• Sonuç bulunamadı

C. 2. b) Toplumsal İlişkilerin Öznel Yönü

Marx, insanların yaşamlarının toplumsal üretimini gerçekleştirmek için kurdukları, maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişme derecesinin karşılığı olarak ortaya çıkan ve belirli, zorunlu, istençlerinden bağımsız olan ilişkilerin, toplumsal ilişkilerin temelini teşkil ettiğini söylemiştir. Buradan yola çıkarak kutsallık atfedilen bir çok üstyapı öğesinin tarihsel olgular olduğunu göstermeye yönelmiştir. Örnek verecek olursak, Prusya Devleti'nin ve Hristiyanlık'ın tanrısal istencin ürünü olarak varolmadıklarını, bu olguların tarihin belirli bir aşamasında bir takım toplumsal ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıktığını göstermeye çalışmıştır. Hegel'in hukuk felsefesine ve sol-hegelci olarak adlandırılan entelektüellerin Hegel'in felsefe dizgesinin mantığına ve terminolojisine olan bağlılıklarına yönelttiği eleştiriler bu bağlamda ele alınabilir. Marx'ın çalışmaları bu eleştirilerin ardından ağırlıklı olarak üretim ilişkilerinin anatomisini inceleyen ekonomi politik üzerinde yoğunlaşmıştır.

Marx'ın bu alanda yaptığı çalışmalar, kendisine toplumsal ilişkilerin temelini

187

oluşturduğunu düşündüğü üretim ilişkilerinin anatomisi hakkında daha derin bir birikime sahip olma fırsatı vermiştir. Marx böylece nesnel kriterlerden faydalanarak, diğer bir deyişle somut temelden hareket ederek yukarıda örneklerini verdiğimiz türden olguların tarihselliğini göz önüne sermeye çalışmıştır. Devletin, dinin, üretim tarzlarının vb. toplumsal olguların mutlak hakikat olarak kavranmasına karşı çıkmış, kendisinin zaman zaman kullandığı bir ifadeye başvuracak olursak, bu tür kendisine kutsallık atfedilen olguların “büyüsünü bozmayı” amaçlamıştır. Toplumsal varlığın, temelinde üretim ilişkilerinin bulunduğu toplumsal ilişkiler bütünü olarak ele alınması gerektiğini belirtmiştir.

Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi Marx, toplumsal varlığı oluşturan ilişkiler bütününün nesnel ve öznel yönleri arasındaki bağın kurulmasına özen göstermiştir.

Bununla birlikte kendisi kimi çalışmalarında ele aldığı konuların niteliğine bağlı olarak ağırlıkla bu yönlerden biri üzerinde durup, diğer yönü dolaylı biçimde ele almıştır, ancak hiç bir zaman için bunları mutlak anlamda birbirlerinden koparmamıştır. Çalışmamın bu bölümünde şimdiye kadar ağırlıklı olarak Marx'ın toplumsal ilişkilerin nesnel yönü hakkındaki görüşleri üzerinde durdum. Üretici güçleri, üretim ilişkilerini, bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkileri ve üretim ilişkileri üzerinde temellenen mülkiyet ilişkileri ve toplumsal bilinç biçimlerini tanımlamaya ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamaya çalıştım. Bununla birlikte tarihin belirli bir anında üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki karşılıklı ilişkilerin ve üstyapı olarak adlandırdığımız toplumsal olguların, o an için almış oldukları somut biçimlerin nasıl ortaya çıktığı sorularını henüz yanıtlamadım.84 Bu noktadan itibaren,

84 Bu noktada Marx'ın kullanmış olduğu iki kavram arasındaki ayrımı vurgulamak istiyorum bu kavramlardan ilki üretim tarzı (Produktionsweise), ikincisi ise toplumsal formasyon

Marx'ın, buraya kadar açıklamaya çalıştığımız koşullar tarafından belirlenen, ancak eylemleriyle bu koşulları üreten faktör, yani insan faktörü hakkındaki görüşleri üzerinde duracağım. Marx, insan faktörünü, yani emeğiyle yaşamını üreten gerçek insanı, toplumsal varlığı oluşturan ilişkilerin öznel yönü olarak ele almıştır. Üretici güçler, üretim ilişkileri, mülkiyet ilişkiler vb. kategorilerle ifade edilen toplumsal olguların, insanların varlığıyla, emeğiyle yaşamını üreten ve birbirleriyle karşılıklı ilişkiler kuran gerçek insanların varlığıyla anlam kazandığını göstermeye çalışmıştır.

Emek olgusunu toplumsal varlığı oluşturan ilişkilerin nesnel yönünü oluşturan koşulları baştan sona kesen ve toplumsal ilişkilerin bütünlüğünü sağlayan bir etken olarak değerlendirmiştir.

Şimdiye kadar anlattığımız şeyler, üretim ilişkilerinin üretici güçlerin belirli gelişmişlik seviyesini yansıtması, üstyapı öğelerinin üretim ilişkileri olarak adlandırılan faaliyetlerin ifadelerini oluşturmaları vs., belirli cisimler, ilişki kalıpları ve zihinsel faaliyetlerin ürünleri arasındaki ilişkileri dile getirmektedir. Bu durum şu sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır: Marx, Hegel'in tarihi kendi zihninin

(Gesellschaftsformation) dur. Marx, “Karşılığı ödenmemiş artık emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alınmasının özgül ekonomik biçimi, doğrudan üretimin kendisinden kaynaklanarak yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiyi belirlediği gibi, belirleyici bir faktör olarak üretime de etkide bulunur. Üretim ilişkilerinin kendiliğinden doğup gelişen bütün bir ekonomik topluluk ile birlikte bunun özgül politik biçimi de bunun üzerine kuruludur. Tüm toplumsal yapının en derindeki sırrını, gizli temelini açığa vuran şey her durumda, üretim koşullarını belirleyenlerin doğrudan üreticilerle olan doğrudan ilişkisidir – bu ilişki doğal olarak her durumda yöntemlerin ve dolayısıyla emeğin toplumsal üretkenliğinin belirli bir gelişim aşamasına karşılık düşer” diyerek üretim tarzı kavramını gündeme getirmiştir (Bottomore, 2001: 612). Tarihte şimdiye kadar, İlkel, Asya Tipi, Feodal ve Kapitalist üretim tarzlarının ortaya çıkmış olduğunu belirtmiştir. Toplumsal formasyon kavramını ise sıklıkla birden çok üretim tarzının birbirine eklemlenmiş tarzda bulunduğu, ancak bu eklemlenmenin belirli bir üretim tarzının başatlığında gerçekleştiği somut gerçekliği ifade etmek için kullanmıştır. Üretim tarzını daha üst düzey bir soyutlamanın ürünü olan bir kavram biçiminde ele alırken, toplumsal formasyonu, toplumsal varlığın değişim/dönüşüm süreci içinde belirli bir zamanda almış olduğu somut biçimi analiz edebilmek için kullanmıştır.

Ben yukarıda henüz yanıtını vermemiş olduğum sorunun belirli bir toplumsal formasyonun, örneğin 1980 sonrası Türkiye'sinin, tarihteki yerini nasıl almış olduğu sorusu olarak da formüle edilebileceğini düşünüyorum. Bununla birlikte eklemekte fayda gördüğüm diğer bir husus ise toplumsal formasyonların meydana çıkışının üretim tarzlarının oluşum süreçlerini içeren bir süreç olarak ele alınması gerektiğidir.

189

hareketini gerçek hareketin yerine geçirerek açıklamaya çalışması gibi; belirli cisimleri, ilişki kalıplarını ve düşünceleri ifade eden kategoriler arasındaki ilişkileri tarihi meydana getiren ilişkilerin yerine mi geçirmektedir? Bu soruya olumsuz yönde bir yanıt vereceğim. Marx tarihi teknolojinin, hükümdarların ya da bir takım zihinsel kategorilerin tarihi olarak değil, gerçek insanlar arasındaki ilişkilerin tarihi olarak ele almıştır. Burada Marx gerçek insan kavramıyla, çalışarak yani emekgücünü kullanarak yaşamını üreten insanı ifade etmek istemiştir. Böyle bir vurgu yapmak isteyişinin nedeni muhtemelen insanı zihinsel bir kategori veya salt bir kendininbilinci olarak değerlendirmediğini göstermek istemiş olmasıdır. Marx'a göre insanlar yaşamlarını üretme faaliyeti esnasında birbirleriyle karşılıklı ilişkiler kurmaktadırlar. Marx bu konuyu son derece önemsemiştir, karşılıklı ilişkilerin önce teker teker varolup daha sonra birbirleriyle ilişkiye geçen insanlar arasında kurulmadığını, karşılıklı ilişkilerin kurulumuyla insanların varoluşlarının aynı anda gerçekleştiğini belirmiştir. Ona göre bu gerçekleşmeyi, yaşamın üretimine yönelen faaliyet, diğer bir deyişle yaşamın üretimi amacıyla harcanan emek sağlamıştır.

Marx'a göre, insanlar doğuştan itibaren birarada bulunmaktadırlar, bu biraradalık yaşamın üretilmesine yönelik faaliyetlere girişilmesiyle karşılıklı ilişkilere, işbirliğine dönüşür ve toplumsal varlığın oluşumunu sağlar. Marx insanların maddi yaşamlarını üretmek için sarfettikleri emek üzerinden kurulan ilişkilerin daima bu emeği sarfeden insanlardan – genel olarak insanlardan değil – bağımsız olarak gelişen belirli koşullar çerçevesinde gerçekleştiğini söylemiştir. Bunun nedeni insanların maddi yaşamlarını üretmek için karşılamak zorunda oldukları ihtiyaçlarının, bu ihtiyaçları karşılamak için kullanabilecekleri toplumsal güçlerin,

emekgüçlerinin niteliğinin vb. gibi üretim süreci açısından önem taşıyan değişkenlerin daima kendi iradelerinin bağımsız olarak gelişen süreçler tarafından belirlenmiş olmasıdır. Buraya kadar ağırlıklı olarak insanlar arasındaki karşılıklı ilişkilerin içerisinde geliştiği koşulları, yani bu ilişkilerin nesnel yönü üzerinde durdum. Bu noktadan itibaren, başkaları ile ilişkileri, eşdeyişle bilinçleri buraya kadar açıklamaya çalıştığımız koşullar tarafından belirlenen gerçek insanlar üzerinde duracağım.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi Marx, gerçek insanlar kavramıyla, emekgüçleri sayesinde doğayı kendi gereksinimleri doğrultusunda dönüştürerek, yaşamlarını üreten insanları ifade etmektedir. Marx'a göre insanlar, emek yoluyla kendi yaşamlarını ve üreme yoluyla başkalarının yaşamlarını üretirler. Bu faaliyetler bir yandan doğal, öte yandan toplumsal bir ilişki olarak gözüken ikili bir ilişki ağının ortaya çıkmasına neden olur (Marx, 2006: 66). Bu ilişkilerin içeriği insanların kendi doğalarını üretmelerinden oluşmaktadır, çünkü insanların yaşamlarını üretmeleriyle, fiziksel varlıklarını ve toplumsal ilişkileri üretmeleri aynı sürecin parçalarıdır ki, bu süreçte insanlar doğal ve toplumsal açıdan kendi doğalarını da üretmektedirler. Bu durum Hegel'in Tin'i tarihin öznesi ve nesnesi olarak ele alması ile aynı anlama gelmemektedir. Hegel'de Tin, doğayı ikincil bir varoluşa indirgeyen mutlak İde'nin, dünyadaki asıl varoluş biçimi olarak kavranılır. Dolayısıyla Tin mutlak anlamda varolan ve bunun bilincine varan Varlık'tır, diğer bir deyişle mutlak bireyselliktir, çünkü kendisi dışında varolan ve onun varlığını kısıtlayan başka bir şey yoktur.

Hegel'de tarih zaten varolanın, mutlak Varlık'ın, değişmeden kalan Öz'ün varlığının bilincine ulaşmasıdır. Oysa Marx insanı bu tür metafizik bir varlık olarak görmez.

191

İnsanı doğal bir tür olarak ele alır. Kendi doğasını yaratışının, kendinden bağımsız olarak varolan doğanın belirlediği koşullarda ve aynı zamanda parçası olduğu doğayı dönüştürebilme yeteneğine bağlı olarak gerçekleştiğini belirtir. İnsanların tarihini genel bir tarihin, doğayı da kapsayan bir tarihin parçası olarak ele alır. İnsanların kendi doğalarını geliştirmelerinin ve kendi tarihlerini meydana getirmelerinin emek sarfetmeleriyle mümkün olabileceğini belirtir. Bu emek somut, maddi emektir. Zaten varolanın bilincine varan salt zihinsel emek değil, yaşamın üretilmesi için gereken her türlü emektir. Marx, insanların tarihini meydana getiren ilişkilerin, doğal ve toplumsal ilişkilerin ortaya koyduğu bütünün, öznel yönünü emeğin, daha doğrusu emekgücüne sahip olan insanların oluşturduğunu belirtmiştir.

Bu yüzden incelememe Marx'ın, insanların emek (Arbeit)85 yoluyla yaşamlarını üretmeleriyle ortaya çıkan ilişkiler hakkındaki görüşlerini ele alarak devam edeceğim. Marx bu ilişkilerin ilk boyutunu doğal ilişkilerin oluşturduğunu belirtmiştir. Doğal ilişkilerin temelinde hem insanın hem de doğanın katıldığı ve insanın kendiliğinden, kendisi ile doğa arasındaki maddi etki ve tepkileri başlattığı, düzenlediği ve denetlediği bir sürecin, emek sürecinin bulunduğunu söylemiştir.

Marx'a göre emek sürecininin temel unsurlarını, insanın faaliyeti yani emek, bu faaliyetin yöneldiği nesne ve bu faaliyet esnasında kullanılacak olan toplumsal üretici güçleri oluşturmaktadır. Bu süreç (emek süreci) içerisinde insanlar, doğanın ürünlerini kendi isteklerine uygun bir biçimde elde edebilmek için vücutlarının doğal güçlerini harekete geçirerek kendilerini doğanın karşısına onun kendi kuvvetlerinden biri olarak çıkarırlar. Böylece insanlar dış dünya üzerinde etkide bulunup onu

85 Arbeit sözcüğü Almanca'da emek anlamına geldiği gibi çalışma anlamına da gelmektedir.

değiştirmekle aynı zamanda kendi doğalarını da değiştirmiş olurlar (Marx, 2006: 94-95). Marx, insanların burada ele aldığımız doğal ilişkilerin86 ötesinde toplumsal ilişkiler içerisine de girdiklerini düşünmektedir. Marx'a göre toplumsal ilişkiler,

“hangi şartlar altında, ne şekilde ya da ne maksatla olursa olsun, çeşitli bireylerin işbirliği yapması” sonucunda ortaya çıkan ilişkilerdir (Marx, 2006: 66). Bu ilişkiler, doğal ilişkiler tarafından belirlenmekte ve aynı zamanda doğal ilişkilere katılarak onları belirlemektedir. Toplumsal ilişkilerin, doğal ilişkiler tarafından belirlenmesi, insanları biraraya getirip işbirliği yapmalarını sağlayan etmenin ilk olarak insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için doğa ürünlerini dönüştürme yönünde gösterdikleri faaliyetler olmalarından kaynaklanmaktadır. İnsanın temel gereksinmelerinin giderilmesi amacıyla doğa ürünlerinin dönüştürülmesi, daima insanlar arasındaki işbirliğinin, diğer bir ifadeyle toplumsal ilişkilerin belirleyici bir unsuru olarak varolmuştur. Bununla birlikte toplumsal ilişkiler, insanın emekgücünün niteliği ve emek süreci esnasında kullanılan aletlerin gelişimi açısından üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu etki sayesinde toplumsal ilişkilerle doğal ilişkiler arasında kurulan bağ, insanın evrim sürecinin öznel yönünü oluşturmaktadır.

Marx'ın doğal ilişkilerle toplumsal ilişkiler arasında saptamış olduğu karşılıklılık, daha önce üretici güçler ve üretim ilişkileri arasında mevcut olduğunu belirttiği karşılıklılıkla yöntemsel açıdan benzerlik göstermektedir. Doğal ilişkiler, tıpkı üretici güçlerin üretim ilişkilerinin önkoşulu ve sonucu olması gibi, toplumsal ilişkilerin

86 Marx, insanın doğayla ilişkisinde, onu diğer canlılardan ayıran bir özelliğin üzerinde durmuştur.

Bu da insanın her emek sürecinin sonunda, daha sürecin başındayken, tasarımında varolan bir sonucu elde etmesidir. İnsan yalnızca üzerinde çalıştığı bir maddenin biçiminde bir değişiklik yapmakla kalmaz, aynı zamanda kendi faaliyet tarzına yasa getiren ve kendi iradesini de ona tabi kılması gereken bir amacı gerçekleştirmiş olur. Marx bunu “Bir örümcek dokumacınınkine benzer işler yapar ve arı da peteklerini yaparken birçok mimarı karşısında mahcup duruma sokar. Fakat en kötü mimarı bile arıların en iyisinden ayıran şey mimarın, yapısını henüz gerçekliğe kavuşturmadan önce onu hayalinde kurmuş olmasıdır” diyerek açıklamıştır (Marx, 2006: 94-96).

193