• Sonuç bulunamadı

Hiçbir zaman böyle bir fırsat kimseye verilmemiştir Napolyon ne yapabileceğini düşünerek alnını ekmeli, mukaddes bir huşu içinde vicdanın en derin noktalarında Allaha ve hemcinslerine hizmet için en muvafık yolu aramalı idi. Eski nizam-ı âlem olmuştu veya ölmek üzere idi. Yani garip kuvvetler kendilerine henüz bir şekil ve bir

istikamet arayarak âlemde bir yol açmağa çalışmışlardı. Sanki esrarengiz bir ses mütehayyir zihinlere âlem-şümul bir cumhuriyetin umumi ve devamlı bir sulhun zuhur ve tesisini ihbr ediyor gibi idi. Napolyon’da şayet derin müşahade kabiliyeti, hakikaten yaratıcı bir muhayyele bulunsaydı ihtirası şahsi menfaatten masun olsaydı tarihin güneşi olacaktı. [s. 118] Bütün Avrupa ve onunla beraber Amerika yeni bir çağ vaadiyle müteheyyic bir halde onu bekliyordu. Fransa ise sulh istemekte ve elleri arasında iradesine hizmete sâlih bir alet halinde fakat enfes bir madenden yapılmış bir kılıç gibi harb içinde müheyya bulunmakta idi. Napolyon’un meziyetleri onu bu gibi fevkaladeliklerin üstüne yükseltmekte idi. Fakat kendisinde iki şeyi yoktu: Necib bir ruh ile güzel bir muhayyile. Her ikisinden mahrum olarak artık devrinin aşmak üzere olduğu dağın zirvesinde duvarın üstündeki horoz gibi gururlanmaktan başka bir şey yapamazdı. Tarihin bize ifşa ettiği sima inanılmaz derecede büyük bir hodbinlikle harekete gelmiş, hudʻa ve ihtiraslarla dolu bütün kendisine itimat edenleri istihfaf eden bir mahlûkun simasıdır. Sezarın, İskenderin, Şarlmanın sahtesi olarak devam etti. Ta ki- Viktor Hugo’nun muhavvef tabiriyle “Allah kendisinden usanarak” onu bir köşeye attı ve orada en berbat hatalarının birer daha şerâresinden ibaret olduğunu isbat için muhtaç olduğu zaman kendisine verdi.

Birinci konsolun zamanı ihtimal hayatının en şerefli safhasını teşkil eder. Eline direktıuvarın mütezelzil işlerini aldı ve İtalyanın şimalinde oldukça hareketli bir seferden sonra Alexandırı kurbünde kazandığı Marengo (1800) muzafferiyeti sayesinde işlerini iyi bir neticeye îsâl edebildi. Bu, bir an için inhizama münkalib olmak tehlikesini geçiren bir muzafferiyet olmuştu. Aynı senenin kanunuevvelinde [s. 119] General Moro karla çamur arasında Avusturya ordusuna Hohenlinden ezici bir darbe indirmişti. Bu muzaffariyetler çoktan beri ümit olunan sulhu imkan dairesine getirmişti. 1801’de sulh mukaddematı İngiltere, Avusturya ile imzalandı. Amiens muahedesiyle (1802), İngiltere ile kati musalaha da aktedildi. Bunun üzerine Napolyon Fransa ile Avrupanın bu derece muhtaç olduğu yapıcılık siyasetine kendisini tamamiyle vermek serbestiyesine malik bulundu. Muharebe Fransanın hudûdlarını genişletmiş, İngiltere ile akdedilen muʻâhade ona müstemkelerini iade etmişti ve emniyeti öyle temin edilmişti ki bizzat On Dördüncü Lui bile o derecesini tahayyül etmemişti. Binaenaleyh Napolyon sadece yeni nizam-ı âlemi takviye edebilir ve Avrupanın, bütün cihanın meşalesi olacak bir yeni devlet kurabilirdi. Napolyon bu gayenin istihsaline çalışmadı. Mukallid zihni yalnız bir hayal: Yeni bir Sezar olmak hayalini besliyordu. Sanki âlem hala bu kabilden

bir teşebbüse müsamaha edebilecek bir halde idi. Başında tac olmak üzere hakiki bir imparator olmak tasavvurunu kurmuştu, o halde rakibleri, mektep arkadaşları dostları, ayakları menzelesinde kalacaklardır. Hakikatte bu yeni unvan kendisine yeni hiçbir iktidar vermezdi. Fakat o haliyle parlak bir tavır ve edası olacaktı ve validesini ne kadar hayrete düşürecekti. Bu kıratta bir dimağ için âlemin kendisini davet ettiği muhteşem yapıcılık cehd ve gayreti ne olabilirdi?

Evvela insanın refah ve mamuriyete avdet etmesi lazımdı. Aç Fransa şüphesiz bir imparator kabul ve tecviz edemezdi. Binenaaleyh On Beşinci Luinin tasdik etmiş olduğu vilayet yolları le programme vicinal içeriye vaadetti. İngiliz kanallarını model ittihaz ederek kanalları inkişaf ettirdi. Polis teşkilatını ıslah ederek memlekete bir emniyet hissi verdi ve dekoru kendi dramına göre hazırlamış olmak üzere Parisi bir Roma şehrine benzeeyecek surette klasik sütunlar ve taklarla tezyin etti. Banka teşkilatında da tamamıyla mükemmel bazı planlardan istifade etti. Bütün bu işlerde zamanın ruhunu takib etti. Kendisi hiç yaşamamış olsaydı, dahi bütün bunlar yine aynıyla –şu kadar ki daha az müstebidâne autocrotique ve daha az merkeziyetçi bir tarzda- vukuʻa gelecekti. Cumhuriyetçileri de zaafa düşürmek yolunu aradı. Az sonra onları esaslı imanlarının en derin yerinden yaralayacaktı. Yani rejime hürmet edeceklerine söz vermek şartıyla siyasî muhacirleri memlekete çağırdı. Çoğu bu daveti nimet bildiler ve sıkılmaksızın borbunların davasını terk ettiler. Fransa’yı Roma ile barıştırmak istedi ve papa ile bir misak, Konkordat misakını Le Concordat akdetti. Roma ona müzaharet edecekti. Buna mukabil Puruvaslarda rahiblerin kaza dairelerinde Romanın nüfûzunun ihyâ edecekti. Fransanın hiçbir zaman dini olmaksızın muti ve sühuletle kabil-i idare bir memleket, bir yeni monarşi (tek şahıs hükümdarlığı ) olmayacağını takdir ediyordu. “Dinsiz devlet içinde nizam ve asayişi nasıl muhafaza ve temin edebilirsiniz? Diyordu. Servetlerde müsavatsızlık olmayınca cemiyet olmaz, cemiyet ise dinin haricinde beka bulamaz. Bir insan çok yediği için hasta olan bir başka insanın yanında açlıktan ölürken o aç insanın böyle bir şerait-i hayat tefavütüne gönül rızasıyla boyun eğeceğini bekleyemezsiniz. İlla hâkim bir kuvvet kendisine şöyle ilan etsin: Allah böyle istiyor: Dünyada hem zenginler hem fakirler bulunmalıdır, ancak bilahare müebbeden olmak üzere servetler büsbütün başka bir tarzda tevzi olunacaktır.” Din -bilhassa son asır Katolikliği ona göre halkı sakin tutacak en iyi aletti. Esasen bunun içindir ki Napolyon da gençliğinde Jakoben iken dine şiddetle taarruz etmişti.

Muhayyilesinin saʻasını ve tabʻ-ı beşer hakkındaki takdirini işaret [s. 120] eden büyük fikirlerinden biri de Legion Honneur nişanının ihdâsıdır: Bu mükemmel proje idi. Zira Fransızlara kurdele parçaları vererek harislerini fesadlar tertibine girişmekten menʻediyordu.

Napolyon bir de Hıristiyanlık propagandasına oldukça şiddetli bir alaka göstermişti İsayı siyasî maksatlarda kullanmak istiyordu. “Ecnebi memleketler misyonerlerini ihyâ etmek arzusundayız, zira dini misyonerler bana Asya’da, Afrika ve Amerika’da faydalı olabilirler. Ben onları ziyaret edecekleri bütün memleketleri istikşâfa göndereceğim, kıyafetlerinin kudsiyeti onları himaye edeceğinden başka siyasî ve ticari istilâʻlarını gizlemeye de hizmet edecektir. Misyonun reisi bundan sonra Roma’da değil Paris’te ikamet edecektir.

Bunlar bir devlet adamından ziyade kurnaz bir tacire yakışan fikirlerdir. Terbiye meseleleri hakkındaki vaziyeti aynı görüş darlığına, yeni bir çağın fecriyle edinilen şartları karşısında aynı gaflete şehadet etmektedir. Memleketin ibtidai tahsilini hemen kamilen ihmal etmiştir; bu maddeyi mahalli idarelere terkettiğini ilan etmiş ve mualimler ücretinin şakirdler tarafından teʼdiye olunacak taksitlerden tesviye edilmesine karar vermişti. Halk tahsilini asla arzu etmediği âşikârdır. Buna mukabil yüksek mekteplerle teknik (fenni sanâʻî) mektepler teʼsis olunmasını musıırâne arzu ediyordu. Çünkü idare ettiği devlet becerikli, hogâm bilhassa malumatı kimselere muhtaç idi. Kundursanın 1792’de tanzim ettiği geniş plan Napolyon’un fikirlerinden çok uzak kalıyordu: Bu [s. 121] plan bütün millet için meccani bir tahsil temin eden tekmil bir sistem yaratıyordu. Bununla beraber -gittikçe farkına vardığımız üzere- ikisinden Kondursa haklı idi: Şimdi bütün büyük milletler Kondursanın görüş noktasına yaklaşmaktadır. Hala buna Napolyon’un münakaşalı tahsil usulü başka bir çağa mahsûs görünmektedir. Irkımızın valide ve zevcelerinin, terbiyesine gelince Bonapart’ın hikmeti buna dair işte ancak şunu düşünüyordu. “Genç kızların tahsiline ait bir planla iştigal etmemize lüzum yoktur, zannederim. Onlar için validelerinden daha iyi mürebbiye olamaz. Devlet namına verilecek bir terbiye genç kızlara yakışan bir şey değildir. Çünkü hiçbir zaman devlet işlerinde kullanılacak değillerdir. Güzel âdâb ve etvâr, işte tekmil onlara lazım olan şey budur, izdivaçta bütün aradıkları şeydir.

Birinci konsol kanunnamesinde kadınlara karşı daha ziyade bir hayırhâhlık göstermemiştir. Kadın kendi emlakını idare etmek hususunda hiçbir hakka malik değildi. Tamamıyla zevcinin vesayeti altında kalıyordu. Diğer cihetten bu kanun-ı

medeniyenin en büyük kısmı şura-yı devletin eseri idi. Napolyon bu şuranın mezakeretini teshilden ziyade taʻsîb etmiş görünmektedir. Buraya ekseriye bağtaten gelir, azaya müfret bir hodgâmlık nümunesi sayılacak ve alelekser müzâkere edilmekte olan maddelerle hiç münasebeti olmayan [s. 122] uzun uzun noktalar peşkeş çekerdi. Şura derin bir hürmetle onu dinlerdi. O nutuklardan bütün edebileceği istifade bundan ibaretti. Napolyon şurayı gece geç vakte kadar müzakerata devama icbar ederdi ve kendisinin hiç uykuya ihtiyaç olmamaktan mağruriyet gösterirdi. Hayatının sonunda bu müzâkereleri yad etmekten hoşlanırdı ve kendisi için kırk muharebe kazanmak değil Napolyon kanun-ı medenisini Code Napoleon yapmış olmak bir şeref olduğunu ilan ediyordu. Muhakkaktır ki bu kanun insanların ekserisinin anlayamadığı bir yığın adli esrar yerine vâzıh ve katʻül-mefâd bir metin ikame etmek suretiyle hakiki bir hizmet ifa etmiştir. Eski ve yeni birçok kanun kümelerini telfîk, tadil, tankîh ve tasfiye ediyordu. Bu kanun Napolyonun diğer müessir inşaiyesi ki ancak acil ihtiyaçları tatmin ediyordu: Eşya ve münasebeti o suretle tarif ve tahdid ediyordu ki insanlar artık münakaşaya lüzum görmeksizin işe geçebilsinler. Şunu da kaydedelim ki maksat daima hasıl olmazdı; zira çok defa tariflerin yanlış olması vaki olurdu. Madde madde tesbit edilen bu kanun işlerinin arkasında zihni faaliyetin pek bariz bir melekesi sayılacak hakiki bir zeka kuvveti yoktu. Napolyon mevcûd ve hasıl olan her şeyi tahsil edilmiş addederdi. Haşmet-penah ancak mevcut olan şeye inanır.” Her medeni cematte esas hizmetini gören ve her beşeri tesanüdün mevkufun aleyhi olan fikirler Napolyonu ihata eden âlemde tam feveran halinde idi. Fakat kendisi bunun farkına varamamıştır. bazı tebdilatı kabul etmişti. Fakat onları müebbed olmak üzere tesbite çalışmıştır. Hala bugün Fransa ona on dokuzuncu asrın bidayetinde giydirmiş olduğu dar gömleğin içinde sıkılmış bulunmaktadır. Kadının, işçinin, köylünün mevki-i içtimâʻisini tesbit etmiştir. Cümlesi hala bu dar ve katı tahdidât şebekesinden kurtulmak için mücadele edip durmaktadır.

Napolyon işte bu suretle sert, ruşen ve dar olan zihnin bütün vesâitini Fransa’yı kaskatı bir hale getirmek için tatbik etmiştir. Fakat bu dimağına hakim olan geniş hodgâmlık planının ancak bir manzarası idi. Yeni bir Sezarlık fikri muhayyilesini işgal ediyordu. 1802’de kendisini kayd-ı hayat ile ve halefini tayin hakkıyla konsol nasbettirmiştir. Son muʻahadedeki hususi maddelere rağmen Hollanda ile İtalya’yı ilhak için gösterdiği aşikar temayül pek çabuk Amyan sulhunu mütezelzil bir bina haline getirdi. Maksadı İngiltere ile bir harb tahrik etmek olduğuna göre donanması İngiltere donanmasına faik bir hale gelinceye kadar beklemeliydi. Bahrî inşaat için büyük

menâbiʻa malik idi. İngiliz hükümeti çok zayıf idi ve teraziyi kendi tarafına meylettirmek için üç dört sene kâfi gelecekti. Halbuki Mısırda yaptığı çetin tecrübelere rağmen hiçbir zaman denizlere hakim olmanın lüzumunu anlamamıştı ve kendisinde bir vakit kazanmak tabiyesini tatbik edecek kadar metanet dimağı yoktu. 1803’te Sicilyanın Napolyon tarafından işgali buhranı taʻcil ve İngiltere ile harbi celb etti. İngiliz nazırı Adıngatun yerini kıymetli ve faal bir insan olan Pitt’e terk etti. Napolyon tarihinin bütün akibetleri bu harpten neşʼet eder.

Hemşerilerinin içtimâʻi mevkiini temine faalâne çalıştı. Bu gayet beşeri, Korsika ve aşiret ruh ve ahlakına gayet muvafık bir hareket idi. Kendisi hakkındaki fikri de anlamamıza hizmet etmektedir. İçimizden kendilerini dinleyen bir samiʻîn heyet olmadıkça yaşayabilecek çok az kişi vardır. Bizim ilk sâmiʻîn heyetimiz ise kendi ailemizdir; hemen cümlemiz vefatımız saatine kadar ebeveynimiz, kardeşlerimiz üzerinde kuvvetli intibalar husula getirmek arzusuyla [s. 123] hareket ederiz. Meşhur olmuş erkek ve kadınların yakın akrabalarına göndermiş oldukları mektupların pek azı tevazûʻ denilen güzel seciyeyi gösterirler. Ancak Mesih İsanın ruhu yüksekliğinde olan ruhlar dönüp aleme “işte validem, işte kardeşlerim” diyebilir. Napolyon’un içtimâʻi yükseleşinde mühim bir âmilde Bonapart ailesi efrâdını ve komşularını hayrete düşürmek, gözlerini kamaştırmak, zihinlerini kendine bend etmek arzusu idi. Kardeşlerine gülünç denilenecek derecede yüksek mevkiler verdi. Çünkü hepsi pek bayağı insanlardı. Vakti ile zaruret çeken Bonapartlar şimdi altın babası kesilmişlerdi. Bütün Korsika hayretinden ağzını açmıştı. Yalnız bir kişi kendisini intibaʻa kaptırmadı. Bu da Napolyon’un validesi idi. Napolyon’un ona, sarfetsin ve komşuşarını hayretlere ilgâ etsin, diye para gönderiyordu. O derece harikulade bir evladın bütün dünyayı sarsabilecek iktidarda bir evladın validesine muvafık tarzda yaşaması için onu teşvik ve tahrik etmekte idi. Fakat çocuk iken harikulade adamı, büyükannesine surat asıyor, diye teʼdib etmiş olan hatuncağız, şimdi otuz iki yaşında olan bu adamın kendisini ne kamaşdırmasına ne de aldatmasına mahal bıraktı. Bütün Fransa ona tapınabilirdi, validesinin onun hakkında bir vehim ve hayale düşmesi mümkün değildir. Kadın, ondan aldığı parayı biriktiriyordu. Tasarrufa riʼâyet etmede ber-devam etti. “Bütün bunlar nihayet bulunca” derdi. “Biriktirdiğim paraları hazır bulmaktan memnun kalırsın.”