• Sonuç bulunamadı

Bu faslın bidayetinde Makyavel tarafından tavsiye olunan saltanat-ı ferdiye şekl- i hükümetine karşı vatandaşlar tarafından izhar olunan mukavemetin muvaffakiyetle tenvic eylediği büyük Britanya ile Pay Ba memleketlerinin ahvâlini tedkik ettik. Lakin Fransa’da Rusya’da ve İtalya ile Almanya’nın birçok [s. 20] kısımlarında saltanat-ı ferdiye bu kabil hareket ile dûçâr-ı zaʻaf olmaktan kendini kurtardı. Hakikat-i halde on sekizinci ve on yedinci asırlarda Avrupa’yı sevk ve idare eyleyen büyük kuvvet mutlakiyettir. Hatta on sekizinci asırda İngiltere ile Hollanda bile saltanat-ı ferdiye bir dereceye kadar telâfiʼ-i mâfâta muvaffak olmuştur. (Biraz sonra göreceğimiz vechile Lehistan’da) vaziyet büsbütün başka bir şekilde tecelli etmiştir.

Büyük şarta malik olmayan Fransa’da Parlamento murakabesi hiçbir zaman şimalî Avrupa’daki kadar müessir ve sarih bir tarzda cereyan etmedi. Başka memleketlerde kraliyet ile ashâb-ı emlak ve tacirler arasında görülen zıddiyet-i menâfiʻ aynen Fransa’da dahi mevcûd idi. ancak burada ashab-ı emlak ile tacirler muntazaman akd-ı içtimâʻʻ etmiyor, ittihadlarını teʼsîs ve tersîne muvaffak olamıyorlardı. Saltanatı müşkilata maʻrûz bırakan teşebbüslerde bulunuyorlar, onun aleyhinde cemiyetler teşkil ediyorlardı.

İngiltere’de Birinci Şarl’ın hayatını kurtarmak için çabaladığı bir zamanda genç kral Ondördüncü Lui ile nâzırı Mazaran aleyhine mücadeleye başlayan Fronde bu kabildendir; fakat harb dahil asillerin tam bir hezimetle neticelendi(1602). İngiltere’de Hanovere hanedanın tahta kuʻûdundan sonra Lordlar meclisi ile onun dûnunda [s. 21] bulunan Avam Kamarasının zaman-ı idareyi ellerine geçirdikleri bir zamanda Fransa’da saray 1602 tarihinden sonra asilzâdegânı tamamen hüküm ve idaresi altına aldı. Kardinal Mazaren selefi Rişliyo tarafından kendisi için ihzar edilen temeller üzerine yeni binalar kuruyordu. Mazaren’den sonra kralın bendegânı meyanına dahil olmamış veya memuriyet kabul etmemiş asilzâdelerden bahs edildiğini iişitmeyeceğiz. Kral asilzâdeleri tamamen hükmü altına almıştı; onlara bir ballı pasta uzatmış, bir türlü sesinin duyuramayan halka verginin bütün bârını yükleterek asilleri her türlü rüsumdan affeylemişti. Asilzadeler ile rahipler – yani ünvan-ı asalete sahip olanlar- bil-cümle tekaliften müstesna idiler. Böyle bir haksızlık nihayet gayr-ı kabil-i tecviz görüldü;

fakat oldukça uzun bir müddet zarfında Fransa hükümet-i kraliyesi tenemmü ve terâkkî etmişti.

İşte Fransa’da büyük saltanat-ı ferdiye ünvanıyla yadedebileceğimiz şekl-i hükümet bu esaslar üzerine tesis etti. Kendisine “büyük kral” lakabı verilen on dördüncü Lui emsalsiz derecede uzun bir müddet saltanat sürmüş (1632-1715) ve bütün Avrupa hükümdarlarına nümûne-i imtisal olmuştu. Bidâyette Makyavel ile müsabaka edebilecek kadar hilekâr bir adam olan Mazaren kendisine iraʼe-i tarîk ediyordu. Fakat bu nazırın vefatından sonra umûr-ı hükümeti bizzat tedvire karar verdi. On dördüncü Lui bütün noksanlarına rağmen, müstesna bir zekâya malik bir hükümdar olmuştur; siyaset-i hariciyesi aynı zamanda cüretkârâne ve muğlak idi. En yakın hedefi Ren Nehrinden Pirene Dağlarına kadar imtidad ve İspanya tabiatındaki Pay Ba memleketini de ihtiva eyleyen büyük bir Fransa vücuda getirmekti, daha uzak hedefleri yeniden ihyâ edilecek olan bir mukaddes Roma imparatorluğunda Fransa krallarını Şarlman’ın tahtına geçirmekti. İngiltere hükümdarı İkinci Şarl ile bir birçok Lehistan asilzâdelerine tahsisat veriyordu. Parası yahut, daha doğrusu, asilzâdegân ile ruhban haricinde kalan ve verginin bütün barını yüklenmiş olan sınıfların parası ve her tarafta az çok tesirini gösteriyordu. Fakat Lui’nin en çok arzu ettiği şeyi azamet ve ihtişam ile şaʻşaʻa-paş olmaktı. Versaydaki sarayı, salonları, koridorları, aynaları, balkonları, havuzları, parkları, asilâne manzara ile bütün hükümdarların hayret ve kıskançlığını tahrik ediyordu. Avrupa’daki bütün krallar, küçük prensler tebalarının kendilerine verdikleri paraya göre bir “Versay” bina ettiler. Her tarafta asilzâdeler onun yeni modaya göre inşa ettiği şatoları taklit ettiler. Müzeyyen kumaşlar ve mobilyalar imali için yeniden birtakım sanatlar tesis etti. Sanâyiʻ-i tezyiniye harikulâde bir inkişafa mazhar oldu.

Kaymak taşından maʻmûl vazolar ve sütunlar, çiniler, yaldızlı tahta ve demir üzerine işlemişler, kakmalı deriler, musiki, enfes tablolar, kitabeler ve kıymetdâr ciltler, ince tabahât, müsekkir şaraplar hulasa Fransa’da yapılan şeylerin kâffesi vukûf ve zevk sahiplerinin hayret ve takdirini celbediyordu. Muhteşem mobilyalar ve aynalar arasında başlarına pudralı peruklar geçirmiş, dantellerle müzeyyen ipekli elbiseler giymiş, uzun kırmızı topuklu kunduraları üzerinde kurdelelerle süslenmiş uzun bastonlar sayesinde muvazenelerini muhafaza edebilen garip bir “asilzâde” sınıfı gidip geliyordu. Onlara saçları pudralı, çemberleri saten ve ipek ile kaplı ve manzaraları daha ziyade hayret-âver kadınlar refâkat ediyordu ve nihayet bunların hepsinin fevkinde olarak kral, Nori’nin aydınlatmadığı bir âlemin derinliklerinden kendisine doğru bakan meʼyus çehrelere

katiyyen ehemmiyet vermeyen bu şems-i tâbân, asilâne tavırları ile izhar-ı gurur ve azamet eyliyordu.

Bu hükümdarın siyaseti ve muharebeleri hakkında burada daha fazla tafsilat veremeyeceğiz. “On Dördüncü Lui Asrı” [s. 22] ünvanıyla Volter tarafından yazılmış olan kitap heyet-i umumiyesi itibariyle bu devreyi en iyi tasvir eden bir eser olarak kalmıştır. Lui, Hollandalılar ve İngilizler ile rekabet edebilecek kabiliyette bir kuvve-i bahriye vücûda getirdi. Fakat fikri, evvelce de söylendiği vecihle bütün Avrupa hükümdarlarını cezbetmiş olan bir hayal ile mukaddes Roma imparatorluğunun ihyâsı düşüncesiyle meşkuldü; bunun için hayatının son senelerinde o zamana kadar hüsn-i muamelede bulunduğu papalık makamı ile uyuşmak istedi. Kendisi için adem-i imtizaç ve istiklal fikirlerini temsil eden Protestan prenslerine izhar-ı husumet eylediği gibi Fransa’da hakonvelere (Protestan) karşı harp açtı. Böylece tebʻasının en ziyade faʻal ve i’tidal-ı mizaç ile mütehâlî olanlardan birçoğu, dinî tazyikat hasebiyle, memleketten tard edildi ve sanâyiʻ ile bedîʻiyet onlarla beraber gitti. Meselâ İngiliz ipek fabrikasını Fransız Protestanlar kurmuşlardı. Lui’nin yaptırdığı dini tezyîkâtın en menhûsu, en müthişi dragonlar denilen teşkilat idi. Kaba askerler Protestanların evinde yerleştirilir ve onlara hane halkının hayatları ve kadınlarının namusu ile istedikleri gibi oynamak serbestîsi verilirdi. Gergilere ve ateşe tahammül gösteren adamlar bu tarz işkencelere karşı boyun eğmeye mecbur olurlardı.

Yetişecek Protestan neslinin tahsili de kırılmıştı. Ebeveyn çocuklarını hiç okumamaya yahut onlara Katolik terbiyesi vermeye mecbur idiler. Bu mecburiyet karşısında onlara Katolik terbiyesi verdirirlerdi. Şüphesiz bu tahsile öyle bir ahenk ve istihza karıştırırlardı ki, çocukta hiçbir itikada yer kalmazdı. Fransa, İspanya ve İtalya gibi dini tezkiyatın şiddetle tatbik edildiği bazı memleketlerde, Protestanlık mahvedilir ve halk her şeye körü körüne inanan Katolik yahut bir şeye inanmadığı halde inanır görünen, fakat ilk fırsatta her şeyi tamamıyla münker olmaya müheyya bir Katolik olmak üzere yetişirken, bazı musamehekâr memleketlerde ahali ya samimi olarak katolik, ya yine samimi olarak Protestan oldu.

On beşinci Lui zamanı müstehzi ve Volter (1694-1778) asrı oldu. Bu zamanda Fransız cemaatinde herkes roman Katolik Kilisesine mensûbtu. Fakat hemen hiç kimsenin katolikliğe inandığı yoktu.

Edebiyatı ve ʻulûm ve fünûnu himaye etmek büyük saltanat-ı ferdiyenin en ziyade alakadâr olduğu bir vazife idi. On dördüncü Lui, İngiltere’de ikinci Şarl’ın teʼsis

etmiş olduğu Royal Society’ye ve Floransa’daki [s. 23] buna müşabih müesseseye nazire olmak üzere bir ilim akademisi tesis etti. Şairler, alimler ve filozoflar sarayını süslerlerdi. Her ne kadar bu şahane himaye ilmî taharrîler vetiresinde büyük fikir ilham etmedi ama, hiç olmazsa alimlere tecrübeleri ve neşriyat gibi lazım olan menbaʻları bahşetti ve halk nazarında onlara bir mevki ve nüfûz kazandırdı.

Bu büyük ve küçük (Hükümdar-ı aʻzâm) lar (Grand Monarchs) büyük sayfiyeler ve büyüyen ticari kuvvetler devrinde Fransa’nın ve İngiltere’nin edebi faaliyetleri Avrupa’nın edebi faaliyetlerinin çoğuna pişvâ oldu. Fransız edebi faaliyeti İngilizlerinkine nisbeten çok daha monarşist idi. Daha mütemerkiz ve daha yeknesak idi. Fransız muharrirleri Şekspir gibi hür ve inzibatsız bir ruhun tevlîd ettiği büyük anaʻneden mahrumdular. Fransızların fikrî hayatı sarayda temerküz eyliyor ve bu cihetle murakabe şuurunu İngilizlerden daha ziyade hissediyordu. Fransız edebiyatı İngiliz Bunyan gibi bir “Halk adamı” edibi asla yetiştiremedi ve On yedinci asırda Milten gibi bir şair-i hürriyet bahşedecek bir cumhuriyet ruhuna nail olmadı.

Fransız edebiyatının vaziyeti daha ziyade sahte ve mahdûdiyete müteveccih idi, bu edebiyat pek ziyade mektep hocasının ve alim münkadlerin tahkimi altında idi.

Fransız edebiyatı cevheri üsluba feda etti. Akademinin tesisi de esasen dar bir çerçeve dahilinde kalmış olan bu edebiyatı bir kat daha dolaştırdı. Bu fırkaların neticesi olarak Fransız edebiyatı on dokuzuncu asırdan evvel edebi bir “kendini düşünme” (Self conscioness) haleti ile meşbûʻ olmuştu. Öyle ki adeta serbest bir surette ruhunu ifade etmek isteyen bir adamdan ziyade başkalarının vereceği notlardan korkan bir ilim adamının ruhuyla yazılmış gibi görünüyordu. O edebiyatı soğuk, sıhhatli4

ve boş şaheserlerden, hıyanetten harikulâde bir mertebede mahrum hâʼilelerden, mudahakelerden, romanslardan ve tenkidî mülahazalardan müteşekkildi. Dramatik sıhhat işçileri (Practtionars) arasında en mümtazları Kurney ile (1606-1684) ile Rasin (1639-1699)’dir. Mulyer (1622-73), Abduy bir devirden daha ziyade enteresan olmayan bu muʻâsır edebiyat karşısında, kendisini öksüz gibi kalan zarif ve nükteli ʻırkî ve muʻâşaret komedileri ile tebârüz eder. Fransız “büyük monarşi”sinin bu kibar ve muhteşem zihni metâʻları arasında yegâne canlı ve alaka-bahş bir ruha malik olanlar hemen hemen zamanın dedikodulu ve skandallı hatıratında bulunur. İşte o eserlerde bir çok zinde bir içtimâʻı ve siyâsî cidal (Controversy) kurulur.

4

Bu devirde Fransızcanın en ince ve en güzel yazıları isyan ve tebʻîd suretiyle Fransa haricine çıkmış Fransızlar tarafından vücuda getirilmiştir. Fransız filozoflarının en büyüğü olan Decart (1596-1650) hayatının en büyük kısmını nisbî bir emniyet içinde olan (Hollanda) da geçirmiştir. Decart, devirlerinin kibar Hıristiyanlığını yıkmaya, taʻdil etmeye, budamaya çalışan mütefekkirler zümresi içinde merkezî ve hakim bir simadır. Bütün diğer menfiler ve firariler arasında ve Avrupa’nın o devirdeki bütün mühacirleri arasında en ziyade tebarüz eden büyük sima Volter (1694-1778)’dir. Ki kendisinin fikri mesaisinden ileride bahsedeceğiz. Firari ve menfilerden diğer bir zekâ da Jean Jack

Russo (1712-1778)’dir. Russo zamanın resmi ahlâkına karşı olan heyecanlı hücumları

ve tabiat ve hürriyeti mefkûre haline getirmek için heyecanlı gayretleri ile memleketinde ve zamanında üstad bir romancı olmak üzere tebarüz eder. Russo’dan da ilerde daha çok bahsedeceğiz. On yedinci asrın İngiliz edebiyatı İngiliz siyasî [s. 24] işlerinin daha az müstekarr ve daha az merkezi olan vasıflarını aksettirir, bu edebiyat Fransız edebiyatından daha ziyade zindeliğe mâliktir. Lakin ondan daha az cilalıdır. İngiliz saray ve pay-ı tahtı, Fransız sarayının yaptığı gibi millî hayatı yutmadı. Decart’a mukabil olarak Beykan ortaya konabilir ki, bu zattan ilmî Rönesans faslında bahsetmiştik. Hubis ile Luk’da zikrolunabilir. Milten’in (1608-1674) sırtında Yunan ve Latin ilmi ile İtalyan harsından ve Poritan ilm-i kelâmından, bir de tamamiyle kendisine ait olan şan ve şereften müteşekkil bir irfan hilʻati vardı. İngiltere’de klasik irfanın sahası haricinde mühim bir serbest edebiyat vardı ki, bu belki de en karekteristik ifadesini Pilgrin’in (Hac Yolunda) (1678) s’progress) adlı eserinde bulmuştur. 5

Kaza Defo’nun (1659-1731) mertebece daha dûn addolunan eseri, sarahaten akademik âlemin yüksek eserlerinden ve yapma tavırlarından uzakta kalan halka hitap eder. Defu’nun

Robenson Crouze adlı eseri edebiyatın en büyük icadlarından biridir. Moll of Flanders

isimli eseri şayan-ı hayret bir örf ve muʻâşeret tedkikidir. Gerek bu ve gerek diğer tarihi romanları teknik itibariyle muʻâsırlarının çok ilerisindedir. Defu ile hemen hemen bir mertebede olmak üzere Londra hâkimi Filirbink vardır ki, Tom Jones’in muharriridir. Keten mensucat taciri ve “Pameia ve Clarissa” romanlarının muharriri olan [s. 25]

Samuel Richardis’in on sekizinci asırdaki İngiliz edebiyatının edibi olmak zahmetine

katlanmayan, o edebiyatın canlı şâniyetleri arasında üçüncü simadır. Bu üç simayı bunlara nisbeten çok aşağı bir seviyede olan Smollett’in ismini de ilave etmek edebi

5

Bu kitap metninde zikredilen ‘‘Hac Yolunda’’ garip ismiyle Türkçeye tercüme edilmiştir. -Mütercim-

tenkitte bir adet halini almıştır. Bu isimlerle ve bir de janjak Russo’nun ismi ile roman denilen ve hayatı, dünyada olup biteni yalandan-gerçek (Pseudo-real) bir tarzda tahkim eylemek, ahlak meselelerini kurcalamak tarz-ı edebisi yeniden ehemmiyet kazanmıştır. Bu tarz Roma imparatorluğunun inhitatı ile birlikte ortadan kaybolmuştu. Bunun tekrar ortaya çıkması hayat ve muʻâşeret meseleleri karşısında mütehassıs yeni ve vaziyeti gayr-i muʻayyen bir nevi insanların az çok boş vakti olan insanların kendi tecrübelerini, mümasil serencâmların hikayeleriyle ikmal etmeye müştak insanların zuhuruna alamettir. Bu insanlar için hayat daha az mübrem ve daha çok alaka-âver bir hal almıştır.

Burada, bu edebiyat parantezini kapamadan evvel İngiliz edebiyatı tarihinde mühim olmak üzere Addison’un (1672-1719) latif boşluğunu ve İngiliz lügatının müellifi doktor Samuel Cansonk (1709-1874)’un abdalca sevimliliğini (Lumpish lovablenes) ilave edebiliriz. Doktor Consonk asil yazılarından, şairlerin kısa tercüme-i halleri haricinde okunabilecek olanlar pek azdır, lakin sözleri ve garabetleri Busvel’in yazdığı gayr-i kabil taklit terceme-i halinde her zaman için mahfuz kalmıştır. Kasıt ve emeli itibariyle klasik, ruhu itibariyle Fransız olan Alexander Poub (1688-1744) Omirus’u tercüme etmiş ve ince ve trajide nizamına geniş bir deizm felsefesi nefheylemiştir. Fransa’da olduğu gibi İngiltere’de de bu nazik ve ikinci derecede insanlar devrinin en kuvvetli yazısı cari nizam ile ve dünyanın bütün nizamı ile şedid bir cidal halinde olan bir zekâdan “Giliver’in Seyahatleri” muharriri Suifet (1713- 1768)’den doğmuştur. “Tristram Shandy’nin” muharriri olup kendisinden sonra gelen romancılara roman tekniğine ait yüzlerce dakik nükteler örgenmiş olan iyice fena şöhretli rahip Lorinos storn (1667-1740) hayatını klasiklerden evvelki devrin (Pre- classical) Fransız edebi Rable’nin büyüklüğünden almıştır. Tarihçi Gibbon’dan müteʻâkip fasılda bahsedeceğiz. Ve o zaman bu kibar devre has olan zihnî ve fikrî mahdûdiyetleri tenkit eyleyeceğiz.

Hükümdar-ı aʻzâm (The Great Monarque) 1715’te öldü. On dördüncü Lui’nin hafidinin oğlu On Beşinci Lui selefinin ihtişamını fena bir surette taklit etmiş aciz bir hükümdardan başka bir şey değildir. Her ne kadar hükümdar gibi görünmek istemiş ise de en büyük hırsı ve zevki, içimizden birçokları gibi, kadınları teşhir etmek idi. Cehenneme müteʻallik batıl itikatlarda bu babdaki ihtirasâtına inzimâm ediyordu. Bu devri tasvir eden hâtırât düşes Chateursux madam Pompadour ve Madam De Baryy gibi şahsiyetlerin ne vecihle krala tevziʻ-i ezvâk eden büyük güzideler mevkiʻine vasıl

olduklarını ve münhasıran bu kadınların gururlarını ve yakınlarını tatmim için ne suretle binlerce insanın katl ve bir çok muharebelerin ilan edildiğini kârîler ögretecektir. On dördüncü Lui’nin taʻarruzkârâne siyaseti halefinin devre-i saltanatı esnasında nihâʼi felakete doğru ve katʻ-ı merâhil etti.

Müdâhîleri tarafından pek sevgili Louis le Bien ünvanıyla yâd olunan On Beşinci Lui 1774 tarihinde çiçek hastalığından vefat etti. Taht-ı saltanat gabî, fakat hüsn-i niyet sahibi, nişancılıkta ve kilit yapmakta mahir [s. 26] bir zat olan On Altıncı Lui (1774-1793) geçti.

Fransa’nın haricinde “büyük saltanat-ı ferdiyeyi” temsil eden başlıca zevât meyanında evvela Prusya kralı Birinci Frederic Giyum (1713-1740) ile İkinci Frederic (1740-1786) zikretmek icab eyler.

İlk zamanları pek mütevâziʻâne geçen ve bilâhare bir kraliyet elde eylemeğe muvaffak olan Hohenzalern ailesinin tarihi, sıkıcı birtakım vekâyiʻden terkip eylediği için bu babda fazla tevakkuf etmeyeceğiz. Bu ailenin tarihinde mesud tesadüfler ile cebir ve şiddet cüretkârâne metâlib ile ani hiyanetler yekdiğerini veli ve takip etmiştir. On sekizinci asırdan itibaren Prusya kraliyeti imparatorluğu tehdid edecek kadar kuvvetlenmişti. Maʻlum ve kesirül-efrâd bir orduya malik olduğu gibi kral da Makyavel’in nesâyihi hakkında i’mâl-ı fikir etmekten zevk alıyordu. Büyük Frederic putesdamı kendisi için bir Versay yaptı. Sans-Souci Sarayındaki istatüler, geniş yollar ve fıskiyeler Fransa’daki modelin taklit edildiğini âşikâr bir surette gösteriyordu. Bundan maʻdâ tuğladan yapılmış masraflı ve muazzam bir bina olan yeni saray resim tablolarından mürekkep bir koleksiyonu ihtiva eden İtalyan tarzında bir portakallık, bir mermer saray ve saire mevcut idi. Edebiyatı himaye eden Frederic aynı zamanda bir müellifdi. Volter ile muhaberata girişmiş ve onu sarayına davet eylemişti; fakat bu iki zât çok geçmeden vâzıh bir surette yekdiğerinden nefret etti.

Fransızların çekici ile Türklerin arasında kalan Avusturya memâliki Mari Terez’in devr-i salatanatından evvel (1740-1780) büyük bir krala malikiyeti düşünmek için vakit bulamamıştı.

1760’tan 1792 tarihine kadar imparatorluk eden ikinci Josef 1780 tarihinde onun saraylarına tevarüs etti.

Büyük Petro’nun devre-i saltanatı esnasında 1682-1725 Moskova İmparatorluğu Tatar anʻanâtını terk ve Fransa’yı kendisine numune-i imtisal ittihâz etti. Petro asilzâdelerinin Şarkkârî sakallarını kestirdi ve garip tarz-ı telebbüsünü memlekete soktu.

Fakat bu saydığımız şeyler imparatorun asırlık temayüllerinin şayan-ı takdir birtakım tezâhürâtı idi. Bundan maʻada Pekin şehri gibi mukaddes bir kaleyi, Kremlin ihtiva eden Moskova’nın şarklı havasından tamamen kurtulmak için Neva’nın bataklıkları üzerine yeni bir pay-ı taht olarak Petrograd şehrini bina etti. Büyük Petro da, tabii olarak, dir Versaya malik olmak istemiş ve parkı, tablolarla müzeyyen salonları, çağlayanları, fıskiyeleri, setleri itivâ eden ve bir Fransız mühendisinin eseri olan Peterhof Sarayını inşa ettirmiştir. Büyük Petro’dan sonra gelen hükümdarlar meyânında en meşhurları Elizabeth ile Şarkda öteden beri câri olan anʻanâye tevfîkan hükümdar-ı meşrûʻ olan zevcini katlettikden sonra sandali-i hükümeti kuʻûd eyleyen ve 1662’den 1792 tarihine kadar en müterâkkî garp fikirlerinden mülhem olarak idare-i hükümet eyleyen ve aslen bir Alman prensesi olan büyük Katerina’dır.

Katerina bir akademi tesis etmiş ve Volter ile muhaberâtta bulunmuştur. Avrupa’da büyük saltanat-ı ferdiye sisteminin zevâlına ve On Altıncı Lui’nin idamına şahid olacak kadar tûl-ı ömre nâʼil olmuştur.

Burada İsveç, Danimarka, Saksonya, Savva, Floransa (Toskana) kralları gibi büyük hükümdarlığa heves etmiş olan küçük prenslerden ayrıca bahsetmeye lüzum görmüyoruz. İspanya veraseti muharebesinden de bahseetmeyeceğiz. İkinci Filipin ve İmparator Şarlkenin muhtelif teşebbüsatı ve Museviler, Müslümanlar ile Protestanlara hücum eden bir taʻassubun feveranları yüzünden bîtâb düşen İspanya on yedinci ve on sekizinci asırlar zarfında tedricen, o zamana kadar hâiz bulunduğu devlet-i muʻazzama seviyesinden sükût etti.

Asilzâdeler malikânelerini nasıl idare ediyorlarsa [s. 27] bu Avrupa hükümdarları da hûze-i hükümetlerini aynı tarzda idare ediyorlardı. Mütemâdiyen yekdiğerleri aleyhine suikastlar tertib ve caʻlî bir siyaset takip ederek, devletlerini yerinden sallayan müthiş bir hareket-i arzın zuhur eylediği tarihe kadar, tecavüzü veya tedâkiʻi bir sürü manasız muhârebât ile Avrupanın kuvvetlerini israf ve perişan ettiler. Fransız ihtilâli onları ansızın bastırmıştı. Bu ihtilâl henüz mahiyeti dâhilinde bulunulan ve milliyetperver kraliyetlerin her türlü enkaz ve âsârından dünyanın tamamen temizleneceği ve aydınlanan sahada ittihad-ı beşerin muʻazzam salâhını tebşîr eden alametlerin görüleceği güne kadar devam etmesi muhtemel olan ictimâʻî ve siyasî sarsıntıların ilk kademesinden başka bir şey değildi.