• Sonuç bulunamadı

C. 3) Tin'in Özünün Gerçekleşmesi Olarak Tarih

alır. Bu bütünü incelemeye geçmeden önce yöntemsel açıdan konuya ilişkin bir hatırlatma yapmak istiyorum. Hatırlatmak istediğim husus, Hegel'in yöntemine biçimini veren erekselci düşüncedir. Hegel, felsefenin somut gerçekliği zihinde yeniden kurgulama işlemi olduğunu savunmaktadır. Bu işlemi gerçekleştirmek için ilkin somut gerçekliği sonuç olarak ele alır. Daha sonra bu sonucun temel özelliklerini barındıran soyut bir kavram ortaya atar ve bu kavramı başlangıç olarak adlandırır. Bunu takiben başlangıcı referans noktası alarak sonuca doğru ilerler ve somutu zihninde tekrar kurar. Hegel'in erekselciliği bu tablodan çıkarılabilir. Şöyle ki, Hegel, başlangıcın sonucu kendinde taşıdığını, sonuca ulaşma ereğiyle harekete geçerek kendisini yadsıdığını ve sonra bu yadsımasını da yadsıyarak ereğine yani sonuca ulaştığını söylemiştir.45 Hegel tarihi ele alırken de aynı şablonu kullanmıştır.

Kendi zamanını zihninde özgürlüğün gerçekleştiği dönem olarak kurgulamış ve daha sonra bu sonucu kendinde taşıyan bir başlangıç yaratmıştır. Bu başlangıcı Tin olarak adlandırmış ve Tin'in özünde özgürlüğü taşıdığını iddia etmiş ve tarihi Tin'in, özünü yani özgürlüğü gerçekleştirme ereği ile meydana getirdiği olguların bütünü olarak değerlendirmiştir. Hegel'e göre Tin, tarihte kendi gelişimi aracılığıyla kendisini tümleyen Öz'dür ve bu Öz'ün kendisini tümlemesi ile tarih son aşamaya erişmiş, bir bütün olarak ortaya çıkar.

Şimdi, Hegel'in tarihi, felsefe dizgesini meydana getiren ve üçlü yapıya sahip olan halkalardan biri şeklinde ele alışı üzerinde duracağım. Bu dairenin ilk uğrağını tarihin başlangıcı oluşturmaktadır. Hegel'e göre tarihin başlangıcı Tin'in dünyada ilk olarak belirdiği andır, çünkü Tin'in belirişi ussallığın dünyada varolmaya başladığı an olarak kabul edilebilir. Hegel'in tarihin başlangıcı olarak Tin'in dünyada belirdiği anı belirlemesinin nedeni, Tin'in tözünün, özünün özgürlük olduğunu düşünmesinden kaynaklanmaktadır (Hegel, 2006b: 20). Bunu biraz açmamız gerekiyor. Hegel, yukarıda da bahsetmiş olduğumuz gibi başlangıcı sonuçtan hareket ederek oluşturur.

Ona göre tarihin son aşamasına ulaşılmıştır ve bu aşama özgürlük aşamasıdır.

Tarihin son aşamasının özgürlük olarak ortaya çıkması tarihin ereğinin özgürlüğü ortaya çıkarmak olduğu anlamına gelir. Bu yüzden tarihin en başından beri bu ereği içinde barındıran bir ilk ilke tarafından yönlendirilmesi gerekmektedir. Hegel'e göre bu ilk ilke yani töz mutlak İde'dir ve daha doğrusu onun dünyada aldığı şekil olarak Tin'dir, çünkü Tin, mutlak İde'nin kendisini doğadan dışlaştırmasıyla büründüğü kılıktır. Mutlak İde'yi yani tözünü Doğa'nın aksine içinde barındırmaktadır. Doğa, mutlak İde'nin kendisini dışlaştırması olduğu için tözünü dışında taşır. Tin ise bu durumun yadsınmasıyla ortaya çıkar ve mutlak İde'nin dışlaşmasının dışlaşması, diğer bir deyişle mutlak İde'ye, hakikate dönüştür. Bu yüzden tözünü kendinde taşımaktadır. Hegel bunu, Tin'in “kendi kendisi ile olma” olduğunu söyleyerek ifade eder. Kendi kendisi ile olma Hegel için özgür olma anlamına gelmektedir: “...

bağımlı olduğum zaman kendimi bir başkası ile bağıntılarım ki, o değilimdir; dışsal birşey olmaksızın olamam; eğer kendi kendim ile isem, özgürümdür.” (Hegel, 2006b:

21). İşte Tin bu özelliğinden dolayı yani özü özgürlük olduğu için tarihin başlangıcı

olarak kabul edilir, çünkü Hegel'in ifadesi ile tözü, özü özgürlük olan Tin, tarihin sonucunu kendinde taşımaktadır ve kendinde taşıdığı bu özü gerçekleştirme ereği ile eyleyerek kendisini tümler.

Hegel'in özgürlüğü Tin'in özü olarak ele aldığını belirtmiştik. Hegel bununla birlikte özgürlüğün aynı zamanda Tin'in tözü olduğunu söylemiştir, çünkü Tin'in özü olan özgürlüğün, aynı zamanda onun bu özü gerçekleştirme doğrultusunda edimselleşmesini sağlayan gücü olduğunu düşünmektedir. Diğer bir deyişle özgürlüğün, Tin'in gerçekleştirmek için hareket ettiği ereği oluşturduğunu düşünmektedir. Tin zaten kendinde içerdiği özgürlüğü ortaya çıkarmak için edimselleşir. Bu yüzden özgürlük aynı zamanda Tin'in tözüdür. Tin, özünü ortaya çıkardıkça kendini kendinde ne ise o yapar. Bu yüzden Hegel, dünya-tarihini, tıpkı tohumun ağacın bütün doğasını, meyvalarını, tadını ve biçimini kendi içinde taşıması gibi, en baştan beri gizil olarak bütün tarihi kendinde taşıyan Tin'in, kendinde ne olduğu bilgisini işleyip geliştirirken sergilenmesi olarak tanımlar (Hegel, 2006b: 21).

Tin, tarihin hem öznesi hem de nesnesidir, çünkü kendinde ne olduğu bilgisini işleyip geliştirirken tarihi oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle kendini kendi eylemleri ile gerçekleştirmekte ve bu gerçekliği yani kendisini tanımaktadır. Burada Tin'in tanıdığı yani bilgisine ulaştığı varlık ile bu bilgiye ulaşan varlık birdir, Tin'in kendisidir. Tin, kendi eylemleri ile gerçekleştirdiği şeyi yani kendisini tanımakla kendininbilincine (Selbstbewußtsein) erişir; kendi özünü yani özgürlüğü ortaya çıkarır. Bu yüzden Hegel “Dünya-tarihi özgürlük bilincinde ilerlemedir.” demiştir (Hegel, 2006b: 22).

111

Dünya-tarihinin ikinci uğrağı, Tin'in kendininbilinci olarak ortaya çıkmasını sağlayan araçları konu eder. İlk uğrak soyut tümeldir, dolaysızlıktır. Kendinde özgürlüğü barındıran Tin'dir. İkinci uğrak ise soyut tümelin yadsındığı uğraktır, çözümsel ve bireşimsel olan uğraktır. Burada ilk olarak başlangıcın çözümlenmesi üzerinde duracağız. Soyutu değil, somutu; tümeli değil, tikeli ele alacağız. Tikelden kastımız mutlak anlamda tikellik değildir. Soyut tümelin kendi-olmayanı olan tikelliktir. Tin'in tikel görünümleridir. Başlangıçta ele alınan Bir'in yani Tin'in çokluk/farklılık olarak ele alınmasıdır. Tin'in özünü teker teker ortaya çıkaran belirlenimlerdir. Bu yüzden Hegel bunları, Tin'in özünü ortaya çıkarmak için zorunlu olarak kullandığı “araçlar (Geräte)” olarak adlandırır. Hegel Tin'in niçin zorunlu olarak bir takım araçları kullandığını şu şekilde açıklar: “Tin'in ilkesi, son ereği, belirlenimi ya da doğası ve Kavram'ı ... yalnızca evrenseldir ve soyuttur. İlke, ya da temel önerme, yasa içsel birşeydir ki, böyle olarak, kendi içinde ne denli gerçek olursa olsun, bütünüyle edimsel değildir. Erekler, temel önermeler vb. bizim düşüncelerimizde, ilkin iç amacımızda bulunurlar, henüz edimsellikte değildirler.

Kendinde bir olanak, bir gizilgüçtür, ama henüz kendi içinden varoluşa çıkmış değildir.” (Hegel, 2006b: 24). Tin'in kendinde taşıdığı gizilgücü varoluşa çıkarabilmesi, edimselleştirebilmesi ancak belirli araçlar sayesinde mümkün olabilir.

İşte bu yüzden bu araçlar tarihin gelişimi açısından zorunluluk uğrağını oluştururlar.

Hegel'in Tin'in özünü ortaya çıkarabilmek için kullandığını iddia ettiği araçlar, genel olarak insan bilincidir. Bu yüzden bu zorunluluk uğrağı aynı zamandan insanın tarihe dahil olduğu uğrak olarak da ele alınabilir. Tin kendinde sahip olduğu gizilgücü varoluşa çıkarmak için insan bilincini kullanır. Diğer bir deyişle, Tin

kendisini insan bilincinde vareder. Hegel bu yüzden bilinci, Tin'in anavatanı olarak adlandırılır. Tin'in insan bilincini kullanarak edimselleşmesinin, kendisini, “istenç (Wille)” olarak gösterdiğini ve bu edimselleşmenin yani istencin insan etkinliklerinin temelini oluşturduğunu söyler. İnsan etkinlikleri, tarih bağlamında, Tin'in dolaysızca kendinde varolan belirlenimlerini olgusallaştırırlar. Bu olgusallaştırma işlemi esnasında insanları etkinliğe sevkeden istenç; gereksinim (Bedürfnis), itki (Antrieb), eğilim (Neigung) ve tutku (Leidenschaft) biçimlerini alır. Hegel'e göre bütün bu istenç biçimlerinin temelinde insanın doyuma (Befriedigung) ulaşma güdüsü yatmaktadır. İnsanı belirli bir istenç doğrultusunda hareket etmeye zorlayan şey, doyuma ulaşma dürtüsüdür. Hegel insanların doyuma ulaşmak için çaba sarfetmelerinin, emek harcamalarının çoğunlukla hor görüldüğünü belirtmektedir.

Özellikle tutku için durum böyledir, ancak Hegel'e göre bunda hor görülecek birşey yoktur, tersine bu eylemler Tin'in özünü ortaya çıkarmak için kullandığı araçlar oldukları için son derece değerlidirler. İnsanlar bunun bilincinde olsunlar ya da olmasınlar kendilerini doyuma ulaştırmak için harcadıkları emek, Tin'in, özünü ortaya çıkarmasını sağlamaktadır. Hegel burada özellikle tutkunun üzerinde durur, çünkü insanları doyuma ulaşmak için eylemeye yönelten en önemli istenç tutkudur ve Hegel'e göre “dünyada büyük hiçbir şey tutku olmaksızın başarılmış değildir.”

(Hegel, 2006b: 24-26).

Hegel Tin'in, özünü, insanların istençleri/doyum arayışları doğrultusunda giriştikleri etkinlikler aracılığıyla ortaya çıkardığını söylemekle, Alman İdealizmi'nin tarih felsefesi açısından özellikle üzerinde durduğu zorunluk – özgürlük tartışması hakkındaki görüşlerini dile getirmiş olur. İlk bakışta insanların istençlerini

113

gerçekleştirmek amacıyla giriştikleri eylemlerle yani özgürlük ile Tin'in kendinde taşıdığı öz yani zorunluk birbirinden ayrı şeyler olarak görünür, ancak Hegel'e göre durum tam tersidir. Hegel'e göre “Dünya-tarihi insanların tikel yaşam alanlarında olduğu gibi herhangi bir bilinçli erekle başlamaz. ... Dünya-tarihi Tin'in kavramının özgürleşmesi biçimindeki genel ereği ile salt kendinde, eşdeyişle Doğa olarak başlar;

bu kavram iç, en iç bilinç[siz] itkidir, ve dünya-tarihinin bütün işi, daha önce genel olarak anımsatıldığı gibi, (bu bilinçsiz) emeği Tin için bilince getirmektir. Böylece bir doğal varoluşun, doğal istencin şekli içinde ortaya çıkarak, öznel yan denmiş olan şey – gereksinim, itki, tutku, tikel çıkar ve ayrıca görüş ve öznel tasarım – doğrudan doğruya kendi için bulunur. İstençlerin, çıkarların ve etkinliklerin bu ölçüsüz kütlesi Dünya Tini'nin ereğini yerine getirmek için, onu bilince yükseltmek ve edimselleştirmek için gereksindiği aletler ve araçlardır; ve bu erek yalnızca kendini bulmak, kendine gelmek ve kendini edimsellik olarak seyretmektir”. Hegel'e göre Us, tıpkı dünyayı yönettiği gibi dünya-tarihini de yönetmektedir. Us'un yani kendinde ve kendi için evrensel ve tözsel olanın karşısında herşey altgüdümlüdür (subsumiert), ona hizmet eder ve onun için araçtır. Dahası, Us tarihsel varoluşa içkindir, kendini onda ve onun yoluyla yerine getirir. İşte bu yüzden dünya-tarihi aslında özgürlük ile zorunluğun birliği tarafından şekillenen bir süreç olarak kavranmalıdır (Hegel, 2006b: 26-27).

Hegel, özgürlük ile zorunluk arasındaki birliğin en net biçimiyle “dünya-tarihsel bireylerin (Weltgeschichtliche Personen)” eylemlerinde görülebileceğini, çünkü bu türden bireylerin evrensel olanı ereklerinde barındırdıklarını belirtir. Dünya-tarihsel bireyler, tarihteki büyük insanlardır. Kendi tikel erekleri, “Tin'in istenci olan tözseli”

yani Tin'in gerçekleştirmekte olduğu özü kapsamaktadır. Hegel bu tür insanların

“kahramanlar (Held)” olarak da adlandırıldıklarını söyler. Bunlar giriştikleri eylemler aracılığıyla Tin'in özünün henüz bilince taşınmamış olan belirlenimlerini ortaya çıkarırlar. Bu kahramanların davaları dünya-tarihinin bir sonraki aşamasını bilmek, bu aşmayı etkinliklerinin ereği yapmak ve bu ereği gerçekleştirmeye çalışmaktır.

Hegel'e göre bu tür insanlar davalarını başarılı olarak gerçekleştirmiş olsalar da mutluluğa eremezler, çünkü dingin bir doyuma ulaşamazlar (Hegel, 2006b: 26-27).

Hegel'in ortaya koymuş olduğu tabloda mutlak bir doyuma ya da dinginliğe ulaşmak bireyler için söz konusu olamaz, çünkü onlar, dünya tarihsel bireyler de olsalar, doyuma ulaştırabilecekleri erekleri sınırlıdır. Mutlak doyuma ancak Tin ulaşabilir, çünkü sadece onun ereği evrenseldir ve mutlak doyum ancak evrensel ereğin, son ereğin gerçekleşmesi ile mümkün olabilir. Tarihte tikel erekler ve tabi bu ereklerin taşıyıcıları birbirleri ile çelişki, mücadele içindedirler. Bu mücadeleler sonucunda yenilgiye uğrayan taraflar tarih sahnesinden yitip giderlerken, galip gelen taraflar, son ereğin gerçekleşmesinin basamakları olarak anlam kazanırlar. Hegel'e göre mutlak İde kendisini karşıtlığın ve kavganın mevcut olduğu alanda yani tarihte tehlikeye atmaz. Kavgaya tutuşanlar tikel çıkarlardır. Bunlar evrenselin kendisini tikel ve belirli olandan ve onun yadsımasından yola çıkarak gerçekleştirmesini sağlarlar. Mutlak İde kendisini tüm bu mücadelelerin ötesinde saldırıya uğramamış ve zarar görmemiş bir şekilde tutar. Hegel bu durumu, yani mutlak İde'nin tikel çıkarları kullanarak içten içe fakat kendisini yıpratmadan dünya-tarihinin son ereğinin, evrensel olanın gerçekleşmesini sağlamasını “Us'un hilesi (Alm. List der Vernunft, İng. Cunning of Reason)” olarak adlandırır (Hegel, 2006b: 26-27).

115

Bu noktada, esas olarak Hegel'in “Tarih Felsefesi” adlı – ölümünden sonra ders notlarından derlenerek hazırlanan – çalışması üzerinden giden incelememi, Tinin Görüngübilimi adlı kitabında dile getirdiği düşüncelerle ilişkilendirmek istiyorum.46 Hegel bu çalışmasında “Us'un dünyaya egemen oluşunu” ilk kez etraflıca incelemiştir. Tin'in en genel biçimiyle gerçekleşmesi ve bunun bilinmesi üzerinde durmuştur. Tarih, bu çalışmada, Tin'in gelişiminin diğer bir deyişle Tin'in oluşunun bir öğesi olarak tanımlanmıştır, çünkü “kendini Tin olarak bilen Tin”in, yani kendisini gerçekleştirmiş ve gerçekliğinin bilgisine varmış olan Tin'in, görüngülerinin bilinmesi – Görüngübilim (Phänomenologie) – konusu da çalışmanın diğer bir öğesi olarak değerlendirilmiştir (Hegel, 2004d: 516).

Hegel, Görüngübilim'de47 tarihi, insan bilincinin tarihi olarak ele alır, çünkü insan bilinci, Tin'in kendisini gerçekleştirdiği yani Tin'in tözünün edimselleştiği alandır.

46 Buraya kadar Hegel'in tarih anlayışını açıklayabilmek için Mantık Bilimi ve Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi'nin ilgili kısımlarına – örneğin Küçük Mantık ve Doğa Bilimi – referans vermiştim, ancak Tinin Görüngübilimi (kısaca Görüngübilim) ve Hukuk Felsefesinin Prensipleri (kısaca Hukuk Felsefesi) adlı çalışmalarla ilişkisi üzerinde durmamıştım. Burada da amacım Hegel'in tarih anlayışı ile diğer konularla ilgili görüşlerini dile getirdiği metinler arasındaki bağı doğru bir biçimde kurabilmek olacaktır, ancak bu bağ üzerinde uzunca durmak Hegel ile Marx arasında yapmaya çalıştığım karşılaştırmayı konu eden bu çalışmanın kapsamı dışında yer almaktadır.

Hegel'in Görüngübilim'de açıkladığı Kendininbilinci kavramı, Tin ve mutlak Bilme gibi bölümler ya da Hukuk Felsefesi'nde ele aldığı devlet – sivil toplum ilişkileri, onun tarih anlayışı açısından önemlidir ve bu çalışmada ele alınan konu ile ilişkilendirilecektir, ancak bu konuların derinlemesine incelemeleri üzerinde durulmayacaktır.

47 Hegel'in Tinin Görüngübilimi adlı kitabı onun en çok tartışılan eseridir. Hegel, bu eserinde dünyanın ussal bir yer haline gelişini Tin'in kendi etkinliği ile kendisini dönüştürmesine, kendi özünü tamlamasına bağlar. Tin'in tarihin hem öznesi hem de nesnesi olduğunu iddia eder. Tin'in kendi etkinliği ile kendisini gerçekleştirmesini bireysellik (Individualität) olarak adlandırır ve Tin'in özgürlüğünü onun bireyselliğine bağlar. Tin özgürdür, çünkü kendisini sadece kendisi dönüştürebilmektedir. Tin, kendisi ne eyliyor ise odur, ancak ilk olarak bunun bilincinde değildir.

Bu yüzden Hegel bu eserinde Tin'in kendininbilinci haline gelişini, Tin'in kendi kendisinin ve tüm dünyanın yaratıcısı (Demiurg) olduğunu kavrayışını konu alır. İddiası odur ki tarihsel gelişmeler;

Fransız Devrimi ve sonrasındaki süreç Tin'in kendisini mutlak anlamda bilebilmesi – tüm belirlenimlerini tanıyabilmesi - için gereken ortamı hazırlamışlardır. Tin kendisini mutlak olarak bildiği için artık kendininbilincine ulaşma çabasında bulunmayacaktır. Hegel'in bu tezleri, onun tarihin sonunun gelmiş olduğunu iddia ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. İlerde açıklamaya çalışacağım gibi Hegel'in bu konudaki tezi tarihin bitmiş olduğu ya da bir tarih sonrasının yaşandığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Hegel tarihin son aşamaya gelmiş olduğunu ve bu aşamanın sonsuza dek süreceğini belirtmiştir.

Hegel'in bu çalışmada insan bilinci ile tarih arasında kurmuş olduğu ilişki, Us'un hilesinin katkısı olmadan gerçekleşemez. Hegel, Görüngübilim'de insan bilincinin – tür olarak insanın bilincinin – gelişimini ortaya çıkaran aşamaları, Tin'in görüngü alanındaki varoluşu olarak değerlendirmiştir. Bu aşamaların ortaya çıkışı, Us'un hilesi ile yani Tin'in, insanların doyuma ulaşma tutkularını kendisi için etkinleştirmesi ile mümkün hale gelir. Bunun en önemli örnekleri Görüngübilim'in

“Kendininbilinci” ve “Tin” bölümlerinde ele alınır. Hegel, Kendininbilinci bölümünde ilkin kendininbilincinin bağımsızlığı ve bağımlılığı olarak efendiliği (Herrschaft) ve köleliği (Knechtschaft) ele alır.48 Daha sonra bağımlılık sonrununun aşılması ile kendininbilincinin özgürlüğü olan bilinç biçimlerinin ortaya çıktığını iddia eder. Bunlar Stoacılık (Stoizismus), Kuşkuculuk (Skeptizismus) ve Mutsuz Bilinç'tir (Unglückliche Bewusstsein) (Hegel, 2004d: 125-160). Tin bölümünde ise,

48 Hegel, Efendi – Köle Diyalektiği'ni kendininbilincinin bağımsızlığı ve bağımlılığı konusunu açılayabilmek için kurgulamıştır. Burada kendininbilinci kavramı ile kastettiğimiz şey şudur:

İnsanlar öncelikle kendi dışlarında yer alan şeylerin, nesnelerin bilgisini elde ederler. Bu genellikle temel – fizyolojik, Hegel'in deyimiyle “hayvansal” ihtiyaçlarını karşılamak için doğaya yönelen insanların bilincidir. İnsanları hayvanlardan ayıran şey ise onların kendininbilinci olarak ortaya çıkmalarıdır. İnsanlar, doğal ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde diğer bilinçlere yönelerek toplumsallaşmadan doğan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Böylelikle bilinçleri kendi varoluşlarını kapsamaya yönelir. İşte kendininbilinci budur; bireylerin karşılıklı ilişkilerinden doğan bütün ve kendilerinin bu bütün içindeki yeri hakkında elde ettikleri bilinç. Efendilik ve Kölelik ise bağımlılık ilişkisine tabi bireylerin edinmiş olduğu kendininbilincidir. Burada bağımlı olan Köle, bağımlı olunan ise Efendi'dir. Hegel bu bağımlılık ilişkisinin iki tarafı da doyuma ulaştırmak uzak olduğunu iddia etmiş ve bu bağımlılığın ortadan kaldırılmasında Köle'nin emeğinin önemi üzerinde durmuştur. Efendilik ve Köleliğin kalkışıyla Stoacı, Kuşkucu kendininbilinci şekillerinin ve Mutsuz Bilinç'in ortaya çıktığını savunmuştur.

Efendi – Köle Diyalektiği'nin günümüzde bu kadar yaygın bir biçimde ilgi duyulan ve Hegel denilince akla gelen ilk konulardan biri olması ise Alexandre Kojeve'nin 1933-38 yılları arasında Hegel üzerine verdiği derslerin ve bu derslerin “Hegel Felsefesine Giriş” adıyla kitaplaştırılmasının sonucudur. Kojeve bu çalışmasında, Hegel'in kendininbilincinin bağımlılığı ve bağımsızlığı konusu açıklamak için kullandığı kurgunun kapsamını, Hegel'in tüm bir tarih anlayışı ve siyaset felsefesini kapsayacak şekilde genişletmiştir. Kojeve'nin kurgusu, Marx'ın da 1844 Elyazmaları'nda olumlu atıfta bulunduğu, Köle'nin emeğinin özgürleştirici rolünü öne çıkardığı için sıklıkla marksist bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Oysa ki Kojeve'nin yaptığı şey, Hegel'in kurgusunu biçim ve içerik açısından genişletmekten ve Hegel'in düşüncelerindeki antropolojik öğeleri önplana çıkarmaktan öte birşey değildir (Kojeve, 2004). Bu yüzden marksist bir kuram olarak anılmaması gerekmektedir. Kojeve'nin kuramı ile ilgili olarak aslında söylenecek çok şey bulunmaktadır, ancak bunlar bu çalışmanın kapsamı içine dahil etmek mümkün olmadığı için düşünürün ismini anmakla yetineceğim.

117

Tin'i dünyada gerçekleşmiş şekliyle ele alır. Törelliğin toplumsal yaşama hakim oluşu, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Terör Dönemi gibi olguları, Tin'in dünyada somut biçimiyle gerçekleşmesi açısından oynadıkları rol açısından değerlendirir (Hegel, 2004d: 285-433). şunu hemen belirteyim ki, burada, Kendininbilinci ve Tin ile alakalı olarak adını andığımız kategorilerin ortaya çıkışlarını ve yadsınmalarını sadece Us'un hilesiyle açıklamak gibi bir amacım yok. Amacım sadece Hegel'in, bireylerin çıkarları arasında doğan karşıtlıklara, Tin'in kendisini somutlaştırmak için faydalandığı araçlar olarak baktığını vurgulamaktır. Hegel, insanların doyum arayışları sonucunda meydana gelen mücadeleler olmaksızın, bir bilinç biçiminden diğerine ya da bir tarihsel olgudan diğerine geçmenin mümkün olamayacağını düşünmektedir. Us'un hilesini de bu anlamda tarihin ilerlemesi açısından yaptığı katkıdan dolayı önemsemektedir.

Hegel, Us'un hilesi üzerinde durmakla aynı zamanda tarihin zorunluluk uğrağının bireşimsel boyutuna adım atmıştır. Tek tek sonlu erekler şeklinde kendini gösteren Tin'in özünü, bu ereklerin aşılmasıyla ortaya çıkan ve Tin'in tam anlamıyla gerçekleşebilmesinin olmazsa olmazı olan, olumlu bir tinsel bütünlük şeklinde değerlendirmeye başlamıştır. Bu bütünlük ahlak (Moralität), törellik (Sittlichkeit) ve dinselliktir (Religiösität). Hegel'e göre, bireyleri, öncelikle sadece tikel ereklerini gerçekleştirerek doyuma ulaşmaya çalışan araçlar olarak görürüz, ancak onları sadece araç olarak yani Us'a altgüdümlü varlıklar olarak görmemiz doğru değildir.

Bireyler aynı zamanda kendilerinde evrensel olanı, Hegel'in deyimiyle tanrısal olanı49 taşımaktadırlar. Bu tanrısallık tüm bireylerde ortaktır, bu yüzden bireyler bir

49 Hegel burada tarih anlayışını dile getirirken iki farklı terminolojiden faydalanmıştır; genellikle Mantık kategorilerinden faydalanmıştır, ancak bazen teolojik terimleri de tercih etmiştir. Özellikle

yandan tikel çıkarları peşinde koşarlarken diğer yandan da ahlaki, törel ve dinsel bir yaşam sürebilirler. Hegel'e göre “Bir araçtan söz ettiğimiz zaman onu ilkin bir ereğe yalnızca dışsal olarak, ondan hiçbir payı olmayan birşey olarak düşünürüz. Ama araçlar olarak kullanılan doğal şeylerin bütünü, giderek en sıradan cansız şeyler bile, gerçekte onları ereklere uygun kılan bir yapıda olmalı, onlarla ortaklaşa birşey taşıyor olmalıdırlar. İnsanların Us'un ereği için o bütünüyle dışsal anlamda araçlar olarak davranmaları ise daha da az söz konusu olabilir; yalnızca onunla ve onun vesilesi üzerine aynı zamanda içeriğe göre ondan ayrı erekleri olan tikelliklerini doyurmakla kalmazlar, ama o Us-Ereğinin kendisine katılırlar ve tam bu yolla kendilerinin erekleridirler ...” (Hegel, 2006b: 32).

Ahlak, tikellik ve dinsellik, insanların kendilerinin erekleri olmaları sonucunda ortaya çıkar. Burada, insanların kendilerinin ereği olduklarını söyleyerek, kendilerinde tanrısal öğeyi – Hegel bunu insanın nesnel yönü olarak adlandırır50 - barındırdıklarını söylemiş oluyoruz. Us, insanlarda bu tanrısal öğe yani nesnel yön vasıtasıyla mevcuttur ve insanların öznel yönlerini kullanarak, Tanrı'nın dünyayı yönetmesini sağlar. Burada Hegel'in, Tanrı kavramıyla Us'u dile getirdiğini söyleyebiliriz.51 Ona göre Tanrı, Us'un en somut tasarımıdır, Us'u kafamızda tasarladığımızda onu en somut biçimiyle Tanrı olarak kavrarız. Us, Tanrı olarak

Tanrı kavramını, sıkça Us kavramının yerine kullanmıştır. Toplumsal yaşam üzerine konuşurken bu tercihi daha sık yapmıştır. Hegel'in Restorasyon Dönemi'nin tipik bir muhafazakar düşünürü olarak adlandırmasında bunun etkileri olabilir (Korsch, 2006: 241). Bu karışıklığın üstesinden gelmek için şunu söyleyebiliriz; Hegel, insanın tanrısal bir öğeyi içlerinde barındırdığını söylemekle, tarihin başlangıcını ele alırken bahsettiğimiz Özgürlük ereğinin, insanın kendisinde mevcut olduğunu dile getirmeyi amaçlamıştır.

50 İnsanın araç olarak değerlendirilişini de onun öznel yönü olarak adlandırmıştır.

51 Hegel'in söylemindeki bu kayış, yani Us'tan Tanrı'ya geçişin nedeni tarihin üçüncü uğrağında ele alacağı mesele ile ilgilidir. Hegel burada Tin'in devlet olarak edimselleştiğini iddia eder ve devlete kutsallık atfedebilmek için, Tin'i, mutlak İde'nin (Us'un) dünyada ussallığın gelişimi ile aldığı biçim olarak değil de, Tanrı'nın istenci olarak kurgulamaya çalışır.

119

dünyayı yönetmektedir ve Us'un dünyayı yönetişinin içeriğini, dünya-tarihi oluşturur (Hegel, 2006b: 35). Hegel, böylece tarihin, zorunluk uğrağından bir sonraki uğrağa yani sonuç uğrağına geçer. Başlangıcın çözümlenmesiyle ortaya tikel erekler çıkmıştır, daha sonra bu ereklerin Us'un ereğine dahil oldukları iddia edilmiştir ve bunların bireştirilmesiyle Us'un dünyayı yönettiği ortaya konmuştur. Dünya-tarihinin de Us'un dünyayı yönetişinin içeriği olduğu saptanmıştır.

Dünya-tarihinin üçüncü uğrağı özgürlük uğrağıdır, ikinci uğrağın yani zorunluk uğrağının aşılmasıyla (Aufhebung) ortaya çıkar, ancak ilk uğrağın yani başlangıcın aksine dolaysızlık olarak özgürlük değil dolaylanmış özgürlüktür. Aynı zamanda ilk iki uğrağın birliğidir. Soyut tümeli ve somut tikeli içinde barındırır, ancak onların yadsınmasıdır. Bu yüzden somut tümel biçimindedir. Bu tümel Hegel'in tarih anlayışını ele alırken inceleyeceğim son konudur. Tarihi, Tin'in kendinde barındırdığı özü yani özgürlüğü gerçekleştirme süreci olarak açıklamaya çalışıyorum.

Burada, ilk uğrağı bu özün dünyada belirmesi olarak ele aldık, ikinci uğrakta ise ilkinde kendini soyut tümel olarak, dolaysızlık olarak ortaya koyan özün – ki bu öz daha sonra Hegel tarafından farklı şekillerde ifade edilmiştir – kendisini gerçekleştirmek için kullandığı araçlar üzerinde durduk. Sonuç uğrağında ise Tin'in özünün gerçekleşmesini/edimselleşmesini inceleyeceğim.

Hegel, Tin'in özünün belirli bir “gereç (Material)” üzerinde edimselleştiğini belirtir. Bu gereç Devlet'tir (Staat). Devlet, Tin'in özünün, insanın hem öznel hem de

özsel istençlerinin52 birliği şekline bürünmesiyle oluşan törel bütündür. Bu bütün insanların tikel ereklerini, doyum arayışlarını ve onlarda mevcut olan tanrısal öğenin etkinleşmesini kapsar. Bu sayede Tin'in özünün yani özgürlüğün edimselleşmesi biçimini alır, çünkü Tin'in özünü özsel istenç yani tanrısal öğe olarak kapsamakta ve onu insanların öznel yani tikel istençleri vasıtasıyla etkinleştirmektedir. Hegel, Devlet'i, Tin'in özünü edimselleştirdiği için törellik olarak adlandırır. Devlet, Tin'in özünü ortaya koymaktadır ve bunu bir takım hakları ve yükümlülükleri belirleyerek yapmaktadır. İnsanlar, Devlet'in koyduğu yasalara uyarak aslında bir anlamda Tanrı'ya boyun eğiyorlar ya da Us'un dünyayı yönetişi sırasında üzerlerine düşen hak ve yükümlülükleri yerine getiriyorlar demektir.53 Bunun nedeni, Devlet'in Tin'in özünü gerçekleştiren gereç olması nedeniyle, çıkardığı yasaların aslında Tin'in iradesini oluşturuyor olmasıdır. Devlet, Tin'in özünü gerçekleştiren gereç olma özelliği nedeniyle aynı zamanda özgürlüğü temsil etmektedir. Bu yüzden insanlar Hegel'e göre, özgürlüğü Devlet'te bulur ve yaşarlar, çünkü Devlet'in ortaya çıkmasıyla görünüşte özgürlük ile zorunluk arasında varolan çelişki tamamen ortadan kalkar. Devlet mutlak anlamda özgürlüğün somutlandığı gereç olarak tarih sahnesinde belirir (Hegel, 2006b: 36-37).

Devlet yani törellik olmadan insanın dünyadaki varoluşu eksik kalır, çünkü insanın nesnel yönü, insandaki tanrısallık Devlet olmadan gerçekleşemez. Bu yüzden Hegel, Aristoteles'e referansla Devlet'i insanın ikinci doğası olarak kabul eder. Ona

52 Burada özsel istenç kavramı ile insanın nesnel yönünün, insanın taşıdığı tanrısal öğenin istenç olarak ortaya konması kastedilmektir. Bu da kendisini, insanın ahlaki, törel ve dinsel bir yaşam sürmeye çalışması olarak ortaya koyar.

53 Hegel bu noktada Anayasanın önemine vurgu yapar. Ona göre ussallık ancak Anayasanın varlığı ile mümkün olabilir, çünkü ancak bir Anayasa, insanların tikel ereklerini yerine getirmeye çalışırken ortak bir erek etrafında birleşmelerini, örgensel bir bütün oluşturmalarını sağlayabilir.

121