Amerika’da daha vâsi’ve mu’azzal bir mes’ele ile, beşeriyet â’ilesinin yekdiğerinden en uzâk iki enmuzucunu temsîl eden ve hırsları, an’aneleri arasında büyük farklar bulunan iki ırk arasındaki münâsebetler mes’elesiyle karışıyordu. Eğer seyyâhlar beyâz olsa idi Amerika’da esâret mes’elesi, şübhesiz istiklâlin i’lânından sonra bir nesil bile geçmeden bir sûret-i halle iktirân ederdi.