• Sonuç bulunamadı

Hegel, Mantık'ında Us'u öncelikle soyut bir ilk belirlenim (Varlık) biçiminde ele alır. Daha sonra bu ilk belirlenimin dolaylanma sürecini (Öz'ü ve Öz'ün edimselliği olarak Töz'ü) açıklar. Son olarak Varlık'ın Kavram'la birliğinden yani mutlak İde'den bahseder. Hegel için mutlak İde, Us'un tüm belirlenimleri ile birlikte yani somut bir biçimde ortaya konulmasıdır. Bu yüzden felsefenin tüm içeriğinin mutlak İde'den ibaret olduğunu belirtmiştir. Hegel'in felsefe dizgesinde Mantık'ın devamını

99

oluşturan Doğa ve Tin38 bölümleri de içerik olarak mutlak İde'yi ele almaktadırlar.

Doğa bölümü, bu içeriğin kendisini dışlaştırmış39 halini konu edinmektedir. Tin40 bölümü ise mutlak İde'nin dışlaşmış halinden tekrar kendisine döndüğü uğraktır.41 Bu yüzden doğa zorunluluk alanı olarak tanımlanırken, tinsel alan özgürlük alanı olarak tanımlanır. Bu ayrım Hegel'in felsefesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Hegel, daha sonra göstermeye çalışacağım gibi, Doğa ile Tin arasında bir bağlantı kurmuştur. Tin'in, Doğa'dan sonra gelen bir belirlenim olarak Doğa'yı kendisinde taşıdığını söyler, fakat burada önemli olan, insanı tinsel alana yerleştirmiş olmasıdır.

Tinsel bir varlık olan insanın elbette ki doğal bir varlık olma yönü vardır, ancak insan tinsel bir varlık olduğu ölçüde mutlak İde'yi tanıyabilir. Diğer bir deyişle doğadan uzaklaştığı ölçüde, zihinsel yeteneklerini geliştirdiği ölçüde insanlaşabilir. Bu görüş Hegel'in tarihi Us'un gelişmesi olarak tanımlayan idealist tarih felsefesinin temelinde yer alması nedeniyle bu noktada değinilmeye değerdir.

38 Doğa ve Tin kavramları, Hegel tarafından mutlak İde'nin farklı görünümleri olarak ele alınmıştır.

Bu metinde de zaman zaman Hegel'in onlara yüklediği anlamlarla (mutlak İde'nin farklı görünümleri anlamında) kullandım. Bu zamanlarda kelimelerin yazımını büyük harfle başlattım.

Bunun dışında bir cins isim olarak doğadan veya tinden bahsettiğim zamanlarda bu kelimeleri küçük harfle başlattım.

39 Hegel'in kullandığı kavram dışlaştırma (Entäuserung) kavramıdır. Yabancılaşma (Entfremdung) değildir (Lukacs, 1975: 537-569).

40 Hegel tin kavramı ile toplumsal/tarihsel olanı kastetmektedir (Savran, 2003: 140-166).

41 Mutlak İde'nin, Doğa ve Tin'le ilişkisini; Varlık'ın, Hiçlik ve Oluş'la ilişkisine benzetebiliriz.

Başlangıçta mutlak İde, doğada ve tinsel alanda aldığı biçimler açısından henüz tanınmayan yani soyut olan tümeldir. Bu özelliğinden dolayı Varlık'a benzetilebilir. Doğa ise mutlak İde'nin kendisini dışlaştırdığı alandır. Mutlak İde'nin kendisi-olmayanıdır, örneğimiz bağlamında Hiçlik'tir. Tin ise mutlak İde ile Doğa'nın birliğidir. Mutlak İde'nin Doğa'ya yayılması, maddi bir varoluşa sahip olmasıdır. Bu yüzden Oluş'a benzer, çünkü Oluş, Hiçlik'ten Varlık'a dönüştür.

Varlık'ı dolaysızlıktan çıkarıp somut olarak yeniden inşa etmektir. Varlık nasıl kendisini gerçekleştirebilmek için Hiçlik olarak ortaya çıkmışsa, mutlak İde de kendisini tanıyabilmek için öncelikle kendisine dışlaşmak, Doğa olarak ortaya çıkmak zorundadır. Kendisini, kendisi ile kendisi-olmayanı arasındaki çelişkiden faydalanarak tanıyacaktır. Tüm bu süreç esnasında yöntem, mutlak biçim olarak, çelişkinin kendisini gösterdiği koşullarda ussal olanı açığa çıkaran kuvvet olarak yer alır. Bu sayede Doğa ve Tin kendisini üçlemeler biçiminde ortaya koyar. Mutlak İde ile Doğa ve Tin arasındaki ilişkiyi Varlık, Hiçlik, Oluş üçlüsü arasındaki ilişki ile analoji içinde açıklayabilmemizin nedeni de yöntemin mutlak biçim olma özelliğidir.

Hegel Doğa'yı mutlak İde'nin kendisini dışlaştırması olarak tanımlar (Hegel, 1997: 34). Hegel'e göre mutlak İde kendisini dışlaştırmak zorundadır, çünkü mutlak İde kendisini tanımak istiyorsa, kendisi ile özdeşliğinden hareket ederek bunu başaramaz. Kendisini önce kendi-olmayanı ile özdeş kılmak zorundadır. Daha sonra bu özdeşlikten yola çıkarak kendine dönebilir. Mutlak İde'nin kendisini dışlaştırmış halinin Doğa olarak adlandırılması da Hegel'in felsefi idealizmini en belirgin biçimde göz önüne seren ifadelerden birisidir. Hegel'in idealist felsefe dizgesi, daha önce de açıklamaya çalıştığımız gibi bir daire biçiminde ortaya konmaktadır. Burada içiçe geçmiş dairelerin (üçlemelerin) oluşturduğu bir daireden bahsediyoruz. Dizgeyi oluşturan dairenin her bir halkasının hangi halkayı takip edeceği ve hangi halka tarafından takip edileceği belirlidir. Hegel bu belirlenmişliği ereksellik ilişkisi olarak ele alır. Doğa'nın kendinden önce gelen halkanın yani mutlak İde'nin, kendinden sonra gelen halka yani Tin olarak belirmesi ereğiyle ortaya çıktığını söyler. Bu yüzden Doğa'nın “mutlak son ereği” kendinde kapsamadığını belirtir, çünkü Hegel'e göre mutlak son erek mutlak İde'nin kendisini gerçekleştirmesi, kendisini tanımasıdır ve bunu Doğa'da beceremediği için Tin'e geçmek zorundadır (Hegel, 1997: 24-26).

Hegel'in bununla kastettiği şey şudur: Mutlak İde, kendisini Doğa'da tam olarak tanıyamaz, ancak kendisini tanıyabilmesi için Doğa olarak varolması bir zorunluluktur, çünkü Doğa olmadan Hegel'in deyimiyle “asıl vatanına” yani Tin'e geçmesi mümkün değildir.

Mutlak İde, Doğa'nın bir evreler dizgesi şeklinde varolmasını sağlar. Bu ifadeyi açmak gerekirse, Hegel'in Doğa'yı da tıpkı Mantık gibi dolaysız bir başlangıçtan dolaylanmış bir sonuca doğru hareket eden bir bütün olarak ele aldığını

101

söyleyebiliriz. Ancak Hegel'e göre bu ilerleme aslında doğaya özgü bir ilerleme değildir. İlerleme Doğa'nın temelinde yer alan mutlak İde tarafından Hegel'in mantığı üzerinde dururken açıklamaya çalışmış olduğumuz tözsellik ilişkisi çerçevesinde gerçekleştirilir. Bu yüzden doğada gördüğümüz başkalaşımın asıl nedeni Kavram42'ın hareketidir. Zaten Hegel'e göre Kavram'ın hareketi dışında bir gelişimin ortaya çıkması söz konusu değildir (Hegel, 1997: 40). Bu noktadan sonra, mutlak İde'nin Doğa'daki gelişimi ortaya nasıl çıkardığı üzerinde durarak onun Tin'e geçişini açıklamaya çalışacağım.

Doğa'nın mutlak İde'nin kendi-olmayanı, diğer bir ifadeyle mutlak İde'nin kendisini dışlaştırması olduğunu söylemiştik. Daha sonra mutlak İde'nin kendi başkasındaki yani Doğa'daki gelişimi - evreleri - meydana getirdiğini belirttik. Doğa mutlak İde'nin kendisini dışlaştırmasıyla ortaya çıkmıştır, ancak yöntem tartışmasından hatırlayacağımız gibi ilk terim olarak mutlak İde, Doğa'nın temelinde yer almaya devam etmektedir. Bu dışlaştırma işlemi içinde mutlak İde ilk olarak kendi dışsallığından başlar ki mutlak İde'nin dışsallığı Ölüm'dür (Tod). Daha sonra dışsallığından kendi içine döner böylece Canlılık'ı (Lebendigkeit) meydana getirir.

Mutlak İde daha sonra salt yaşam olarak belirdiği bu biçimi de yadsır. Böylece kendi varoluşunu daha yüksek bir varoluşa taşımış olur. Bu yeni varoluş Doğa'nın hakikati olan Tin'dir. Mutlak İde, Doğa'nın evrelerini meydana getirerek sonuçta onun

42 Bu noktada bir hatırlatma yapmanın faydası olabileceğini düşünüyorum. Kavram, bilince yansımış Varlık olarak tanımlanabilir. Mutlak İde ise Varlık'ın kendinde taşıdığı belirlenimlerin tümünü açığa çıkarmış olan Kavram'dır. Varlık ile Kavram arasındaki, gerçeklik ile kavram arasındaki mutlak uyumdur. Bu yüzden mutlak İde'nin doğanın evrelerini oluşturmasını açıklarken Kavram'ın hareketine göndermede bulunabiliyoruz, çünkü mutlak İde'nin kendisi hareketini tamamlamış Kavram'dan başka bir şey değildir.

aşılmasını ve asıl edimselliği olan Tin'in ortaya çıkışını sağlamış olur (Hegel, 1997:

44).

Önceki bölümde incelediğimiz gibi Us kendisini salt biçimiyle Mantık'ta açmıştır. Bu açış sırasında Us, dolaysız biçimiyle Varlık, dolaylanmış biçimiyle de mutlak İde olarak adlandırılmıştır. Us daha sonra kendisini fiziksel Doğa'da ve en son olarak Tin43'de açar (Hegel, 2003: 58). Tin, mutlak İde'nin ereğine uygun bir şekilde açılması olarak ortaya çıkar. Mutlak İde'nin kendisini Doğa olarak açması ereğine uygun değildir, çünkü kendisini doğada tanıyamamaktadır. Mutlak İde'nin kendisini tanıyabilmesi için kimi araç ve gereçlere ihtiyacı vardır ve kendisine bu araç ve gereçleri sağlayan şey tinsel alanda varolması, diğer bir deyişle Tin olarak varolmasıdır. Tin içinde sırasıyla öznel Tin, nesnel Tin ve mutlak Tin uğraklarını barındırmaktadır. Bu uğraklar, mutlak İde'nin kendisini gerçekleştirmek ve tanımak için büründüğü kılığın yani Tin'in - mutlak İde tarafından - kendisine verilen görevi yerine getirmek için kullandığı araç ve gereçlerdir. Bu özelliğinden dolayı Tin'i, mutlak İde'nin tarihsel/toplumsal ortamdaki varlığı olarak da tanımlayabiliriz.

Hegel'in felsefe dizgesinin üçüncü kısmını oluşturan Tin Bilimleri, Us'un yani mutlak İde'nin kendisini tarihsel/toplumsal ortamda gerçekleştirişini ve tanıyışını konu alır. Tin Bilimleri ilk olarak üçe ayrılırlar; öznel Tin, nesnel Tin ve mutlak Tin.

Öznel Tin, bireysel bilinç üzerinde yoğunlaşır; antropoloji, fenomenoloji ve psikoloji bilimlerini içerir. Toplumun ortaya çıkışını ve gelişimini bireyin bilincine yansıyışı

43 Tin (Geist) kavramı Hegel'in felsefeye kattığı en önemli kavramlardan birisidir. Türkçe'de zihin ve ruh kelimeleri ile karşılanan Tin kavramı, Hegel'in hem Aydınlanma ile kendisini açıkça dayatan Us kavramını hem de Alman Romantizmi'nin Aydınlanma'ya yönelttiği temel eleştirilerden biri olan duygusallık temasını birlikte karşılamasını sağlar. Nitekim Hegel, Tin'in mutlak biçimini oluşturan öğeleri sanat, din ve felsefe olarak tanımlar. Ayrıca burada felsefenin en üst düzey olarak konulmasının, Hegel'in rasyonalizm tutkusunu simgelediğini düşünebiliriz.

103

açısından ele alır. Buna karşılık nesnel Tin ise aynı süreci toplum açısından ele alır.

Mutlak İde'nin tinsel alandaki açılışını toplumların bilinçlerine yansıdığı şekliyle inceler. Bu yüzden hukuk, ahlak ve törellik konuları nesnel Tin'in inceleme alanını oluştururlar. Mutlak Tin ise öznel ve nesnel Tin'in birliği olarak ortaya çıkar.

Tarihsel/toplumsal alanda kendisini açığa vuran şeyin yani mutlak İde'nin betimleyicisidir. Bu betimleme sanat, din ve felsefe şeklinde gerçekleşir. Tin'in ortaya çıkardığı gerçekliğin ussal bir bütün olarak tanınmasını sağlar. Bu yüzden Us'un özgürlüğünü ifade eder. Zorunluluğu temsil eden Doğa'nın tersine o, Tin'in özgürlüğü temsil etmesini sağlar.

Şimdi yanıtlamamız gereken soru şudur: Tarih bu tablonun neresinde yer almaktadır? Hegel tarihi özgürlük bilincindeki ilerleme olarak ele aldığına göre tarihin tinsel alanda yer aldığını söyleyebiliriz. Tarih, tinsel alanın neresindedir diye sorduğumuzdaysa iki farklı yanıt ortaya çıkmaktadır. Tarih bir anlamda Tin'in tümüne yayılmıştır, çünkü ister bireysel ister toplumsal anlamda ele alınsın, insan bilincinin gelişimine etkide bulunan olayların tümü (res gestae) tarihi meydana getirmektedirler. Bununla birlikte tarih, dizge içerisinde belirli bir aşamada ele alınmıştır, çünkü tarihin Tin'in hareketinin belirli bir aşamasından sonra gerçekleşmiş olduğu ve bu aşamada bilinebileceği (historium rerum gestarum) iddia edilmiştir (Hegel, 2003: 164). Ayrıca tarihin bu aşamaya gelmesi felsefenin ortaya çıkışı için önkoşul olarak ele alınmıştır, çünkü tarihin belirli bir aşamaya gelmesi, Tin'in, mutlak son ereği gerçekleştirmiş olduğunun göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu konuyu sırasıyla tarihin başlangıcı, gelişimi ve son aşamaya ulaşması üzerinde

durarak açıklamaya çalışacağım, ancak bunu açıklayabilmek için üzerinde durmam gereken birkaç husus bulunmaktadır.